Fıkhus Siyre, M.Said Ramazan el Buti DÖNEM

Fiyat:
450,00 TL
İndirimli Fiyat (%38,9) :
275,00 TL
Kazancınız 175,00 TL
Havale / EFT:
266,75 TL
77,69 TL'den başlayan taksit seçenekleri için tıklayın.
Aynı Gün Kargo

Kitap              Fıkhus Siyre
Yazar             M. Said Ramazan el Buti
Tercüme         Atik Aydın, Orhan Aktepe
Yayınevi         Dönem Yayınları
Kağıt - Cilt      2.Hamur - Kalın Ciltli
Sayfa - Ebat   485 Sayfa - 17x24 cm
Yayın Yılı        2022

 

Dönem Yayınları M.Said Ramazan el Buti tarafından yazılan Fıkhus Siyre adlı kitabı incelemektesiniz.
M.Said Ramazan el Buti Fıkhus Siyre kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
 
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır.  Alak 1-2

 
KİTAB HAKKINDA

TÜR OLARAK
 

«FIKHU'S-SİYRE», Siyretten çıkarılan Fıkıh demek olur. Bu bir ilim dalı ve yazı türüdür. Arap âleminde, özellikle Üniversitelerin Şe­riat Fakültesi ve diğer bölümlerinde apayrı bir ders olarak takip edi­lir. Mesele, Resûlüllah'ın bizzat yaşadığı ve uyguladığı din ahkâmını süzüp çıkarmaktır. Bu, Onun kendi hayatında ve çevresindeki insan­lar üzerindeki uygulamalarını anlatan bir disiplindir. Tabiatıyla bu uygulamalardan hükme varılırken, temeller Kur'ân-ı Kerîm'den alı­nır, ulemâ ve müfessirlerin de yorumlarına başvurulur.
 
Bu kitab böyle bir türdür. Türkiye'de ilk defa böyle bir kitab ter­cümesi yayınlanmaktadır. Telif olaraksa, tabiî hiç yoktur.
 
 
KONU VE METOD OLARAK
 
Dr. Said Ramazan'ın bu eseri türü içinde de bir üstünlüğe sahib ki; dili sade, üslûbu kolay, hükümleri emindir. Ehl-i Sünnet ve'l-Cemâat çerçevesinde, tavizsiz ve ifratsız; en doğru bilgiyi, en emîn irşadı vermeye çalışır. Çünkü müellif, ilmiye sınıfında, sayılı kişiler­den olduğu gibi, babası Molla Ramazan vesilesiyle de «Bâtın ilmine» sahihtir.
 
Kitab, adından da anlaşılacağı üzere herşeyden önce, bir «Siyret-i Nebidir. Yâni, Resûlüllah'm hayatını anlatır. Dr. el-Bûtî'nin bu eseri (Kendisinin de önsözünde belirttiği gibi) en mühim olayları özet olarak almış, onların yorumunu yapmıştır. Bu özet tarih, tamamen sahih nakillere dayanmaktadır. Başta Buhârî ve Müslim olmak üze­re, sahih hadis kitabları; İbn-i İshâk, İbn-i Sa'd, İbn-i Hişâm v.b. gibi mu'teber siyer ve tabakat kitabları kaynaktır. Yorumlardan sonuca varırken de, en muteber tefsir kitablarıyla, büyük fukahânın içtihadları dayanaktır.
 
Hemen kaydedelim ki, müellif, Şafii mezhebine mensup oldu­ğundan, o mezhebin görüşünü daha çok zikretmiştir. Ancak, sonuçlar genel çerçevede bulunmakta ve farklı olan öbür mezheb görüşleri de özellikle kaydedilmektedir.
  
 
FAYDA VE VERİM OLARAK
 
Yorum kısmında ele alman hususlar;
Olaylardan ve Resûlüllah'm uygulamalarından çıkarılan fıkhı hükümler.
Alınacak ders ve ibretler.
Ahlâkî prensipler.
O konuda, günümüzde tutulacak yolun ne olduğunun tesbiti.

Bu tesbit açısından kitab; günümüz müslümanlarının, yıllardır aramasına rağmen; içerden veya dışardan bir türlü edinemediği bir eserdir. Özellikle gençliğe her yönüyle güvenilerek tavsiye edilebile­cek, vakit kaybettirmiyecek, öbürlerine benzemeyen bir eserdir. Çün­kü, öbürlerinin çoğunda hayata ve günümüze ışık tutan özellikler yoktur. Bazısında ise, çâre diye; dini tahrif ve tahrip edici gariplikler, keyfi içtihadlar görülür.
 
Bu kitab, genç müslümanın Örnek Hayattan alacağı hareket tarzı ve ölçüleri (itikâdî ve fikrî yönden doğruluğundan emin olarak) vermektedir. Ferden okumada olduğu kadar, derslerde de okunup açıklanmak için yegâne ve aranan eser olacaktır inşâallah.
 
Hattâ iddia ediyoruz ki, Din Eğitimi yapan okullarda da, «Öğret­men Kitabı», «Yardımcı Ders Kitabı»; Yüksek Okullarda (İlahiyat Fa­kültelerinde) ise, doğrudan, Ders Kitabı olarak takibe elverecektir. ilim ve tarafsız zihniyet sahibi, faydalıyı arayan öğretim üyeleri bunu uygulayacaktır, ümidindeyiz!
 
Müellifini de tanırsak, işin ciddiyeti bir kat daha anlaşılır.

