Kitap Kur'an Tefsirinde Farklı Yorumlar
Meal Muhsin Demirci
Yayınevi M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları
Kağıt Cilt 2. Hamur kağıt - Karton İnce Ciltli, 3 Cilt takım
Sayfa Ebat 2.204 sayfa - 16.5x23.5 cm
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınevi, Muhsin Demirci Kuran Tefsirinde Farklı Yorumlar incelemektesiniz.
3 Cilt Kur'an Tefsirinde Farklı Yorumlar kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
ÖNSÖZ
Bugün insanlığın elinde otantik (orijinal) bir vahiy olma özelliğini muhafaza eden tek semâvî kitap, Kur'ân-ı Kerîm'dir. Çünkü diğer ilâhî kitaplar zamanla tahrife uğramışlar ve ilâhîlik vasıflarını kaybetmişlerdir. Söz konusu vasfını olduğu gibi muhafaza etmesi sebebiyle Kur'ân-ı Kerîm, asırlardan beri binlerce ilim adamının gözlerini hayranlıkla kendisine çevirdiği bir kitap olmuştur. Bu arada müslüman âlimler -özellikle de müfessirler- kendi güçleri ölçüsünde onun hükümleri, müjde ve tehditleri, öğüt ve kıssaları gibi çeşitli yönleri üzerinde durarak tefsirini yapmaya gayret etmişlerdir. Böylece nâzil olduğu andan itibaren günümüze kadar uzanan bu tarihî süreç içerisinde te'lif edilen tefsirler, sayısal olarak büyük bir yeküne ulaşmıştır. Elbette bu fevkalade sevindirici bir olaydır. Ancak yeterli değildir. Bu bakımdan Kur ana yönelik tefsir çalışmalarının daha fazla bir hızla ve gelişen fennî bilimlerden de istifade edilerek yürütülmesi, müslüman âlim ve araştırmacıların başta gelen görevlerinden biri olsa gerektir, işte biz de bu anlayıştan hareket ederek bu çalışmamızda bir taraftan Kur'ân'ın anlaşılmasına hizmet eden müfessirlerin yapmış oldukları farklı yorumlara dikkatleri çekmek, diğer taraftan da naklettiğimiz yorumların ardından kendi değerlendirmelerimize yer vermek suretiyle söz konusu yaklaşımlara bir nebze de olsa katkıda bulunmak istedik.
Bilindiği gibi müfessirler Kur'ân âyetlerini yorumlarken hem mezhep bağlamında hem de aynı mezhebin mensupları olarak zaman zaman kendi aralarında farklı görüşler ortaya atmışlardır, işte buna özgün ifadesiyle "ihtilâf denilmektedir. Bu anlamdaki farklı yaklaşımlar ya Kur'ân'ın bizzat kendisinden ya herhangi bir âyetin anlamıyla ilgili nakledilen farklı rivâyetlerden ya da müfessirlerin donanımlarından kaynaklanmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm'den kaynaklı farklı yorumları kırâatler, bazı kelimelerin birden çok anlama gelmesi yani çok anlamlılık, gramatik özellikler, hüküm farklılıkları ve müteşâbihlik gibi bazı sebeplere dayandırmak mümkündür. Rivâyetlerin ortaya koymuş olduğu farklılıklar da merfu, mevkûf ve maktû hadislere, esbâb-ı nüzûl rivâyetlerine, selefin bakış açılarına ve isrâiliyât gibi haberlerin farklılığına dayandırılabilir. Biraz önce de ifade ettiğimiz gibi müfessirlerin farklı bilgi ve tecrübeye sahip olmaları, yaşadıkları tarihsel çevre, siyasi otorite ile olan ilişkileri ve hepsinden önemlisi de aidiyet duygusu gibi bazı özellikler de onları, Kur'ân-ı Kerîm âyetlerini yorumlama konusunda farklı yaklaşımlara sevketmiştir.
