Kitap Fetvalar
Yazar Mehmed Emre
Yayınevi Çelik Yayınevi
Kağıt - Cilt 2.Hamur - kalın Ciltli, 2 cilt
Sayfa - Ebat 1.440 sayfa - 17x24 cm
Çelik yayınları, Mehmed Emre tarafından yazılan Fetvalar adlı kitabı incelemektesiniz.
2 Cilt Fetvalar kitabı hakkında yorumları okuyup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
4850 Soru 4850 Cevap
Günümüz meselelerine açıklamalı cevaplar
Muhterem müftü Mehmed Emre Hoca Efendi'nin günümüz meselelerine, açıklamalı fetvalar kitabı bir dini hükümler topluluğu...
Sorulmuş veya sorulabilecek nice suallere cevap olarak verilmiş dini hükümleri (fetvaları) de içinde bulundurmaktadır bu kitap... üstelik bu sualler, verilen cevaplar ve fetvalar yalnız sual edenin değil fakat müşkilat içinde bulunan veya bu müşkilatlar ile karşılaşacak olan nice on binlerin ihtiyacına hazır cevap mahiyetindedir.
Bu kitap, afaki bir fetva mecmuası olmayıp dini yaşamanın ihmal edilmişliği neticesi, İslam insanın ve islam´ı yaşamaya hasret duyan nice Müslüman aile reisinin ihtiyaçlarına cevap vermektedir. Zira bu kitap fıkhı bir eserdir. Tıpkı fıkıh kitaplarında olduğu gibi temizlik ile başlamakta, namaz ile gelişmekte ve aile hukuku ile devam etmektedir. Bu kitap her Müslüman ailenin demirbaş ihtiyacıdır.
Eseri Takdim
Evvelâ, muhterem Müfti Mehmed Emre Hoca Efendinin " Zamanımız Mes'elelerine Açıklamalı Fetvalar " adlı kitabının , derin bir ilmî araştırmanın mahsulü olduğu şeklindeki kanaatimi ifade etmek isterim. Eserin bu özelliği, müellifinin üzerinde ittifak hâsıl olan âlim, âmil ve muhlis şahsiyeti ile birleştirilince, fikir piyasamız ve kütüphanemiz bu kitabın neşri ile birlikte çok ciddi bir kaynak kazanmış olmaktadır.
Muhterem Müfti Efendi Hazretlerinin kitaba ad olarak verdiği " Zamanımız Meselelerine Açıklamalı Fetvalar " adı da göstermektedir ki bu eser, bir fetvalar (dinî hükümler) topluluğu... Sorular ve cevaplara gelince kendilerine şahsen veya mektupla sorulmuş (veya sorulabilecek) nice suallere cevab olarak verilmiş dinî hükümleri ( fetvaları ) de içinde bulundurmaktadır bu kitap ... Üstelik bu sualler, verilen cevaplar ve fetvalar yalnız sual edenin değil fakat müşkilat içinde bulunan veya bu. müşkilatlar ile karşılaşacak olan nice onbinlerin ihtiyacına' "hazır cevap" mahiyetindedir.
Bu kitap, afakî bir fetva mecmuası olmayıp "dinî yaşama" nın ihmal edilmişliği neticesi, islami hayat konusunda sayısız müşkiller içinde bulunan nice islam insanının ve islâm'ı yaşamaya hasret duyan nice müslüman aile reisinin ihtiyaçlarına cevap vermektedir. Zira bu kitap fıkhi bir eserdir. Tıpkı fıkıh kitapları nda olduğu gibi temizlik ile başlamakta, namaz ile gelişmekte ve münâkehât (aile hukuku) ile devam etmektedir. Bu arada Zamanımız Meselelerine Açıklamalı Fetvalar adlı bu kitap, meselâ zekât konusunda hatıra gelebilecek her suale cevap verdiği gibi, oruç ve hac ile alâkalı tereddütleri de yüzde yüz izale edebilecek durumdadır.
" Zamanımız Mes'elelerine Açıklamalı Fetvalar " da insanın maymundan türediğini iddia eden nasipsiz cahiller de almaktadır ilmî ölçüler içinde cevabını; Türkiye arazisi için öşür vermenin gerekmediğini iddia eden gafiller de... Şu kadarını kaydetmek isterim ki, müfti olarak bulunduğum on yıllık süre içinde Anadolu veya istanbul'daki Müslümanların bana tevcih ettiği suallerin büyük çoğunluğu radâ (süt emzirme) ve talâk (boşanma) üzerinde olmuştur. İşte İslâm insanı, büyük iddialarla yazılmış nice fıkıh kitaplarında bulamayacaktır (nitekim bulamamaktadır) müşkillerinin cevabını amma; bu kitapta karşılaşılacak müşkillerin hal yolları "komprime" olarak mevcuttur. Bu şekil ve hüviyeti ile bu kitap, hastaya yüzde yüz şifa olacak "hazır tabletleri" ihtiva etmektedir.
Muhakkak ki, İslâm cemiyeti hastadır. Bu noktada islâm cemiyetini, topyekûn islam âleminin ve dünyanın içinde bulunduğu şartlardan tecrit edebilir miyiz? Duçar olunan illetin sebebi ise, islam hukukunu ( fıkhı ) yaşamamaktır. Zira fıkıh, ilmî hikmettir, ilmî ahlâktır. "Zamanımız Mes'elelerine Açıklamalı Fetvalar" ise fıkıh ilmini bilmede ve tatbik etmede islâm insanına yardımcı olacak kuvvetli bir eserdir. Kesinlikle söyleyebiliriz ki, Muhterem Müfti Mehmed Emre Hoca Efendinin bu kitabı, her Müslüman ailenin demirbaş ihtiyacıdır.
