%42

İbnül Esir İslam Tarihi, El Kamil Fit Tarih 10 Cilt Set

  • 3.1 / 5
3.1 / 5
3.450,00 TL
6.000,00 TL
Kazancınız 2.550,00 TL
10 Cilt, 1.Hamur Ivory , 6.200 sayfa, 17x24 cm
Geçici olarak temin edilememektedir. Temin edildiginde

Bu ürünün yerine tercih edebileceğiniz ürünler

Ürününüz 1-2 gün içerisinde kargoya verilir.

Güvenli Alışveriş

Ürününüzü 14 gün içerisinde kolayca iade edebilirsiniz.


Kitap             İbnül Esir İslam Tarihi El Kamil Fi't Tarih 
Yazar            İbnül Esir
Tercüme        Heyet
Yayınevi        Ravza Yayıncılık
Kağıt  Cilt      Şamua Ivory - 10 Cilt, Kalın Ciltli
Sayfa  Ebat   6.200 sayfa - 17x24 cm

 

Tercüme Heyeti : Ahmet Ağırakça, Beşir Eryarsoy, Zülfikar Tüccar, Abdükerim Özaydın, Yunus Apaydın, Abdullah Köşe


Ravza Yayıncılık İbnül Esir tarafından yazılan İbnül Esir İslam Tarihi El Kamil Fit Tarih adlı kitabı incelemektesiniz.
İbnül Esir İslam Tarihi kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.

Yaratan Rabbinin adıyla  oku . O, insanı " alak " dan yarattı.Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2

 


           İbnül Esir İslam Tarihi

Sahabeler hakkında kaleme aldığı Usdu’l-ğâbe fi ma’rifeti’s-sahâbe adlı eseriyle de ünlenmiş ve 13. yüzyılda Suriye’de yaşamış olan meşhur âlim İbnü’l-Esîr’in, tertip ve sunum açısından tarih literatüründe göz dolduran eseri, elinizdeki el-Kâmil fit-târîh kitabıdır. Türkiye’deki Cizre doğumlu olan ve bir zaman için Selahaddin Eyyubi'nin ordusuyla Suriye'de bulunan yazar bu eserini miladi 1230-1231 yılları arasında Musul’da telif etmiştir.

Tarihin başlangıcından tutup kısas-ı enbiyâ, siyer-i Nebi ile devam ederek hicri 628/ miladi 1230 senesine kadar hicretten itibaren her seneyi ayrı bir bölüm halinde kronolojik olarak sunar. Her bölümün sonunda da o yıl içinde vefat eden ünlü devlet adamları ve âlimlerin isimlerini zikreder.

Tarih kaynağı olarak önemine binaen sadece Haçlı Savaşlarına dair bölümü D. S. Richards tarafından İngilizceye çevrilmiş ve üç cilt halinde yayımlanmıştır. Ayrıca ilki Leiden’de 1850-1874 olmak üzere çeşitli baskıları yapılmış bu eser, ihtiva ettiği sosyolojik ve siyasi çok ince detayları yanısıra yazarın çarpıcı politik, ahlaki ve taktiksel tahlilleri ile birlikte İslam tarihi alanında tüm İslam Dünyasında bir başvuru kaynağı olmayı sürdürmektedir.



              ÖNSÖZ
 
İslâm âleminde tarihçilik Siyer ve Megâzi ile başlamıştır. Kur'ân ayetlerinin tefsiri, hadislerin açıklanması ve sıhhatini tespit etmek için Hz. Muhammed devrinin hâdiselerinin bilinmesine ihtiyaç hâsıl oldu. Böylece Hz. Muhammed'in hayatı (Siyer) ve savaşları (Megâzi) hakkın­da kitaplar telif edilmeğe başlandı. Bunu yine dinî meselelerin halline yardım için Hulefâ-i Râşidîn devri tarihinin yazılması takip etti.

Emevîler zamanında başlayan tarihçilik, Abbasîler devrinde büyük gelişmeler göstererek dünya tarih edebiyatı arasındaki önemli yerini aldı. ilk önce yalnız Hz. Muhammed ve Hulefâ-i Râşidîn devri ele alınırken; yine Kur'ân-ı Kerîm'in tefsiri üzerindeki çalışmalar, Arap dili ve edebiya­tını öğrenme ihtiyacım doğurdu. Cahiliye devri şiirini anlamak için cahiliye devri tarihini bilmek icap ediyordu. Bu ihtiyaç İslâm öncesi Arap tarihinin araştırılması ve yazılması neticesini doğurdu.
 
