Kitap Hayatüs Sahabe
Yazar M. Yusuf Kandehlevi
Tercüme Ahmet Meylani ( Emekli Müftü )
Yayınevi Hikmet Neşriyat
Kağıt Cilt 1.Hamur beyaz kağıt - 4 Lüks Cilt Set
Sayfa Ebat 2.836 sayfa - 17x24 cm, Büyük Boy
Yayın Yılı 2010
Hikmet Neşriyat, M. Yusuf Kandehlevi tarafından yazılan Hayatüs Sahabe adlı kitabı incelemektesiniz.
4 Cilt Hayatüs Sahabe kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
Kitabın Takdimi
Hamd âlemlerin Rabbına; salât ve selâm da Efendimiz, Sahibimiz Mu-hammed, O'nun soyu, bütün arkadaşları ve Din Günü'ne kadar ihlâsla onlara tabî olan kimseler üzerine olsun.
Hiç şüphesiz ki, Peygamber Efendimizin ve sahabenin hayatı, yaşayış ve davranışları ve onların tarihleri, îman kuvvetinin ve din sevgisinin en güçlü kaynaklarından biridir. Öyle ki, İslâm topluluğu ve dine davet eden mürşitler hep bu kaynaktan ilham almış, gönüllerdeki îman kandilini hep bu kaynaktan aldıkları alevle tutuşturmuşlardır. O kandil ki, korkunç rüzgârlardan ve maddî fırtınalardan kolayca sönebilir ve o kandil ki, kalpte söndüğü zaman bu ümmet kuvvetini, seçkin özelliklerini ve tesirini kaybeder. O zaman hayat, onun cesedini omuzlayarak alıp götürür.
Bu kitap, o er kişilerin gerçek hayat hikâyeleridir ki, kendilerine İslam daveti geldiği zaman O'na îman ettiler ve kalbleriyle O'nu tasdik ettiler; Allah'a ve Resulüne çağrıldıkları zaman hemen: «Ey Rabbimiz, biz, 'Rabbinize inanın' diye îmana çağıran bir cağırıcı işittik ve îman ettik,» (Al-i İmrân, 193) dedikten sonra ellerini Resulün eli içine koydular. Allah'a davet yolunda kendi canlarını, mallarını ve aşiretlerini hor tutup acıları ve zorlukları hoş karşıladılar. îmânın kesin ve açık-seçik bilgisi kalblerini coşturdu; bu duygu kendilerini ve akıllarını istilâ etti. Onlarda gayba îman etmenin, Allah ve Peygamber sevgisinin, mü'minlere merhametli ve kâfirlere karşı şiddetli olmanın şaşılacak tezahürleri görüldü. Yine onlarda âhireti dünyadan üstün görmenin, gelecekte olanı şimdi bulunana tercih etmenin, gaybı, görünürden yeğ tutmanın acayip belirtileri zuhur etti. Onlar, hidâyeti cibayete (mal ve menfaat toplamaya, vergi tahsil etmeye) tercih ettiler. Bütün güçleriyle insanları davete çalıştılar. Allah'ın yaratıklarını, kullara kulluk etmekten fek Allah'a kulluk etmeye, dinlerin zulüm, taşkınlık ve sapıklığından İslâm'ın adaletine, dünyanın darlığından İslâm'ın genişliğine çıkardılar. Dünya süslerini ve onun menfaatlerini hor görüp Cennete kavuşma şevkini ve Allahla buluşma iştiyakını gönüllere yerleştirdiler. İslâm'ın ve onun iyiliklerinin bütün cihana yayılması için gözlerini uzaklara çevirdiler ve yüksek himmet gösterdiler. Yeryüzünün doğusuna ve batısına, dağlarına ve ovalarına, bataklıklarına ve çöllerine bunun için dağılıp yayıldılar.
Bu uğurda onlar, lezzetleri unuttular, rahatlarını bir yana bıraktılar, vatanlarını terkettiler, canlarını cömertçe saçtılar ve mallarını dağıttılar. Nihayet din, mecrasını buldu, kalbler Allah'a yöneldi, îman rüzgârı kuvvetli, güzel kokulu, uğurlu ve berketli bir şekilde esmeğe başladı. Tevhîd, îman, Allah'a kulluk ve günahtan sakınma devleti dimdik ve sapasağlam yükselip cennet pazarı açıldı. Hidâyet bütün cihana yayıldı ve insanlar Allah'ın dînine fevc fevc girmeye başladılar.
