Kitap Evliya Menkıbeleri Nefahat’ül Üns
Yazar Molla Cami
Tercüme Abdülkadir Akçiçek
Yayınevi Huzur Yayınları
Kağıt - Cilt 2. Hamur - Ciltli
Sayfa - Ebat 942 sayfa - 17x24 cm
Huzur yayınları Molla Cami tarafından yazılan Evliya Menkıbeleri Nefahat’ül Üns adlı kitabı incelemektesiniz.
Evliya Menkıbeleri Nefahatül Üns kitabı hakkında yorumları okuyup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satışı hakkında bilgiyi aşağıda geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
EVLİYA MENKIBELERİ - HUZUR NEFESLERİ NEFAHATÜL ÜNS
Bu eser, tasavvufa dairdir. İçindekiler de tasavvufu sözde değil, özde yaşayanlardır.
Bunların her biri, İslâm âleminin yetiştirdiği nadide çiçeklerdir. Koklamasını bilmek gerek.
Bu eserde sizlere, halka halka veliler zinciri, bir başka deyişle ‘ Mukaddes Makamlardan Huzur Nefesleri sunulacak. Doya doya içinize çekiniz. Zira ilâhi âlemden esip gelen lütuf rüzgârlarıdır. Öz kaynağı da rububiyet merkezidir. Bu nefesler her zaman bulunur; kendinizi onlara atmaya bakınız.
Bu eseri okuyan kimselerin keremli huylarından, şefkat duygularından beklenen odur ki, Allah’ın veli kullarının uğurlu, pâk nefeslerinden, mukaddes ruhlarının feyizlerinden hallerini, vakitlerini hoş edeler.
Bu eser, kudsiyet âleminde uçuşanları dile getirmekte, ünsiyet makamına iştiyak duyanların can burunlarına meşayihin pâk nefeslerinin kokularını ulaştırmaktadır.
Ne mutlu gerçek manada bu zatların getirdikleri kokuları alanlara...
Muhterem okuyucularımız,
Sizlere yeni eserimizi sunuyoruz; Arapça adı şudur: NEFAHAT' ÜL-ÜNS MİN HAZARAT'İL-KUDÜS. Bu isim, dilimizde şu manaya gelir: MUKADDES MAKAMLARDAN HUZUR NEFESLERİ.
Eserin aslı Molla Cami'nindir; Farsça yazmıştır. Lamii Çelebi ise, çok faydalı ilâvelerle eserin şerhli bir tercümesini yapmıştır.
Molla Cami'nin esas adı şudur: Ahmed oğlu Nureddin Abdürrahman. Hicretin 817. (M. 1414.) yılında dünyaya gelmiştir. Hicretin 898. (M. 1492.) yılında vefat etmiştir.
İmam-ı Azam Hazretlerinin seçkin iki talebesinden biri olan İmam-ı Muhammed neslindendir. Daha ziyade, feyzini Şah Nakşıbend Hazretlerinin halifelerinden Sa'deddin Mahmud Kaşgarî'den almıştır.
Lâmiî'ye gelince., hicretin 877. (M. 1479.) yılında dünyaya gelmiş; hicretin 933. (M. 1532.) yılında vefat etmiştir. Osmanlılar devrinde yaşamış; doğum ve ölüm yeri Bursa'dır. Esas adı Muhmud'dur. Babası Osman, dedesi Ali'dir.
Molla Muhammed Hacı Hasanzade'nin tâlebesidir. Tarikat şeyhi ise, Emir Buhari'dir; esas feyzini de bu zattan almıştır. Aldığı feyizlerle de, eseri bu şekilde hazırlamıştır.
* *
Eseri sizlere sunarken, daha faydalı olabilmek için bazı değişiklikler yaptık.
Eserin GİRİŞ ve SUNUŞ bölümünü ayırdık. Ayrıca, bunların içindeki bölümleri de daha ziyade dikkati çekmesi için ayrı sayfalarda sunduk.
MENKIBELER kısmını da ayrı sunduk. Evliya erkeklerin menkıbeleri ayrı, evliya kadınların menkıbeleri de yine ayrı bir bölümdür.
Eserde 620 kadar erkek evliya vardır; kırka yalan da kadın evliya vardır.
Mümkün olduğu kadar, eserin aslına sadık kalınarak bir sadeleştirme yapılmıştır. Eser eksiksiz sunulmuş, pek az ekler çıkarılmıştır. Bu da, okuyucunun zihnini karıştırmamak için yapılmıştır.
Görüleceği gibi, eser, tasavvufa dairdir. İçindekiler de tasavvufu sözde değil; özde yaşayanlardır. Bunların her biri, islâm aleminin yetiştirdiği nadide çiçeklerdir; koklamasını bilmek gerek.. Çünkü koklamasını bilmeyenin burnu düşer.
Mevlâna Hadimi tasavvufu şöyle tarif eder:
—Tasavvuf, öyle bir ilimdir ki, batıl onun ne önüne geçebilir; ne arkasından gidebilir. Ne önünde bir eğrilik vardır; ne de sonunda Bütün âlimlerin ilmi hakimlerin hikmeti biraraya gelip onun kuruluşundaki bir şeyi değiştirmek isteseler, sırlarından birini bozmak isteseler ve ondan hayırlısını yerine koymayı arzu etseler, gerçekten bu arzu ve isteklerine yol bulamazlar. Çünkü o, nübüvvet kandilinden alınmış bir nurdur, nübüvvetten öte ışık alınacak bir nur yoktur.
Devamla şöyle diyor:
—Tasavvufun ilk şartı, kalbi Allah'ın zatından gayrı her şeyden temizlemektir. Onun anahtarı ise, yine kalbi; Allah'ın zikrinde istiğrak bulmasıdır. Sonu ise fenafillahtır. Böyle bir yolda nasıl şüphe izi olabilir!.
İşte bu eserde anlatılan zatlar hep tasavvuf ehlidir. Hepsi ermişlerdir. Erdikleri mukaddes âlemlerin, çıktıkları mukaddes makamların HUZUR NEFESLERİNİ sizlere getirmektedirler.. Ne mutlu, gerçek manada bu zatların getirdikleri kokuları alanlara..
Allah yardımcınız, Resulüllah şefaatçiniz, bu eserdeki zatlar ve tüm evliya sizlere birer nümune-i imtisal olsun..
Abdulkadir AKÇİÇEK
6 Mayıs 1981
2 Receb 1401
Bostancı İstanbul
Rahman Rahim Allah'ın adı ile
Giriş
Bu eserde sizlere; halka halka veliler zinciri sunulacak..
Bu eserde geçen evliya hallerinin; temelde, Allah-ü Teâlâ'nin Resulüne vahyettiği Kur'an kaynağıdır.
Kaynağının yüksek olmasından; anlatılacakları önceden bilmeniz zorunludur. Kaldı ki, bunlar, hikâyelerin de en güzelleridir. Bir başka manada, gaybin haberleridir. Allah-ü Taâlâ'nın Üstün Resulüne gönderdiği vahiy kaynağından alınmışlardır.
Sonra bunlar; insanlık için, âlemler için bir hatıradır.
Bu eser, NEFAHAT'ÜL-ÜNS MİN HAZARAT'İL-KUDÜS'tür.
Manasında:
— MUKADDES MAKAMLARDAN HUZUR NEFESLERİ..
Deyiniz ve doya doya içinize çekiniz. Zira, ilâhi âlemden esip gelen lütuf rüzgârlarıdır. Öz kaynağı da, rubûbiyet merkezidir.
Bu nefesler, hemen her zaman bulunur; kendinizi onlara atmaya bakınız.
Allah'a hamd olsun. Cemil onun ismidir.
Hamd etme arzusunu, onun ağır basan sevgisi doğurur.
Şunu da bilmeli ki: Veli kulların kalb aynaları, onun hoş cemâline birer tecelli yeridir.
Bu tecellinin nuru, onların yüzlerinde dahi görülür. Bundandır ki: Onları gören, Allah'ı hatırlar. Yüce Allah'ın safiyet taşıyan kulları vardır. Bunlar, iç temizliği sayılan safiyet, kudsiyetini özlerine sindiren kimselerdir. Yine bunlar, hemen her nefeste, ehadiyet ihsanından feyiz almaktadırlar.
Anlatılan mana açısından bakılınca; mümin kulun kalbi dahi, hikmet kaynaklarından bir kaynaktır. Hemen her nefeste, kendinizi o kaynaklara arz ediniz ve kana kana içmeye bakınız.
Allah'a şükürler olsun. Bu şükür onun isminden kaynaklanır. Bu şükür, öyle bir sefa kaynağıdır ki; safiyet sahibi kullar ondan kana kana içerler.
Bu kaynak, onlar için ne kesilir; ne de eksilir. Hemen her şeye şümulü olan bir feyz akımıdır şükür; kendi mertebesinde gönül dertlerine şifalıdır.
Anlatılan manaya eren kulların dilleri; ancak Allah adını söyler.
Yüce Allah tektir. Basiretin efsane kuşu anka; onun kimlik havasında kalbi kırık bir ev kuşuna benzer..
Yüce Allah bir Sameddir. Onun ehadiyet nurlarının şuası karşısında; ruhaniyetin efsane kuşu hüma küçük bir gece parçasına benzer. Gözünü gelecek hayra açmış; hali perişandır.
Şiir:
Odur eşyayı yoktan var edeni Yaratılan idraksiz kendinden..
İnsan nefsi idrâk edemezken: Kadim Cebbar için yol nereden!.
Yüce Allah, kendini bilmez zalimlerin söyledikleri sözlerin tümünden yana bir yüceliğe sahiptir.
Kendini bilmezlerin sözleri ona ulaşamaz.
O, bir hakim zattır.. Her şeyi yerli yerince yapar. Saldı kudretini izhar için; bilinmeyen hikmetini bildirmek için bu âlemi yarattı. Sonra onlara, hikmetini tamamlamak için; resuller ve nebiler hediye etti.
O, Yüce Bilgin zattır. Hemen her şeye yürüyüp giden varlık sırrını kullarının baş imamlarına açmak, kâinatın örtülü perdeleri kullarının gözlerinden kaldırmak için evliya ve asfiya yolladı.
Resullerin, enbiyanın, evliyanın, asfiyanın arasından şu zatı seçti; Hazret-i Muhammed Mustafa.. Bütün kemalâtın bir olduğu yer olan Yüce Zatına onu bir zuhur yeri eyledi..
Onun şerefli ruhunu, latif nurunu dahi:
— «Allah, önce nurumu yarattı..»
Hadis-i şerifinin işaretine göre, tümden kâinat özünün bir çıkış merkezi eyledi..
Şiir:
O bir sevgili, umulur şefaati;
Ona sığınınca kalmaz hiç sıkıntı..
Peygamberleri aştı; huyda ve boyda;
ilimde keremde hepsi onun altı..
Resulüllah S.A. efendimiz, dışta okuması yazması yoktu; ama dilinden nice okumuş yazmışların hayâlinden dahi geçmeyen hikmetler söyledi.
Âdem'in ismi anılmaz iken, Resulüllah S.A. efendimiz peygamberdi; hem de pek değerli..
— Cevam-i kelim!.
Olarak anlatılan, hemen hiç kimseye verilmeyen; az cümle ile çok mana anlatma özelliği, Resulüllah S.A. efendimize verilmişti. Bu, ona verilen büyük ikramlar arasındadır. Hatta o zaman, kalem, kâtip, levh de yoktu.
Allah-ü Taâlâ, Resulüllah efendimize, pâk âline, temiz ashabına, kıyamet gününe kadar kendisine tâbi olanlara bolca, çokça salât eylesin; selâm eylesin..
Sunuş
Bu, pek değerli bir kitaptır. Tarikat erbabının, hakikati bulup ona sahib olan zatların yüce makamlarını, üstün kerametlerini açıklar.
Allah onların sırlarını temiz eylesin; dünyada ve âhirette onların nurlarını artırsın.
İyi zatların biyografilerini yazan, hayırlı zatların eserlerini derleyen Mevlâna Abdürrahman b. Ahmed Camî, bu eserin aslını Farisî dilde yazıp eserin başında şöyle demiştir:
Şeyh imam Alim Arif Ebu Abdirrahman Muhammed b. Hüseyin Süllemi Nişaburi; zahir ve batın ilimlerini özlerinde topla yan, yakin ehlinin bilginleri sayılan, din büyükleri arasında yad edilen tarikat şeyhleri hakkında bir kitap yazmıştır. Bu eserinin adına da:
—Tabakat-ı Sofiye..
Demiştir.
Bu kitabı beş tabaka olarak bağlamıştır. Her tabakayı da bir cemaatten ibaret eylemiştir.
Bunlardan her biri, aynı yılda; yahut birbirine yakın yıllarda gelmişlerdir. Bunların her birinden velayet nurları, hidayet belirtileri zuhura gelmiştir. Bu şekilde derlenen kitapta geçen zatların her birine; nice nice müridler gelmiş, kendilerinden istifade etmek isteyen yolcular müracaat edip başvurmuşlardır.
Eserinde derlediği her tabakaya yirmi zat almıştır. Bunların her biri, şeyhlerden, evliya zümresinin imamlarından ve bilginlerinden sayılmıştır.
Yerine ve vaktine göre; onların güzel sözlerini, hoşa giden hâllerini, dile getirmiştir. Tarikata, ilme, hale ve onların gidişatına delâlet eden izleri açıklamıştır.
Hazret-i Şeyh'ül-islâm Kehf'ül-enam Nasır'üs-sünne Kamiul-bid'a Ebu İsmail, namları ile bilinen Abdullah b. Muhammed Ansari Harevî dahi sohbet meclislerinde, zikir ve vaaz toplantıların da anlatılan büyüklerin hâllerini ve sözlerini yazmıştır.
O kitaba geçmeyen bazı meşayihin sözlerinden, kendisinin de bazı zevk ve vecdinden ekleyip o kitabı büyütmüştür.
Şeyh'ül-İslâm Herevi'nin müridleri ve sevenleri arasından biri de, onun fazladan söylediklerini yazıp kayd etmiştir.
Gerçekten, pek güzel bir kitab olmuştur; çok çok güzel derlenen bir eser olarak meydana gelmiştir. Bu üstün sofiye tayfasının marifete dayalı hakikatları, bir letafet taşıyan inceliklerini şümulüne almıştır.
Ne var ki, Herevi'nin dili ile yazılan o zamanki eser geçmişte kalmıştır.
Kitap sayfalarının bozulması ve tahrif edilmesi ile öyle bir hal almış ki: Çoğu yerlerinde, anlatılmak istenen mana kolay kolay anlaşılmaz olmuştur.
Hatta bazıları hiç alınmamış; Hazret-i Şeyh'ül-İslâm Herevi'nin asrında yaşayan, ondan sonra gelenler dahi o esere girmemiştir,
Yukarıda adı geçen Mevlâna Cami şöyle demiştir:
— Nice kere, bu Fakirin gönlüne şu husus düştü; güç yettiği kadar, bu eserin yazılışında ve anlatılışında ciddî bir gayret gös-terile... O kitapda bilinenler dahi; zamanla alışılan ve âdet olan terimlerle, tabirlerle dile getirile.. Bilinmeyenler, anlaşılmayan kısımlar da olduğu gibi koruna..
Bu arada, daha başka kitaplarda yazılı beğenilen menkıbeler de, ona eklene; dengeli marifet halleri dahi ona katıla.. Böylece beyan sayfasına güzel güzel yazıla..
Bundan başka zatların; o eserde geçmeyen doğum ve ölüm tarihleri dahi yazılmalıdır. Ayrıca halleri, makamları, sözleri ve kerametleri dahi esere alınmalıdır.
Ne var ki, çeşitli ve çok bağlantılar vardı. Bir çok oyalayıcı şeyler çıktı. Bunun için de o işi yapmak kolay olmadı..
Üstte anlatılan durum, bir düşünce hâlinde kaldı gitti. Taa, hicretin 881. (M. 1476.) yılma kadar üstte anlatılan arzu, bir düşünce halinde kalıp gitti. O zaman, Emir Nizameddin Ali Şir anlatılan yolda, bir istekte bulundu.. Bu Fakirin gönlüne düşen şeylerin aynen yapılmasını istedi..
Kendisi dervişleri severdi. Bu yoldaki müridlerin haline yoluna inancı vardı. Bütün maddî meşguliyetleri bırakıp dervişlik yoluna girmişti. Allah-ü Taâlâ, ona makbul olma üstünlüğünü versin; tarikata girme işinde de kendisine başarı ihsan eylesin. Kendi arzusu ile, zahirde üstün mertebeleri, itibarlı makamları bırakıp onlardan yüz çevirmişti.
Daha önce, zihinde bir yankı şeklinde duran mana yenilendi. önceden içe düşen ıstırap hali daha da kuvvetlenip güçlendi.
Bundan sonra; doğru bir gayretle, temiz bir niyetle arzu edilen işin yerine getirilmesine, o temenninin feyiz yoluna girildi..
Bu eseri okuyan kimselerin keremli huylarından, şefkat duygularından beklenen odur ki: Allah'ın velî kullarının uğurlu, pak nefeslerinden, mukaddes ruhlarının feyizlerinden hallerini vakitlerini hoş edeler.
Bu eser, kudsiyet âleminde uçuşanlarını dile getirmektedir. Ünsiyet makamına iştiyak duyanların can burunlarına meşayihin pâk nefeslerinin kokularını ulaştırmaktadır.
İşbu manadan olarak, eserin adına: NEFAHATÜL-ÜNS MİN HAZARATİL-KUDÜS..( MUKADDES MAKAMLARDAN HUZUR NEFESLERİ.. denilmiştir.
Bu eserin yazılmasına çalışan ve bu işe memur edilen bu Fa-kir'i de gönül köşelerinden çıkarmayalar. Kendisini, hayır duadan dahi uzak tutup unutmayalar..
Bütün hallerde Müheymin ve Mütaal Allah'a tevekkül ederim.. Bilhassa, kelâmına tercüman olmayı tamamlamakta ve usulünce yerine getirmekte..
* * *
Şimdi ben Hakir, dervişlerin ve hayırlı zatların hizmetinde olan; adı geçen eserin tercümesini yapan:
—L a m i i ..
Lakabı ile tanınan Mahmud b. Osman b. Ali der ki:
Anlatılan faziletli kitabın mütalâa şerefine nail oldum. Ondaki işaretleri ve müjdeleri gördüm. Tâbirlerindeki ve tariflerindeki üstünlükten zevke, sürura, şevke daldım.
O değerli kitabı bir umman deniz gibi buldum.
Dışı sonsuz hakikat, marifet yelkenlileri ile dolu.. İçinde ise ilâhi sırların parlak çiçekleri saklı..
O, öyle bir şehir ki; içinde bin kadar mamur bina var. öyle bir gemi ki, içinde yüz kadar umman deniz saklı..
Şiir:
Zikir haneleri, fikir parıltıları;
Derli toplu eserler, izzet sütunları..
Kur'an dershanesi, engelli süvariler!
İmrenilen korular, yorum atlıları..
Bu eser, baştan başa; iman taliplerinin üstün kerametleri ile baştan başa doludur. Tamamen, irfan âleminin çeşmelerinden içen zatların yüce makamlarının anlatılması ile dopdoludur.
İşbu kitabı okuduktan sonra, hatırıma şu geldi: Gücüm yettiği kadar, fırsat elverdikçe; bu eserin faydalarını yayayım ve müminlere serilen sofrasını daha da açayım..
Bunun için; evliyanın ruhaniyetinden meded ve yardım istedim. Hibelerle dolu Yüce Hak'tan dahi doğru yolu bulmak ve doğrusunu söylemek taleb ettim..
Yine istedim ki: Onun bütün işaretlerini Türkçe anlatayım; her şeyini Türk terimleri ile anlatayım.. Bütün remizlerini ve müşkil yanlarını da Rumî (Türkçe) lügatle açıklayayım.
Ne var ki, bu çaresiz sermayesi azdır; bunu kendisi de itiraf eder. İnsaf deryasından dahi, belki bir avuç alabilecek durumdadır.
Bu hallerimi gördükten sonra bildim ki: Bu çıkılması gereken kubbe kendi takatimin dışındadır. Zira, öyle bir alandayım ki: Tarikat yoluna giren atlıların yanında ben yaya kalmışım. Onların konaklarından dahi atılmışım.
Bu girilecek yol, bir sultanlar yoludur. Ebrar zatların dahi, üstün akılları, ora ile bağlantı kurabilmek için şaşkındır. Canlar dahi, gayeye bağlı esas haberleri almak yolunda şaşkın bulunmakta-» dırlar.
Bu yol, bir başka yoldur. Zamanın en akıllıları, vaktin en hakimleri biraraya gelmiş olsalar; onun inceliklerini çözmekte ve onun tomarlarını açmakta iken solukları kesilir, bitiremezler.
Nasıl anlatılan hale gelmesinler ki: O zevke dayalı kelimeler, irfan ve vicdan duygularının baş cümleleridir. Hemen hepsi de, ikan manasında bir başka incelik taşır ve ilâhî, ledünnîdir.. Hemen her biri, öte âlemlerden anlatır. Orada anlatılan, ne ilmi terimlerdir; ne de resmî tariflerdir. Şu cümle, onların halini, dilini, yolunu ne güzel anlatır.-
-Oraya her giren, ondakileri anlayamaz.. Onları anlamak için; ehlinin tarifi, erbabının talimi gerek..
Ne.güzel söylenmiştir..
* * *
Zeyn'ül-ibad Şeyh'ül-evtad Eb'ül-Fazl Muharamed b. Hasan Serahsi; KEŞF'ÜL-MAHCUB adlı eserinde şöyle demiştir:
—Sübhan Hak, bir kuluna inayet edip onda bir işi meydana çıkaracağı zaman; o kulun hali kuvvetlenir.
Onun konuşan dili hemen her şeyi, açık açık anlatır; anlattığı da kolayca anlaşılır.
Tabirleri bellidir; sözü anlaşılan bir beliğ olur.
O kimseyi, faziletli ve hünerli eyler.
O kadar ileri gider ki: Konuşup meram anlatanların hemen hepsi, onun konuşmaları karşısında hayran olurlar. Onun ayarında olmayan akıllar dahi, söylediklerini anlamaktan yana âciz kalırlar.
Anlatılan sebepten ötürü: Tarikat şeyhleri arasındaki büyüklerin sözleri çoğunlukla yoruma tâbi çözümü zor cümlelerden ibarettir. Çünkü, onlar aynı zamanda din uluları ve yakin bilginleridir.
Avarif tercümesinde şöyle gelmiştir:
—Resulüllah S.A. efendimizin hadîs-i şeriflerinden ve meşayih sözlerinden her bir cümlenin bir iç manası vardır; bir de dış manası.. Ayrıca, her iç mananın dahi bir başka içi vardır.
Mana böyle olunca; kim onların dış manaları uyarınca amel etmez ise., ilk için manasından nasib alamaz. İlk için manası ile amel etmeyen dahi, ikinci içten yana bir nasib bulamaz.
Üstteki kıyasa göre, şöyle diyebiliriz:
—Her anlayış bir amelin delili, her amel dahi bir anlayışın yoludur.
Üstteki mana, Allah'ın dilediği makama kadar çıkar..
Özellikle, ehlullah zatların içtikleri mana çeşmeleri değişiktir; halleri, meşrepleri ayrı ayrıdır, isterse hakikat cihetinden aynı yola girmiş olsunlar; hakikatta birleşmiş olsunlar.
Onların bazısı, umum için zarurî olan manalardan anlatır; özel makamlardan bahseder. Şöyleki:
Avam sınıfından bu yola ilk giren kimseye göre: Dünyada zühd etmek zarurîdir.. Amma, adımını ötelere atmış, bir başka özellik kazanmış kimseye göre: O zühdden dahi zühd etmek gereklidir.
Zira, o yüce makama çıkan kimse, dünya için ne bir kıymet biçer, ne de ona bir değer verir.
Mana böyle olunca, dünyadan yana zahidlik onun nesine yarar. Bazılarında dahi, mana hali plan şathiyat ağır basar..Ötelerden, derin manalardan söz ederler. Şu cümle o büyüklerden birinindir:
—Benim bu âlemde yapan eden.. Cübbemin içinde Allah'tan başkası yoktur.
ŞATHİYAT..
Üstteki cümlede geçen:
—Şathiyat..
Şu manayadır: Söylenen sözde ruunet ve dava kokusu ola.. Bazıları dahi, sırrı açıp söz eder. Hallaç bunlardan biridir ve şöyle demiştir:
—Enelhak.. (Hak be n..)
Bazıları da temkinlidir; işaretle söylediğini anlatır.
Der ki:
—Ben, Yüce Hakkın bekası ile bakiyim; onun varlığı ile var olmuşum..