 
 MÜELLİF HAKKINDA
 
        ÖZ GEÇMİŞİ
 
Prof. Dr. Muhammed Said b. Molla Ramazan el-Bûti (1929 M./1347 H.), Cezîretü İbn-i Amr (Yâni Türkiye'nin güneyinde ve Irak sınırındaki Cizre kasabasında) doğdu. 1933 yıllarında M. Said Ramazan henüz 4 ya­şındayken ailesi hicret edip Şam'a yerleşti. Babası Molla Ramazan da tanınmış bir ilim adamı olup, Şam ulemâsı arasında üstün bir mevki ve saygı duyulan bir hüviyyete sahibtir. Çünkü ilimde olduğuna eş, mânâ­da da o çevrede, Türuk-ı Âliye'den birinin mürşididir. Rüknüddin sem­tinde, kendi adıyla anılan mescid civarında oturur.
 
Üstad Said Ramazan, ilk ve orta tahsilini Şam'da tamamladı. Fakat ilmi ve manevî gelişmesinin temeli ve en büyük payı babası Molla Ramazan'a dayanır. Bütün dinî ve mânevi sermayesini önce ba­basından aldı. Daha sonra da, o gün için Suriye ve Şam'da bulunan büyük ulemâdan feyz aldı. Özellikle, Şeyh Hasan Habenneke'den al­dığı feyizle dini ilimlerini bütünlemiş oldu.
 
Lise tahsilini Şam'da bitiren M. Said Ramazan, yüksek öğrenim için, Mısır'a Ezher Üniversitesi'ne gitti. 1955 tarihinde buradan me­zun olunca, Suriye'ye döndü ve Humus ilinde bir müddet öğretmenlik yaptı. Daha sonra, Şam Üniversitesi Şeriat Fakültesi'ne Asistan oldu­ğunda, Fakülte onu doktora için Ezher'e gönderdi. Ezher Üniversitesi Şeriat Fakültesi'nde doktorasını "üstün başarı" derecesiyle tamamla­yarak "Doktor" ünvanını aldı. 1955'te tamamladığı doktorasına ilâve olarak, 1966 yılında «Eğitim Sertifikasına hak kazandı. Şam'a dö­nünce, Yrd. Doç. göreviyle Şer'i ilimleri okutmaya başladı. Bir müddet sonra, Fıkıh kürsüsü başkanı ve Dekan yardımcısı oldu. Nihayet, Şe­riat Fakültesi Dekanı olan Bûti'nin bu vazifesi 1980'lere kadar devam etti. Halen, kürsü başkanlığı vazifesini sürdürmektedir.
 
Üstad M. S. Ramazan, bütün bu vazifelerini yürütürken, bir yandan da ülkede yayınlanan çeşitli gazete ve özellikle ilmî dergiler­de, ilmî, fikrî ve edebî yazılar neşretmekteydi. Yine, çeşitli seviyede, halka ve gençliğe hitaben konferanslar vererek, camilerde geniş çaplı sohbetler düzenleyerek halkı irşad ediyor, kültür ve inanç yönünden genç müslümanları eğitiyordu. Dersleri, sohbet ve konferansları da, umumiyetle, yazdığı ilmî eserlere istinâd ediyordu. Yâni, şu sunduğu­muz, « Fıkhu's Siyre » ile itikadî konuları ele alan «Kübrâ'l-yakîniyyât» kitablarındaki konulan izah ve yorumları çevresinde, müslüman hal­kın din ve dünya ufkunu aydınlatmaya uğraşıyordu.

Öte yandan da tabiî; ilmî, fikrî ve edebî olmak üzere yeni eserler vermeye halen devam etmektedir. Eserlerinde ele aldığı başlıca konu­lar: Fıkıh, Usûl-i Fıkıh, Akîde, Felsefe, Sosyoloji, Edebiyat. Yirmi beş­ten fazla eserinden bazılarına birer cümleyle işaret ediyoruz:
 

         BAŞLICA ESERLERİ
 
1- Fıkhu's-Siyre, büyük bir cilt. (Siyret ve fıkıh konusunda.)
2-Kübrâ'l-yakîniyyât, büyük bir cilt. (İtikadî konularda isbat yollarını inceler.)
 (Bu iki eseri, Üniversitede hâlen ders kitabı olarak takib edil­mekte.)
3- el-Maddiye el-Cedeliyye. (Diyalektik Materyalizmi tenkid.)
4- et-Terbiyetü'l-İslâmiyye. (İslâmi Eğitim Sistemi).
5- Nizâmü'l-iktisâdi'l-İslâmi. (İslâm İktisat Sistemi).
6- el-Lâ Mezhebiyye. (Telfiki reddeden eser. D. A. Kayapınar ta­rafından Türkçeye çevrildi ve neşredildi.)
7- Ebhâsü'n fı'l-kımme. Bu, «Zirvedeki meseleler» anlamına ge­len bir seridir. Ufak çapta, ancak her biri büyük bir meseleyi inceler. Bu kitablara kendisi: «Tevcih/yönlendirme» kitabları adını vermekte­dir. Bir iki örnek verelim:
 
«Hâkezâ Felned'u ile'l-İslâm», («İslâm'a Davet Metodu» adıyla çevrildi. Madve Yayınları'nda çıktı.)
Müşkilâtü'ş-şebâb. Gençliğin Problemleri. (Madve neşretti.)
 
«İlâ Külli Fetâtin Tü'minu Billâh», Allah'a inanan Her Genç Kıza Hitâb. el-Bûti, Arapça,Türkçe, Farsça ve bir iki Batı dilini bil­mektedir.
 
Üstad el-BÜTİ, bu hüviyyetiyle, dünya çapında ilmî konferans­lara ve birçok kongrelere de katılmıştır. Katıldığı bu ilmî kongreler de, müstesna bir yer tutmaktadır. Ezcümle 1981 yıllarında da bu tür bir kongre için Türkiye'ye gelmişti.
 
