Kitap Divanı Kebir Seçmeler
Yazar Mevlana (ra)
Hazırlayan Şefik Can
Yayınevi Ötüken Neşriyat
Kağıt - Cilt Ivory Şamua kağıt - Kalın Ciltli, 4 Cilt set
Sayfa - Ebat 1.762 sayfa - 13,5x23,5 cm.
Ötüken Yayınları, Mevlana nın yazdığı Divanı Kebir Seçmeler adlı kitabı incelemektesiniz.
4 Cilt Divanı Kebir Seçmeler kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
ÖNSÖZ
Hazreti Mevlâna'nın Âşıklar Dîvânı diye adlandırdığı bu mübarek kitabı doksan bir yaşında olduğum halde baştan sonuna kadar gözden geçirerek Hak âşıkları için hazırlamak gücünü ve aşkını bana veren Cenâb-ı Hakka hamd ü senalar. Aziz Peygamber Efendimize salâtü selâmlar, ve Hz. Mevlâna'nın bu âciz kula olan himmetinin eksilmemesini niyaz ederim. "Büyük Dîvân" anlamına gelen Divan-ı Kebir Hz. Mevlâna'nın heyecanla, gönül coşkunluğuyla söylediği ilahî aşk şiirlerini toplayan kitabın adıdır.
Beyit sayısı altı ciltlik Mesnevî beyitlerinin toplamının iki mislidir. Çünkü altı ciltlik Mesnevi beyitlerinin toplamı yirmi-beş bin otuz birdir. Halbuki Divan-ı Kebir in rubâî beyitlerini de dâhil edersek, beyit sayısı elli bine yaklaşmaktadır.
Bu mübarek dîvânı Tahran Üniversitesi profesörlerinden Firûzanfer merhum büyük ebadda yedi cilt halinde bastırmıştır.
Bendeniz pek güvenilir olan bu divanı esas tutarak, aldığım her gazelin altına Farsça bilenlerin doğru okumaları için her gazelin veznini yazdığım gibi, gazelin hangi ciltten alındığını ve numarasını da kaydettim.
Bilindiği gibi divan, islamî edebiyat'ta şâirlerin yazdıkları kendi şiirlerini alfabe sırasıyla bir araya getirdikleri kitabın adıdır. Dîvânlar şâirlerin adlarıyla birlikte söylenirdi, meselâ Dîvân-ı Bakî, Dîvân-ı Fuzûlî, Dîvân-ı Hafız diye adlandırılır ve her gazelin son beytinde muhakkak şâirin adı geçerdi. Bu geleneğe uyularak, neden Mevlâna'nın şiirlerini toplayan dîvâna "Dîvân-ı Mevlâna", yahut "Dîvân-ı Celâleddin" denmemiştir de Divan-ı Kebir, Dîvân-ı Şems-i Tebrîzî denmiştir. Elli bine yakın beyti ihtiva eden çok büyük ebadda bir kitap olduğu için Divan-ı Kebir denmekle beraber asıl onun dîvânına Dîvân-ı Şems-i Tebrîzî denmiştir.
Mevlâna gazellerinin sonlarında, kendi adı yerine hep Şems-i Tebrîzî adını kullanmıştır. Nâdir olarak bazı gazellerinde, Selahaddîn-i Zerkubî adını anmış bazan da "Hamuş" lâkabını kullanmıştır.
Bu hâl Yunan filozoflarından Eflâtun'un durumuna benzer, Sokrates'in hiç eseri olmadığı halde, talebesi Eflâtun bütün eserlerinde, hep Sokrates'i konuşturmuştur. Kendini Sokrates'in ismi altında gizlemiştir. Mevlâna da gönül verdiği Tebrizli Şems'i öne almış, kendini onun adı altında gizlemiştir.
Bazıları bu hali anlamazlar da, Dîvân-ı Şems-i Tebrîzî kitabında bulunan şiirleri Şems'in yazdığını zannederler. Hz. Şems'in şiiri yoktur, onun sadece Makalât adlı bir kitabı vardır.