Kur'ân tefsirindeki bu farklı yaklaşımları sonuçlarının olumlu ya da olumsuz olması bakımından iki kısımda ele almak mümkündür. Bunlardan olumlu olanlar, hakkın ve hakikatin belirlenmesi hususunda ortaya çıkan farklılıklardır ki, Hz. Peygamber (sav)'in: "Ümmetimin ihtilâfında rahmet vardır"[1] hadisini bu bağlamda değerlendirmek mümkündür. Zira bu farklı yaklaşım türünde Müslüman müellifler maddî ve manevî olarak kendi kültür ve medeniyetlerini geliştirmek için gayret göstermişlerdir. Bu yüzden söz konusu âlimlerin başkalarını ezmek, onlara zarar vermek ve onların yapıp ettiklerini tahrip etmek ya da değersizleştirmek gibi bir düşünceleri asla söz konusu değildir. Onların bütün gayretleri hakkın ve hakikatin ortaya çıkması ve benimsenmesidir. İşte bu yaklaşım tarzını olumlu bir yaklaşım olarak nitelendirmek gerekmektedir. Çünkü onun özünde dostluk ve samimiyet vardır. Bu tıpkı fıkhî ve kelâmî mezhep imamları arasında görülen yorum farklılıkları gibidir. Şayet bu tür farklı yaklaşımlar câiz görülmeseydi, o zaman hem dinî hükümlerin birçoğuna vâkıf olma imkânı elde edilemezdi hem de nakillerin sahihini sahih olmayanından ayırmak mümkün olmazdı. Demek ki, yorum farklılığının bu çeşidi, başta da belirttiğimiz gibi dinî ahkâmın tafsilâtı ve hayata uygulanabilirliği bakımından olumlu sonuçlar doğurmaktadır. Burada şuna da işaret edelim ki, olumlu olarak nitelendirilen bu ihtilaflar da kendi arasında ikiye ayrılmaktadır. Birisine "tenevvü" (çeşitlilik), diğerine de "tezât" yani birbiriyle çelişen yaklaşım türü ya da ihtilâf denilmektedir. Ancak bu iki yaklaşım türü aynı mezhebe mensup müfessirler tarafından yapıldığı için birbirinin alternatifi olsalar da, esasen birbirini değersizleştirme, itibarsızlaştırma, ötekileştirme veya aşağılama özelliği taşımamaktadırlar.
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Kur'ân naslarına yönelik farklı yaklaşımların ikinci kısmı da özünde düşmanca tutum ve davranışları barındırdığı için olumsuz olarak nitelendirilebilirler. Çünkü bu tür yaklaşımlarda muarızların birbirine karşı tavırları pek dostça değildir. Nitekim bu durumlarda insanlar daha çok karşılarındakini altetmek, küçük düşürmek yahut müşkil duruma sokup yenmek veya herhangi bir şeyle itham etmek gibi düşünce içinde olabilirler. Böylesi davranışlarda da tabiatıyla dostluktan söz etmek mümkün olmaz. Dostluğun bulunmadığı yerde de hiç kuşkusuz güvensizlik, kararsızlık hatta bazı durumlarda düşmanlık vardır. İşte bu da olumsuz bir davranış demektir. Dolayısıyla bu tür yorum farklılıkları, İslâm'ın kabul edeceği bir yaklaşım tarzı değildir. Nitekim Allah Resûlü (sav) de bu nevi yaklaşımları tasvip etmeyerek: "Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak; biri hâriç diğerlerinin hepsi ateşe girecektir" diye buyurmuştur. Onun bu sözü üzerine bazı sahâbîler: 'Ey Allah'ın Resûlü! O kurtuluşa erecek gruba mensup olanlar kimlerdir?' diye sorunca, Hz. Peygamber (sav): 'Onlar benim ve ashâbımın yolu üzere olanlardır..." diye cevap vermiştir[2].