Cahiliye devrinde Arapların dış dünya ile fazla temasları yoktu. Dolayısıyla Arabistan dışındaki devlet ve milletler hakkında bilgi sahibi değillerdi. Fetihler ile birlikte Müslümanlar dış dünyaya açılarak çeşitli milletler ve kültürlerle karşılaştılar. Bu sayede kendi tarihleri yanında di­ğer milletlerin tarihini de araştırmağa başladılar. Böylece Abbasîlerin ilk devirlerinden itibaren umumî İslâm tarihleri yazılmağa başlandı. Bu tip tarihler kâinatın yaradılışı ile başlar, peygamberler tarihi ile devam eder, Cahiliye Devri Arap tarihi ile diğer milletlerin tarihleri anlatılır ve Hz. Muhammed'den itibaren müellifin kendi devrine kadar devam eden İslâm tarihi İle son bulurdu. İslâm tarihçiliğinde bu tip eserlerin sayısı yüzleri aşmaktadır. Tercümesi takdim edilen İbnü'l-Esîr'in el-Kâmil fi't-târîh adlı meşhur eseri de umumî İslâm tarihi tarzında yazılmış olan tarihlerin en önemlilerinden birisidir.
 
İslâm kültür tarihinde mümtaz bir yeri olan İbnü'l-Esîr kardeşler o tarihlerde "Cezîret İbn Ömer" adıyla bilinen bugünkü Cizre kasabasında doğmuşlardır. Babalan Ebu'l-Kerem Muhammed, çocuklarım iyi yetiştir­mek için Cezîret İbn Ömer'i terk ederek Musul'a yerleşmiş ve Musul hü­kümdarı Kutbeddin Mevdûd b. Zengî'nin hizmetine girmiştir. Bir süre Medine divanının başında bulunan Ebu'l-Kerem Muhammed daha soma ticaretle uğraşmağa başlamıştır.
 
Kardeşlerin en büyüğü olan Mecdeddîn, Hadis ilminde devrinin önemli şahsiyetleri arasında yer almakta idi. Hadis sahasında Câmi'ul-usûl fî Ehâdîsi'r-Resûl ve en-Nihaye fî Garîbi'l-Hadîs adlı iki kitabı bulunmaktadır. Kardeşlerin küçüğü Ziyâeddin ise daha çok edebiyatla meşgul oluyordu. EI-Mesel es-sâir fî Edebi'l-Kâtib ve'ş-şâir adlı kitabı vardır. Kardeşlerin ortancası ise elimizdeki kitabın yazan İzzeddin'dir.
 
İbn el Esir Ebu'l-Hasan İzzeddin Ali b. Ebi'l-Kerem Muhammed eş-Şeybanî el-Cezerî 4 Cemaziyelevvel 555 (13 Mayıs 1160) tarihinde dünyaya gelmiştir. Babası ve kardeşleri İle birlikte Musul'a giderek bura­da Ebu'l-Fazl Abdullah b. Ahmed el-Hatîb et-Tûsî'den ders görmüştür. Daha sonra Bağdat, Şam, Halep ve Kudüs'te çeşitli âlimlerin derslerine devam etti. Resmî vazife ile kısa süre için gittiği yerlerde tanınmış bir âlim bulduğu takdirde onun derslerine devam etmeyi ihmal etmiyordu. Ömrünün son yıllarında Musul'da kalarak eserlerini kaleme aldı. İbnül-Esîr 630 (1232) tarihinde Musul'da vefat etti ve orada defnedildi.
 
İbnü'l-Esîr İslâm tarihçileri içinde en çok eser yazanlar arasında yer almaktadır. Hemen bütün çalışmalarını İslâm ve Türk tarihine tahsis et­miştir.
 
Eserlerinin birincisi es-Sem'ânî'nin meşhur Kitâbu'l-ensâb'ının muhtasarı olan Kitâbu'l-bâb fî terkibi'l-ensâb adlı kitabıdır. İkincisi sa­habenin hal tercümelerini ihtiva eden Usdu'l-gâbe fî ma'rifeti's-sahâbe'dir. Musul Atabegleri'nin tarihi olan Târîhu'd-devleti'l-Atabekîye İbnü'l-Esîr'in üçüncü eseridir. İbnü'l-Esirin en önemli ve büyük eseri el-Kâmil fi't târih adlı umumî İslâm tarihidir.
 