Mesaisinden dolayı muhterem müellifi tebrik ediyorum.
KEMAL ANLAR
İstanbul Ortaköy Eğitim Enstitüsü
Din ve Ahlâk Dersleri Muallimi
Müellifin Önsözü
Kullarının sorularına kitâb-ı ilâhîsiyle "Cevâb-ı şaft" ihsan eden Allah Teâlâ'ya hamd-ü senalar; ümmetine sual sorma fırsatını bahşeden ve verdiği cevaplar ile hakikat nurlarını gönüllere nakşeden Peygamberimiz Hz. Muhammed'e, onun âline ve ashabına salât-ü selâmlar olsun.
Muhterem okuyucu! Elinizdeki Soru ve Cevaplar, başlangıçta, haftalık bir mecmuada oku yucu sorularını cevaplandırmakla neşredilmeye başlanmış ve ufak bir kitap hacmine ulaşınca günlük bir gazetenin kitap serisi arasında neşri yoluna gidilmiş idi. Devam eden sorular ve onlara verilen cevaplar ile, ikinci bir kitapçığın neşrine imkân doğdu. Ancak, kitap neşrine ara veren gazete, uhdesindeki neşir hakkını ÇİLE Yayınevine devredince, baştan itibaren bir tetkik süzgecinden geçirmenin yerinde olacağı düşüncesiyle işe başlanıldı. Neticede: Birinci baskıda, kitabın ikinci kısmını teşkil eden ve islâm ulemâsı tarafından verilmiş " Fetvalar ", müstakil bir kitap olarak basılmak üzere, ayrıldı. Sorulu Cevaplı Fetvalar da ayrı ayrı bir kitap hâline irca edilmiş oldu.
Soru ve cevapları, mecmuadaki cevaplandırış şeklinden kısmen ayırıp biraz daha ilmî hüviyyete büründürmek için, cevaplardan bir kısmının kaynakları belirtildi. Kitabın sonuna, istifade edilen eserlerin "Bibliyografya' ilâve edildi ve takatimiz nisbetinde muhtevasının kemmiyet ve keyfiyetinin geliştirilmesine gayret gösterildi.
Bu kitap, ne bir tez ne de anti tezdir. İslam âlimlerinin didik didik ettiği mes'elelerin dışında, yenilik getirme iddiasında da değildir. Bilinenlerin bir başka biçimde ve kendi âciz üslûbumuzla tekrarından ibarettir. Şunu vicdan rahatlığı içinde belirtmek istiyorum: Siz oku yucularımız sordunuz, biz cevaplarını bulmaya çalıştık; siz, bir hususun tafsilini istediniz, biz onun izahına gayret sarf ettik; siz müessir oldunuz, biz müteessir! Bu kitaba bir eser demek caiz ise, bunun mimarı okuyucularımızdır. Biz mi? Biz, sadece, bu işin amelesi! "insanlara teşekkür etmesini bilmeyen, Rabbine şükretmiş sayılamaz" buyuran Alemlerin Efendisinden öğrendiğimiz edeble bir vecibeyi yerine getirirken, tevfikını lütfeden Rabbime hamdimi tekrarlayarak sözlerimi noktalamak isterim... O, yol göstermese ve tevfikını ihsan etmeseydi, bu eser vücud bulmaz, neşir yüzü görmezdi.
MEHMED EMRE
Müellifin Önsözü
Rabbü'l-âlemîn, Rahman ve Rahim, Hâlik-ı ins-ü cin olan Hazret-i Allah'a, riyâzî rakamları aşan, sonsuzluğa koşan hamd-ü senalar olsun. Ezelden ebede insanlığın Efendisi Hazret-i Muhammed'e, onun âl-ü ashabına salât-ü selâmlar olsun.
Âdemoğlu, vücud sahrasına çıktığı günden beri sorup araştırmaktan, inceleyip öğrenmekten uzak kalamamıştır. Semaya, güneşe, yıldıza, aya, engin denizlere ve sahraya baktıkça, bunların mahiyetlerinden, oluş ve sonuçlarından bilgi edinmekten kendini alamamıştır.
İnsan; gerek inanç ve işe, gerekse yakîn ve teşvişe dair zihninde düğümlenen soruları çözmeye çalışmış; buna imkân bulamadığı zaman etrafındaki şahıslardan istimdâd ve istiftâda bulunmuştur. Birçok mübhem mes'eleler bu temayülle çözülmüş ve iftâ müessesesi bu ihtiyacın neticesinde doğmuştur.
Yazılı veya şifahî olarak açılan suâllerin dallarında ilmin meyveleri bu şekilde tomurmuş bulunmaktadır.
Zaman zaman, nâçiz şahsıma sorulan mes'elelerin cevaplarını araştırıp bulmaya ve okuyucularımızın istifadesine sunmaya çalıştığımız yazılar ile, güvenilir kitaplardan sadeleştire-rek günümüz insanlarının faydalanmasına arz ettiğimiz "Zamanımız Mes'elelerine Fetvalar"ın bir kitap halinde neşrine muvaffak olduk. Rabbim, kusuru ve noksanı ile rızasına muvafık kılıversin. Afıv O’ndan, inayet O'ndan tevfik de O'ndandır.