Bu genel girişten sonra yaptığımız çalışmanın mahiyetiyle ilgili olarak da şunları ifade edebiliriz: "Kur'ân Tefsirinde Farklı Yorumlar" adını verdiğimiz bu çalışmamızda, 114 sûreyi Kur'ân'ın mevcut tertibine göre ele alarak müfessirlerin farklı bakış açılarını ortaya koymak suretiyle her âyetin sonunda bir değerlendirme yapmaya gayret ettik. Ortaya koyduğumuz bu mütevazı çalışmada müracaat ettiğimiz tefsirler; Taberî, Mâverdî, Begavî, Zemahşerî, İbn Atiyye, İbnü'l-Cevzî, Râzî, Beydâvî, Nesefî, Kurtubî, İbn Kesîr, Ebû Hayyân, Hâzin, İbn Cüzey, Şevkânî, Âlûsî, İbn Âşûr, Muhammed Abduh-Reşid Rızâ, Muhammed İzzet Derveze, Elmalıh Hamdi Yazır, Süleyman Ateş ve Muhammed Esed'in kaleme almış olduğu tefsirlerdir. Ancak zaman zaman da Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından bir heyete hazırlattırılan "Kur'ân Yolu" adlı tefsire başvurduğumuz olmuştur.
Bu çalışmamızda yorum bakımından ihtilaflı olduğunu düşünüp ele almış olduğumuz âyet sayısı 1000 civarındadır. Hemen ifade edelim ki bizim ilgili âyetleri seçerken esas aldığımız temel kriter onların, sözünü ettiğimiz tefsirlerin birden fazlasında farklı yorumlarla ele alınmış olmasıdır. Bu yüzden sözgelimi herhangi bir âyetin farklı yorumlarına şayet bu tefsirlerin birinde yer verilmişse, o tür yorumlara fazla itibar etmedik. Ancak en az iki ya da daha fazla müfessir tarafından ele alınmışsa, o durumdaki yorumlara yer verdik. Ayrıca bu farklı yorumlara işaret ederken ortaya atılan yaklaşımların tamamını isnadlı bir şekilde vermeye özen gösterdik. Esasen müfesirlerin çoğunluğu kaleme almış oldukları tefsirlerinde ihtilaf konusu olan görüşleri genellikle bir temrîz sigası olan (jj) ifadesiyle vermektedirler. Yani rivayetleri isnadlı olarak nakleden müfessirlerin sayısı oldukça azdır. Sözgelimi rivâyetleri senedli olarak nakleden müfessirler arasında Taberî ve İbn Kesir başta olmak üzere, Mâverdî ve İbnü'l-Cevzî gibi zatların isimleri sayılabilir. Ancak bilindiği gibi (Jj) ifadesi muhatabın zihninde güvensizliğe yol açmaktadır. Çünkü genel telakkiye göre rivayetlerde bu tür sigaların kullanılması, onlara fazla güvenilmemesi anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bu nevi rivâyetler müfessirler nazarında da zaten şüpheli haberler kapsamında yer almaktadırlar3. Zira isnadsız bir rivâyetin içinde zikredilen bilgi, kim tarafından ne zaman hangi amaçla söylendiği bilinmeyen bir bilgi demektir. Bu da öne sürülen fikrin, düşüncenin ya da değerlendirmenin vâkıaya uygun olup olmadığının tespitini zorlaştırmaktadır. Ayrıca sözün hangi zaman dilimi içerisinde söylendiğini bifinemez hâle getirdiği için de, ileri sürülen yorumun dönemsel özelliğini tespit etme imkânını bir anlamda ortadan kaldırmaktadır. İşte biz bahsettiğimiz bu sebeplerden dolayı çalışmamızda yer verdiğimiz rivâyetlerin tamamını, onları rivâyet eden kişi ya da kişilere isnâd ederek nakletmeye çalıştık. Bunu yaparken de her tefsirdeki isnâdı olduğu gibi alma yerine, müracaat ettiğimiz tefsirlerde karşılaştığımız müfessirlerin isimlerini bir arada zikrettik. Yorum tarihi açısından önem verdiğimiz için -çok zor bir yol olsa da- ele almış olduğumuz herhangi bir âyetle ilgili farklı yorum yapan müfessirlerin isimlerini, her geçtikleri yerlerde ölüm tarihlerine göre sıraladık. Bunu yapmadaki amacımız da ismini zikrettiğimiz müfessirlerin bir taraftan hangi asırda yaşadıklarını göstermek, diğer taraftan da yapılan yorumların dönemsel mahiyet ve karakterlerini kronolojik olarak açık ve net bir şekilde gözler önüne sermektir.