İbnül-Esîr'i ebedîleştiren el-Kâmil fi't-târîh hilkatten 628 (1230) yılının sonuna kadar cereyan eden olay lan anlatır. El-Kâmil'in esas kay­nağı Taberî'nin Târîhu'r-rusul ve'l-mülûk adlı meşhur tarihidir. İbnü'l-Esîr Taberî'nin bu geniş hacimli eserini örnek almış ve aynı tarzda kendi tarihini yazmıştır. Hilkatten 302 (914-915) yılma kadar olan kısmım Taberî'den almıştır. Ancak Taberî bir olayı anlatırken o olay hakkında topla­yabildiği bütün rivayetleri olduğu gibi eserine almıştır. İbnü'l Esir bu rivayetleri diğer kaynaklarla da karşılaştırarak tek bir rivayet halinde ver­mektedir. Diğer taraftan Taberî'nin bilgi vermediği olay ları İbnül Esir'in verdiği bilgiler sayesinde öğreniyoruz. Meselâ Taberî Kuzey Afrika ve Endülüs olayları hakkında tek kelime bile yazmamıştır, Taberî'nin bu eksiğini İbnü'l Esîr sağlam bilgilerle telâfi etmektedir.
 
İbnü'l-Esîr, Taberî'den sonraki devirleri çeşitli kaynaklara, sözlü rivayetlere ve kendisinin müşahedelerine göre yazmıştır. Eserinin asıl önemli kısmı da bu ikinci kısmıdır.
 
ibnü'l Esir yalnız İslâm-Arap tarihinin değil Türk tarihinin de vaz­geçilmez kaynağıdır. Eserinin son üç cildinin hemen tamamı Türk tarihi­ne tahsis edilmiştir. Gazneliler, Selçuklular, Haçlı Seferleri ve özellikle Musul Atabegleri hakkında verdiği geniş malûmat kaynak malzemesi ola­rak çok değerlidir.
 
ibnü'l Esir İslâm tarihçiliğinde önemli bir merhaledir. Kendisinden sonraki tarihçiler üzerindeki tesiri büyüktür ve hepsinin ilk müracaat ettik­leri kaynakların başında el-Kâmil gelmektedir. Bu tarihçilerin sonuncusu olan Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiyâ 'sında da el-Kâmil'in tesirini görmek mümkündür.
 
El-Kâmil fi't-târîh'in meşhur müsteşriklerden C. J. Tornberg tara­fından 1851-1876 yılları arasında ilk tenkitli neşri yapılmıştır. Bunu 1883 yılından itibaren Mısır'da yapılan baskılan takip etmiştir. Tornberg neşri­ne bazı küçük ilâveler yapılarak 1965 yılında Beyrut'ta yeniden basılmış­tır. El-Kâmil'in bazı bölümleri çeşitli Avrupa dillerine tercüme edilmiştir.
 
İbnül Esîr'in bu büyük eserinin Türkçeye tercümesinin çok faydalı ve o nispette de külfetli bir iş olduğu muhakkaktır. Bu sebepledir ki, şim­diye kadar buna teşebbüs, eden olmamıştır. Ülkemizde İslâm tarihine kar­şı uyanan alâka yavaş yavaş İslâm tarihi kaynaklarının dilimize kazandırılmasına yardımcı olacaktır.Temennimiz bu tip teşebbüslerin birbirini takip etmesidir.
 
El-Kâmil'in tercümesinin tarihçiliğimize katkıda bu­lunacağı açıktır. Bu büyük ve zor işi gerçekleştiren mütercimleri, redak­siyonunu yapan Prof. Dr. Mertol TULUM'u ve kitabın neşre hazırlan­masında emeği geçen HİKMET Neşriyat Ltd. Şti. mensuplarını tebrik etmek vazifemizdir.
 
Prof. Dr. Hakkı Dursun YILDIZ


          Bismillahirrahmanirrahim
 
Kadîm olup varlığının başlangıcı bulunmayan, Dâim olup bekasının sonu ve Kerîm olup cömertliğinin nihayeti olmayan, gerçek Mâlik olduğu için zatının hakikati akıllar ile kavranamayan, Kadir olup âlemdeki her şey kudre­tinin eseri olan, Mukaddes olduğu için sonradan olanlar kendisine benzeme­yen, kendisinden başkalarının kurtulamadığı değişmelerden münezzeh olan, bütün yaratıkları alçaltan ve yükselten, rızıklarını bollaştıran ve daraltan, du­rumlarını sağlamlaştıran ve bozan, öldüren ve dirilten, var eden ve yok eden, hidayete erdiren ve saptıran, yücelten ve zelil eden Allah (C.C.)'a hamdolsun.

O, mülkü dilediğine verir, dilediğinden de mülkü çeker geri alır. Dile­diğini yüceltir, dilediğini de alçaltır. Her türlü hayır elinde olup zarar ve men­faati takdir etmek suretiyle her şeye gücü yeter. Geçmiş çağlardaki milletleri ve bozulan ümmetleri helak eden O'dur. Ne var ki, onların kendilerini koru­mak için yapmış oldukları sığınaklar onları helak olmaktan kurtaramamıştır. Acaba şimdi: «Onlardan hiç birini görüyor veyahut onların gizli bir sesini olsun işitiyor musun?» (Meryem suresi, ayet 98). Netice olarak: «Yaratmak da emretmek de, O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah'ın şanı ne kadar yücedir!» (A'râf suresi, ayet 54).
 