MEHMED EMRE
Üçüncü Baskının Önsözü
Hallâk-ı Lem-yezel'e sonsuz hamd olsun ki, bu kitapçık 3. defa basılma imkânına erişti. Rabbimizden niyazımız odur ki, rızasına uygun bir biçimde din kardeşlerimizin istifadesine hizmet etmiş olsun.
Birinci cildin önsözünde belirtilen ölçüler dahilinde, bu ciltte de "İşba" yoluna gidilmiştir. Bu gelişme, fetvalara yenilerini ilâve etmek suretiyle olduğu gibi, halk arasında sorulup cevap aranan mevzulardan bir kısmı, soru-cevap tarzında ve bir tedkik yazısı şeklinde sunulmuş ve eserin münasip bahislerine eklenmiştir.
Bundan daha fazla birşey yazmayı, kelâm israfı kabul ederek kitapla okuyucuyu başbaşa bırakıyorum. Ancak iki şey arzuluyorum: Rabbimin rızâsı ve din kardeşlerimizin hayırlı duası...
FETVA VE İFTÂ İLE ALÂKALI BİRKAÇ SÖZ
Kâinatın Rabbine hamdin en yücesi ile hamd eder ve Peygamberimiz Hazret-i Muhammed'e, ehl-i beytine ve ashabına salât ü selâm ederim.
insanlar, müşküllerini çözmek için, ilim ehlini araştırmışlar ve akıllarına takılan mevzudan sual açmışlardır. Zira ilim elde etmenin yollarından biri de sorup öğrenmektir. İnsanlar, bu ihtiyaçtan müstağni kalamadıkları için, kalbin ızdırablarını dindirmek maksadı ile ehil bir ilim sahibini aramak zaruretini hissetmişlerdir.
Saadet asrının bahtiyar insanları, bu gibi sorularını, akılların muallimi ve vicdanların mürebbisi bulunan Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e arzetmişlerdir. Bu soruların birçoğu Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz tarafından açıklanmış, bir kısmı da yüce Rabbimiz tarafından indirilen âyet-i kerimelerle cevaplandırılmış bulunmaktadır. İşte onlardan birkaç örnek:
"Sana yeni doğan ayları sorarlar. De ki: "O, insanların fâidesi için bir de hac için vakit ölçüleridir"1
"Onlar, hangi şey'i nafaka olarak vereceklerini sana sorarlar"2
"Sana haram olan ayı, ondaki muharebeyi sorarlar. De ki: "O ayda muharebe etmek büyük günâhtır"3
"Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: "Onlarda büyük günâh vardır..."4
Sûre-i Bakara, 189.
Sûre-i Bakara, 215.
Sûre-i Bakara, 217.
Sûre-i Bakara, 219.
"Bir de sana yetimleri sorarlar. De ki: "Onları yarar ve iyi bir hale getirmek hayırlıdır"5
"Sana kadınların ay halini de sorarlar. De ki: "O bir ezadır (pisliktir). Onun için hayız zamanında kadınlar (mızla cinsî mukaarenette bulunmak) dan ayrılın, temizleneceği vakte kadar kendilerine yaklaşmayın"6
"Kendilerine hangi şey'in helâl edildiğini sana sorarlar. De ki: "Bütün iyi ve temiz (nimet) 1er size helâl edilmiştir"7
"Kıyametin sübût (ve vuku) unun ne zaman olduğunu sana sorarlar. De ki: "Onun ilmi ancak rabbimin nezdindedir. Onun vaktini kendisinden başkası açıklayamaz"8
"(Habibim), Sana harp ganimetini sorarlar..."9
"Sana ruhu sorarlar. De ki "Ruh Rabbimin emri (cümlesi) ndendir. (Zaten) size az bir ilimden başkası verilmemiştir"10
"Sana Zülkarneyn'i sorarlar. De ki: "Size onun halinden haber söyliyeyim..."11
"Sana dağları (n kıyamet günündeki halini) sorarlar. De ki: "Rabbim onları ufalayıp savuracak da yerlerini dümdüz bir toprak halinde bırakacak. Onlarda ne bir iniş ne de bir yokuş görmeyeceksin"12
Sorulan hususlar, dinî bir mes'elenin mahiyetinin açıklanmasını, hükmünü ve beşerî hayata tatbikinin nasıl olacağını öğrenmek maksadı ile sorulmuş ise, bu sual tarzına "İstiftâ" adı verilmiştir. Bu tarzda sorulan bir mes'eleyi, dinî esaslara müsteniden cevaplandırmaya "Ifta" denilmektedir. Bu gibi so ruları cevaplandırmaya ehil bulunan ilim sahibine de "Müftî" unvanı verilmiştir. Kur'ân-ı Kerim'de bu usulde sorulan sualler ve cevaplarından birkaç örnek vermek suretiyle mevzuumuzu zenginleştirmek isteriz.
"Senden kadınlar hakkında fetva isterler. De ki: "Onlara dâir fetvayı size Allah veriyor..."13
Aynı sûre ve aynı âyet.
Sûre-i Bakara, 222.
Sûre-i Mâide, 4.
Sûre-i Ârâf, 187.
Sûre-i Enfâl, 1.
Sûre-i İsrâ, 85.
