Kitap Kimyayı Saadet
Yazar İmam Gazali
Tercüme Mehmet Ali Özkan
Yayınevi Semerkand Yayınevi
Kağıt Cilt 2. Hamur - 4 cilt Takım
Sayfa Ebat 1.584 sayfa - 17x24 cm
Yayın Yılı 2020
Semerkand Yayınları 4 Cilt Kimyayı Saadet kitabı nı incelemektesiniz.
İmam Gazali Kimyayı Saadet kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satışı hakkında bilgiyi aşağıda geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
ÖNSÖZ
İslâm toplumunda dört büyük devlet olarak öne çıkan Emevîler, Abbâsîler, Selçuklular ve Osmanlılar temel dinamiklerini ilim merkezli kurmuş; siyasî ve sosyolojik gelişimlerii bu temel üzere sürdürmüştür. Bu anlamda özellikle Selçuklu Devleti'nde kurulan Nizâ-miye medreseleri başta İslâm coğrafyası olmak üzere dünyanın pek çok yerine ilim, irfan ve kültür aktarımında bulunmuştur. Sultan Alparslan'ın izni ve Nizâmülmülk'ün gayretiyle önce Bağdat'ta kurulan bu köklü yapı ardından; Belh, Musul, Nîşâbur, Herat, İsfahan, Basra, Merv ve Rey'de eğitime başlamıştır. Yüklendiği tarihî misyonla da kısa zamanda Türkistan içlerinden Endülüs'e kadar İslâm dünyasını fikrîs planda etkilemiş, yetiştirdiği öncü isimlerle İslâm medeniyetine büyük hizmetlerde bulunmuştur.
Asıl gayesi Ehl-i sünnet inancını korumak ve Şiî-Bâtınî tehlikesini ortadan kaldırmak olan Nizâmiyeler'de pek çok âlim yetişmiş ve müderrislik görevi yürütmüştür. Öyle ki bu ilim adamları yalnızca kendi dönemlerinin değil; sonraki çağların da önde gelen isimleri olmuşlardır. İmam Cüveynî, Ebû İshak eş-Şîrâzî, Zekeriyya Tebrîzî [rahmetullahi aleyhim] gibi birçok âlim Selçuklu dönemiyle sınırlı kalmayıp, tüm zamanlarda otorite sayılabilecek isimler olmuşlardır. İşte bu köklü isimlerden biri de İmam Gazâlî'dir [kuddise sırruhû]. İmam Gazâlî henüz çocuk yaşlarda başlayan ilme düşkünlüğüyle dönemindeki pek çok âlim tarafından farkedilmiş, aldığı eğitimlerle ileriki zamanda devrinin en değerli üstatlarından sayılarak kendisine "HüccetüT-İslâm" lakabı verilmiştir. Hem zâhirî hem de bâtınî ilimlerde kendisini son derece geliştirmiş olan bu büyük sûfî âlim, hakikat yolunda doğruları söylemekten geri durmamış, döneminde yaşanan pek çok dinî ve ahlâkî bunalıma karşı kaleme aldığı eserlerle mücadele vermiştir. Gösterdiği güçlü duruş ile bâtıl görüşleri çürütmüş, İslâm'a entegre ve empoze edilmek istenen sayısız bid'ata karşı da insanları uyararak müslüman âlemi için âdeta bir muhafızlık görevi yürütmüştür.
Kaleme aldığı Arapça ve Farsça eserlerle; akaid, fıkıh, ahlâk ve mantık alanlarında ciddi kaynaklar sunan İmam Gazâlî [kuddise sırruhû], Kur'an ve Sünnet ışığında ortaya koyduğu delillerle özellikle tasavvuf sahasına ciddi bir katkıda bulunmuştur. Dönemindeki siyasî ve sosyolojik karışıklıklardan yararlanarak ortaya çıkan bazı bozuk fikirli kimseler sûfîlik iddiası ile insanları şeriatın hükümlerinden uzaklaştırmaya çalışırken, toplum onunla birlikte tasavvuf ve şeriatın birbirinden ayrılamayacağını görmüştür.