O büyüklerin bazıları da, ünsiyet halinde ve gönül ehlidir.. Bu zümrede feryad ü figan eksik olmaz.
Bunlar arasında yüce huzur makamımın nedimleri, hizmette bulunan dervişleri koruyanlar, naz ehli ve vezirler vardır..
Vezirler her ne kadar makam itibarı ile daha yüksek ise de, nedimlerin sözleri daha kuvvetlidir.
Hâsılı: Zahir ciheti ile, meşayih sözleri arasında büyük farklar vardır. Çok ihtilâflar vardır. Bunlar, onları okuyanlar tarafından görülür. Akıllar; onları birbiri ile karşılaştırmakta, birbirine uygun yan bulmakta, onların derinliğine inip gerçek yanını bulmakta, birbiri ile uyuşturmakta şaşar..
Bazan, o büyükler, birbirilerinin küfrüne hükmederler. Bu halde, yine döner birbirlerine tazim ederler; saygı gösterirler.
Zaman olur ki; birbirlerine uygun hareket ederler. Halleri, sözleri birbirini tutar. Bazan da, bu ona, o da buna aykırı hareket eder; aykırı söz eder.
Onların bazıları, ayık halde ve hali açıktır; kendisi makbuldür.
Onların bazıları da, mana sarhoşluğu içindedir; şaşkındır, o da mazur sayılır. öbürleri, şeriatın zahir emirlerine gayet riayet ederken; bunlar sırları açarlar; derin manalardan söz ederler.
Her kimdeki hal kuvveti yoktur; o kimse, makamlarda ayrılıklar görür, sarsılır.
Şunların ki, kalbinde eğrilik ve kaypaklık vardır. Bunlar da ya inkâr ederler; yahut ilhada düşer her şeyi mubah sayarlar..
Şiir:
Herkesin zannınca vardır bir yolu;
Kimi sapık, kiminin doğru yolu..
***
işte bütün bu mânaları düşünen bu Miskin, yapılması istenen bu işten elini eteğini çektim. Teslim başımı rızaya bıraktım. Bu iş, elimden gelmediğini bildim. Kendi aczimi ve kusurumu itiraf ettim. Ayrıca, yapılacak bu işin tehlikesinden ve zararından da endişelendim.
Bu hal üzerinden nice sayısız zaman geçti. Sınırsız geceler ve gündüzler geçip gitti. Amma n'edelim ki, şu şiirdeki hüküm meydana geldi: Olmazmış zaman işi ihtiyarla; Tedbir kulun, takdir Allah'ın ola..
* * *
Aradana hayli zaman geçtikten sonra, temiz kalbli kardeşlerden ve vefalı dostlardan bir cemaat bu Hakir'in ziyaretine geldiler.
Allah onların çalışmalarını makbul eylesin, duacılarını hayırla sevindirsin.
Söz sözü açtı. Sonunda iş NEFEHAT'ÜL-ÜNS'e geldi. Onun tercüme edilmesi için tam bir yönelme ve çokça önem verilmesini istediler.
Onlara her ne kadar, daha bastaki hâlimi anlatıp özür diledim-se, her nekadar aczimi anlatıp kusurumu açıkladımsa da hiç bir faydası olmadı.
Hangi kapıyı açtımsa kapadılar. Her ne cevap verdimse reddettiler. Şöyle dediler:
— Senden istenen, o kitabı Türkçeye çevirmendir. Rum'un (Türk'ün) özü sözü doğru talihlerine bir hediye göndermektir,
Böyle edersen, âhirette sana faydalı olur. Âlemde daima adın hayırla yad edilir. Şu mübarek kelâmı da unutma:
—«Salih zatlar anlatılırken rahmet iner..»
Hiç şüphe edilmesin ki; onların gelip bu iş üzerinde önemle durmalarını, Yüce Hakkın bir havalesi, Mutlak Faal Hakkın bir ilhamı saydım.
Ne var ki, daha da itminana varmak istiyordum. Yakinimin daha sağlamlaşmasını arzu ediyordum. Bunun için onlardan mühlet alıp istihare ettim.
Bu istihare sonunda; dostların dileklerinin kabulü yolunda işaret geldi. İnayet, yardım kapılarının açıldığına dair de işaret verildi.
Bunun üzerine, Yüce Hakkın fazlına tevessül, Yüce Allah'ın lütfuna tevekkül edip kitabın tercümesine başladım.
Meramı anlatmakta, sözün gidişatında Mevlâna Cami'nin izini takip ettim.
Zira, meşayihin hâllerini ve sözlerini beyan ederken; ibarelerde istiare yolunu tutmak, (onların sözünün yerine başka söz koymak) hem sözü uzatır» hem de mânayı bozar. Çünkü, ehlüllah sözü ce-vami-i kelim olup az sözle çok mana anlatır. Bir muradı anlatırken, bin tanesini dağıtıp atmak, böylelikle de fesaahet ve belagat taslayıp edebiyat yapmaya çalışmak, sırf rezilliktir. Şu âyet-i kerimedeki mana, onların haline de bir delildir:
—«Rabbımın kelimelerini yazmak için denizler mürekkep olsa; Rabbımın kelimeleri bitmeden denizler tükenir.. İsterse, onun bir misli daha gelsin..» (18/109)
Çünkü, kaynak aynıdır.
Kaldı ki, o güzel üsluba sahib olan üstaz dahi kendi tabirini, onların ibarelerine göre ayarlamıştır. Beyanını ve açıklamasını onların işaretine göre sınırlı kılmıştır. Çoğunlukla ibareleri, aynen yazmıştır. Ya lafzın altına manalar sıralamış; o lafızların bağlantısından da kaçmamıştır.
Pek çok tevil götüren müteşabihattan cümleleri açmamıştır. Âdeta şöyle demek istemiştir:
—Bunlar, ehli olan kimselere zaten malumdur. Varsın, ehli ol mayan kimseler de bunları anlamaktan yana mahrum kalsınlar.
Bilhassa büyük zatlar, Yüce Hakkın eminleridir. Ehli olmayan kimselere sırlan açmazlar. Böyle şeyin haram olduğunu da bilirler. Sırlan açmaktan sakınmalarının sebebi hikmeti de budur.
Bence de tercih edilen üslup bu oldu. Bu" anber kokularla örtülü kitab, anlatılan şekilde başından sonuna kadar tercüme edildi.
Bir nice yaprak; ebrar zatların halinden, hayırlı zatların tavırlarından, gayb erleri makamlarından özet olarak anlatıldı.
Hepsinin yazılması mümkün olmasa da, hepsini bırakmak olmaz.
Yer yer o zatların sağlam yoldan gelen menkibeleri de eklendi.
Manası belli olmayan kelimeler, aynen yazıldı. Güç yettiği kadar, yine o manası belli olmayan kelimeler, kendi cümleleri ile açıklandı.
Bu arada Rum (Türk) meşayihinden, son gelen tarikat büyüklerinden; eğer bu eserin aslında sözü edilmiyorsa., onlar da anlatıldı. Hangisine sağlık bir yol bulunduysa. o da kısadan menkıbeleri ile anlatıldı.
Şiir:
Hamd Allah'a mahsustur, ona hamd olsun;
Bize kerem libası giydirdi n'olsun.. Şükür Allah'a mahsustur, şükür olsun;
Bize hidayet eyledi daha n'olsun..
** *
SULTAN SÜLEYMAN..
Allah'a binlerce hamd olsun.. Bu tercüme temennisinin yerine getirilmesi, bu büyük arzunun sonuca bağlanması YAVUZ SULTAN SELİM OĞLU KANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN zamanına rastlar.
O, bir İslâm padişahıdır. Melik Allam zatın gölgesidir. Kur'an sahibi Resulüllah S.A. efendimize bir bağlantı vasıtasıdır. Her iki cihanla bağlantı onunla olmaktadır.
Emniyeti ve güveni yaymıştır. Zamanında, bir rahmete ulaştırandır. Enine boyuna yer sultanlarının da sultanıdır:
—«Sizi, yeryüzüne halifeler kıldı... (6/165)
İki Harem-i Şerifte hutbe ancak onun emri ile okunur. Arab'ın ve Acem'in sikkesi onun üstün ismine basılır. Ayanın ve icadın hulâsasıdır.
—«Görmediğiniz güçte ordularla..» (9/40)
Mealine gelen âyet-i kerimenin emri ile güçlenmiştir. Hem de gözle görülmeyecek şekilde.. Kendisine öyle ikramlar olmuştur ki: Kendisinden önceki sultanlarda ve kendisinden önceki ülkelerde görülmüş değil. Adalet dairesinin kutbu, celâlet okyanusunun merkezi.. Muttakileri isteyen, asfıya kulları sevendir. İskender'i de aşan bir aydınlığa sahip, Osmanoğullarının bir övüncü..
Allah-ü Taâlâ, onun mülkünü âhir zamana kadar sürdürsün. Zaferlerle, gelen fetihlerle hilâfet sancaklarının yayılma sevinci eksilmesin.. Bu doğuş hiç kesilmesin. Onun şefkat gölgesinin yüksekliğini, şehirlerde ve çöllerde kalanların üzerinden eksik etmesin. Ondan sonra gelenlerin burhanını Allah-ü Taâlâ, çeşitli ihsanlarla ikramlarla taa, kıyamete kadar nurlandırsın.
Melhus ve menhus Engürus'un (talihsiz Macaristan'ın) sonu kıyamet olmuştur. Ki onlar, Rum fırkaları ve puta tapanlar arasında Beniasfarlıkla bilinmiştir.
Puta tapanlar ve namus erbabı arasında mübareze ile, celâdet ve kahramanlıkla itibar görmüştür. İslâm askerleri ile, şanlı nusret sancakları ile yürüyüp Belgırat kalesinin üstüne düştü.. Orası, küfür ülkesinin sağlam bir rüknü, şirk diyarının girilmez kalesi idi. Orası çok sağlamdır. Savaş âletleri yıldızlar kadar çoktu. Zemininde kanallar açılmıştı. Dağlar gibi sağlam kuleleri vardı. Asırlar geçiitkçe, o kale demirleşmiş gibi idi. İçi, Şeytan kâfirleri ile kafdağı gibi dolu idi..