Sûre-i Kehf, 83.
Sûre-i Tâhâ, 105.
"(Habibim), "Senden fetva isterler. De ki "Allah, babası ve çocuğu olmayanın mirası hakkındaki hükmü (şöyle) açıklar..."14
"Ey zindan arkadaşlarım, (rüyalarınıza gelince): Biriniz efendisine şarap içirecek, diğeri ise asılıp tepesinden kuşlar yiyecektir. İşte hakkında fetva istemekte olduğunuz mes'ele (böylece) olup bitmiştir"15
"(Zindana gidip) Yûsuf! Ey çok doğru sözlü (dedi). Kendisini yedi arık inek yemekte olan, yedi semiz inekle yedi yeşil ve diğer kuru başak hakkında bize bir fetva ver..."16
Fetva verebilmek büyük bir ilim dirayeti ister. Bu husus bir özenti işi değildir. Okumadan âlim, yazmadan kâtip olma hevesindeki insanlar gibi, ilimsiz ahkâm imâl eden "Benim mantığıma göre" diyerek söze başlayıp mantıksızlık ve cehaletin en acı örneklerini veren kimselerin hali, hâl-i pürmelâlimizi sergileyen bir durumdur.
Fıkıh ilminin felsefesi mesabesinde bulunan "Usûl-i fıkıh" ilmine göre müftî demek, müctehid demektir. Mukallid mevkiindeki bir fıkıh bilginine MÜFTÜ denilmesi ancak mecaz yönünden mümkün olabilmektedir. Bunlara bu unvanın verilmesi, müctehidlerin fetvalarını nakl ve rivayet etmesi itibariyle olmaktadır. Bahsi geçen ilimde ve fıkıh ilmine dair yazılmış mufassal kitaplarda açıklandığı üzere, herkes gelişigüzel fetva veremez. Allah'ın kitabından, Peygamber Efendimiz'in hadîs-i şeriflerinden ve dinî delillerden hükümleri istinbât ederek dinî
Sûre-i Nisa, 127.
Sûre-i Nisa, 176.
Sûre-i Yûsuf, 41.
Sûre-i Yûsuf, 46.
hâdiselerin hükümlerini verecek dirayeti kendinde toplayamamış kimseye hakîkî mânâda müftî demek zordur.
Evet, bir müctehid için pek çok ilim ister. Sarf, nahiv, lügat, bedi, beyan, mantık, usul-i fıkıh, usul-i tefsir, usul-i hadîs, aka-aid ve saire gibi âlî ve talî ilimlerde rüsûh bulacak mevkiye ulaşmak ve Kur'ân-ı Kerim'in âyetlerinden, Peygamber (s.a.v.)in hadîs-i şeriflerinden dinî hükümleri çıkarmaya maharet ve ilmî kudret ister. Bu iktidarı şahsında toplamış ilim adamları, asr-ı saadete yakın zamanlarda bile pek az yetişmiştir. Bu sebeple, çok yüksek bir ilim sahibi bulunan iz'ân ve insaf sahibi ilim adamları, içtihada cür'et göstermemişler ve kendi adına fetva vermekten çekinmişlerdir.
Bir hâdisenin hükmü hakkında bir mezhep sahibinden sarih bir rivayet bulunmadığı takdirde, o mezhebin kurucusu bulunan büyük müctehide tâbi bulunan ve kendilerine "Tercih ashabı" denilen yüksek ilim sahipleri, o müctehidin benimsemiş olduğu usûl ve kaaideleri tatbik suretiyle, o hâdisenin hükmünü o mezhebin içerisinde tayine çalışmışlar ve fakat kendi taraflarından ictihad yapmaya cür'et gösterememişledir. Ashâb-ı tercihten bulunan bu gibi zatların vazifeleri, tâbi oldukları mezhepte seçilmiş ve müftâbih olarak görülmüş bulunan hükümleri nakil ve rivayet etmekten ve sorulan hususlara bu şekilde cevaplar vermekten ibarettir.
Müctehid mevkiinde bulunmayan müftîlerin riayet etmek zorunda oldukları birçok usul vardır.
Şöyle ki:
Hanefî mezhebinde bulunan bir mütfî, kendisinden sorulacak bir mes'ele hakkında "Zâhirü'r-rivâye" adı verilen kitaplarda İmâm-ı Azam Ebû Hanife Hazretleri'nden nakl edilmiş cevap ne ise onu söylemekle yetinmelidir. Şayet bahsi geçen kitapta bu kudretli müctehidten bir nakil yok ise, onun ilim ve feyz dairesinde yetişmiş ve müctehidü'n-filmezheb derecesine ulaşmış talebelerinin başında gelen İmam Ebû Yûsuf (rahmetullâhi aleyh) den nakl edilmiş bulunan cevabı soru sahibine aktarır. Şayet bu zattan da bir nakil bulunmuyorsa İmam Muhammed'in bu husustaki sözünü nakl ve tekrar eder.
Bu yüce imamlardan birinin sözü, yaşanılan asrın maslahatına uyması veya delilinin kuvvetli olması sebebiyle, ilim sahiplerinin büyükleri tarafından tercih edilmiş bulunuyorsa ona göre fetva vermek gerekir. Bir mes'ele hakkında birden fazla cevap bulunuyorsa, bunlar arasından hangisi ilim sahipleri tarafından beğenilmiş ve müftâbih olarak kabul edilmiş ise, onunla amel etmek gerekir. Yoksa kendi re'yine ve keyfine göre fetva imâl edemez.