Tarih kitapları bu zâtların gerçek hikayeleriyle doludur. İslam divanları onlara âit haberleri toplayıp zabtetmiştir. Maddî yenileşme her zaman var olacak ve bu yenileşmeler müslümanların hayâtına yenilikler getirecektir. Bunun için bu hikâyelerin İslâm dâvetçilerine ve ıslahatçılarına yardımı her zaman yeni ve daha şiddetli olarak devam edecektir. Nitekim bu zatlar, müslümanların himmetlerini uyandırmakta, kalblerini îmân ateşiyle ve dîni hamasetle doldurmakta dâima onlardan istifade etmiş ve yardım görmüşlerdir.
Fakat sonraları müslümanlar üzerine öyle bir zaman geldi ki, bü anlatılan gerçek hayat hikâyelerine ihtiyaç duymaz oldular, onu unuttular. Yazarlar, müellifler, vaizler ve dâvetçiler, ondan yüz çevirip zâhidlerin, sonradan gelen bazı meşayih ve evliyanın haberlerini verme yolunu tuttular. Kitaplar, dergiler, bunların hikâyeleri ve kerametleriyle doldu. Halk da onlar üzerine şiddetle düştü. Vaaz meclisleri, ders halkaları, kitap sayfaları artık onlarla aydınlanmaya başladı.
Bildiğimiz gibi bu asırda İslâm daveti ve dînî terbiye işinde sahabenin hallerini ve haberlerini anlatmanın değerini, gerek ıslah ve gerek terbiye cihetinden —sayfalar arasına sıkıştırılmış— bu servetin kıymetini, onun kalbler üzerindeki tesirini anlayan, ilkönce ona çok önem vererek bu hususta eser yazan zât, büyük ıslahatçı ve ünlü dâvetçi Şeyh Muhammed İlyas Kândehlevî'dir. Allah ona rahmet eylesin. Bu zât, anlatılan konu üzerinde incelemede bulunarak, ders vererek, hikâye ederek ve anarak çok durmuştur. Buna karşı kendisinde çok büyük bir bağlılık gördüm. Bilhassa Peygamber Efendimizin hayat ve hareket tarzı ile sahabenin —Allah onlardan razı olsun— haberlerine çok önem verirdi. Talebelerine ve arkadaşları-daima bunları anlatır, önem vererek ve saygı göstererek her gece onlara bunları okurdu. Bunların ihya edilmesini, yayılmasını ve müzakere edilmesini de seviyordu. Büyük muhaddis Şeyh Muhammed Zekerîya Kândehlevî bu zâtın kardeşi oğlu olup «Evcezü'l-Mesâlik ile Muvattau'l - İmamu'l-Mâlik» (1) adlı eserin sahibidir; ayrıca Urdu dilinde sahabenin haberleri konusunda «Hikayatü's-Sahabe» isimli orta halli bir eser de telif etmiştir. Şeyh bu eserden çok sevinç duymuştur. Davet vazifesiyle meşgul olanlara ve o yolda gidenlere bu kitabın okunmasını ve bir ders kitabı gibi telâkki edilmesini tavsiye etmiştir. Bu sebeple bu kitap, dâvetçiler ve tâate teşvik edicilerin elinde bulunan kitapların en önemlisi olmuş, dînî muhitlerde büyük bir kabul görmüş, büyük revaç kazanmıştır.
(1) Bu kitap, Hindistan'da altı cilt halinde basılmıştır.
Şeyh Muhammed Yûsuf, bu hususta babası büyük şeyh Muhammed İİ-yas'ın varisi olmuştur. Davet ağırlığını ve emânet yükünü ondan almış, sahabenin hallerine ve hayat tarzlarına sevgiyle dalma zevkinde de babasının mirasçısı olmuştur. Babası, hayatta iken kendisine bu hikâyeleri okur, kendisine sahabenin hareket ve davranışları, hayat hikâyeleri hakkında dersler verirdi. Babasının vefatından sonra da —çetin bir davet meşguliyetiyle beraber— sîret, tarih ve sahabenin hayatları hakkında yazılmış kitapları incelmeye koyuldu. Sahabenin hayat hikâyeleri ve haberleri hakkında ondan daha geniş görüşlü, onların hallerinin inceliklerine daha vâkıf, onlar hakkında daha bilgili, onlardan daha güzel deliller getiren, onlardan daha güze! dersler çıkaran, onların getirdiklerinden daha çok şey alan ve onlar hakkında kendisinden daha çok söz sahibi olan bir kimse var mıdır, bilmiyoruz. Bu tarihî hikâyeler ve gerçek kıssalar, onun konuşmasının kuvvet, tesir ve sihrinin sırrını, kalblerde yerleşmesinin kaynağını teşkil eder. Öyle konuşurdu ki, büyük bir cemaatı Allah yolunda kurban olmaya ve can vermeye götürürdü. Sıkıntı ve zorluklar onların gözünde küçülür. Allah yolunda her zorluğa ve sıkıntıya katlanmayı seve seve üzerlerine alırlardı.
Onun zamanında davet işi, Arap kıt'alarına, Amerika'ya, Avrupa'ya ve Hind Okyanusu adalarına kadar ulaştı. İşte o zaman davetle meşgul olanların okuyacakları, yolculuğa çıkanların yanlarında taşıyacakları, ders olarak okutacakları, kalbleri ve akılları onunla gıdalandıracakları, din sevgisini onunla ateşleyecekleri ve onların taklit edecekleri özellikleri kendinde toplayan, Allah yolunda canını ve canının en hoşlandığı şeyleri cömertçe harcama sevgisini kamçılayan, yeryüzünde seyahat, hicret ve yardım hususunda onları duygulandıran, amellerin en üstününü yaptıran ve huyların en güzelini benimseten böyle bir kitaba ihtiyaç hasıl oldu. Öyle ki, bu eseri okudukları zaman onların nefisleri, tıpkı denizlerin, önünde açılan kanallardan coşarak aktığı gibi coşacaktır. Bu kitabı okuyanlar, dağların tepesine çıkan yüksek kimseler gibi, bu haberlerin temiz havasını ve güzel kokusunu teneffüs edecekler, kendi yakînlerini. eksik bulacak, amellerini küçümseyecek, hayatlarını hiçe sayacak, himmetleri yükselecek, kendileri üstünlük bulacak ve azimleri harekete geçecektir.
Allah'ın muradı odur ki, Şeyh Muhammed Yusuf'un bu büyük mevzuda telif üstünlüğü de o husustaki davet üstünlüğü ile beraber olsun. Halbuki kendisinin hayatı, çeşitli meşguliyetlerle, gelip giden kalabalıklarıyle, ziyafetler, ziyaretçi heyetler ve derslerle dolu idi. Bunlarsa insanı eser yazmaktan ve kitap meydana getirmekten uzaklaştıran şeylerdir. Ne var ki, Allah'ın ihsan ettiği başarı gücü, onun yardımı, yüksek himmeti ve büyük azmi sayesinde eser yazmaya muvaffak oldu. Böylece davet işi ile beraber kitap yazma işini de bir arada götürdü. Hattâ Allah'ın verdiği güç ve kuvvetle şerh işleri ile de meşgul oldu. İmam Tahavî'nin «Maâni-i Âsâr» adlı eserine bir şerh yazdı. Büyük ciltler halinde «Emâniyyü'l-Ahbâr» adında bir kitap yazdı. Yine Allah'ın verdiği güç ve kuvvetle üç büyük cilt (2) hâlinde «Hayâ-tü's-Sahâbe» adlı eseri de yazdı. Bu eserinde, siyer, tarih ve tabakat kitaplarında dağınık ve parça parça bulunan haberleri bir araya topladı. Bu eserine Peygamber Efendimizin haberleriyle başlamıştır. Ondan sonra sahabenin kıssalarına geçmiştir. Davet ve terbiye kısımlarına da önem vermiştir. Husûsî bir şekilde dâvetçileri ve terbiyecileri gayrete getirmiştir. Böylece eseri, davetçiiere bir hatırlatma, amel edicilere amellerini artırma vesilesi, müslümanların bütünü için de bir îman ve yakîn medresesi olmuştur.
Bu kitap, sahabenin —Allah onlardan razı olsun— hallerini ve haberlerini, hareket ve davranışlarını, kıssa ve hikâyelerini içinde toplamıştır. Hem de tek kitapta bulunması ender olan bir şekilde... Çünkü onları, birçok hadîs, müsned, tarih ve tabakat kitaplarından alarak derlemiştir. Bundan dolayı bu kitap, o asrı canlandırır gibidir. Sahabenin hayatını, özelliklerini, huylarını, ahlâk ve hatıralarını gözler önüne sermiştir. Bu kitaptaki dikkat, araştırma, çokça rivayet, kıssalar doyurucu ve tesirli olmuştur. Öyle ki, ondaki tesri, kısa ve mücmel bir şekilde savaş kıssalarını anlatan kitapların hiç birinde yoktur. Öyle bir yazılış tarzı vardır ki, okuyucu kendisini, îman ve davet, kahramanlık ve fazilet, ihlâs ve zühd muhitinde bulur.
Şu açık bir gerçektir ki, bir kitap, müellifinin güzel bir sureti, kalbinin bir parçasıdır. Şu da bir gerçektir ki, kitabın tesiri de onu yazan müellifin îman ve îtikat kuvveti, etkilenme ve duygulanması, maddede ve mânâda onu yaşaması nisbetindedir. Bu gerçeği tesbit ettikten sonra kuvvetle söylerim ki, bu kitap çok tesirli ve çekicidir. Çünkü müellifi onu kendi îman ve kahramanlığından, duyduğu lezzet ve sevgiden ilham alarak yazmıştır. Müellif, bu eserini yazdığı sırada sahabenin sevgisini etine ve kanma karıştırmış bulunuyordu. Bu sevgi, onun şuurunu ve fikrini istilâ etmişti. Uzun zaman onların hadîsleri ve haberleri içinde yaşamıştı. Hâlen de aralıksız olarak onların sevgisiyle yaşamakta ve onların kaynaklarından içmektedir Allan, onun ömrünü uzun etsin (3), hayatını hayır ve bereketlerle doldursun. Müellifi büyük bir ihlâs sahibi olan ve onun yazılması —inandığıma ve bildiğime göre—Allah'ın bir mevhibesi bulunan böyle bir kitaba benim gibi
(2) Sonrakr baskıs. daha geniş olarak 4 cilt hâlinde basılmış olup tercümemize esas olan bu son baskısıdır. (Mütercim).
(3) Allahu Teâlâ. müellifi, 29 Zilkade 1384 H. (2 Nisan 1965 M.) tarihinde vefâtivle rah metine kavuşurdu.
birinin bir övgüde bulunmasına gerek yoktur. Çünkü o, bu zaman içinde en iyi olanlardan biridir. Ayrıca davet gücünde, davete yönelmek hususundu ve o yolda yok olma pahasına çalışma işinde onun bir benzerini bulmak zordur. Belki aradan uzun zaman geçtikten sonra onun gibi biri gelir. O, dinî hareketi tutuşturmakta idi. Hem de hareketlerin en genişini, en kuvvetlisini ve nefisler üzerinde tesiri en büyük olanını... Bununla beraber o, bu yazıyı yazma fırsatını ikram ederek beni şereflendirmek ve yüceltmek istedi. Ben de istedim ki, onun bu ulu işinde benim de bir nasibim olsun. Böylece kendisiyle Allah'a yakınlık dilediğim bu sözleri yazdım. Allah bu kitabı kabul eylesin ve kullarını onunla faydalandırsın.
Ebü'l Hasen Alî El-Hasenî En-Nedvî
Sehârenpur
2 Receb-i Şerif 1378 H.
Yazarın Hayatı
Hindistan'ın batısında CEHCİHÂNE ve KÂNDEHLE adında iki köy vardır. Hindistan hükümdarı ŞÂH CİHAN zamanında bu köylerde asil ve dindar, ilim âşığı bir aile yaşamaktadır. Bu ailenin büyük ceddi ŞEYH MUHAMMED EŞREF'in, mütedeyyin, müttekıy ve sünnete bağlı bir kimse olduğunda asrının bütün ulemâsı birleşmişlerdir.
Bu aileden —keskin zekâ ve üstünlüğü ile tanınan ŞEYH İLÂHÎ BAHŞ gibi— birçok büyük ilim adamları ve tarikat şeyhleri yetişmiştir. ŞEYH ABDÜLAZÎZ İBN-İ ŞEYH VELİYYULLAH DEHLEVÎ'nin mümtaz talebelerinden olan ve ŞEHÎD SEYYİD AHMED EL-BERLEVÎ'nin halîfesi bulunan ŞEH İLÂHÎ BAHŞ «Bânet Suâdü» isimli kasîdenin şerhinden başka arapca ve forsça kırk kadar eser yazmış ve hicrî 1315 yılında vefat etmiştir. Hepsi de irşâd vazîfesini gören ve asırlarının büyük ulemâsından olan ŞEYH EBU'L - HASEN, ŞEYH NÛR'UL - HASEN, ŞEYH MUZAFFER HASEN, ŞEYH MUHAMMED İSMÂÎL ve son olarak ŞEYH MUHAMMED İLYÂS da bu ailedendirler.
ŞEYH MUHAMMED YÛSÜF, bu asîl. aileden olan ŞEYH MUHAMMED İLYÂS'ın oğludur. ŞEYH MUHAMMED Yûsüf hicrî Cûmâde'l - Ülâ 1335 çarşamba günü Dehli'de dünyaya geldi ve babası ismini MUHAMMED YÛSÜF koydu.
Birçok büyük tarikat şeyhleri ile ilim adamlarına yetişen ŞEYH MUHAMMED YÛSUF, daha tırnakları yumuşakken, kendini ilim ve takva ile ma'mûr bir aile yuvası içinde gördü ve bu yuvada yetişip büyüdü. Cenâb-ı Allah'ın, erkeklerine olduğu gibi kadınlarına da din ve takva ihsan ettiği bu ailede büyüyen ŞEYH MUHAMMED YÛSÜF, dindar bir ilim çevresi içinde, sâliha analar kucağında, ulemâ ve meşâyihin murakabe ve terbiyesi altında yetişti. Daha on yaşında iken Kur'an-ı Kerîm'i hıfz eden ŞEYH MUHAMMED YÛSÜF, ilk öğreniminden sonra SİNGAPUR hadîs mektebinde —Mektebin eski müdürü ŞEYH ABDÜLLA-TÎF, ŞEYH MANZUR AHMED HAN, ŞEYH AHMED KÂMİL" FEVZİ ve bunlardan sonra büyük amcasının oğlu ŞEYH MUHAMMED ZEKERRİYYÂ KANDEHLEVÎ gibi— büyük hadîs ulemâsından hadîs tahsilini ikmâl ederek 1354 yılında mezun oldu.
Ömrünün başlangıcından beri ilim ve öğrenime âşık olan ve vaktinin çoğunu tahsil ve kitap okuma ile geçiren yazarda, daha hadîs tahsilini yaparken telif arzusu başladı ve TAHÂVÎ'nin «ŞERHU MEÂNİ'L - ASAR» adındaki kitabını şerh etmekle işe başlayarak ömrü nün sonuna kadar telif işine devam etti.
Yetişip büyüdüğü çevrede tarikat şeyh ve halîfeleri bol olduğu için ailesinin bütün fertleri bu şeyhlere bey'at ederek onlardan feyz almışlardır. Bu meyanda yazar da, İrşâd ve Tebliğ Cemiyeti'nin kurucusu olan ve yaşadığı çağın büyük mürşidlerinden sayılan babası ŞEYH MUHAMMED İLYÂS'a bey'at ederek hicrî 24 Recep 1362 tarihinde O'ndan hilâfet icazetini aldı. Bundan sonra babası, Rabbı'nın da'vetine icabet ederek âhirete göç etti.
Babasının vefatından sonra yazar ŞEYH MUHAMMED YÛSÜF'un hayatında büyük bir değişiklik görüldü: İrşâd görevine olan istek ve iştiyakı o kadar arttı ki —ilim ve telîfat ile uğraşmasına rağmen— irşâd vazifesini de görmeden rahat edemiyor ve hiçbir yerde du-ramıyordu Bunun için her şeyi bırakarak hayâtını irşâd yoluna vakfeden yazar devamlı olarak dînî sohbetler tertîb ediyor, Hindistan ve Pakistan'da şehir şehir, köy köy, kasaba kasaba dolaşarak saatlerce devam eden konuşmalar yapıyor, etrafa arka arkaya heyetler gönderiyor, gece gündüz yılmadan yorulmadan çalışıyordu. Başkanı olduğu İrşâd ve Tebliğ Cemiyeti'nin merkezi olan DEHLİ'de bulunduğu zamanlarda 24 saatte iki veya üç saat istirahat ediyor, bütün vaktini sohbet ve hitabelerle, toplantı yerlerinde, saatlerce süren konuşmalarla geçiriyordu. Yazarın, halkı irşâd ve İslâm esaslarını tebliğ yolunda yaptığı uzun ve meşakkatli seferleri de sayılamayacak kadar çoktur. Yirmi yıldan fazla süren irşâd hayâtı içinde Hindistan'ın büyük şehirlerinde elli üç büyük toplantı tertîb eden yazar. HİNDİSTAN ile PAKİSTAN ayrıldıktan sonra doğu ve batı Pakistan'ın şehirlerine on altı sefer yaparak büyük toplantılarda çok önemli konuşmalar yapmıştır
Yazar ŞEYH MUHAMMED YÛSUF, irşâd vazifesini özellikle İslâmiyetin beşiği olan MEKKE ile MEDİNE şehirlerinde îfâ etmek ve bu iki şehir halkından ilgi görmek istiyordu. Zira İslâm davetinin kökü bu kutsal beldede yerleşirse. Hac farizasını yerine getirmek için her sene bu iki beldeye gelen Müslümanlar aracılığı ile yeryüzünün her tarafına dağılabilirdi. Bunun içindir ki, bu işe önce KARACİ ve BOMBAY limanlarından başlayarak. Hacca gitmek üzere hareket eden hacılara irşâd ruhunu aşılayacak heyetler teşkil ediyordu. Bununla da kalmayarak gemilere binen hacı kafileleri arasında dolaşıp, onlara öğüt ve nasihatlerde bulunur, hattâ Hicaz'a kadar uzanıp şâir İslâm ülkelerinden gelen Müslümanların birleşip teşkilâtlanmalarına çalışırdı. Hicaz çevresine sık sık yaptığı seferleri ve hey'-etler gönderdiğini duyan diğer arap ülkeleri kendi ülkelerine de hey'etler göndermesini teklif etmeye başladılar. Bunun üzerine Şeyh, önce MISIR SUDAN ve IRAK'a, hey'etler gönderdi ve aradan çok geçmeden bu çalışmanın kolları bütün Arabistana uzandı. Her yerden ferdler ve cemiyetler kendisiyle ilişki kurarak irşâd cemiyetinin merkezi olan DEHLİ'ye akın akın gelmeye başladılar. Yazar, bu ameliyeyi Arap âlemindeh başka, ASYA, AFRİKA ve AVRUPA'nın çeşitli ülkelerine de yaydı. Hey'etler, onun içten gelen konuşmalarından etkilenerek, bu yorucu ve büyük mâlî fedakârlıklar isteyen yolculukların bütün zorluklarına katlanıyorlardı.
ŞEYH MUHAMMED YÛSUF, son Hac seferinden döndükten bir yıl sonra Pakistan'a uzun bir sefer hazırlığı yaparak 10 Şevval 1384 günü yola çıktı ve ne yazık ki, onun bu seferi aynı yılın Zilka'de ayı başında vefatıyla sonuçlandı. Bu yolculuğu esnasında doğu ve batı Pakistan'ın bütün büyük şehirlerini dolaşarak bu şehirlerde yakın tarihin benzerini kaydedemediği bir genişlikte büyük toplantılar tertib edebildi ve fakat bir hayli yoruldu. Çünkü buradan şuraya, şuradan buraya sık sık gidip özel ve genel toplantılarda devamlı konuşmalar yapardı. Bu uzun süren, yorucu çalışmalardan kalbi yoruldu, sesi kısıldı. Kendisinde öksürük ve sıtma hastalıkları başgösterdi. Böyle olmakla beraber kendisi bunların hiç birine önem vermeyerek vazifesine devam ediyordu. Nihayet Hindistan'a dönmeden bir gün önce —çok yorgun ve hasta olmasına rağmen— LÂHOR'da bir konuşma yaptı ve fakat konuşması bittikten sonra daha da ağırlaşan hastalığı âdeta ona: "Artık yeter" dedi ve kaldığı yere kendini zor atabildi. O gece sabaha kadar uyuyamadı, yatamadı. Ertesi gün Cum'a idi, onu hastahaneye kaldırdılar. Fakat oraya varmadan Allah'ın rahmetine kavuştu. innâ lillâhi ve innâ İleyhi Râciûn
ŞEYH MUHAMMED YÛSUF, ölümünden evvel şu kelimeleri tekrarlıyordu:
«Allah'dan Başka Tanrı yoktur. Va'dini yerine getiren Allah'a hamd olsun. Allah'dan başka Tanrı yoktur. Muhammed O'nun Rasûlüdür. Allah en büyüktür, Allah en büyüktür. Yalnız başına gurupları perişan, kuluna da yardım eden ve va'dini yerine getiren Allah'a hamd olsun, O'ndan önce ve sonra hiç bir şey yoktur. O'ndan önce ve sonra hiç bir şey yektur.»