Lütfettiği nimetlerden ve insanlara bol miktarda bahşettiği rızıklardan dolayı tekrar Allah {C.C.)'a hamdeder, Arap ve Acem'in efendisi olup bütün ümmetlere peygamber olarak gönderilen Allah'm elçisi Hz. Muhammed (S.A.)'e, hidayetin bayrakları, karanlıkların parlayan kandilleri olan O'nun âline ve ashabına salât ve selâm ederim.
 
Eskiden beri içimde tarih kitaplarını okuyup içindekilerini öğrenmek sevgisi, gizli ve açık tarihî hâdiselere muttali olma arzusu, bu kitapların say­faları arasına terk edilmiş olan bilgi, kültür ve tecrübelerden faydalanma tema­yülü vardı. Ne yazık ki, bu kitaplar üzerinde biraz durunca onların bu maksadı gerçekleştiremeyeceklerini, hattâ bu kitaplar yüzünden bilgi cevherinin araza dönüşeceğine kanaat getirdim. Öyle ki, bir kısım tarihçiler bütün rivayetleri araştırıp toplamak suretiyle hacimli eserler meydana getirirken, diğer bir kısım tarihçiler de alınması lüzumlu olan pek çok bilgiyi terk edip muhtasar kitaplar kaleme almışlardır. Bununla beraber bütün tarihçiler büyük hadiseleri ve meşhur olayları eserlerine almamışlar; birçokları da: "Falan ihanete uğratıldı, falana ikram edildi, fiyatlarda bir rıtıllık {ölçü birimi) artış yaptığı için, sâhibü'l-ayar görevinde bulunan falan zimmî azledildi." şeklinde bir takım alınıp yazılmaması gereken küçük ve basit hadiselere yer vererek sayfalar ka­ralamalardır,
 
Ayrıca her tarihçi kendi zamanına kadar olan tarihî hadiseleri kaleme almış, kendisinden sonra gelenler ise zeyiller yazarak bu tarihten sonra mey­dana gelen yeni hadiseleri bunlara ilâve etmişlerdir. Diğer taraftan Doğu tari­hi ile meşgul olanlar, Batı'ya ait tarihî hadiseleri eserlerine almamışlar; Bati tarihi ile iştigal edenler de Doğu'ya ait tarihî haberleri kitaplarına almayı ihmal etmişlerdir(1). Bu durum karşısında tarihî bilgilere merakı olan birisi, kendi zamanına kadar olan tarihî hadiseleri bir insicam ve bütünlük içerisinde öğren­mek istediği zaman, muhtevalarındaki noksanlık ve bıktırıcılık bir yana, çeşitli tarih kitaplarını ve birçok cildi okumak mecburiyetinde kalmaktadır.
 
Nihayet ben bu işin usulsüzlüğünü görünce, öğrendiklerimi unutmaktan kurtarmak ve icabında başvuracağım bir eser elde etmek için Doğu ile Batı ve bu ikisi arasındaki ülkelerde yaşayıp saltanat süren; gelmiş geçmiş bütün hü­kümdarların haberlerini ihtiva eden bir tarih kitabı yazmağa başladım. Kita­bımda, kâinatın yaratılışından itibaren içinde bulunduğum zamana kadar cere­yan eden hadise ve vakıaları peş peşe ve bir sıraya göre almayı kararlaştırdım.
 
Bu arada şunu ifade edeyim ki, ben bu kitabıma tarih ile ilgili bütün hadiseleri aldığımı söyleyemem; çünkü Musul'da bulunan (Müellif kendisini kastediyor) bir kimseye elbette Doğu ve Batı'nın en son sınırında cereyan eden hadiseler uzak kalacaktır. Bununla beraber bu kitabımda hiç bir tarihçinin kitabında toplanmayan bilgileri topladığımı söyleyebilirim. Bu kitabımın üzerinde biraz düşünen kimse söylemiş olduğum bu sözün doğruluğunu hemen anlar.
 
Ben önce, ihtilâf hâlinde kendisine başvurulan, bütün tarihçilerce itima­da lâyık görülen İmam Ebû Ca'fer et-Taberî'nin büyük tarih kitabı (Târîhu't-Taberî) ile işe başladım. Aynı zamanda bu kitapta bulunan bütün bab başlık­larını hiç birini atlamadan kitabıma aldım. Ebû Ca'fer et-Taberî kitabına aldığı hadiselerin pek çoğunda muhtelif rivayetler zikretmiştir. Hâlbuki onun zikret­tiği bu rivayetlerden her biri ya bir önceki rivayetin aynısını veyahut çok cüz'î bir farkını teşkil etmektedir. Ayrıca o böyle yapmakla çok az bir şey ilâve etmekte veya eksiltmektedir. İşte bu yüzden ben, bu rivayetlerin en doğrusunu alıp kitabımda naklettim ve bu rivayetlere onun kitabında bulunmayan diğer rivayetleri ilâve ettim; ayrıca her şeyi yerlerine koymaya çalıştım. Neticede ilerde göreceğiniz üzere, belli bir hadise hakkında zikredilenlerin hepsi farklı kanallardan rivayet edilmekle birlikte tek bir siyak (ifade bütünlüğü) oluştur­muş oldu.
 