Bir önemli duruma da işaretle muhterem Dr. M. Said Ramazan el-Bûtî'nin hâl tercümesini bitirmek isterim:
Babası, kendisini ilim ehli olarak yetiştirirken, kendisi de evlât­larını ilimle teçhiz etmiştir. Bu da ayrı bir özelliktir.
 
Bu kısa bilgiyi kendilerinin lütfettikleri mektubla, bizim 1975'lerdeki Şam seyahatimiz esnasında, konferanslarını dinleyip, kendilerini ziyaret ettiğimizde edindiğimiz malumat ve eserlerinden tanımamıza bağlı olarak sunduk.
 
Ehl-i sünnet yolunun belli başlı âlimlerinden ve savunucuların­dan olan bu zâtın öbür eserlerini de genç kabiliyetlerden, dilimize ka­zandırmalarını beklemek hakkımızdır sanırım.
 
Hak rızâya muvafık olur inşâallah.
 
A.N.
 
         YENİ BASKIYA ÖNSÖZ
 
Allah'ın bana, yazıp yayınlamayı nasib ettiği kitablar arasında; halk nezdinde rağbet görüp faydalanılması bakımından, bu kitabımın derecesine ulaşan olmadı.
 
Kanâatımca bunun temel sebebi de; "Peygamber Hayatı" konusu­nu yazarken kullandığım metoddur. Tahrife varan yanlışları önleyici tedbir alarak çağdaş yazarların içine düştüğü felâketten korunma cehdimizdir. Yani dejenere üslüb ve uydurma yazım tarzlarından sakınmamızdır.
 
İlmî tedbir olarak da; Siyret kitabının nasıl yazılması gerektiği ve bu hayat olaylarının, günümüz insanının ihtiyacına cevap vericek tarzda yorumunun yapılması usûlüne dair yazdığım, özel ve uzun mu­kaddimelerden de anlaşılacağı üzere; bu kitab emsalinden ayrıdır.
 
Hele bir de çağımızda Resûlüllah'ın (s.a.v.) hayatını -doğrudan veya dolaylı olsun - işleyenlerin düştüğü bir hatâ var ki, ondan şiddet­le sakınmış ve okuyucu aklını da koruyucu tedbir almışızdır: Yâni Peygamber'i rastgele bir insan gibi ele alıp anlatma yanlışından, ister­se onu; en büyük kahraman, yegâne dâhi, en yüce ahlâk önderi, en bü­yük zâhid göstersin. Vahiy ile hareket eden peygamberlik yönünü ih­mâl ettikten sonra,bu nitelemeler, ferisi fâni lâflar olurdu. Çünkü o za­man, onun sözü de, koyduğu düsturlar da evrensel ve ebedi olamazdı. Zira, insanlığa yön veren ve akıl dağıtan çok liderler, düşünür ve ah­lâkçılar gelip geçmiştir. Ama çağını aşanları bile sonraki dönemlerde sadece birer masal kahramanı gibi anılıp geçilme durumuna düşmüş­tür. Halbuki Resûlüllah'ın getirdiği ve hayatı boyu uyguladığı dünya görüşü, bütün, esas ve teferruatıyla yaşanmakta ve yaşanmak mecbu­riyetindedir. O da, ilâhi kaynaklı olması, Vahiyle, Allah'ın lütfettiği ilimden gelmesi sebebiyledir.
 
Şu bir gerçektir ki; insanın seviyesi, kültürü ne olursa olsun, ger­çeği, faydalıyı ve güzeli kabullenir, yanlış ve bâtılı ise hep dışlar.
 
Bu mazhariyette: «Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmeğe çaba­lıyorlar. inanmayanlar dirense de Allah nurunu tamamlar» âyetinin sırrının tecellisinden bir iz gördüğümü de kaydetmek isterim. Çünkü apaçık bir başka durum da, günümüz insanının artık, laf kalabalığı ve malzeme yığınından çok, gerçeğe ve anlaşılır olan gerçeğe meyletti­ğidir. Çünkü yalancı şafaklardan, göz dolduran işlerden insanlık yete­rince ders almıştır artık.
 
Kitabın bu baskısına gelince; bütün öbür dikkat ve düzeltmelerin ötesinde; ideal Hilâfet Dönemini kısa ve öz olarak -Sekizinci Bölüm halinde- eklemiş olmamızla ayrıcalık taşımaktadır. Tabiatıyla; kitabın genel üslûb ve usûlünü takibetmekle birlikte, her Halifenin dönemin­deki olayları da, kendi işaret ve karakteri içinde verdik. Yorumlarını, değerlendirilmesini de o günlere ait kaynaklardan süzdük.
 
Böylece, bu araştırmamızın aslî hedefi olan; Resûlüllah'ın ilâhi nizâm için, örnek hayatıyla birlikte, onun uzantısı olan Râşid Halife­lerinin uygulamalarını ve fıkıhta kaynak ve dayanak olacak gelişme­leri bütünleştirmis, çabamızın meyvesini tam olgunlaştırmış olduğu­muz ümidindeyiz.
 
Bu bir başarı ise, başında da, sonunda da Allah'ın inayetine bağ­lıdır. Bana bu başarıyı ikram etmesinden sonra Allah'tan, ilâve olarak bir ihsan daha niyaz ederim; o da, beni ihlâstan ayırmaması, kalbime kendi rızâsından başka bir emel girmesinden korumasıdır. Kesin kanâatim, şüphesiz bilincim şu ki; her işin sebebi O'nun elindedir, O'nun dışında kudret ve yetki sahibi yoktur!.
 
Şam: 15 Ramazan 1411
1 Nisan 1991



         İKİNCİ BASKININ ÖNSÖZÜ
 
1-Fıkhu's Siyre kitabının bu ikinci baskısını da; birçok bahis­ler ekleyerek, bazı bölümlerini yeniden düzenleyip genişleterek, Resûlüllah'ın hayatını araştıran ve ondan ders ve öğütler edinmek isteyen kimselerin faydasına sunuyorum. Bu haliyle kitabın, tam olmaya ol­dukça yaklaştığını ümid ediyorum. Aslında mutlak kemâlin hududu erişilmezdir. Kusursuz ve hatasız kul eseri de düşünülemez. Bunu Cenâb-ı Hak ancak, en yakınları olan Nebilerine ikram etmiştir. Bu meziyyet onlara mahsustur. Zira Allah, onlara bunu ikram etmekle, ken­di aklı ve içtihadıyla yürüyen kişi ile, vahiy ve ilhamıyla Allah'ın Hakk'a irşad buyurduğu kişiler arasındaki müthiş farkı göstermiş ol­du. Aynı zamanda olgun akıl ile açık ve saf görüşten hangisinin daha üstün olduğunu da açığa çıkarmıştır.
 
2-Evet ben, yeni bir branş olarak, Siyret-i Nebeviyye ve ona bağ­lı konuda kitab yazmaya ve bu konuda asrımızda yazılmış eserlerde­ki müthiş hatâları düzeltmeye teşebbüs ettiğimin şuurundaydım. Do­ğulu-Batılı birçok yazarın kasten yaptığı sayısız hatâ ve iftiraları, ondokuzuncu asrın sonlarında başlayıp günümüze dek süren ve belli ekollerce de yönlendirilip beslenen, korunan bu tahrifat plânlarının perdesini yırtmak emelindeydim. Konu ve hedef bu kadar önemliydi ama, yine de ben, bu kitabımın daha ilk baskısının bu kadar kısa za­manda tanınıp tutulacağını, Arap ve İslâm ülkelerinde kapışılacağını ümid etmemiştim.


3-Bu bölümleri yazarken takip ettiğim yolu beğenen okuyucula­rımdan, bana gelen teşekkür mektublarından anladım ki; artık bu ekol, kendi ismine, kurucularına ve propagandacılarına meftun olmuş bir avuç insanın dışında hiç kimseyi tuzağına düşürememiştir. Yine anladım ki, Resûlüllah (s.a.v.)'in hayatında zuhur eden hakikatlar, şe­refli ve parlak olarak devam edecektir. Ayrıca bağımsız akıl, o hakikatları oyuncak haline getirmeyi hedef alan herhangi bir tahlil veya te'vile aldanmadan, onlara inanmaya ve onlara doğru meyletmeye de­vam edecektir!
 
4-Araştırmacıların ve düşünürlerin tümü bilmektedir ki, o dö­nemde bu ekolün doğuşunun en önemli sebebi, Avrupa'daki ilmî uya­nış hareketinden müslüman Arap kafaların çoğunluğuna sirayet eden şu Batı hayranlığıdır. Bu kafalar, Batı hayranlığının etkisi altında, Müslümanların Avrupalılar gibi kalkınmalarının tek yolu, Avrupalı­ların Hıristiyanlığı anladıkları gibi onların da Müslümanlığı öyle an­lamaları, İslâm'ın gaybî hakikatlerini maddi ilimlerin buluşlarıyla izah etmeleri, ilmin tesbit edemediği gayba inanmamaları, keşif ve icatların doğrulamadığı herhangi bir mucizeyi kabul etmemeleri ge­rektiği vehmine kapıldılar. Müslümanlar bunları yaptıkları takdirde -onlara göre- Batı'nın ilimde ilerlediği gibi onlar da ilerlemiş, kalkın­ma ve teknolojide onların seviyesine çıkmış olacaklar.
 
Bundan dolayı bu ekolün ileri gelenleri, Dinde reform fikrini or­taya attılar. Halbuki, İslâm Dini hiçbir zaman bozulmadı ki, reforma veya reformcuya ihtiyaç duysun.
 
Evet, Hüseyin Heykel'in «Hz. Muhammed'in Hayatı» adlı kitabı, bu konuda ilk yapılan denemeydi. Bu adam, kitabında, Resûlüllah'ın hayatını, ilmin direktifinin dışında anlamak istemediğini açıkça ilân etmişti. Bunun için de o diyordu ki; Resûlüllah'ın hayatında ne muci­zeler, ne de olağanüstü olaylar vardır; onun hayatında tek bir mucize vardır ki, o da yalnızca Kur'an'ın kendisidir.
 
Yazar bu konuda, İ. Busurî'nin şu beytini delil olarak ileri sürer:
 
O bizim inanmamızı şiddetle arzuladığından,

Aklın kavrayamadığı şeyle bizi imtihan etmedi...
 
Ama yazar, aynı kasidenin şu beytini görmezlikten gelir:
 
Ağaçlar, O'nun dâvetine secde ederek icabet etti, Ayakları yoktu ama kökleri üstüne yürüyerek geldi..
 
O dönemdeki Ezher Rektörü Şeyh Mustafa Merâğî, Hüseyin Heykel'in bu kitabına bir takriz yazarak, atılan bu ilk adımı tebrik et­miş, kitabın her türlü yanlış ve kusurlardan uzak olduğunu ısrarla belirtmiştir. Onu Muhammed Ferid Vecdî izlemiştir. Bu zât da, Kitab veya Sünnet'de sabit olan doğru habere ters düşmeyi gerektirse bile, İslâm'ı ve Resûlüllah'ın siyretini "bilimsel metod" yoluyla kavramaya çağıran bir dizi makalelerini neşretmeye başladı. M. Ferid Vecdî «bi­limsel metod» kavramıyla, mütevâtir haberle sabit olsa bile akim, mu­cizelere, olağanüstü olaylara ve gaybî konulara boyun eğmemesini kastediyordu. Ona göre sanki ilim, sadece duyu ve algılarımızın ala­nına girmeyen herşeyi inkâr etmekle gerçekleşir.
 
5-O vakit Mısır'daki İngiliz işgalinin, yazarlardan ve düşünür­lerden bir grup tarafından benimsenen, İslâm hakkındaki bu yeni anlayışı nasıl istismar ettiği ve müslümanların kalbindeki dini duy­guyu zayıflatmak için nelere başvurduğu herkes tarafından bilin­mektedir. Dindeki mucize fikrini temelinden inkâr eden bir kişinin gönlünde hangi dini duygu kalır? Din, Nebilere ve Resullere gelen İlâhî vahiy mucizesinin dışında birşey midir? Sömürge eğitimi, müslümanlarla İslâmî eğitim metodunun arasını açıp uzaklaştırmış ve oraya başka bir eğitim metodu yerleştirmiştir. Bu eğitim me­todunun her yönü, kendisinin köklü bir Avrupa metodu olduğunu isbat etmektedir.
 
6-Sonra zaman geçmiş, seneler birbirini kovalamış ve nihayet her insaflı araştırmacı tarafından bu ekolün; hem dürüst ilmî bir araştırma ve incelemeye, hem de bağımsız bir düşünceye dayanmadı­ğı anlaşılmıştır. Ayrıca bu ekolün, sadece bir kısım müslümanlardaki aşağılık duygusunun ve Batı hayranlığının doğurduğu bir reaksiyon olduğu görülmüştür. Onları bu duruma getiren şey, içinde bulunduk­ları bir kısım özel şartlar sebebiyle, Avrupai yaşayış biçimini öğren­meleri ve o hayatın zevk ve çekiciliğine gönüllerini kaptırmalarıdır. Böylece onlar kendi içlerindeki aşağılık duygusunu, akıllarına musal­lat olan bir hâkim yaptılar. Bununla da, dışı "dinî reform", içi "Avru­pa'nın kalkınması karşısında bir çöküntü ve aşağılık duygusu" olar. fikrî bir ekol oluşturduklarını zannettiler.
 
Yine bu ekolün bağlılarının ve propagandacılarının zannettiği veya zannettirildikleri üzere; Avrupalılarınkine benzer bir kalkınma­ya dahi ulaşamadıkları her araştırıcı tarafından görüldü. Dinde re­form yapma hareketinin sonucu da iki hakikati birden kaybetmek olmuştu; yâni ne din gerçeği üzerinde kalabildiler, ne de ilmî bir ilerle­meye ulaşabildiler.
 
7- İşte bu yüzdendir ki bu kitabı yazarken hedef olarak, bu fitne ekolünün kalıntılarını temizlemeyi seçmiş bulunuyorum.
 
Bir müslümanın, Resûlüllah'ın hayatını, büyük bir dâhinin veya yüksek rütbeli bir komutanın hayatı gibi anlamaya uğraşması bir an bile yakışmaz. Bu gibi gayretler bir inatlaşmadan veya Resûlüllah (s.a.v.)'m hayatına anlam veren büyük hakikatleri basitleştirmekten başka bir şey değildir. Bu önemli açık hakikatlar isbat etmiştir ki, Re­sûlüllah (s.a.v.) her türlü aklî, ruhî, ahlâkî olgunluk ve yücelik sıfat­larının tümüne sahipti. Fakat bütün bunlar onun hayatındaki tek bü­yük hakikattan kaynaklanıyordu. Bu tek büyük hakikat ise, onun Al­lah tarafından gönderilmiş bir peygamber oluşudur. Teferruatı aslın yerine koyup, sonra da mutlak olarak aslın varlığını bilmemezlikten gelmek çok garib ve abestir. Kuşkusuz bunu reddetmek, yalnızca ba­kışı asla çevirmekle olur.
 
Yine bir müslüman madem ki, Resûlüllah'ın siyretini inkar et­miyor ve onu anlamaya uğraşıyor, o halde onun, Resûlüllah'ın haya­tındaki yegâne mucizenin Kur'ân-ı Kerim olduğunu düşünmesi doğru olmaz. Şayet bu siyretin varlığını inkâr ediyorsa, yine Kufan'ın muci­ze olduğunu da inkâr etmesi gerekir. Çünkü Resûlüllah'ın diğer mu­cizeleri de bize, Kur'ân-ı Kerîm mucizesinin geldiği metod ve vasıta ile ulaşmıştır. Bunu te'vile, öbürünü de nefsin hevâsına ve maksada uy­gun olarak kabul etmeye kalkışmak, son derece yapmacık ve basit bir inceleme tavrıdır. Şeref sahibi ve aklından emin kimse buna teşebbüs etmez.

8- Bu çalışmamı rızâ ve hamaset ile karşılayan okuyucularım­dan gördüğüm alâka şuna delildir: Müsteşriklerden, batılılardan ve onların çok cahil olan bağlılarından, İslâm'a ideolojik savaş açanların uzun zamandan beri, büyük bir gayretle yazdıkları kitaplar ve sarfet-tikleri çabaları, herhangi bir hakikati bâtıla çevirmeye veya bâtılı hakka döndürmeye sebeb olamamıştır. Fikrî hakikati da anlaşılmaz hâle getirmek mümkün değildir. Fikrî hakikata tuzak kurmak veya onu bâtıla çevirmek yalnızca geçici bir zaman için olabilir. Kısa bir za­man sonra tuzak ortaya çıkar, karışıklık ortadan kalkar ve hakikat yeniden ufukta doğar. Araştırmacılar ve düşünürler bundan ibret alır­lar. O ibret de onları daha çok dikkatli olmaya ve uyanık davranmaya götürür.

Şu son yıllarda, müslümanların kendi İslâmî metodlarından uzaklaştıklarını söyleyen bir kısım kimselerin sözü her ne kadar doğ­ru olsa da bugün yeni doğmakta olan müslüman gençliğin, yakın geç­mişte müslümanların sahib olmadığı düşünceye, dikkate ve İslâmî şu­ura sahib olduklarına kesinlikle inanıyorum. Çok uzun zaman geçme­den, sonunda bu şuurun müsbet ve aksiyoner bir harekete dönüşece­ğini, sapmanın düzeleceğini, eğriliklerin giderileceğini, İslâmî yapının yeniden eski haline geleceğini göreceğiz.
 
9-Diğer taraftan bu kitabı yazarken, her ne kadar özelliği ve faydası olsa bile soyut tahlil ve edebî üslûbu bırakarak, ahkâm ve ka­ideleri çıkarmak için akademik metodu tercih ettim. Zaten bu kitabı sunduğum ortam (üniversite ortamı) da Akademik metodla uyum ha­lindedir. Okuyucularımın, çeşitliliklerine rağmen bu metodu beğen­meleri beni, daha çok dikkat etmeye ve konuları daha çok genişletme­ye şevketti. Gerçi ben incelemeyi hakkıyla yapmadım ve araştırılma­sı gereken herşeyi de tam olarak araştırmadım. Bunun sebebi öncelik­le benim aczim ve kusurumdur, ikincisi de; ahkâm ve mesâilin, ayrı­ca onlarla ilgili olan diğer hususları açıklarken, kitabın, okuyucuya sı­kıntı verecek bir sınıra varmasını istemeyişimdir. Zira ben, okuyucu­nun kitabı az bir gayretle baştan sona kadar okumasını istiyorum. Gerçekten kitab bu sınırı aştığı zaman, benim görüşüme göre yararı azalır. Genel durumlarda 'okumak ve öğrenmek için ele alınan kolay anlaşılır bir kitab olma yerine, ihtiyaç duyulduğu zaman yardımına başvurulan kaynak bir kitab olur.
 
10-Ancak birtakım insanlar var ki; yaptığım bu çalışma onla­ra pek ilginç gelmedi. Aksine onların bazıları, mücerred bir ilmî araştırma yaparak eksiklikleri meydana çıkarmaları gerek irken, kitabı eleştirip, kin ve düşmanlık elbisesi giydirilmiş bir ekol oluş­turdular.
 
Ben istedim ki, araştırma sırasında yaptığım bir hatadan veya­hut bir delil veya hüküm açıklarken düştüğüm yanılgıdan dolayı uya­rılır isem, bu uyarıyı yapan kişiye teşekkür edeyim ve ona hayır du­ada bulunayım. Fakat ben bu iyi niyetime karşılık, ipe sapa gelmez sözlerle karşılaştım.
 
11-Resûlüllah'ı (diri veya ölü olarak) aracı kılmanın meşru oldu­ğunu açık bir şekilde, Resûlüllah'ın işaretinde ve. Ashabının tatbika­tında gördüm. Çürütülmesi mümkün olmayan delilleri arzettikten sonra da bu konuyu karara bağladım.
 
Yine Resûlüllah'ın siyretinde, gelen adama hürmeten ayağa kalkmanın meşruiyetini en açık bir şekilde gördüm. Bunun üzerine de delillerini belirtip, ulemânın ve sahih hadislerin, gelen adama kalk­makla oturan kişinin yanında ayakta durmak arasındaki farkı zikret­tiği şekilde açıkladım. Sonra da bu tür ayağa kalkmanın, sahih hadis­lerde açıklanan şartlara uyulduğu takdirde, meşru olacağını yazdım. Yine Resûlüllah'ın siyretinde sehven veya kasden geçirilen namazın kaza edilmesinin meşru oluşunu gördüm. Delillerini sıraladıktan son­ra, onların ışığı altında hükmü yazdım.
 
Delilleri, dayandığımız usûllerinin dışında bir yoruma elverir görsek, o şeklini de söyleyebiliriz. Delillerin ve esasların imkan ver­diği şeye uyarız. Fakat biz bugün, cumhûru ulemâ ve mezheb imamlarına muhalefeti kendilerine yeni bir mezheb olarak seçen heveskârları taklid etmek pahasına, ahkâmın ve delillerin bize ifade ettiği mânâları görmemezlikten gelemeyiz! Yine biz, aklın kabullen­diği ilmî bir bahsin, nefsimizde kökleşen taassuba dönüşmesinden Allah'a sığınırız.
 
12- Vallahi ben, şu kendi ferdi görüş ve düşünceleriyle halkın ak­lını meşgul edip, zamanını israf etmekte olan bu grubun; yaptıkları fâsid işi bırakıp, günümüz insanını ve müslümanları düştüğü müthiş âfetten kurtarmaya gayret etmelerini çok isterdim. Onların çok girift problemlerini çözmek için, çetinler çetini bu iş için, bizimle el birliği edip çalışmalarını arzulardım. Ama ne yazık ki, bunlar hâlâ, hiç de yeni olmayan eski tartışmaların bir başka ağızla tekrarlarından iba­ret dedikodular peşinde, zamanın ve olayların kaynatıp köpürttüğü, din ve iman avcılarının da akıllara zerkettiği bu dedikodularla uğra­şıyorlar. Sonuç olarak da, gönüllere kin ve düşmanlık etmekten başka bir şey elde edememekteler.
 
Bu kimseler, Allah rızâsı için çalışma iddialarında samimi olsa­lar, kanaatimce; bizim görüşümüze gelecek, öbür mezheblere gönül vermişleri de kendi haline bırakacaklardır. Artık halk üzerine hâlâ kin, husûmet ve fikirleri tahkir ile baskı yapmaya da devam etmiyeceklerdir. Halbuki, bizden önceki müslümanların cumhuru, itikadî ol­sun, amelî olsun, kesin meselelere bağlı kalmakta ittifak ederler, bu gibi hususları savunma ve korumada yardımlaşırlardı. Yine, zannî hususları araştırırken ve içtihad yapmak isterken de, hiçbiri diğerine müdahale ederek fikrî baskı oluşturmaya, birbirinin görüşünü etkile­meye, bağlanmakta olduğu mezhepten ayırmaya uğraşmazlardı.

Halbuki, onlar böyle bir şey yapsa, İslâm birliği daha beşiğinde boğulur ve bugün sahibi bulunduğumuz o müthiş güç ve İslâm mede­niyetinden bize hiçbir şey ulaşamazdı.
 
13- Ben okuyucuyu bu bahis münâsebetiyle, mezkûr gruba kar­şı çıktığım meseleler üzerinde tekrar araştırmaya davet ederim. Aynı zamanda meseleyi anlamakta kendime rehber edindiğim müslümanların çoğunluğunun görüşüne, delillerinin kuvvet ve doğruluğuna dik­katle bakmaya çağırırım. Tabiî bu deliller, apaçık ve kendisiyle de is­tidlal etmeye elverişli olmalıdır. Artık bundan sonra, nefsini taassuba kaptırmadan, aklının ve fikrinin tatmin olacağı şeye meyletmesinde beis yoktur.
 
Geriye bir tehlike kalıyor ki o da; aklî görüşün zamanla nefiste gizli bir taassuba dönüşmesidir. Yoksa iki kişinin bir meselede ikna edici delilleri olduğu müddetçe değişik görüşlere vararak ihtilâfa düş­müş olmaları bir tehlike değildir.
 
Allahü Teâlâ'dan, bizi doğru yola iletmesini, Hakk üzerinde top­lamasını, amellerimizi de rızâsına uygun kılmasını niyaz ederim. Çünkü Allah her yakarışı duyar ve karşılık verir.
 
Dr. M. Said Ramazan el-Bûtî
10 Eylül 1968
Şam: 18 Cemadiyel'ûlâ-1388
 

        DÖRDÜNCÜ BASKININ ÖNSÖZÜ
 
Okuyucu bu yeni baskıda, öncekilere nazaran herhangi bir faz­lalık, düzeltme ve bazı zarurî düzenlemelerin dışında bir değişiklik ve yenilik göremiyecektir.
 
Gerçek bu, ama ben, bu yeni baskıya kadar geçen süre içinde hep, değerli okuyuculardan, kitabımın asıl çatısı üstüne, yeni, güzel bir biçim verebilmek için faydalı uyarı ve öğütleriyle beni yönlendir­melerini bekledim. Ama muhtaç olduğum bu mülâhazaları ikram et­mek yerine, okuyucularımın çoğu, haketmediğim övgüler yazmakla yetindiler.
 
Az bir kısmı da beni, meseleleri daha geniş tutmaya veya siyer olaylarından ne varsa hepsini, hem de bütün ibretli yönleriyle (izah­larını) eklemeye zorluyordu.
 
Evet farkındayım, ben bu kitabımda siyer, olay ve bahislerinin ancak en önemlilerini ve vesikalar yönünden en sıhhatlilerini tesbit etmiş bulunuyorum. Bunun dışında daha çok sayıda olay ve vak'alar var ama ben, bundan fazlasına girmemeyi şu iki sebebten ötürü uy­gun buldum:
 
Birincisi: Bu konuda öyle meseleler var ki; okuyucunun onlar­dan ders ve ibretler alması, sezinlemesi gerekir ve bu da mümkündür. Ama, onlar üzerinde yorumlar yaparak bazı hüküm ve prensipler çı­karmaya elvermez.
 
Görüldüğü üzere; bizim metodumuz, birçok tarih ve siyer hâdi­sesini toplayıp takdim etmek yerine, önemli olaylardan hüküm ve hayat ölçüleri çıkarmak tarzındadır. Dolayısıyla, siyerdeki birçok olayı inceleme konusu edinmiyor, onları asıl ihtisas sahasına, herşeyi bütün tafsilât ve genişliğiyle ele alan Siyer ve İslâm Tarihi'ne bı­rakıyoruz.

İkincisi: Ben, bu tür kitapların, her seviyedeki okuyucu tarafın­dan bıkmadan okunulacak ve faydalanılacak ölçüyü aşmaması görü­şündeyim. Bu tarzıyla kitaptan beklenen verimi, okuyucu kolay ve bütün olarak elde eder. Özet de olsa, eksiksiz bir şekilde; Peygam­berin hayatında canlı olarak temsil edilen, billurlaşan İslâmî yapıyla ilgili bilgiyi kazanması mümkün olur.
 
Yâni, kitabı, bütün olayları kuşatacak şekilde geniş tutsak ve hele olaydan da, şerh ve izahıyla hükümler elde etmeye kalksak, her okuyucunun kolaycacık okuyacağı sınırı çoktan aşar; öngördüğümüz ders verme hedefini de kaybederdi. O zaman çok az kişi okur ve isti­fade eder, çoğunluk ise ancak bir miktarını okuyup bırakırdı.
 