Zaten Mevlâna Şems'le buluşmamış olsaydı, o coşkun, heyecanlı şiirleri ihtiva eden Divan-ı Kebir de meydana gelmezdi. Nitekim Hz. Mevlâna "Tebrizli Şems bana İskender gibi, taç, taht, saltanat, verdi de ben mânâ ordusunun başkumandanı oldum." demiştir. ( Divan-ı Kebir, M/1590)
Mevlâna ile Şems'in birbirlerine karşı duydukları ilahî sevgiden burada uzun uzun bahs edecek değilim, bu konuda fazla bilgi almak isteyenler Ötüken Neşriyat 'ın yayınladığı Mevlâna kitabına bakabilirler.
Ben burada şu kadarını söyleyebilirim ki, Şems, Mevlâna'da kendini gördü. Mevlâna da Şems'de kendini gördü, onlar birbirlerine ayna oldular. Birbirlerinin hakikatini gördüler ve birbirlerine âşık oldular. Yanlış anlaşılmasın, ne Şems Hak'tır, ne de Mevlâna; her ikisi de birer kuldur, ancak arif bir şâirin dediği gibi, "Allah adamları hâşâ Hak değillerdir ama Hak'tan da ayrı değillerdir." Onun için Mevlâna kendi şiirlerinde hep Şems'i yâd etmiştir. Bu yüzdendir ki kitabının adına "Şems Dîvânı" denmiştir.
Mevlâna, Şems mahlasını kullanmıştır amma, aslında Şems yoktur, Hak vardır. Çünkü Şems-i Tebrîzî bir bahanedir, asıl Allah sevgisi vardır. Yahya Kemal merhumun bir şiirinde aba var, post var, meydanda er yok, Horasan erlerinden bir haber yok, der. Diyâr-ı Rûm'a gelmiş evliyadan; evet İslâm diyarlarının en mamur bölgeleri, Semerkand'lardan, Buhara'lardan, Horasan'dan velîler gelmez olmuş; gelmez olmuş amma İslâm ülkeleri yine boş değil. Baba Kemal Hocaefendî ne güzel söylemiş, "Hak âşıkları, erenler gittiler, aşk şehri boş kaldı diye düşünme, dünya Şems-i Tebrîzîlerle doludur amma, Mevlâna gibi bir kişi nerede ki hakikati görsün."
DÎVÂN-I KEBÎR TERCÜMELERİ
Divan-ı Kebir in tamamı Abdulbaki Gölpınarlı merhum tarafından yedi cilt halinde Türkçeye tercüme edilmiş ve Kültür Bakanlığı'nca yayınlanmıştır. Ayrıca Divan-ı Kebir den dilimize seçmeler de yapılmıştır.
Midhat Baharî merhumun 1927 senesinde eski harflerle çıkmış bir Destegül'ü olduğu gibi, yine Midhat Baharî hazretleri, İran edîblerinden Hidâyet Han'ın Dîvân-ı Şems'ül-Hakayık adlı kitabını üç cilt halinde dilimize tercüme etmiştir.
Bu tercüme Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanmıştır. Ne yazık ki bu üç ciltlik tercümede, Mevlâna'ya ait olmayan bir çok şiirler vardır. Bu şiirler bir takım Şiî ve İsmailiye mezhebinde olan şâirlerin şiirleridir. Ne yazık ki bu şiirlerin bir ayıklama yapılmadan dilimize çevrilmesi yurdumuzda, Mevlâna 'nın yanlış tanınmasına sebep olmaktadır. Ayrıca Abdulbaki Gölpınarlı'nın Divan-ı Kebir den seçtiği, nesir halinde tercüme ettiği ve Güldeste adını verdiği şiir kitabı, 1955 yılında Remzi kitabevi tarafından yayınlandı.
Ayrıca Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri de, Divan-ı Kebir den kırk, elli kadar şiiri dilimize manzum olarak çevirmiş, bunların bir kısmı, Mârifetnâmede, bir kısmı da dîvânında bulunmaktadır. Bu şiirler, Şefik Can tarafından derlenmiş, bugünün Türkçesine çevrilerek Divan-ı Kebir deki şiirlerle beraber, bir kitap haline getirilmiştir, fakat bu kitap henüz yayınlanmamıştır.