3-Bunun içindir ki, büyük hadis âlimi Ahmed b. Hanbel: "Megâzi (harp tarihi), melâhim (kahra¬manlık destanları) ve tefsirin aslı yoktur" demiştir. Öyle anlaşılıyor ki, söz konusu zat özellikle "tef¬sirin aslı yoktur" sözüyle, rivâyetlerin senedsiz zikredildiklerini, bu yüzden de onlara güvenilmemesi gerektiğini ifade etmek istemiştir.
Senedleri zikrederken müfessir isimlerini daha çok klasik tefsirlerde geçtiği şekilde vermeye çalıştık. Ancak bazen de bu isimleri en çok kullanılan künye ya da nisbesiyle zikrettik. Sözgelimi "Ebû Müslim Muhammed b. Bahr el-îsfahânî" nin adı tefsirlerde genellikle "İbn Bahr" olarak kaydedilmiştir. Ama biz bu ismi her geçtiği yerde "Ebû Müslim el-İsfahânî" diye zikrettik. Aynı şekilde müfessirlerin tefsirlerinde "en-Nakkâş" olarak yer verdikleri zâtın adını da, "Nakkaş el-Mevsılî" olarak kaydettik ki, bu müfessirin tam ismi "Muhammed b. Hasan el-Mevsılî en-Nakkâş"tır. "Kutrub, Ebû Ali Muhammed" adıyla tanınan müfessir de bilindiği gibi klasik tefsir literatüründe daha çok "Kutrub" olarak ifade edilmektedir ki, bu zâtın ismini de biz bu çalışmamızda "Ebû Ali Kutrub" diye zikrettik.
Ayrıca hazırladığımız bu metinde Mukâtil b. Süleyman, Mukâtil b. Hayyân, Dahhâk b. Müzâhim, Dahhâk b. Mahled, Atâ b. Ebî Rabah, Atâ b. Meysere el-Horasânî ve Atâ b. Yesâr gibi isim benzerliği olan müfessirlerden de nakillerde bulunduk. Ancak söz konusu isimlerin birbirine karışmaması için, Mukâtil b. Hayyân, Dahhâk b. Mahled, Atâ el-Horosânî ve Atâ b. Yesâr'ın isimlerini, geçtikleri her yerde tam olarak verip, diğerlerinin isimlerini farklı şekillerde zikrettik. Çünkü isimlerine tam olarak yer verdiğimiz müfessirlerin nakilleri diğerlerine göre daha azdı.
Bu arada şunu da belirtelim ki, çalışmamızda yer verdiğimiz yorumları okuyucuların dikkatlerini çekmek maksadıyla maddeler halinde sıraladık. Böylece âyetlerle ilgili ihtilafları oluşturan rivâyetler, rakamsal olarak 4250 civarında bir sayıya ulaşmış oldu. Görebildiğimiz kadarıyla bu rivâyetlerin çok büyük bir kısmı yani yaklaşık olarak yüzde sekseni, Hz. Peygamber'in duasına mazhar olan büyük sahâbî Abdullah b. Abbas kanalıyla bize nakledilmiştir. Bunların önemli bir kısmı doğrudan İbn Abbas tarafından gelmekle beraber bir kısmı da onun en meşhur talebelerinden Mücâhid, İkrime ve Sa'îd b. Cübeyr gibi tâbiûnun büyükleri aracılığıyla rivâyet edilmiştir. Dolayısıyla bu tablo bize gösteriyor ki, bu çalışmamızda ele almış olduğumuz âyetlerle ilgili farklı bakış açıları, büyük oranda sahâbîlere aittir. Başka bir ifade ile Kur'ân'ın, üzerinde ençok ihtilâf edilen naslarıyla ilgili ilk açıklamalar mevkûf hadislere dayanmaktadır. Anladığımız kadarıyla bütün bu tarihî kültürel miras da tâbiûn ve etbâu't-tâbiîn üzerinden bize ulaştırılmıştır. Özellikle tedvin döneminin önemli rivâyet mü-fessirlerinden olan Taberî, Mâverdî, Begavî, İbnü'l-Cevzî ve İbn Kesir de söz konusu külliyyâtın bize ulaştırılmasında büyük bir görev