11. yüzyıla damgasını vuran, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde etkisi ve izleri oldukça fazla görülen, eserlerindeki özgün örgü ve üslupla kitleleri kendisine hayran bırakan İmam Gazâlî [kuddise sırruhû], kaleme aldığı eserleriyle Sünnîliğin ortak paydasında bir düşünce ve hareket zemini oluşturulmasında ciddi ve son derece kritik bir görev üstlenmiştir. Fakat ne acıdır ki özellikle son iki yüzyıllık süreçte tüm bu değerli eserler İslâm âlemine unutturulmaya çalışılmaktadır. Bilhassa İhyâü Ulûmi'd-Dîn ve Kimyâ-yı Saadet adlı kıymetli kitaplar önceki dönemlerde büyük bir ilgi ile okunup okutulurken özellikle günümüzde bunların yerine anlaşılması daha güç satırlar, meseleler insanların önüne sunulmaya başlanmıştır. Bunun altında beslenen dinamiklerin ise doğru incelendiğinde ve iyi odaklanıldığında İslâm dünyasının menfaatine çalışmayan süflî mekanizmalar olduğu görülecektir.
Elinizdeki bu kadim eseri yayına hazırlarken tüm bu gerçekleri düşünerek sizlere sunmayı hedefledik. Sırasıyla; giriş, ibadetler, muâmelât, mühlikât ve münciyât bölümleri olmak üzere beş kitaptan oluşan bu değerli eseri çalışırken aslına bağlı kalmayı ilke edindik; âyet-i kerimelerin ve hadis-i şeriflerin Arapça'larını da vererek bunların tahriçlerini, kaynaklarını belirttik. Bununla beraber gerekli noktalarda dipnotlandırmalar yaparak okuyucular için kolaylık sunmayı amaçladık. Yer yer kapalı ve muğlak olan konularda okuyucunun meseleleri doğru anlayabilmesi adına İhyâu Ulûmi'd-Dîn kitabından da istifade ederek gerekli izahatler ve eklemeler yaptık.
Farsça aslından tercüme ettiğimiz bu kıymetli eseri genel hatları ile Hüseyin Hadivcem'in[1] tahkikli nüshasıyla[2] çalıştık. Eserin aslı gibi tercümesinde de sade ve akıcı bir dil kullanmaya özen göstererek okuyucularımız için metnin daha kolay anlaşılabilmesine yardımcı olmaya gayret ettik.
Gayret bizden, tevfik Allah'tandır.
En yüce hamdüsenalar; gökteki yıldızların, yağmur damlalarının, ağaç yapraklarının, çöl kumlarının, yer ve gökteki zerrelerin adedince yegâne sıfatların sahibi yüce Allah'a olsun.
Celâl, kibriya, azamet, yücelik, üstünlük ve güzellik ancak Rab-bü'l-âlemîn'e mahsustur. O'nun cemalinin kemalinden hiçbir mahlûkun haberi yoktur, kimse Allah Teâlâ'nın marifetinin hakikatini bilemez.
Sıddıkların marifetinin son noktası, yüce Mevlâ'nın marifetinin hakikatini bilmek hususunda acziyetlerini bildirmeleridir. Meleklerin ve peygamberlerin övgüsünün en üstünü, O'nun hamdüsenasında kusurlarını itiraf etmeleridir.
Akıl sahiplerinin akıllarının ulaştığı son derece, Cenâb-ı Hakk'ın celâlinin yansımalarının henüz başında hayret mertebesidir. Sâlik ve müridlerin seyrüsülûkünün nihayeti, O'nun cemalinin yakınlığının talebinde dehşet halidir. Bununla birlikte Allah Teâlâ'nın marifetinden ümit kesmek de bedbahtlıktır. O'nun marifetinin kemalinin iddiası ise; hayal, teşbih ve temsilden ibarettir.
Bütün gözler, zât-ı ilâhînin cemalinin mülahazasında şaşkındır. Tüm akılların kârı, O'nun yaratışındaki hayret verici eserleri düşünerek gerekli olan marifeti elde etmektir. Yüce Allah'ın zatının azametine, "Nasıldır, nedir?" diye sorabilecek kimse yoktur. Hayret verici yaratışından bir an gafil olup da varlığına, "Neyledir, kimledir?" diyebilecek hiçbir kalp bulunmaz.