Nitekim bu hususa, ikinci baskının önsözünde de etraflıca temas etmiştim.
Binâenaleyh, Allah'tan bu çalışmamı kendi rızasına muvafık kıl­masını, yazarına ve okuyucusuna faydalı olmasını temenni ediyorum. Muhterem okuyuculardan da yine, kıymetli görüş ve tavsiyelerini esirgememelerini rica ediyorum.
 
Sahibim Allah'tır. O ne güzel hami ve yardımcıdır.
 
Dr. M. Said Ramazan el-Bûtî
 

          FIKHUS SİYRE
 
Çiçek bahçemizde yeni hârika bir gül daha açtı! Her açan yeni güle selam olsun. Rengiyle, kokusuyla gönül ve gözlerimize ziyafet çeken rengarenk güller, siz ne güzelsiniz! Tüm çiçekler güzel ama yediveren gülleri daha bir başkadır. Bazı güller vardır kokusu, rengi ve formuyla diğerlerinden daha gözalıcıdır! Böylesi güllere «Sultani Gül» derler. Gülü sevenlere, bahçivan hep bu gülü göstererek: «Harika değil mi?» diye sorar bazen. Eğer siz gülden anlıyorsanız, hele hele tutkunsanız, o gülü övecek kelime bulmakta zorluk çekersiniz! Binbir emek çekilerek yetiştirilen böylesi nadide bir gülü yetiştiren bahçivana içinizde ancak bir minnet, bir sevgi duyarsınız.
 
Diğer adıyla «Peygamberimiz (s.a.v.) in uygulamasıyla İslâm ( fıkhus siyre ) » eserini elime alır almaz; böyle bir duygu sardı içimi. Eskilerin deyimiyle «Zarf ve Mazruf» bir aradadır. Yalnız cildi güzel, baskısı güzel değil. İçerik, muhteva bakımından güzel! Aslolan da bu değil mi? Okuyucuya verdiği mesaj nisbetinde değer kazanır bir kitab! Kitab vardır uyutur, kitab vardır uyandırır. Sizi uyandıran bir kitabı okudukça, yazarın düşünce kapasitesi sizi etkilemeye başlar, okurken O'na saygı ve sevgi duyarak okursunuz. Hele bir kitabın nasıl bir doğum sancısı içinde meydana geldiğini biraz biliyorsanız, bu saygınız minnete dönüşür! Tarihimizin içinden süzülüp gelen saygı değer alimlerimizin özgün teliflerini okurken hep bu duyguyla okumuşuzdur. Ondört asırlık bir zaman içinde eserleriyle haklı bir üne kavuşan ve Müslümanların gönlüne taht kuran kaç âlimimiz var? Her asırda on veya onbeş kadar değil mi? Belki bazılarının değerleri öldükten sonra anlaşılmış olur. Yeni gelen àlime bazı kısır yetenekliler yer açmak istemezler; dudak bükerler, hafife alırlar. Köşeleri tutanların her devirde âdetleri böyledir! Ama, yeni gelenin bileği güçlüyse, bu yeri kendi bileğinin gücüyle açmasını bilir. Dr. Said Ramazan el-Bûtî Hocamız da bu bileği, yâni kalemi güçlü olanlardan... Ne için yazdığım bilenlerden! Zamanın sırrını kavrayan, zamanı yaşayan soylu bir âlimimiz!
 
 « Üstad M. S. Ramazan, bütün bu vazifelerini yürütürken, bir yandan da ülkede yayınlanan çeşitli gazete ve özellikle ilmî dergilerde, ilmî, fikrî ve edebî yazılar neşretmekteydi. Yine, çeşitli seviyede, halka ve gençliğe hitaben konferanslar vererek, camilerde geniş çaplı sohbetler düzenleyerek halkı irşad ediyor, kültür ve inanç yönünden genç müslümanları eğitiyordu. Dersleri, sohbet ve konferansları da, umumiyetle, yazdığı ilmî eserlere istinad ediyordu. Yâni, şu sunduğumuz, Fıkhu's Siyre ile itikadî konuları ele alan ‹‹Kübrâ'l-yakîniyyât›› kitablarındaki konulan izah ve yorumları çevresinde, müslüman halkın din ve dünya ufkunu aydınlatmaya uğraşıyordu.
 
Öte yandan da tabiî; ilmî, fikri ve edebî olmak üzere yeni eserler vermeye halen devam etmektedir. Eserlerinde ele aldığı başlıca konular: Fıkıh, Usûl-i Fıkıh, Akîde, Felsefe, Sosyoloji, Edebiyat. Yirmi beşten fazla eserinden bazılarına birer cümleyle işaret ediyoruz..› diyor. Üstadın kısa biyogra?sini ve verdiği telif eserleri okuyunca geçmişteki âlimlerimizi anımsıyoruz. Kesintiye uğrayan bir devirden sonra, yeniden dirilişimizin öncülerini selâmlıyorsunuz. Şimdikilerin birçoğu ancak bir tek ilim dalında uzman olabiliyorlar. Bu devirde bu bile kolay değil iken, üstadın bu kadar ilim dalında mütehassıs olması, ilmî ve fikri kariyeri hakkında, dahası bir ‹‹Dâva adamı›› olması hakkında yeterli bir fikir veriyor bize. Onun için: Bir pınar bulmuşuz, istifade etmesini bilelim diyoruz.
 
 
Mustafa ARAFATOĞ
        



M. Said Ramazan el Buti tarafından yazılan Fıkhus Siyre adlı kitabı incele diniz.

Diğer Özellikler
Stok Kodu9786055030261
MarkaDönem Yayıncılık
Stok DurumuVar
9786055030261
En yeni ürünler
Güvenli teslimat
Kampanyalı ürünler
Piyasadaki en iyi fiyat

PlatinMarket® E-Ticaret Sistemi İle Hazırlanmıştır.