Müftî, mensup bulunduğu mezhebe dair yazılmış herhangi bir fıkıh kitabına bakarak, onda gördüğü bir cevaba göre hemen fetva vermemelidir. Çünkü, fıkıh sahasındaki kudretleri inkâr götürmeyen birçok kimseler vardır ki, kitaplarına aldıkları dinî mes'eleler pek kısa ve muhtasar bir şekilde yazılmış bulunmaktadır. Bu husus dikkate alınarak, bu gibi kitaplardan cevap vermeye kalkışmak caiz değildir. Ancak, bu kitapların şerh ve haşiyelerine de müracaat ederek oradaki beyanları da dikkate almış ise bu takdirde cevap verme yoluna gidilmesi caiz görülmüştür. Nehr, Dürri muhtar, Tenviru'l-ebsâr, el-Eşbâh ve'n-Nezâir, Kuhistânî'ninNikaaye şerhi ve Molla Miskin'in Kenz şerhleri bu kabildendir.17
17) Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu, c. 1, s. 253.
Müftî, râcih görülen kavli araştırıp bulmalı, bu hususta büyük bir mesai sarfından çekinmemeli ve ancak ondan sonra cevap vermelidir. Bir müftînin veya bu işi yapacak olan kimsenin iki sözden, iki vecihten hangisinin râcih olduğuna bakmadan, hemen bunlardan biriyle fetva vermesi veya amel etmesi caiz değildir. Böyle bir davranışın caiz olmadığı hakkında ilim adamlarından karşı bir görüş beyan eden olmamıştır. Çünkü böyle bir fetva, hevâ ve hevesine tâbi olmak demektir. Hevâya tâbi olmak ise haramdır.
Fıkıh bilginlerinden Yâmerî (rahmetullâhi aleyh) Hazretleri, fıkıh usûlüne dair yazdığı kitapta, "İki rivayetten veya iki sözden hangisinin meşhur olduğuna vâkıf olmayan bir kimsenin, tercihe medar aramaksızın, bunlardan dilediği ile hemen hüküm vermesi caiz değildir" demektedir.
Hadîs ve fıkıh sahasında yed-i tûlâ sahibi bulunan İbni Hacer (rahmetullâhi aleyh) de "Bir kimsenin bir üstadtan ilim telâkki etmeksizin, sadece bazı fıkıh kitaplarını kendi kendine mütalâa ederek ve bunlardan kendi anlayışına dayanarak fetva vermeye kalkışması asla caiz değildir. Çünkü bu kimse, fıkıh ilminin cahilidir" demektedir.
Fetva verecek kimse, ilim sahasında mahir ve fıkhî bahislerde mütehassıs olup, fetva vereceği bir kitabın ilim sahipleri arasında muteber bir eser olduğuna muttali bulunmalıdır ki, İslâm dini adına halka fetva vermeye salahiyetli bulunsun. Meçhul bir kitaptan naklen açıklanan sözlere ve fetvalara itibar olunamaz.
Müctehid olmayan bir müftî, bir mes'ele hakkında birbirinden farklı sözler görünce, bu hususta en muteber kitaplara müracaat etmelidir. Hanefî mezhebine mensup bulunan bir ilim adamı, böyle bir tearuz vukuunda önce Bidâye, Nikâye, Muhtar, Vikaye, Kenz ve Kudûrî gibi muteber metinlerdeki sözleri tercih eder. Sonra bunların şerh ve hâşiyelerindeki sözleri dikkate alır, daha sonra fetva kitaplarına sıra gelir. Bir mes'ele hakkında mütekaddimîn âlimleri ile müteahhirîn âlimleri arasında görüş ayrılığı bulunsa, mütekaddimînin sözlerinden ayrılmak çok kere caiz görülmemiştir.
İctihâd derecesinde bulunmayan bir müftî, sorulan bir mes'elenin cevabını muteber kitaplarda bulamayacak olursa, ilmî ehliyeti kendisinden daha üstün bulunan zatlar ile istişare ve ilmî müzakere yapmalı, kendi kanaati ile fetva vermeye cür'et göstermemelidir. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bir hadîs-i şeriflerinde, "Fetvaya en cüretkâr olanınız, ateşe en cür'etli olanınızdır" buyurmaktadır. Birçok ilim erbabı, kendilerine soru tevcih edildiğinde, o mes'eleyi hakkıyla tavzih edecek durumu kendinde görmüyorsa "Bilmiyorum" demekten çekinmemiş ve "Lâ edrî"18 demenin ilmin kalkanı olduğunu açıklamışlardır. İmâm Mâlik, kendisine sorulan kırk mes'eleden dördüne cevap vermiş, otuz altısında "Lâ edrî" demiştir.
Fetva veren kimse, Rabbimizin haram ve helâle, sıhhat ve fesada dair bir hükmünü nakletmiş olacağından, fetva vereceği mes'ele hakkında bilgisi bulunmayan bir kimsenin fetva vermesi asla doğru görülemez.
18) Mânâsı: "Bilmiyorum" demektir.