Onun zamanına kadar, nice işinin ehli sultanlar, oraya güçlü askerler ve sayısız süvariler gönderip o kalenin alınması sevdasına düşmüşlerdi. Ama, o sağlam kalenin eteğine dahi gidemediler.
ölçülmeyecek kadar sikke ve hutbe sahipleri, şehirlerin ve diyarların kahramanları hesapsız top ve tüfenk atıcıları yolladılar. Hemen hepsi dil, kılıç, süngülerin bahasına orayı isteyip almak dilediler; rağbet gösterdiler.. Ne var ki, o kale bunların hiç birine boyun eğmedi.. Böylece, orası sultanların hasreti ile tutulup kalmıştı. Ancak, sultanların da bağrını dağlayıp sadece onlara kavuşma ümidi verip gönüllerini almıştı.
Bir şiir:
Güya o kal'a üzre atılan top taşların;
Cem edüp bir yere cerh encüm ecram verdi nam..
Selveş ta onun etrafında akan kanların;
Gösterir adın şafak koyup bu devran subhu şam..
Orada bir Tuna Nehri vardır ki; ne Seyhun'a benzer, ne de Ceyhun'a.. Azgınlıkta, umman denizlerden daha serkeş ve âsidir. Dıştan bakılınca mülayim görünür. Ne yar ki, tabiatı gayet serttir. Sözü edilen, kalenin aşılmaz bir bendi hükmünde idi. Meğer bu Tuna Nehri, o kale, kendisi için yanıp tutuşan sultanların gözyaşlarından biraraya gelen uçsuz bir deniz olmuştu.
• Ne var ki, daima yardım gören bu padişah:
—«Bugün, Allah'ın emrinden bir kurtarıcı yoktur.. Ancak.onun acıdığı hariç..» (11/43)
Mealine gelen âyet-i kerimeyi okuyup saadetle üstünlük kurarak oraya yürüdü. Hem de kısa zamanda.. Hicretin 927. (M. 1520.) senesi idi. Bu senenin ramazan ayında o sağlam kaleyi Allah'ın yardımı ile alıp kendi ülkesinin sınırlarına kattı. Kâfirlerin yüreklerini perişan edip islâm halkının kalblerini sevinçle doldurdu.
Bundan başka daha nice kale ve yer parçalarını yönetimi altına almıştır. Bu yoldan ganimet malları almış, mücahitlere savaş ganimeti mallarından vermek sureti ile sevindirmiştir.
Nice puthaneleri îslâm mescidleri eylemiştir.
Böylece, onun müjdeli haberleri çevre memleketlere, değişik iş erbabına yayılmıştır.
Can bülbülü nağmelerle onun tarihini şöyle düşürdü:
Ey Fatih-i Engürüs rengin terennüm etti..
Yine arzu dışında, canan tutisi Yüce Yaratıcıya şükür edip o tarihi mükerrer etmek için şöyle dedi:
Bilâd-ı Engürüs'ü fetheyledi..
Böylece tatlı söz eyledi.
O güzel tarih, sonucu çok güzel ve uğurlu olacak bu kitabın tamam olma durumu ile aynı zamana rasladı; böylece aralarında bir uygunluk peydah oldu.
Bütün bu mânaları alarak; bu makbul tercüme ve eşsiz tezkireye şu ismi verdik:
—FÜTUH'ÜL-MÜCAHİDÎN LETERVİHÎ KULUB'İL-MÜŞAHÎ -DÎN.. (Müşahede ehlinin kalblerîne huzur veren mücahidlerin fetih
leri..)
Ümid edilen odur ki: Özünde ve sözünde doğru âşıkların kalb-leri, gerçekten sevgi ehli olanların hâlleri bu fetihlerin haberini duymak sureti ile aylar günler tükeninceye kadar şen ve mesrur olalar..
Bu arada, tercümeyi yapan bir bu Bende-i Zelili Kemine-i Alili hayır duadan unutmayalar, hoş vakitlerinde yad edeler. Bu tercümeyi yapanı zaman kâtibi elinde ucu kırılmış bir kalem bileler, ne yaptığını bilmez sayalar, kusuru varsa, kalem yanılmasına yoralar. İtiraz ve bir yanlış gayeye yorma durumlarını gönül sahalarından
şileler..
Başarı Allah'ındır. Gerçeğin bağları onun elindedir.
Şimdi ben, Samed mâbud Allah'a güvenerek, esas maksad olan tercümeye başlıyorum. ( evliya menkıbeleri kitap, menkıbeler, tercümesi, nefahatül üns, şerh, abdülkadir akçiçek, Lamii menkıbeler , evliya hayatları, ariflerin menkıbeleri, huzur yayınları nefahatül üns kitabı , evliyaların hayatları kitabı )
Huzur yayınları, Molla Cami tarafından yazılan Evliya Menkıbeleri Nefahatül Üns adlı kitabı incele diniz.