üstlenmişlerdir. Taberî rivâyetleri herhangi bir tasnife tâbi tutmadan olduğu gibi nakletmiş, ancak tespit edebildiğimiz kadarıyla takriben yüzde seksen oranında nakletmiş olduğu rivâyetleri eleştirel bir gözle ele alarak kendi tercihlerine de yer vermiştir. Ondan sonraki tarihsel süreçte ise Mâverdî ve İbnü'l-Cevzî yorumunda ihtilaf edilen âyetleri tefsir ederken ulaşabildikleri görüşleri belli bir tasnife tâbi tutarak nakletmişlerdir. Sözgelimi bu müfessirler ele aldıkları âyetin -ister nüzûl sebebi, ister gramatik yönü itibariyle, isterse tarihî açıdan olsun haklarında ne kadar farklı yaklaşım varsa- hepsini sahiplerine isnâd etmek suretiyle yani bizzat isim zikrederek rivâyet etmişlerdir. İşte biz de söz konusu çalışmamızda isimlerine yer verdiğimiz Mâverdî ve İbnü'l-Cevzî'nin tasniflerinden istifade edip her konuyla ilgili değişik yaklaşımları sıralamaya çalıştık.
Bu tespit aşamasından sonra her ihtilaf konusuyla alakalı daha önce de ifade ettiğimiz gibi bir değerlendirme yapmaya gayret ettik. Bu hususta takip ettiğimiz yöntem daha ziyade serdettiğimiz görüşlerden birini tercih etmek şeklinde gerçekleşmiştir. Ancak her zaman olmasa da bazı durumlarda tercihlerimizin ardından birtakım gerekçeler de ortaya koymaya çalıştık. Tabiî ki, yapmış olduğumuz her değerlendirmenin ve ileri sürdüğümüz her gerekçenin isabetli olduğunu iddia etmemiz mümkün değildir. Çünkü Allah'ın kitabında yer alan naslar hakkında değerlendirme yapmak kolay bir iş olmasa gerektir. O nedenle diyebiliriz ki, yaptığımız bu çalışmada farkında olmadan bazı hatalar yapmış olabiliriz. Fakat kendi bakış açımızı oluştururken iyi niyetli olduğumuzdan asla şüphe edilmemelidir. Bu bakımdan ortaya çıkacak hata ve kusurlardan dolayı öncelikle Allah Taâla nın affına sığınıyor, sonra da okuyuculardan hoşgörü bekliyoruz.
Yaptığımız bu çalışmaya, metni okuyarak katkı sağlayan değerli dostlarım Prof. Dr. Ahmet Yücel, Doç. Dr. Halil Aldemir, Doç. Dr. Harun Öğmüş, Yard. Doç. Dr. Selman Okumuş'a en samimi teşekkürlerimi sunuyorum. Ayrıca indeksin oluşturulmasına yardımcı olan Araştırma Görevlisi M. Taha Güler, doktora öğrencileri Burcu Dilek, Mustafa Arslan ve Hasan Baydemir'e, bazı müfessirlerin ölüm tarihlerini ve bir kısım merfu hadisin kaynağını tespit etmede yardımcı olan doktora talebem Sümeyye Sevinç'e ve çalışmanın tamamını baştan sona iki defa okuyarak yazım hatalarını tashih eden lisans son sınıf öğrencisi Abdullah Dursun'a teşekkürlerimi arz etmek istiyorum. Son olarak da bu kitabın üç cilt halinde basımını üstlenen İFAV Yayınları'nın değerli yetkililerine, özellikle de yayınevi müdürü Fikret Arslan’a teşekkür ediyorum.
Prof. Dr. Muhsin DEMİRCİ
İstanbul - 2017
[1] Ebû Dâvûd, Akziye, 11; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 230-236.
[2] Tirmizî, İmân, 18; Ebû Dâvûd, Sünnet, 1; İbn Mâce, Fiten, 17. Bu hususta daha geniş bilgi için bkz. Kahraman, Ferruh, Ulûmü'l-Kur'ân Özelinde Tefsirde İhtilâflar, İstanbul 2011.