Ruhunu teslim ederken de kelime-i tevhidi ve Peygamber Efendimizden rivayet edilen me'sûr duaları okumaktaydı. Hastahaneye varmadan vefat ettiği için doktorların müdahalesine imkân ve lüzum kalmamıştı. Vefat eder etmez vefatının haberi hemen yayılmış ve, şehir büyük bir üzüntü ve teessür havası içine bürünmüştü. Cenaze namazı büyük bir halk kitlesi tarafından LÂHOR'da iki defa kılındı. Cenazesi geceleyin bir uçakla DEHLİ'ye götürüldü. Günün doğusuyla birlikte yetmiş bin kişi tarafından ikinci defa namazı kılındı. Namazını büyük amcazadesi Huhaddis ŞEYH MUHAMMED ZEKERİYYÂ KANDEHLEVÎ kıldırdı Nâşını, Dehii'nin Nizâmü'ddin kabristanında medfûn babasının batı cihetine defnettiler.
ŞEYH MUHAMMED YÜSÜF; orta boylu, güler yüzlü, kalın vücutlu, siyah sakallı, gür saçlı, çehresi geniş, gözleri parlak ve çekici idi. Onu ilk gören, dalgın ve düşünceli görür, ondan heybet duyardı. Fakat çok geçmeden duyduğu heybet, ülfet ve sevgiye dönüşürdü. Yanında oturanlardan her biri herkesten çok kendisini sevdiğini zannederdi. Dîni Olmayan konuları konuşmaz ve dinlemezdi. Kalbi temizdi. Ciddî, samîmi ve inançlı bir kimse idi. Bilgi ve kültürü genişdi. Özellikle Peygamber Efendimizle ashabı ve tâbiîn'in devirleri hakkında bilgisi sonsuzdu. Yüzü daima gülüyor, fakat kalbi kederden yanıyordu. Konuşurken kollorını kâh açar, kâh bağlar ve az sonra içini derinden çeker ve üzüntüsü daha da artardı. Onu yakından tanımayanlar, hiç tanımamışlardı. Fakat onu görüp kendisinin sohbetinde bulunanlar, çağımızda Allah'ın bir hârikası olduğuna inanırlardı. Onu gören ve kendisiyle arkadaşlık yapanlar, Peygamber Efendimizle Ashabının ahlâk ve siyretlerini görüp öğrenmek fırsatına kavuşmuş olurlardı.
Müellif Rahmetu'llahi aleyh'e, Cenâb-ı Allah çok üstün ve büyük.vasıflar ihsan etmişti Şüphe yoktur ki, onun İslâm da'vetine olan istek ve aşırı aşkı, hayâtı boyunca bu yolda çaba harcaması, çağımızda başka örneğine rastlanmayan bir üstünlük örneğidir. Onun şahsiyetinde toplanan birçok üstünlükler, onu insanlığın yüksek zirvesine yüceltmişti. Allah'a olan îman ve tevekkülü, cesareti, yüksek hamiyyet ve gayreti, büyük bir huşu' içinde namaz kılışı, samîmiyyet ve içtenlikle duâ edişi, Ashâb-ı Kiramın hayâtı hakkındaki geniş bilgisiyle onlara olan derin bağlılığı, Peygamber Efendimizin sünnet ve siyretine harfiyyen uygun yaşayışı, Kur'ân-ı Kerîm'i derin anlayışı. Peygamberlerin hayâtından büyük netîceler çıkarışı, birbirine zıd olan eser yazmakla da'vet ve îrşad vazifelerini bir arada yürütebilmesi, Allah'a dayanarak kendine olan güveni, üstün konuşmak kabiliyyeti ile azim, sebat ve direnişi, hayâtında açıkça görülen vasıfları idi. Kendisiyle azıcık arkadaşlık yapan veyahut bir yolculukta beraber bulunmak bahtiyarlığına eren binlerce insan onun bu üstün vasıflara sâhib olduğuna inanmışlıkta birleşmişlerdi.
Kendine has olan konuşma üslûbiyle, Allah'ın zât ve sıfatları, maddî sebeplerin hiçliği ve İlâhî va'din gerçekliği hakkında konuşurken, dinleyenlerini bir müddet için madde âleminden, Allah'ın birliğine îman âlemine yüceltirdi. Halkı Allah yoluna da'vet ederken, davetindeki içtenlik ve samîmiyyetle, dâvaya olan sarsılmaz inancıyla onları büyülerdi. Kendisini ziyaret edip sohbetlerini dinleyenler o kadar tesiri altında kalırlardı ki, aynı günde yaşayışları, hattâ şekil, ahlâk, muaşeret, düşünce ve konuşmaları bile değişirdi.
Dualarının da dinleyiciler üzerinde büyük tesiri olurdu. Duasını dinleyenler kendilerini tutamayıp en sıcak bir ağlayışla ağlarlar, yılan sokmuş kimseler gibi inler ve kendilerinden geçerlerdi. Meclis âmîn, âmîn sesleriyle sarsılırdı...
ŞEYH MUHAMMED YÛSUF, Allah'ın kendisine normalin üstünde verdiği güç ve gayretle ve ender kimselerde görülen bir sür'atle çok kısa bir zamanca gayesine ulaştı.
Hac seferleri esnasında büyük toplantılar tertib ederek konuşmalar yapmak ve İslâm dâvasını müzâkere masalarına götürmek suretiyle hac ibâdetine de yeni bir ruh katarak
onu da'vet ve irşad için bir vasıta hâline getirdi. Siyâsî konferanslar, onun tertiplediği o büyük toplantılarda yaptığı konuşmalar karşısında çok sönük kalırdı. Bütün bunları sâdece yirmi sene gibi kısa bir zamanda gerçekleştirdi. Onun himmetiyle büyük insan kitleleri hidâyete kavuştular. Cenâb-ı Allah onun vasıtasıyla birçok kimselere takva, ibâdet zevki ve dinî ahlâk ihsan buyurdu.
Müellif Rahmetü'llahi aleyh de —bu kadar meşgul olmasına rağmen— kitap yazmak ve eser te'lif etmeye de büyük bir istek vardı. Yazdığı eserler arasında iki kitabı büyük önem taşır. Biri, birkaç kalın cild olan «EMÂNÎ'L - AHBÂR» adındaki kitabıdır. Bu kitap, onun hadîs ve rivayet ilmiyle fıkha dâir geniş bilgisini gösteren büyük bir delildir. İkincisi de «HAYÂTÜ'S - SAHABE» dir. Bu kitap da onun, Peygamber Efendimizin siyret ve ahlâkı ile Ashâb-ı Kiramın islâm dînine olan hizmetlerini aksettiren bir aynasıdır.
ŞEYH MUHAMMED YÛSUF, vefat ederken, kendisinden ŞEYH MUHAMMED HÂRÛN isminde bir oğlu, refikası ve kendisinden beş ay sonra vefat eden annesi kaldı. Oğlu babasının yolunda olup onun izinden ayrılmamaktadır. Annesi de —Allah rahmet eylesin— salâh ve takvada zamanımızda eşi az olan bir kadındı. (*) ( hayatüs sahabe kitap, sahabe hayatı, hikmet neşriyat, hayatüs sahabe, 4 cilt sahabe hayatı kitabı, Yusuf Kandehlevi, Ahmet Meylani )
Mütercim AHMET MEYLÂNİ
(*) Bu hayat tarihçesi, üstad MUHAMMED ES - SÂNÎ EL - HASENT tarafından urdu dili ile kaleme alınan ve Üstâd Ebu'l Hasen en-Nedvî'nin tensîblyle üstâd Seyvîd el-A'zamî En-Nedvî tarafından arapçaya çevrilen «Siyreti Mevlâna Muhammed Yûsuf» adındaki kitap tan alınmıştır.
Hikmet Neşriyat, M. Yusuf Kandehlevi tarafından yazılan 4 cilt Hayatüs Sahabe adlı kitabı incele diniz.