Fetva verme vazifesi, tahminin de üstünde bir zorluk taşımaktadır. Sarf ve nahve ait birkaç kitap okumakla, Ahterî veya Lügat-i Nâcî'ye bakmakla ve hafızasındaki beş on tane hadîs-i şeriften anladığı, derinliği bulunmayan bir mânâ ile kendisini müctehid sanan kimselerin dinî delillerden hüküm çıkarmaya kalkışmaları cehenneme postu sermek olur. Hadîs ilmi sahasında şöhret yapmış ve ezberindeki birkaç yüz bin hadîs ile ilim adamları arasında "Hadîs Hafızı" diye isim verilmiş birçok kimseler, içtihada yeltenmemiş ve bir müctehidin peşinde gitmeyi kendisi için şeref bilmiştir. İmam Şa'bî (rahmetullâhi aleyh), "Biz fıkıh bilginlerinden değiliz. Biz ancak duyduğumuz hadîs-i şerifleri fukahâya ve duyunca amel edecek olanlara rivayet ediyoruz" demiştir.
Fetva sormaya gelince, bunların da dinî bir zarurete ve güzel bir niyyete dayanması gerekir. Dinî ve hukukî herhangi bir mes'ele hakkında soru tevcih etmekten asıl maksat, o hususta bilgi edinmek ve gereği ile amel etmek olmalıdır. Yapacağı bir işi lâyık olduğu şekilde yerine getirmek ve dinî bir mes'eleye vâkıf olarak bilgisizlikten kurtulmak gayesini gütmelidir. Binaenaleyh, meşru bir maksada dayanmayan sorular, ilim erbabınca doğru görülmemektedir. Hele kendisinin bilgi sahibi olduğunu ortaya koymak veya karşısındaki şahsın cehaletini teşhir ederek mahcup bırakmak gibi süflî bir maksatla sual sormak haramdır.
Nahiv ilmi ile meşgul bulunan bir talebe, yolculuk yaptığı geminin kaptanına hitaben "Nahiv bilir misiniz?" demiş. O da bilmediğini söyleyince "Ömrünün yarısı boşa gitmiş" diye kaptanla alay etmiş. Bir müddet sonra çıkan fırtınada gemi çalkalanmaya başlayınca, işittiği sözle gönlü yaralanmış bulunan kaptan, o efendiye "Hocam yüzme bilir misin?" demiş. Talebe, bilmediğini söyleyince taşı gediğine yerleştiren kaptan, "Öyle ise ömrünün hepsi boşa gitti" demiş. Binaenaleyh, ilmi başkalarına tariz için, kibirlenmek için, halkı hakir görmek için tahsil edenlerin emeği, hem Hakk'ın hem de halkın yanında hoşa gitmez, boşa gider.
Dört mezhepten birinin müessisi bulunan İmâm Mâlik (rahmetullâhi aleyh), vuku bulmamış bir hâdise için, farazi soru tevcih edildiğinde "Hâdise vuku bulunca dinî cevabını düşünürüz" dermiş, böylelikle, iyi niyyet sahibi olmayanların dinî mes'eleler üzerinde ileri geri fikir beyan etmelerine fırsat vermezmiş, İmam Şa'bi kendisine sorulan bir mes'ele hakkında "Lâ edrî" karşılığını verince suali soran, şarlatanlığa başlamış ve "Sen, Irak'ın fıkıh bilgini olduğun halde BİLMİYORUM, demekten sıkılmıyor musun?" demiş. İlmi gibi tevazu ve basireti yüksek bulunan bu zat, "Melekler Allah Teâlâ Hazretlerine karşı "(RABBÎMİZ),SENİN BİZE ÖĞRETTİĞİNDEN BAŞKA, BİZİM İÇİN BİR BİLGİ YOKTUR"19demekten haya etmemişlerdir" karşılığını vermiştir.
İctihad ve Müctehidlik Şartları
Müctehid, fıkıh ilminin ıstılahatında, fer'î derecedeki dinî bir hükmü delilinden istinbât hususunda takatini tamamen sarf eden kudretli din âlimine denilmektedir. Bu tarifin unsurları arasında görülen "Fer'î" tabiri ile, itikaad ve inançlar ile alâkalı mevzular, açık ve kesin naslarla sabit bulunan ibâdetler ve diğer hususlarla alâkalı hükümler tarifin dışında kalmıştır. "Dinî" kayd-i ihtirâzisi ile de aklî veya hissî olan hükümler, tarifin dışında bırakılmış olmaktadır. Çünkü onları anlamak hususunda sarf edilen gayret, fıkhî bir ictihad değildir.
Fer'î olan dinî mes'elelerin hepsinde ictihad etmeye ilmî gücü bulunan bir zata "Müctehid-i Mutlak" adı verilmektedir. Fer'î mes'elelerin bir kısmında içtihada muktedir bulunan bir ilim adamına da "Müctehid-i Mukayyed" denilmektedir.
Müctehid-i mutlak yönünden içtihadın şartı, içtihadın ehlinden sadır ve mahalline sarf edilmiş olmasıdır. Bahsi geçen ehliyet, Allah'ın Kitabına, Peygamber Efendimiz'in sünnetine, nerelerde icmâ vâki olduğuna ve kıyâsın vecihlerine vâkıf olmaktadır.
Bir müctehidin devamlı olarak isabet etmesi şart değildir. Bir mes'elede isabet kayd edebileceği gibi, diğer bir mes'elede de hatâ edebilir. Zira her hâdisenin Allah katında hükmü birdir.
19) Sûre-i Bakara, 32.
Bu hüküm, müctehid bulunan ilim adamının içtihadına tâbi değildir. Müctehid, bu hükmü bulup tayin edebilmiş ise, isabet etmiş sayılır. Aksi vâkî olursa içtihadında hatâ etmiş kabul edilir. O hükmün kapalılığı sebebiyle, müctehid herhalde isabetle mükellef değildir. Bu sebepten dolayı, hatâ eden bir müctehid, düştüğü hatâda mazur ve hakkı bulma hususundaki çalışmasından dolayı sevaba nail olur.
Müctehid, belirli bir hükme isabetle mükellef tutulmadığı için, içtihadında hatâ etmiş olsa bile günahkâr sayılmaz. Bu noktada herhangi bir ihtilâf yoktur. Ancak, bir müctehid, kudretini lâyık olduğu şekilde sarf etmeyecek olursa ve doğru yol açık bulunduğu halde, onun aksine ictihadta bulunursa bundan dolayı sorumlu olur.
Kâinatın sonradan meydana gelmesi gibi aklî hükümlerde, yüce Allah'ın zât ve sıfatları gibi İlâhî mes'elelerde hak, tek olduğundan bu hususlarda vâki olacak hatâ bağışlanmaz.
Sadece şu noktada değişik görüşler ortaya çıkmış bulunmaktadır: Hatâ eden bir müctehid, hem ictihadta bulunduğu mes'elenin dayandığı delilde, hem de onun ile istidlal ederek verdiği hükümde mi hatâ etmektedir? Yoksa, delilde değil de sadece o delile dayanarak verdiği hükümde mi hata etmektedir? Bu hususta değişik ve birbirinden farklı açıklamalar vardır. Ebû Mansûr Mâtürîdî, müctehidin hem delil, hem de ona dayanarak verdiği hükümde hatâ edebileceği görüşündedir.
Mutezile taifesi, "Hak müteaddid bulunmaktadır" iddiasında oldukları için, "Her müctehid ictihatında isabet eder" kanaatindedir.
Hatâ eden müctehid kudret sarf ederek delilleri tedkik ettiği için, içtihadına herhalde sevap vardır. Resûlullah (s.a.v.) Amr bin Âs'a hitaben, "İsabet eder isen senin için on hasene (sevap), hatâ ettiğin takdirde sana bir sevap olmak üzere (düşünerek) hüküm ver" buyurmuşlardır. Diğer bir hadîs-i şerifte, isabet etmesi halinde müctehide iki sevap, isabet edemediği takdirde bir sevap verileceği açıklanmıştır.
İbni Mes'ûd (r.a.), "Şayet içtihadımda isabet edersem bu Allah'tandır. Hatâ edersem o bendendir" demiştir.
Eğer Mutezile'nin sandığı gibi, her müctehid içtihadında isabet etmiş olsaydı bir işin haram, helâl, sahih ve fâsid gibi birbirine zıt hükümlerle ittisafı lâzım gelirdi.
Mecâmî adlı eserde ifade edildiği üzere, "Mevrid-i nass'da içtihada mesâğ yoktur." Bu itibarla, nass ile veya icmâ yolu ile sabit olan Islâmî hükümler hakkında ictihadda bulunmak, kesinlikle caiz değildir. Meselâ, namazın vakitlerinde, rek'atle-rinde ve edâ ediliş keyfiyetlerinde herhangi bir içtihada yol yoktur. Bunlar hakkında ictihad, bu gibi ibadetlerin aslını bozmak ve değiştirmek olur ki, hiçbir îslâm âlimi buna rızâ gösteremez. Böyle bir teşebbüs, İslâm dinine sûikasd ve dinî esasları "Deforme" etmek olur.
Nasslar ile sabit bulunan dinî bir mes'elede, meselâ, Ramazan ayında tutulması farz olan orucun başka bir ayda tutulması hususunda içtihada yeltenmek asla caiz değildir. Bu arzuyu taşıyan, cahil değilse gafildir; gafil değilse cahildir. Bunların hiçbiri değilse, yani, bu işi bilerek ve dinî esasları zedelemek maksadı ile yapıyorsa imân sahasının dışına çıkmış bir hâindir.
Müctehidlik bir özenti değil, büyük bir ilim ve yüksek bir dirayet işidir. Kur'ân-ı Kerim'in tamamı ve yüzbinlerce hadîs-i şerif hafızasında bulunan ne kadar âlim ve dört mezhep üzerinde eser yazmış ne kadar müellif vardır ki, içtihada cür'et göstermemiştir.
Kur'ân-ı Kerim'in âyetlerinde hareke bulunmamış olsa onu okumaktan âciz bulunan ve Ahmed kelimesinin masdarmı tayinde yaya kalan cücelerin içtihada yeltenmesi Arap şâirinin "izâ kâne'l-vâdi hâliyen, le-kâneti's-sa'lebetü vâliyen"20 meselesini hatıra getirmektedir.
"Ben koyun muyum başından çekilecek! Kur'ân-ı Kerim'in âyetlerinin mealine bakar, hadîs-i şeriflerin mânâlarını tedkik eder ve ben de ictihad ederim" diyebilen kimseye "Allah sana önce akıl versin, sonra hidâyete eriştirsin" diye duâ etmekten başka ne söylenebilir?
20) Mânâsı: "Dere tenha olunca, tilki vali olur."