1-Burada geçen Doğu ve Batı kavramlarını bugünkü mânada değil, müellifin yaşadığı çağdaki mânada anlamak gerekir, (Mütercim).
 
Taberî Tarihi'ni böylece tetkik ettikten sonra diğer meşhur tarih kitap­larına geçtim ve bunları gözden geçirip okudum. Bu arada Taberî Tarihi'nde bulunmayan, fakat ondan yapmış olduğum nakillere bu kitaplardan da bilgiler ilave ettim. Ayrıca bu kitaplardan aldığım bütün bilgileri uygun olan yerlerine koydum. Diğer taraftan Hz. Peygamber (S.A.)'in ashabı arasında cereyan eden hadiseler ile ilgili hususlarda Ebû Ca'fer et-Taberî'nin naklettiklerine her hangi bir ilâvede bulunmadım. Ancak bir insan adı veya açıklanmasına ihtiyaç duyu­lan veyahut da tarihçilerce naklinde tenkit bahis konusu olmayan hususlarda ilâveler yaptım. Ayrıca ben, tarihçiler arasından doğruluk, sağlam inanç ve külliyetli bilgi bakımından gerçekten metin bir imam olan Ebû Ca'fer et-Taberî'ye itimat ettim.
 
Bu arada şunu da ifade edeyim ki; ben, zikri geçen tarihlerden (Müellif bu tarihleri açıkça zikretmemiştir) ve meşhur kitaplardan sadece yapmış olduk­ları nakillerde doğrulukları ve tedvin ettikleri şeylerde sağlamlıkları bilinenler­den nakillerde bulundum. Bu nakilleri yaparken de karanlık gecelerdeki körün yürüyüşü, çakıl taşlarıyla inci tanelerini bir araya toplayanın davranışı gibi hareket etmedim.
 
Diğer taraftan tarihçilerin bir tek hadiseyi çeşitli yıllar içerisinde zikret­tiklerini ve her ay bu hadise ile ilgili bir takım şeylerden bahsettiklerini, ne­ticede bu hadisenin bütünlüğünü kaybedip parçalandığım, dolayısıyla bu ha­diseden hiç bir maksada ulaşılmadığım, hattâ derinlemesine düşünmedikçe hiç bir şey anlaşılmadığını gördüm. İşte bunun için ben, tek hadiseyi bir yerde topladım ve bu hadise ile ilgili her şeyi hangi ay ve yılda olursa olsun burada zikrettim. Böylece bir tek hadise belli bir sıra ve insicam içerisinde peş peşe anlatılmış oldu.
 
Her yılın büyük ve meşhur hadiselerini hususî başlıklar alanda, hususî başlıklar altında toplanması mümkün olmayan küçük hadiseleri ise her yılın sonuna eklediğim «Bu Yılın Diğer Olayları» adını taşıyan tek başlık alanda topladım. Bu arada ülkelerin belli bir kesiminde ortaya çıkıp hüküm süren, fakat dönemi uzun sürmeyen birinden bahsettiğim zaman; ilgili haberlerin çeşitli yerlere serpiştirilmesi hâlinde onun fazla tanınmaması sebebiyle bu haberlerin bilinemeyeceğini düşünerek, baştan sona kadar onunla alâkalı bütün hadise ve haberleri ilk defa ortaya çıkışını zikrettiğim bahiste anlattım.

Ayrıca her yılın sonunda meşhur âlimlerden, fazilet sahibi kimselerden ve ileri gelen ünlülerden o yıl içerisinde vefat etmiş olanları da zikrettim. Diğer taraftan kitabımda, yazılışı birbirine benzeyen, fakat telaffuzda farklı olan isimlerin yanlış okunmalarım önlemek, ayrıca nokta ve hareke koymak kül­fetinden kurtulmak için bu isimlerin okunuş şekillerini hareke ve harflerini yazı ile tespit ederek anlattım.
 
Bu kitabımla ilgili pek çok malzemeyi, toplandıktan sonra, peş peşe gelen hadiseler ve birbirini takip eden engeller yüzünden, ayrıca tarih konusun­daki bilgimin tamamlanıp mükemmelleşmesi bakımından kitabımı uzun süre askıya aldım.
 
 Ancak kendileriyle görüşüp konuşmayı en son isteklerim arasında say­dığım, gece sohbetlerinde ve düşüp kalkma hususunda kendilerini en iyi örnek addettiğim bir grup din kardeşimle bilgi ve fazilet sahibi dostlarım yazdıklarımı rivayet etmeleri için benden bunları dinlemek istediler. Ben kitabımı bitir­mediğimi ileri sürüp bunu yerine getiremeyeceğimi ifade ederek mazeret beyan ettim; çünkü o sırada ben, kitabın müsveddesine tekrar göz atmamış, düzelt­mek istediğim hataları düzeltmemiş ve çıkarılıp atılması gerekenleri de kitap­tan çıkarıp atmamıştım. Onlar ise isteklerini sürdürüyorlar, isteklerinde ısrar ediyorlar ve bundan bir türlü vazgeçmiyorlardı. Nihayet eserin tamamlanıp düzeltilmesinden, hattâ lüzumlu olan kısımların bırakılıp, atılması gerekenlerin çıkarılıp atılmasından önce bunu benden dinlemeğe başladılar. Hâlbuki gerek­tiği şekilde meşgul olup bu eseri tamamlamak için, yardımcı ve destekleyici birinin bulunmaması, peş peşe gelen üzüntüler ve birbirini takip eden musi­betler yüzünden azmim gevşemiş ve aczim ortaya çıkmıştı. Bu sırada ise ihmal ve fütura tutulmuştum, bir türlü "hedefime doğru savaş gemisi gibi yol alırım" diyemiyordum.
 
Durum böyle iken, kendisine itaat etmem farz ve vacip emrine uymam gerekli ve lâzım olan, üzerlerine yönelmesiyle faziletlerin saklandığı, kendi­lerinden yüz çevirmesiyle cehalet ruhlarının gizlendiği bir şahsiyet olan, güzel ahlâk ve beğenilen hareketleri yok olmuş iken tekrar dirilten, bunlar parçalanıp çürümüş iken tekrar yeni bir şekilde iade eden, adalet ve ihsanını halkına yayan, ikram ve ihsanı tebaasını kuşatan, cihanda adaleti ihya eden, İslâm'ın ve Müslümanların rüknü olan, Melikü'r-rahîm lakabıyla tanınan, Allah'ın zafer, destek ve yardımına mazhar olup âlim bir zat olan efendimiz Bedrüddin (Lü'lü b. Abdullah)'in* -Allah (C.C.) devletini ebedî kılsın!- bir buyruğu geldi. İşte bu anda üzerimden ihmal kaftanını ve tembellik elbisesini çıkarıp attım. Ayrıca divitimi hazırlayıp kalemimi düzelttim ve kendime: "Çalışmak ve derlenip toparlanmak zamanı gelmiştir; haydi bir an evvel toparlan!" dedim.
 
(*) Musul hakimi olan, Melikû'r-rahîm lakabıyla bilinen Bedrüddin Lü'lü' b. Abdullah el-Ata-beld'dir. Kendisi 657/1259'de vefat etmiştir. Zirikli, el-A'lâm, VI, III.  (Naşirin notu).
 
Ayrıca boş zamanı kendim için en mühim fırsat saydım ve süratle bu eseri tamamlamağa başladım. Zaten Allah (C.C.) bir şeyin olmasını istediği zaman önce onun sebebini hazırlar. Burada hayret edilecek bir şey varsa o da yarış atlarından sonuncusunun bile müsabakayı kazanmak istemesidir. Ben kendimi (tenkit) oklarına hedef yaptım, beni yerip kınayanların sözlerine karşı ise kendimi ortaya attım. Çünkü me'hazlar (temel kaynak eserler) özleşmiş tas­nif şekillerine ulaştığı ve hataların düzeltilmesi ve eksiklerin tamamlanması mahiyetindeki ilâve kısımlar te'lif ve tashih yoluyla güzelleştirilip tekrar göz­den geçirilerek tertipli bir mecmua haline getirildiği zaman bu tenkitlerin diğer eserlere yöneltilmesi daha uygun olur. Bununla beraber tenkitlerin bu esere de yöneltilmesi uygun düşer, çünkü ben kusurumu ikrar edip itiraf ediyorum ve eserimdeki yanlışların yazım sırasında ortaya çıkmış hatalar olduğunu söylemiyorum. Hattâ bilmediklerimin bildiklerimden daha çok olduğunu da iti­raf ediyorum. Eserime manasına uygun olarak, « el Kamil fit tarih » adını verdim.
 
Bilgi ve dirayet iddiasında bulunan ve kendilerini ilim ve rivayette engin denizler gibi derinleşmiş zanneden nice âlimler gördüm. Bunlar tarihle meşgul olmanın nihaî faydasının, kısaca ve haberler Öğrenmek, tarih bilgisinin nihaî maksadının da gece sohbetlerinde ve diğer yerlerde bunları anlatmaktan ibaret olduğunu zannederek tarihle meşgul olmayı hakir görüp hor gözle bakmağa başladılar; ayrıca tarih ilminden yüz çevirip onu boş bir şey saydılar.
 
İşte onların bu durumu, bakışım işin özüne değil de sadece dış görünüşe çeviren ve cevheri boncuk olan kimsenin hâline benzer.
 
Allah'ın, kendisine selim bir tabiat verip doğru yolu gösterdiği kimse, tarihle meşgul olmanın pek çok faydaları olduğunu, hatta dünyevî ve uhrevî menfaatlerinin bulunduğunu gayet kolaylıkla anlar. Biz burada tarihin faydalan hakkında aklımıza gelen bazı şeyleri söyleyeceğiz, geri kalan kısımlarını ise eserimizi görüp okuyacak olanın karihasına (fikir kuvvetine) bırakıyoruz.
 
Tarihle meşgul olmanın sağladığı bazı dünyevî faydalar şunlardır:
 
1- Apaçık bir gerçektir ki, insan ölümsüzlüğü sever ve yaşayanlar hal­kasında bulunmayı tercih eder. İnsanın dünkü gördüğü veya işittikleriyle geç­miş milletlerin haber ve hadiselerini ihtiva eden kitapları okuması arasındaki farkı keşke bir bilmiş olsaydım! Tarih kitaplarını oku yan bir kimse geçmiş çağların insanlarıyla aynı asırda bulunmuş gibi olur; bu kitaplardaki hadise ve haberleri öğrenen kişi de bu insanlarla karşılaşmış gibi olur ve kendisini onların arasında bulur.
 
2- Hükümdarlar, ellerinde emretme ve menetme yetkisi bulunan idare­ciler, tarih kitaplarının muhtevalarına vakıf oldukları zaman, zalimlerin ve gaddarların gidişat ve hareketlerini, bu hareketlerin tarih kitaplarına geçirilerek halkın bunları birbirlerine aktardıklarını, sonrakilerin öncekilerden rivayet yoluyla bunları birbirlerine naklettiklerini onların bu hareketlerinin gerilerinde kötü bir isim ve halkın dillerinde kötü bir anı bıraktıklarını, ülke ve memleket­leri nasıl harabeye çevirdiklerini, Allah'ın kullarını helak edip mahvettiklerini, halkın mallarını telef edip onların durumlarını bozduklarını öğrenirler ve böylece onların bu davranışlannı çirkin görerek bu şekilde hareket etmekten vazgeçerek bu hareketlerden uzak kalırlar.
 
Diğer taraftan yine onlar, âdil idarecilerin güzel hareketlerini, kendi­lerinden sonra gerilerinde güzel anılar bıraktıklarını, ülke ve memleketlerinin mamurluklarını, mallarının çoğaldığını öğrenirler ve böylece onlann bu ha­reketlerini beğenirler, böyle yapmaya özenirler ve bu uğurda gayret gösterir­ler; ayrıca buna ters düşen davranışları da bırakırlar.
 
Bundan başka onlar tarih okumakla, düşmanların verecekleri zararları bertaraf edecek İsabetli görüşleri de öğrenirler ve bu sayede kendilerini tehli­kelerden kurtarırlar, kıymetli şehirleri ve büyük memleketleri de korumuş olurlar. Eğer tarih oku manın bunlardan başka faydası olmasaydı, bunlar bile iftihar etmeye yeter ve artardı.
 
3- İnsan tarih okumakla tecrübeler kazanır, bir takım hadiseleri öğrenir ve bunlann neticelerini kolayca kestirebilir; çünkü dünyada vukua gelmiş hiç bir hadise yoktur ki, onun aynı veya bir benzeri meydana gelmemiş bulunsun. İşte kişinin bunlar vasıtasıyla aklı gelişir ve lider olmağa ehliyet kazanır. Man­zum olarak birinin söylediği şu söz ne kadar güzeldir:
 
«Gördüm ki insanda iki türlü akıl vardır:
 Doğuştan olan ve sonradan kazanılan afal.
Doğuştan olan akıl insanda yoksa,
Sonradan kazanılan bir aklın faydası olmaz.
Perdelenen gözler bir şey görmeyince,
Güneş aydınlığının ona faydası olmaz.»
 
Bu manzumeyi söyleyen kimse, «doğuştan olan akıl» ile Allah'ın insan için yaratmış olduğu tabiî aklı, «sonradan kazanılan akıl» ile de tabiî aklın tecrübe kazanmış şeklini kastetmiştir. Aynca bu kimse sonradan kazanılan aklın de­ğerini büyüterek onu ikinci derecede akıl saymıştır. Yoksa sonradan kazanılan akıl, tabiî aklın tecrübe ile artış kazanmış şeklinden başka bir şey değildir.
 
4 - insan sahip olduğu tarih kültürüyle çeşitli meclis ve ihtifallerde bir şeyler anlatmak, nadir ve güzel şeyler nakletmekle bir güzellik kazanır; hattâ bütün yüzler kendisine çevrilir, kulaklar dikkatle kendisini dinler ve kalpler onun anlattıklarını hoşlanarak inceden inceye düşünmeye başlar.
 
Tarih ile meşgul olmanın sağladığı uhrevî faydalardan bazıları ise şun­lardır:
 
1 - Akıllı ve zeki kimse tarih kitaplarını okuyup üzerinde düşününce, ayrıca dünyanın durmadan kendi ehliyle değiştiğini ve musibetlerinin ken­disinde mukim olan kişilerin basma döküldüğünü, dünyanın hem onların can­larım ve hem de mallarını ellerinden çekip aldığım, küçüklerini ve büyükleri­ni yok ettiğini, şerefli ve şerefsiz hiçbir kimseyi hayatta bırakmadığım, zorluk ve sıkıntılarından zengin ve fakirin kurtulmadığını görünce dünyadan el çeker, ondan yüz çevirir, ahiret için hazırlığa yönelir, bu sayılanların hiçbirinin bulunmadığı ve sakinlerinin bu noksanlardan uzak ve arınmış olduğu bir yurda (cennete) rağbet eder. Belki birisi çıkıp: "Biz tarih okuyan ve tarihî hadiselere bakan hiç bir kimsenin dünyadan el çekip ahirete yöneldiğini ve ahiretin yük­sek derecelerine rağbet ettiğini görmüyoruz." diyebilir. Ah keşke bilseydim! Bu sözü söyleyen kişi, vaaz ve öğütlerin efendisi, sözlerin en fasihi olan Kur'ân-ı Kerim'i okuyan, bununla birlikte az da olsa dünya metaından bir şeyler peşinde olan nice kimseler görmüştür; çünkü kalpler dünya sevgisiyle doludurlar.
 
2 - Tarih okuyan kişi, bu sayede ahlâkın güzelliklerinden olan sabır ve dayanıklılığı (teselli bulmayı) huy hâline getirir; çünkü akıllı kişi üstün bir peygamberin ve büyük bir hükümdarın, hattâ hiç bir beşerin dünyanın musibet­lerinden kurtulmadığını görünce onların basma gelen felâket ve musibetlerin kendi başına geleceğini de bilir. Bir şiirde mealen şöyle denilir: "Ben Gâziyye'denim; eğer o azgınlık edip taşkınlık yaparsa ben de taşkınlık yaparım. Eğer o doğru yolda olursa ben de doğru yolda olurum."
 
Kur'ân-ı Kerîm'de zikredilen kıssalar bu hikmete dayanmaktadır. Bir âyette: «Şüphesiz bunda aklı olan yahut kalp huzuru içinde kulak veren kimseler için bir öğüt vardır.» (Kâf suresi, ayet 37) buyrulur.
 
Eğer bu sözü söyleyen kişi, Kur'ân'da zikredilen kıssalardan Allah'ın bunlarla hikâye ve gece sohbetlerinde anlatılan şeyleri murad ettiğim sanıyor­sa, o: «Bu âyetler O'nun başkasına yazdırıp da kendisine sabah-akşam okunmakta olan evvelkilere ait masallardır.» (Furkân suresi, ayet 5) diyen sapıkların sözlerine sarılmış olur.

Allah (C.C.)'tan bize anlayışlı bir kalp, doğruyu söyleyen bir dil ver­mesini, söz ve harekelerimizde doğruya muvaffak kılmasını isteriz. O, bize kâfidir, ne güzel Vekil'dir. (  İbnül Esir İslam Tarihi El Kamil Fi't Tarih 10 Cilt, İbnül Esir, tercümesi , islam tarihi ibnül esir, 10 cilt islam tarihi, İslam Tarihi El Kamil Fit Tarih, Ravza )



RAVZA Baskısı Hikmet Neşriyat, İbnül Esir tarafından yazılan 10 Cilt İbnül Esir İslam Tarihi adlı tarih kitabı nı incele diniz.

Diğer Özellikler
Stok Kodu9786057577665
MarkaRavza Yayınları
Stok DurumuBu ürün geçici olarak temin edilememektedir.
9786057577665
En yeni ürünler
Güvenli teslimat
Kampanyalı ürünler
Piyasadaki en iyi fiyat