Abdülkadir Gölpınarlı merhumun seçtiği, manzum olarak dilimize çevirdiği şiirler de 1980 senesinde Gözlem yayınevince yayınlandı, bu kitabın adı bugünün Diliyle Mevlâna 'dır.
Divan-ı Kebir den yabancı dillere de tercümeler yapılmıştır. Prof. Dr. Annemaria Schimmel tarafından Almanca'ya manzum olarak elli altı gazel tercüme ve neşr edilmiştir.
Reynold A. Nicholson'un Dîvân-ı Şems-i Tebrîzî'den seçme şiirlerini de unutmamalıyız.
Divan-ı Kebir den, Rusça ve Japonca'ya kadar bir çok dünya dillerine seçme ve tercüme yapılmıştır.
Mevlâna Divan-ı Kebir deki şiirlerini islâmî edebiyattaki nazım şekillerinden olan gazel şeklinde söylemiştir. Bilindiği gibi gazel, konu olarak lirik aşk şiirlerini ele alır. Gazellerde şekil itibarıyla birinci beyitteki mısralar kendi aralarında kafiyeli olup, gazelin diğer beyitlerinin ikinci mısraları, birinci beyitle aynı kâfiyededir ve her gazelin bütün beyitleri aynı vezinle yazılır ve her beyit konu itibarıyla küçük bir şiir parçasıdır. Nasıl rubailer dört mısrada aynı konuyu işlerlerse, her gazelin her beyiti ayrı ayrı konuları taşıyabilir.
Bu beyitler sadece vezin ve kâfiye bakımından bir araya gelmişlerdir. Eğer bütün beyitler aynı konuyu işlerlerse o gazele "yek avaz" adı verilir ve çok makbul sayılır. Mevlâna bu geleneğe uyarak gazellerinin bazılarında her beyitte ayrı bir konuyu işlemiştir, ama Mevlâna çoğu zaman meselâ on beş beyitlik bir gazelinde bile aynı konuyu terennüm etmiştir. Bu yüzden biz Mevlâna 'nın gazellerini okurken, her beyiti ayrıca bir konuyu işleyen küçük bir şiir parçası sayabiliriz.
Gazeller tercüme edilirken, beyitlerden en fazla dikkat çekeni o gazele başlık olarak alınmıştır. Metinlerde bu başlık yoktur. Bu sebeple biz herhangi bir gazeli okurken aynı gazelde çeşitli konulara değinilmesine şaşmamalıyız.
Her beyiti ayrıca dikkatle okumak, mânâlarının derinliğine varmak ve düşünmekle onun zevkine varılır.
Hak şâirlerinin çoğu zaman yazdıkları şiirlerde mey (şarap) ve sevgiliden bahs etmekte olduklarını herkes bilir. Bunlara akıl erdiremeyen bazı kişilerin yanlış fikirlere sapmamaları için, bu mecazî deyimlerin açıklanması gerekmektedir. Hz. Mevlâna da büyük bir Hak âşığı olduğu için şiirlerinde kendisinden evvel gelen Hak âşıkları gibi bu konulara çoğu zaman değinmiştir. Nitekim büyük Hak âşıklarından, Esad Erbilî hazretleri de dîvânının önsözünde bu konuya temas etmişlerdir. ( Dîvân-ı Esad, Erkam yayınları, s. 7)
Ariflere göre mey (şarap) gam ve kederden eser bırakmayan Allah sevgisidir. Buna Mansur şarabı, aşk şarabı, Hak şarabı da denir. Bu manevî şarap insanı kendinden alır başka âlemlere götürür. Meyhane tâbirine gelince, Hak âşıklarına mahsus ibadet yerleridir. Nitekim Şeyhülislâm Yahya Efendi şu beytinde bu konuya değinmiştir: "Mescidde riya pîşeler etsün ko riyayı / Meyhaneye gel ne riya var ne mürâî" Yani gösteriş için camide namaz kılanları bırak, onlar gösteriş için namaz kılsınlar; sen hakikat meyhanesine gel, orada ne riya var ne de riyakâr. Pîr-i mugân ise, mürşid'i göstermektedir. İranlı Hafız bir beytinde şöyle der: Eğer pîr-i mugân (mürşid) sana seccadeni şarap küpüne daldır derse, tereddüt etmeden seccadeni şarap küpüne daldır; çünkü onun bir bildiği vardır. O bir hakikat yolcusudur, sâkî ise Hak yoluna düşenlere yol gösteren halifeleri temsil etmektedir. Bu şiirleri insanlar kendi kabiliyetine ve sezişine göre anlar, bazıları da anlayamaz, yanlış yorumlar.