İmâm-ı Âzam gibi bir ilim kutbunun yanıldığını ve mevzu hadîslere dayanarak ictihadda bulunduğunu söyleyecek kadar akıl fukarası bulunan kimsenin kirli ağzı, her türlü yalana müsait bulunur. Alemlerin Fahr-i ebedisi, Resûlullah Efendimiz'in mübarek ağzından sâdır olmuş hadîs-i şerif, bu gibi kimselerin maksat ve mahiyetlerini şöyle açığa koymaktadır: "Dinin âfeti üçtür: Fâcir bilgin, zâlim hükümdar ve câhil müctehid (taslağı)dır"21
MÜFTi NİN VERDİĞİ FETVA İLE KAADÎ'NİN VERECEĞİ HÜKÜM ARASINDAKİ FARK
Müftî'nin verdiği fetva ile Kaadî'nin vereceği hüküm dinî birer vecibedir. Bu ikisinin fazilet ve sevabı pek büyüktür. Faziletlerinin büyüklüğü nisbetinde sorumlulukları da vardır. Gerek müftî gerekse kaadî aynı kaynaklardan hüküm çıkarıp alâkalılara tebliğ ederler. Bununla birlikte, müftînin verdiği fetva ile kaadînin vereceği hüküm arasında farklar vardır.
Şöyle ki:
Fetva, dinî bir hüküm haber vermekten ve tebliğde bulunmaktan ibaret olduğu için ilzam edici değildir. Fetva isteyen kimse, aldığı fetva ile amel etmez ise, kendisine bu hususta bir zorlama yapılmaz. Kaza ise ilzam edicidir. Verilen hükmü, lehinde veya aleyhinde hüküm verilen şahısların kabul ve itaat etmeleri mecburiyeti vardır. Kabul etmeyecek olurlarsa, icrâî kuvvetlerle kabule zorlanırlar. Yapmamaları hâlinde haklarında gerekli takibat yapılır.
Fetva yalnız ihbardan ibarettir. Bunu kabul bir dindarlık ve kanaat meselesi olmaktadır. Kaza ise, ihbar ile birlikte infaz ve imza vasfını hâizdir. Kaadî'nin verdiği bir hükmün infazı lâzımdır.
Fetvada bir umumiyet vardır. Kaza ise hususidir. Yani, bir fetvanın hükmü, bütün Müslümanlarca müsavidir. Bu cihetle fetva umûmî bir hükm-i dinîdir. Kaza ise zaruridir.
21) Feyzü'l-Kadir, c. 1, s. 52.
Yalnız mahkûmun aleyh ile mahkûmun leh hakkında verilmiş bir hükümden ibaret bulunduğundan, hususî bir hüküm demektir. Müctehid derecesinde bulunan bir müftî, kaza için kaa-ideleri ve mes'eleleri tayin eder ve açıklar. Bunlar, müsteftî'ye de başkalarına da taalluk eder. Kaadî ise bunlara göre hükmeder, belirli hükümlere riayette bulunur.
Fetva, dinî hükümlerin ve mes'elelerin tamamına şamildir. Fetva, hüküm altına alınacak hususlarda câri olduğu gibi, sadece ibadetle ilgili hususlarda da câri olur. Kaza ise, bazı muamelâta ve ukuubetlere müteallik, hüküm altına alınması kaabil bulunan hâdiselerde cereyan eder.
Fetva, dinî mes'eleler hakkında bilgi vermek mahiyetinde bulunduğundan, resmen vazifelendirilmemiş ilim erbabı tarafından da fetva verilebilir. Kaadının vereceği hüküm ise, hükümet tarafından tensip ve tayine bağlı ve dayalı bulunmaktadır. Hüküm vermeye memur edilmemiş zatların hüküm vermeleri caiz olamaz.
Bir de fetva, bir rivayet yoludur. Kaza ise, bir şehâdet, bir velayet yoludur. Bu sebeple, şehâdete ve velayete ehil olmayan bir kimse, âlim olunca fetvaya salâhiyeti varsa da kazaya yani, hüküm vermeye salâhiyeti olmaz. Bu hükümler mantık süzgecinden geçirilince, müftî ile kaadî arasında "Umum husus mutlak" vardır. Binaenaleyh, her kaadî müftî sayılabilirse de her müftî kaadî değildir.
Ehliyet ve salâhiyeti hâiz bulunan bir kimsede, fetva verme ve kaadîlik yapma toplanabilir. Buna bir örnek olarak İmâm Ebû Yûsuf (rahmetullâhi aleyh) Hazretleri gösterilebilir. Bu zat, hem müftî hem de kaadi'l-kudât idi. İslâm âlimleri arasında bu iki ciheti şahsında toplamış ne kadar ilim erbabı vardır ki, tafsili ayrı bir bahis teşkil edecek kadar geniş bulunmaktadır. Mes'ele bunların tafsili olmayıp, iki vazifenin bir şahısta toplanmasının caiz olmasını isbat ve izah olduğundan diğer hususa geçme lüzumunu görmüyoruz. Tevfik ve inayet, ehil olanlara hidayet ancak Cenâb-ı Hakk'ın lütfudur. ( Fetvalar , Mehmed Emre , Çelik Yayınevi, Mehmed Emre Fetvalar , tercümesi, mehmet emre fetva kitabı, 2 cilt fetvalar, 4850 Soru 4850 Cevap )
Mehmed EMRE
Çelik yayınları, Mehmed Emre tarafından yazılan Fetvalar adlı kitabı incele diniz.