Kalpler; her şeyin O'nun kudretinin eseri, azametinin nuru, hikmetinin güzel ve hayret verici işleri, cemalinin nuru olduğunu kendiliğinden bilir. Çünkü hakikatte O'ndan başka hiçbir şeyin varlığı yoktur. Her şeyin varlığı yüce Mevlâ'nın zatının nurunun tecellisindendir.
Salât ve selâm; peygamberlerin efendisi, müminlerin rehberi ve önderi, rubûbiyyet sırlarının emini, Cenâb-ı Hakk'ın seçip yücelttiği Hz. Muhammed Mustafa'nın ve her biri ümmetin yol göstericisi, şeriatın bildiricisi olan ashabı ile Ehl-i beyt'inin üzerine olsun.
Bundan sonra biliniz ki:
İnsan, oyun ya da boş işlerle meşgul olması için yaratılmadı. Aksine ona büyük işler yüklenip üstün bir değer verildi. Nitekim insan, ezelî değilse de (ruhu itibari ile) ebedî, bedeni toprak olup süflî ise de ruhunun hakikati yüce ve rabbânîdir. İnsanın cevheri başlangıçta; hayvani, vahşî ve şeytanî sıfatlar ile karışmışsa da haramlardan sakınma mücâhedesi ile bu karışıklıktan ve bulanıklıktan temizlenip yüce Hakk'ın dergâhına layık olur. Esfel-i sâfilînden aTâ-yi illiyyîn derecesine kadar bütün düşüklük ve yücelikler onun içindir.
İnsan için esfel-i sâfilîn seviyesi; hayvanların, yırtıcıların ve şeytanların mertebesine düşmesi olup şehvet ve öfkenin elinde tutsaklık yaşamasıdır. Alâ-yi illiyyîn derecesi ise şehvet ve öfkenin esaretinden kurtularak bunların her ikisini de kendi boyunduruğuna alan melekler makamıdır.
Kişi, şehvet ve öfkesine hükmedince, kendisinde yüce Mevlâ'ya kulluk makamı hâsıl olur. Kulluğun bu mertebesi ise meleklere hastır ve insan için en üstün makamdır. Bir kimsede, Hak Teâlâ'nın cemaline yakınlık lezzeti meydana gelince, artık o cemalin tecellisi ile meşgul olmaktan hiçbir vakit ilgisini kesemez. Kul için o cemali seyretmek cennet olacağı gibi gözün, midenin ve diğer uzuvların istediği cennet, onun yanında düşük bir mertebede kalır.
Yaratılışının ilk vaktinde eksik ve düşkün olan insanlık cevherinin mücâhede etmeden, ilaç almadan bu eksiklikten kemalata varması imkânsızdır.
Bakırı ve pirinci arıtıp temizleyerek saf altın yapan kimyanın zor ele geçmesi gibi, insanlık cevherini hayvanlık derecesinden çekip çıkararak melek safiyetine ve nefâsetine yükseltecek ve bununla sonsuz bahtiyarlığa ulaştıracak kimya da zor bulunur; dahası bunu herkes anlayamaz.
Bu kitabın kaleme alınmasının maksadı, hakikatte sonsuz bahtiyarlık kimyası olan bu anlaşılması güç kimyayı açıklamaktır. Bu kitaba, bunun için Kimyâ-yı Saadet ismini verdik. Zira kimya ismini asıl burada kullanmak gerekir.
Bakırla altın arasında sarılık yönüyle çok bir fark yoktur. Bu kimyadan hâsıl olacak da ancak dünya nimetidir. Dünyanın müddeti nedir? Hayvanlara mahsus sıfatlarla meleklere ait sıfatlar arasında, esfel-i sâfilîn seviyesinden alâ-yi illiyyîn mertebesine kadar kaç derece bulunur? İşte bizim sözünü ettiğimiz asıl kimyanın semeresi, sonu ve türlü nimetlerinin neticesi olmayan ebedî saadettir. Onunla nimetle-nen için hiçbir sıkıntı yoktur.