Eski devirlerde yahut günümüzde bu konuları gereği gibi anlayamayan kişiler bulunmaktadır.
Bunun gibi bazı velîleri bile yanlış anlamışlardır. Büyük Hak şâirlerinden Niyazî-i Mısrî hazretleri, şu kıt'ada bu hakikati ne güzel anlatmışlardır.
Cemâli zahir olsa tez celâli yakalar anı Görürsün bir gül açılsa yanında har olur peyda Bu sırdandır ki bir kâmil zuhur etse bu âlemde Kimi ikrar eder anı, kimi inkâr olur peyda
yani Hakk'ın cemâli ortaya çıksa, celâli hemen onu yakalar. Görmez misin herhangi bir yerde gül açılsa, hemen onun yanında bir diken meydana gelir.
Bu sebepledir ki bu âlemde bir insan-ı kâmil zuhur etse, kimi onu kabul eder, kimi de red eder. Nasıl ki Muhiddin-i Arabî hazretlerini sevenler ona Şeyh-i Ekber (en büyük Şeyh) adını vermişlerdir. Sevmeyenler, onu inkâr edenler de Şeyh-i Ekfer (Kâfirlerin şeyhi) demişlerdir. Hz. Mevlâna ise bir şiirinde, "Ben şunu bunu bilmem, ben ilâhî aşk kaderiyle mest olmuşum." der.
Gerçekten de bu kâinatı yaratan, akıl almaz güçte olan o büyük varlığa hayran olup kalmak varken, ben şuna inanıyorum, sen şuna inanıyorsun diye birbirimizle niçin çekişiyoruz?
Nitekim, Neyzen Tevfik de Cenâb-ı Hakk'a hitaben: "Değil binlerce, yüzbinlerce, milyonlarca insanlar, senin hep gölgeni sevmiş, özünden bîhaber gitmiş." demiştir.
İngiliz fizik âlimlerinden Sir Jones Jeano, Prof. Salih Murat'ın tercüme ettiği, Etrafımızdaki Kâinat adlı eserin ikinci sayfasında şöyle demektedir:
"Bizim dünyamız diğer yıldızlara nazaran en küçük bir yıldızdır. Kâinat pek büyüktür. Çünkü ışığı bize elli milyon senede gelen yıldız var. Bunların her biri, boş bir okyanusta giden bir gemi gibi yolculuk yaparlar. Bizler kumlar sayısınca çok olan bu yıldızlar arasında, bir kum tanesinin mikroskopik parçası üzerinde oturarak etrafımızı, uzay ve zamanla çevrilen kâinatın maksat ve mâhiyetini keşfe çalışıyoruz."
Bizim bu kâinatı yaratan, büyük yaratıcının yaratma gücü karşısında şunu bunu düşüneceğimiz yerde, bu kâinatı yaratan büyük yaratıcının yaratma gücü, eşsizliği karşısında hayran olmaktan ve şaşırıp kalmaktan başka çaremiz yoktur. O ne büyük yaratıcıdır, O ne kudretlidir. O ne güzeldir. Şu şöyleymiş, bu böyleymiş diyeceğimiz ve birbirimizle çekişeceğimiz yerde, aşk içinde yalnız onun hayranı olalım.
HZ. MEVLÂNA'NIN ŞİİRLERİNDEKİ COŞKUNLUK
Bir Divan-ı Kebir beytinde, Hz. Mevlâna şöyle söyler. "Ben sözü aşkla söylüyorum. Çünkü dersi aşktan alıyorum. Ben canımı onun önüne koyuyorum, ona armağan ediyorum, çünkü o pek azını kabul eder, her şeyi kabul etmez."
Hallac-ı Mansur ve Bâyezid-i Bistamî gibi bazı velîler ilâhî aşk ile coştukları zamanlar, bazen öyle sözler söylerler ki, bu sözler şekil üzerinde kalan ve dinin hakikatına erişemeyen, dini taklidden tahkike götüremeyen bazı kişiler tarafından şeriata aykırı görülmüştür. Ve bu yüzden "Ben Hakkım" diyen Hallac-ı Mansur asıldığı gibi, kendinde Hakk'ı bulan Seyyid Nesîmî'nin de derisi yüzülmüştür.
Bu sözlerin derinliklerine inemeyenler, ifade etdikleri mânâyı anlamayanlar bu gibi sözleri beğenmezler. Nitekim Mevlâna bir şiirinde "Biz sevgili ile beraber oturmuşuz da sevgili nerede deyip durmaktayız." (Divan-ı Kebir, 1/ 442) sözünü şeriata aykırı bulurlar da, Kur'an'da "Siz nerede olursanız olunuz biz sizinle beraberiz." (Sûre: 57 / âyet: 4) "Biz size şah damarınızdan daha yakınız." (Sûre: 50 / âyet: 16) âyetlerinin sırrına akıl erdirmek istemezler. Bu bir seziş ve anlayış meselesidir.
Nitekim Hz. Mevlâna bir şiirinde "Ene'l-Hak dediği ve gerçeğe işaret ettiği için halk anlamadı da Hallac'ı dar ağacına çekti. Hallaç sağ olsaydı sırlarımın azametinden ötürü o beni dar ağacına çekerdi." demiştir ( Divan-ı Kebir, IH/1459).
Mevlâna bazen şiirlerindeki coşkunluğun farkına varır da, sözünden tövbe etmek ister, şöyle der: "Her gazelin arkasından gönlüm söze, lâfa tövbe ediyor; bir daha böyle sözler söylemiyeceğim diyor amma, Allah'ın dileği gönlümün yolunu kesiyor, gönlün tövbesini bozuyor." ( Divan-ı Kebir, IV/1822)
Hz. Mevlâna bir başka beytinde de şöyle buyuruyor: "Beni yokluktan var eden, beni yaratan her an beni söyletmededir. Sonunda beni söyleten kerem buyurdu, bütün söylediğim sözler O oldu." (Divan-ı Kebir, İV/ 1809)
Bir başka beytinde de "Bazen ona av derim, bazen bahar derim, bazen ona şarap adını takarım, bazen de mahmurluğum derim." (Divan-ı Kebir, İV/ 1837)
Hz. İkbal de bir şiirinde "Bir müslüman âşık değilse kâfirdir." demiştir. Hz. Mevlâna da "Ben aşkı olmayan kişinin insanlığını inkâr ederim." (Divan-ı Kebir, IH/1610) buyurmuştur.
Bu şiirleri diğer şâirlerin şiirleri ile mukayese etmeyiniz; bu şiirler ilâhî aşk ile, kendinden geçmiş bir velînin gönlünden gelen sesleridir.
Bu sesler bazen insanı şaşırtır, bazen hiç bir şiirde duyulmayan manevî zevkler verir.
Sayın okuyucularım, okuduğunuz herhangi bir şiirin zevkine varmadınızsa onu geçin, başka bir şiiri okuyun. Bazen bir şiirde bir iki beyit pek hoşunuza gider. O gazelin numarasını yazın, başka zaman tekrar okuyunuz. Hattâ hoşunuza giden beyitleri dostlarınıza da okuyun. O şiirin beraber zevkine varın, müşterek duygu sizi o şiirin derinliklerine indirecek, o zaman satırlar arasında Hz. Mevlâna'nın mübarek kalbinin heyecanla, ilâhî aşkla çarptığını duyacaksınız.
Sayın okuyucularım, Divan-ı Kebir 'den şiirler seçerken, sadece kendi beğendiklerimle kalmadım, Nicolson'un seçtiklerine, sayın Schimmel'in seçip Almancaya tercüme ettiklerine, Abdülbâki Gölpınarlı merhumun ve Mithat Baharî hazretlerinin Gül destelerine de baktım. En çok beğenilen şiirleri işaretledim.
Dört cilde böldüğümüz bu güldestede, her cildin sonunda o cilde aldığımız şiirlerin Firûzanfer yayınındaki ilk mısraları ile cilt ve sayfa numaralarını ayrıca bir cetvel halinde belirttik ki, araştırıcılar için kolaylık olsun! Bu şiirleri hissetmek, duymak saadetine ererseniz, bu şiirleri seçerek tercüme eden Şefik Çan'ı, bu âciz kulu, hayırla yâdetmenizi, hatalarını hoş görmenizi ve ruhuna Fatiha okumak İütfunda bulunmanızı niyaz ederim.
Ey tanıdığım ve tanımadığım sevgili okuyucularım! Ey hikmet ve hakikati seven dostlar! Ey Hakk âşıkları! Sizi büyük veli Hz. Mevlâna'nın Divan-ı Kebir inden yaptığımız seçmelerle başbaşa bırakıyor, ben artık aradan çekiliyorum. Cümlenizi hürmetle, sevgiyle selâmlar, size sağlıklar, esenlikler manevî ve rûhânî zevkler, neşeler temennî ederim.
Şefik Can
Em. Öğretmen Albay
5. 11. 1999
Hasta yatağımda söylediğim bu önsözü yazan, bazı araştırmalarımda bana yardımcı olan, Mevlâna âşıkı Nur Artıran Hanımefendiye teşekkürlerimi arz ederim.
Divân-ı Kebîrin Mukaddimesi
Bize doğru yolu bulduran, bizi bu nimetlere kavuşturan Allah'a hamd olsun. Eğer Cenâb-ı Hakk, bize doğru yolu göstermeseydi, biz, bu yolu bulamazdık. Allah'ın rahmeti, peygamberi ve peygamberlerin en büyüğü, efendisi Muhammed(s.a.v.)'e ve onun kerem sahibi olan ve keremlere mazhar bulunan soyuna, sopuna olsun. Bundan sonra şunu iyi biliniz ki, bu Divan-ı Kebir de bulunan sözler rûhânî sırlardır. Hakka gönül verenler için Nuh'un gemisidir. Kutsal nefeslerdir. Ruha hoş gelen esintilerdir. Rabbânî ilhamlardır. Seher vaktindeki feyzlerin gönül gözünü açan keşfleridir. Noksanlardan münezzeh olan Allah'tan gelen varidattır. Eşi bulunmaz işaretlerdir.Şaşılacak ibarelerdir. Bahr-ı ehâdi-yetin nurlarıdır. Gayb denizinin iri incileridir. Bu Dîvân Aşıklar Dîvân ı'dır. Manevî zevklerin kaynaklarıdır. Gönüllerin ışığıdır. Âşıklara, ariflere makbul olan gerçek sözlerdir. Huzur ehlinin anahtarıdır. Gayb alemindeki hür kişilerin makamlarıdır. Kalb sahiplerinin kalplerinin kalbidir. Gönül bahçelerinin çiçeğidir. Bu Dîvân'daki sözler, has kulların meclislerine feyizler ve manevî zevkler getiren akar sulardır. Velîleri anan ve andıran haberlerdir. Olgunlaşmış kişilere sa'âdet kimyâsıdır. Yakîne erişmiş kardeşlerin hutbesidir. Allah'ı seven, kötülüklerden sakınan erlerin boyunlarına gerdanlıktır. Bu sözler, münafıklara Hakk'ın Zülfikâr'ıdır. Büyük ve hayırlı kişilerin ruhlarına iksirdir. Hakk yolunda sefere çıkanlara bir yolculuk armağanıdır. Ceberut kuşlarının dilidir. Melekût alemindeki meleklerin tesbîhleridir. ( Divanı kebir seçmeler kitabı, divanı kebir 4 cilt, Mevlana Divanı Kebir fiyatı, Divanı kebir seçmeler, divanı kebir Mevlana, divanı kebir şefik can, divanı kebirden seçmeler, divanı kebir tercümesi )
( Divan-ı Kebir, c. I, sahife )
Ötüken Neşriyat, Mevlana , 4 Cilt Divanı Kebir Seçmeler adlı kitabı incele diniz.