Kitabın Konusu
Maddi kimyanın hiçbir yaşlı kadının sandığında bulunmayıp ancak sultanların hazinelerinde saklı olduğu gibi, ebedî saadetin kimyası da her yerde olmayıp rubûbiyyet hazinelerinde gizlidir. Rabbül-âlemîn'in gökteki hazineleri, meleklerin cevheri; yeryüzündeki hazineleri de peygamberlerin kalpleridir. O halde her kim bu kimyayı peygamberden başkasında ararsa, yanlış yola girer; neticede elde edeceği de yalnızca kabuktan ibaret olur. Böyle birinin kazancı zan ve şüpheden başka bir şey değildir. Kıyamet gününde iflası meydana çıkar; iddiacılığı âşikâr, zanları da rüsva olur. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyrulmuştur:
"Şimdi gaflet perdeni açtık; artık bugün gözün keskindir" (Kâf 50/22).
Allah Teâlâ'nın en büyük rahmetlerinden biri de insanlara saadet kimyasının nüshasını öğretmeleri; kalp cevherini mücâhede kabına koymanın yollarını, kalbin bulanmasına ve kirlenmesine neden olan kötü ahlâkın ne şekilde temizlenebileceğim ve güzel vasıfların kokusunun nasıl alınabileceğini anlatmaları için 124.000 peygamber göndermiş olmasıdır. Nitekim Cenâb-ı Hak âlemlerin sultanıdır ve kötü sıfatlardan münezzeh olduğunu övdüğü gibi peygamberler [salavatullahi aleyhim ecmain] göndermesini de över ve bu ihsanını şöyle beyan eder:
"Göklerde ve yerde olan her şey, mülkün sahibi, eksiklikten ve noksanlıktan münezzeh, aziz ve hakim olan Allah'ı teşbih eder. Çünkü ümmîlere içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur. Oysaki onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler" (Cum'a 62/1-2).
Ayet-i celîlede geçen, "Onları temizleyen" ibaresi, hayvanların sıfatları olan kötü ahlâkı onlardan temizler; "Onlara kitabı ve hikmeti öğreten " ifadesi de meleklerin sıfatlarını onlara elbise ve hil'at yapar demektir.
Kimyadan murat, gereksiz noksan sıfatlardan temizlenerek, gerekli kemal sıfatlarla bezenmektir. Bütün bu kimyanın hakikati dünyadan yüz çevirerek Allah Teâlâ'ya yönelmektir. Yüce Mevlâ bunu resûlüne öğreterek şöyle buyurmuştur:
"Rabb'inin adını an. Bütün varlığınla O'na yönel" (Müzzemmil 73/8).
Âyet-i kerimede geçen "tebtîl"in manası, her şeyden yüz çevirip, tamamen yüce Mevlâ'ya yönelmektir. İşte gerçek kimya budur, tafsili ise oldukça uzundur.
Kimyâ-yı Saâdet adlı bu eserdeki bilgiler, (giriş kitabı olan) "Müslümanlık Bahsi"nde dört bölüme tasnif edilmiştir. "Müslümanlık Bahsi"nden sonra dört kitap daha gelir. Bu dört kitabın her biri de on bölümden şekillenmiştir. Fihristte de açıklandığı üzere giriş kitabında dört bölüm, diğer dört kitapta da toplamda kırk bölüm mevcuttur. Kitabın tamamının fihristi Allah'ın izniyle şöyle düzenlenmiştir:
Giriş kitabı olan "Müslümanlık Bahsi" şu şekilde tasnif edilmiştir:
Birinci bölüm: Kendi Hakikatini Tanımak.
İkinci bölüm: Allah Teâlâ'yı Tanımak.
Üçüncü bölüm: Dünyanın Hakikatini Tanımak.
Dördüncü bölüm: Ahiretinin Hakikatini Tanımak.
Bu dört ana başlık Müslümanlığın temellerini oluşturur.
Müslümanlığın muamele rükünlerini açıklayan diğer kitaplar da ikisi zâhirî, ikisi de bâtınî olmak üzere dörttür.
Zâhire bağlı rükünler şöyledir:
Birinci kitap: Allah'ın Emir ve Yasaklarına Uymak. Buna "ibadetler" denir.
İkinci kitap: Hareket, Yaşayış ve Davranışlarda Edebe Riayet Etmek. Buna "muâmelât" denir.
Bâtına bağlı rükünler ise şöyledir: