Kitap Mülteka Tercümesi - Mevkufat
Yazar İbrahim Halebi Şerh: Mehmet Mevkufati
Tercüme Ahmed Davudoğlu
Yayınevi Sağlam Yayınları
Kağıt Cilt 2. Hamur Kağıt, Kalın Sıvama Ciltli, 4 Cilt takım
Sayfa Ebat 1.709 sayfa - 17x24 cm
Sağlam yayınları, İbrahim Halebi tarafından yazılan 4 Cilt Mevkufat Mülteka Tercümesi adlı kitabı incelemektesiniz.
İslam Fıkhı Mülteka Tercümesi kitabı hakkında yorumları okuyup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
TAKDİM
Allahü Zülcelâl Hazretlerinin tevfik ve inayetine sığınarak Müslüman Kardeşlerimize hizmet etmeyi bir vazife bilen
Kitabevimiz;
İslâm Hukuku sahasında yazılmış olan serlerin en meşhurlarından biri olan
MÜLTEKA ŞERHİ-MEVKUFAT'i okurlarına sunmakla, Cenâb-ı Hakk'a sonsuz derecede olan hamd ve senalarının kabulünü niyaz eder.
Bu güzîde eseri; günümüzün
Türkçesine çevirmek lûtfunda bulunan, Câ-miül-Ezher Şeriat Fakültesi Mezunu, İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü Eski Müdürü, Arap Dili ve Edebiyatı Muallimi, Osmanlı Ulemâsının son halkası, muhterem hocamız üstâd
AHMED DAVUDOĞLU ve mesâi arkadaşlarına teşekkürü bir borç bilir, muhterem hocamıza Cenâb-ı Hakk'dan iki cihan saadeti ve sıhhat niyaz ederiz.
Bütün Din Kardeşlerimizin faydalanacağı bu eseri neşretmemize imkân veren; bütün işleri tedbîri ile tasarruf etme kudretine sâhib, tevfîk ve kudreti ile Âlemleri yaratan
ALLAH (c.c.)'a hamd olsun.
Salât ve selâm insanların en güzidesi; ALLAH, (c.c.)'ın Habîbi, Nebîsi,
Resûl-ü Ekrem Muhammed Mustafa (s.a.v.) ve Ashabına ( R. Anhüm. ) olsun.
Naşir
ALAADDİN SAĞLAM
ÖNSÖZ
Bu güzel eser Hanefî ulemâsından İbrahim b. Muhammed el-Halebî (?-956) nin Mülteka-i -Ebhur adlı meşhur kitabının tercümesidir.
Mülteka 'nın kendisi Kuduri, Muhtar, Kenz ve Vikaye gibi meşhur metinleri içine almakla kalmayıp diğer bir çok ittifakî meseleleri sinesinde toplayan bir hazine olduğu halde Mevkuvati Mehmed Efendi merhum bu hazine ile de yetinmemiş 25'den fazla eserden tercümesine meseleler aktarmıştır. Bu Suretle eser tercüme olmaktan çıkmış âdeta özene bezene yazılmış mükemmel bir hazinet'ül-hazâin olmuştur. Yalnız Osmanlı üslûbu ile yazıldığı için bu gün anlaşılması çok güçtür.
Bu kıymetli eseri sadeleştirmek günümüzün okuyucularına arz etmek için Sağlam Yayınevi sahibi Muhterem Alaeddin Sağlam bana müracaatta bulundu. Teklifini memnuniyetle kabul ettim ve eseri güzide talebelerimizden Zülkarneyn Tatlılı ile Şevket Gürel'in yardımları sayesinde mümkün olduğu kadar sadeleş-tirerek kolay anlaşılır hâle getirmeye çalıştım.
Yalnız bu arada ufak bazı tasarruflara lüzum hasıl oldu. Mesela Arapça bir kelimenin uzun uzadıya yapılan iştikakı, bazı lüzumsuz kaideler ve Fıkıhla alâkası olmayan izahat okuyucuyu bıktıracağından fayda yerine zarar getirebilirler. Onun için böyle lüzumsuz görülen şeyler sırası geldikçe kitaptan çıkarıldı. Gönül ister ki, böyle ganimet eserler hakikaten ganimet bilinmeli ve şevkle okunmalıdır.
Cenâb-ı Hak cümlemize bol feyizler ve hayırlı muvaffakiyetler ihsan buyursun. Âmin.
AHMED DAVUDOĞLU
Câmiül-Ezher Şeriat Fakültesi Mezunu
İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü Eski Müdürü
Arap Dili ve Edebiyatı Muallimi
MUHAMMED MEVKUFATi 'NİN ÖNSÖZÜ
Sınırsız ve sayısız hamd-ü sena Vâcib-ül Vücûd olan Alıuh Teâlâ (c.c)'ya olsun. O, hakikatlerin zübdesi olan insanoğlunu ilim kemâl ve cemâl-celâl denizlerinin birleştiği yer kılmıştır.
İnsanların bazısını, iyilik ve güzelliğe mahzar ederek, başlangıcı ve sonu olmayan tükenmez yardım hazinesinin apaçık cevheri yapıp; makamını yüce ve gönlünü güneş gibi parlak kılmıştır.
Diğer bir kısmı da istekleriyle İslâm yolunun dışını tercih etmişlerdir. Hidâyet yolunun yolcusu olmadıklarından ötürü; Allah'ın gazap ve kahrına uğrayarak gönülleri kararmış ve zihinleri bulanmıştır.
Salât ve Selâm Cenab-ı Hakkın kullarına dinin tebliğcisi, kudsî hidâyet yolunun yol göstericisi, "Biz, seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik"
ilâhi hitabına mahzar olan, temiz inançlı, kıyamet gününde günahkârlara şefaatçi olarak Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)'e olsun.
Peygamberimiz (s.a.v) bir hadis-i şerifinde bilginlerin derecesinin yüceliğini anlatmak için, "Nübüvvet derecesine insanların en yakını ilim ehlidir" buyurmuşlardır.
Yine Peygamberimiz (s.a.v) fakîhlerin derecelerinin yüksekliğini de, "Allah hayrını dilediği kimseyi dinde fâkih kılar" buyurarak ifade eylemişlerdir.
Peygamberimiz (s.a.v)'in Ehl-i Beytinin her biri evinde gece ışığı gibi aydınlık, risalet gül bahçesinde güzel sesli bülbül gibi olup sevgileri Müslümanlara güç-kuvvet sermayesi, manevi ruh olmuştur.
Ashâb-ı Kiram, dini dünyayı aydınlatan güneş gibi yüce tutarak, küçük ve büyük cihatta tam özen gösterdikten sonra Fıkıh'in tümüyle uğraşıp dinin tebliğ-cileri olmuşlardır.
Bundan sonra; Ben, istek ve arzuların coşkun ve yoğun olduğu dönemlerimde vakitlerimi, boşa geçirmeyip, yaygın faziletler kazanmaya gayret sarf ettim. "Bir fakîh, şeytana karşı bin bilgisiz abidden daha güçlüdür" sözünü düşünerek gece gündüz bilgi Öğrenmeye rağbet ederek kitapsever oldum.
Faziletlerle donanmış bir edip bulunca sohbetine severek katıldım. Fakat "Her şey için bir engel vardır" sözü gereğince deniz dalgaları gibi birbirini izleyen engeller çıkıp uzun süre ilim sohbetlerinden uzak kaldım. Geceleri rahat uykuyu bırakıp kitap mütalaası ile sabaha değin vakitlerimi değerlendirdim. Allah'ın hidâyeti erişip "Allah hayrını dilediği kişiyi dinde fakîh kılar" hadis-i şerifi gereği Fıkıh sahasına gayret ve özen gösterip; insanlar arasında geçerli olan "Mültekâ'I-Ebhûr" adlı kitabın mütâlâasını sürekli yaptım. Meselelerini ezberledim. Gerçekten bu kitap, insanlar arasında geçen Dini meseleleri; önemli işleri kapsamaktadır. Bazı âlimler bu eserin meselelerinin 17.000 olduğunu bildirmektedirler. Eserin sözleri, cümleleri kapalı olduğundan herkesin kolayca anlayıp yararlanamayacağı için Türkçe olarak açıkladım. Önceleri eserin yalnızca kapalı cümlelerini açıklayarak yararlı olacağım kanaatindeyken sonradan Allah rızasını kazanmak için eserin tamamını Türkçe'ye tercüme ettim. Bu tercümeden seçkin ve halk yararlanabilirler.
İbrahim Halebî tercüme etliğim "Mültekâ'l-Ebhûr"unu yazarken şu eserlerden yararlanmıştır;
Vikaye, Kuduri, Keıız, Muhtar, Mecmâ-ül-Bahreyn, Hidâye.
Ben, Mevkufat adındaki tercümemi yazarken bunlara ilaveten şu eserlerden yararlandım;
Hidâye, Ekmel, İbnii Hümâm, Gâyet-ül Beyân, Nihâye, Mi'râc-üd'Dirâ-ye, Kifâye, Zeyleî, Bahr-i-r'Râyık, Aynî, Şerh-i Mecmâ-ül-Bahreyn, Şerh-i Vi-kâye-i Şeyhzâde, Sadrü'ş'Şeriâ, Islâh-ı İzah, Dürer-i Gurer, Şumunni, Hızâne-tü'l Fetâvâ, Câmi'ül Fetâvâ, Günyet'ül Fetâvâ, Tatarhâniyye, Manzume, Şerh-i Muhtasarı Tahâvî lil-İsbicâvî, Hâvî, İhtiyar.
Peygamberimiz (s.a.v) bir hadis-i şerifte;
"İnsanoğlu ölünce amelleri kesilir bundan üç şey müstesnadır.
(Bunlardan biri de) Kendisinden faydalanılan ilimdir" buyurmuşlardır.
Eserimi okuyanlardan hayır dua beklemekte, yapabileceğim yanlışlıklardan dolayı ilim erbabından özür dilemekte ve bağışlanmayı istemekteyim.
MUHAMMED MEVKUFATİ
İBRAHİM HALEBÎ
(1459-1549)
İbrahim b. Muhammed, Arap fakîhi, Hanefi mezhebine göre furû' hakkında Türkiye'de pek ziyade revacı olan ve müteaddit bulunan " Mültekal Ebhur " müellifidir.
Bu eser Şeyhizâde'nin şerhleri ile, İstanbul'da 1241 ve 1310'da ve el-Haskâfi'nin şerhleri ile yine İstanbul'da 1258- 1287 ve 1310 senelerinde basılmıştır.
Halep ahalisinden olan Halebi evvela bu şehirde ve Kâhire'de tahsil yaptıktan sonra, İstanbul'a gelmiş ve burada vaiz ve müderrislik vazifelerini ifâ ederek, 956 (1594) yılında 90 yaşında ölmüştür. Yukarıda adı geçen kitabından başka telifleri de vardır.
MEVKUFÂTÎ MUHAMMED EFENDİ (MİDİLLİLİ)
İlim ve kalem sahiplerinden siyasi tarafı da bulunan bir zat olup Midilli adasındadır. Tafsilatı "Reisü'l-Küttâb-Hâriciye Nâzır"larının hâl tercemelerini açıklayan matbu "Sefinetü'r-Rüesâ"da yazılı hâl tercümesinden anlaşıldığı üzere feleğin (sıcağnıı-soğuğunu) tatmış bahtsızlardandır. 1065 tarihinde İbşir Paşa zulmüyle İznik'te ecel-i kazaya uğradı. "Mevkûfât" ismiyle maruf matbu "Terceme-i Mültekâ" himmet gösterdiği eseridir. "Telhisu Camii'l-Kebîr"i de tercüme etmiştir ki, bir nüshası Şehit Ali Paşa Kütüphânesindedir. "Sadrü'ş-Şeriâ"yı da tercüme etmiştir ki bunun da nüshası Ayasoyfa Kütüphânesindedir.
MUKADDİME
"Esirgeyen ve Bağışlayan Allah'ın adıyla başlarım!"
Bütün hamd edenlerin hamdi Allah'a mahsustur. Burada hamdın lügat ve örfi manâsını açıklamak gerekir. Hazret-i Kadı, Tefsir-i Şerifinde hamdi "İsteyerek güzel bir şekilde övmektir. Bu hamdin tarifidir. Zira, sena hamdin lügat manâsını açıklamak içindir. Hamdin örfî manâsı ise; nimeti verene, nimeti vermesinden dolayı tazimi bildiren bir fiildir. Bu da şükrün lügat manâsıdır" diye tarif etmiştir.
Bu halde, hamdle şükür bir manâya gelir. Fakat aralarında umum ve husus min vecih vardır. Yani, bir bakımdan "hamd" umum, "şükür" hâs olur. Bir bakımdan "şükür" hâs olur. Bir bakımdan "şükür" umum, "hamd" hâs olur. "Hamd" yalnız dille yapıldığı için hâs olur. "Hamd" bir iyilik karşılığı olsun, olmasın övülmekle ilgili olması cihetinden umum olur.
"Şükür" hem dille, hem kalple ve diğer âzâ ile yapıldığı için umumi olur. "Şükür", yalnız bir iyilik karşılığında övülmek olması bakımından hâs olur. Hatta Hz. Ali (r.a) hakkında, çölde yaşayan bir Arap'ın; "Benim elim, dilim ve kalbim sizin iyiliğinizi ifade etmektedir" beyti şükrün dille, kalple ve diğer âzâ ile yapılacağına delildir.
Peygamberimiz (s.a.v);
"Hamd, şükrün başıdır. Her kim Allah'a hamd etmezse, şükretmemiştir" buyurmuşlardır.
Bu hadis-i şerif de hamdin, şükürden bir cüz olduğuna delâlet eder.
Örfte hamd, dört manâya kullanılmıştır;
1- Allah'û Teâlâ'nın güzel fiillerini övmektir.
2- Şükür manasınadır.
3- Rızâ manasınadır.
4- Medih (övme, yüceltme) manasınadır.
O Allah ki, dinde tefekkuh için bize tevfik verdi. Yani fıkıh öğrenme ve anlamaya sebep olan gücü bize yarattı. Bazılarına göre; "Tevfîk; "Allah'û Teâlâ kullarının işini sevdiği ve razı olduğu şeye uygun kılmasıdır" Bazılarına göre; "Tevfîk, Allah'û Teâlâ'nın sebepleri müsebbeb (meydana getirilen iş) lere uygun kılmasıdır" diye tarif etmişlerdir. Allah'ın bizlere de "tevfîk" ihsan edip bundan ayırma.
Tefekkuh; Bir şeyi yavaş yavaş elde etmektir. Lügatte ise anlamaktır, anlamda ise âyet ve hadisin manâsını anlamaktır.
Istılahı ise; Kişi lehine ve aleyhine olanı anlamasıdır, diye İmam-ı Ebû Hanife (r.a)'dan nakil etmişlerdir. Bu ibare inançla ilgili olursa "İlm-i Kelâm" murad oiunur. Şer'i ve ameli hükümlerle ilgili olursa "İlm-i fürû"dur. Burada ise "İlm-i fürû"dur. Çünkü dinde fıkıh öğrenmek Hak Sübhane ve Teâlâ'nın rızasına ulaştıran sebeplerden olunca, musannif kitabın evvelinde, "Dinde fıkıh öğrenme ve anlamaya sebep olan gücü bizde yaratan Allah'a hamd olsun" diye başlaması, Peygamberimiz (s.a.v)'in;
"Allah'û Teâlâ kime iyilik ederse, onu din alimi yapar. Allah'û Teâlâ'ya yapılan ibadetlerin en üstünü dinde (fıkıhta) alim olmaktır. Hatta bir din alimi (fakih) Şeytan nazarında, bin abidden fenadır. Her şeyin bir direği olduğu gibi, İslâm Dininin direği de ilimdir, ibadetlerin en hayırlısı din alimi olmaktır" hadisi şeriflerine işaret içindir.
Bazıları dini;
"Din, Allah'û Teâlâ tarafından konulmuş bir kanundur. İnsanlara saadet yollarını gösterir, onların saadete erişmelerine delalet eder, yaratılışındaki gaye ve hedefi, Allah'a ne Suretle ibadet yapılacağını bildirir. İnsanları (kendi arzularıyla dini kabul eden akıl sahiplerini) hayırlı olan işlere sevk eder" diye tarif etmişlerdir.
Öyle din ki, Allah'ın sağlam bir ipi ve açık bir lütfudur;
Nebilerin ve Resullerin mirasıdır.
Âlimler Resul ile Nebi hususunda ihtilâf etmişler. Bazıları; "Resul, kendisine Allah tarafından yeni bir kitap, bir şeriat, ihsan buyurulmuş olan zattır.
Nebî ise, kendisine Allah tarafından yeni bir kitap, bir şeriat verilmeyip, kendisinden önce veya kendi zamanında yaşayan bir Resulün kitabı ile şeriatıyla amel etmek ve bir kısım insanları bu kitap ile, bu şeriat ile amele davet etmek üzere Allah tarafından gönderilen zattır" diye cevap vermişlerdir.
Cumhur da bu görüştedir.
Buna göre; her Resul, Nebi olduğu halde, her Nebi Resul olmamış olur. Zira Hak Teâlâ (c.c)'nın;
"Biz senden evvel hiçbir Resul, hiçbir Nebi göndermedik ki..."
(El-Hac Sûresi; 52) kavl-i şerifinin zahiri de buna delalet eder.
Peygamberimiz (s.a.v)'den peygamberlerin adedi sorulduğunda; "Yüz yirmi dört bindir. Üç yüz on üçü Resuldür" buyurdukları hadisi şerifi de bunu gösterir.
Keşşaf sahibi; "Resul, kendisine vahiy yoluyla yeni bir kitap ihsan buyurulan zattır" demiştir. Fakat Keşşafın bu sözünü kabul etmemişlerdir. Çünkü Resullerin çoğuna yeni bir kitap verilmemiştir.
Bazıları da "Resul, Nebidir onlara kitap gelmiştir" demişler. Fakat bunların görüşü de kabul edilmemiştir. Çünkü İsrail oğullarının Peygamberleri ile beraber Tevrat kitabı bulunduğu halde kendileri Resul değillerdi. Bu görüş sahiplerine göre, Peygamberlerin davet sahibi olmaları lazımdır. Bu Peygamber de gerek yeni bir şeriat sahibi olsun; Hz. Musa, Hz. İsa gibi veya kendinden önceki bir Peygamberin şeriatıyla âmil olsun; Hz. Davud gibi, yahut başka bir peygamberle beraber bulunsun; Hz. Harun gibi. Sözün kısası Resul ile Nebi arasındaki farkın ne yüzden olduğuna hiç birisi kesin olarak cevap vermemiştir. Hatta Kadı, Keşşaf, Fahrüd-din Razî, her biri ayrı bir görüş ileri sürmüşlerse de Sadi Efendi üçünün de görüşünü reddetmiş, "Resul ve Nebi arasındaki farkın ispatı için kitap ve sünnetten bir delil lazımdır. Bu hususta fikir yürütülmez" demiştir.
Din, Allah'ın bütün insanlar üzerine kesin ve üstün delilidir. Din, Allah'ın a'lây-ı illiyyine ulaştıran doğru yoludur.
İbn-i Abbas (r.a)'dan rivayet edilmiştir ki; "İlliyyin arşın altında asılı bulunan bir levha olup iyilerin amelleri onda yazılmıştır."
Ka'ab ve Katâde (r.a); "Arşın direğidir." Atâ (r.a); "Cennetin tâ kendisidir." Dahhâk (r.a); "Sidretü'l-müntehâ'dır" demişlerdir.
Salât ile selâm âlemlere rahmet olarak gönderilen, Allah'ın mahlu-katının en hayırlısı olan Muhammed (s.a.v)'in ve onun âlinin, ashabının, tabiinin, ilmiyle âmil olanların üzerine olsun.
Burada Peygamberin âlinden murad, ehli, lyâli ve Ona uyanlardır. Bazılarına göre; "Peygamberimizin sülalesidir." Bazıları ise "Müminlerin, takva sahibi olanlarıdır" demişlerdir.
Hatta Peygamberimize; "Ya Resulullah, âl'in kimlerdir?" diye sorulduğunda
"Her takva sahibi, temiz mümin benim âl'imdir" diye buyurmuşlardır.
Bu takdirde bütün Ashâb-ı Kiram dahildirler. Sahabi Peygamberimizi gören, iman eden ve iman üzere ölen kimsedir. Allah'a hamd-ü sena, Resul-ü Ekrem (s.a.v)'e ve Ashabına salât ve selâmdan sonra; imdi zengin olan Allah (c.c)'ın rahmetine muhtaç olan İbrahim b. Muhammed . İbrahim Halebî der ki;
"Talebeler istifade etmek için, benden Kudûri, Muhtar, Kenzve Vikaye kitaplarının meselelerini içine alan kolay ibare ile, bir kitap yazmamı istediler. Ben de bunu kabul ettim. Ayrıca bu kitaba Mecmâ'al-Bahreyn meselelerinden ve Hidâye'den bazı meseleler ilave ettim. İmamlarımız arasındaki ihtilâfı açıkladım. İmamlarımızın sözlerinden üstün olanını önce, üstün olmayanını sonra yazdım. Ancak sonra yazdığım halde üstün olduğunu bildirdiğim meseleler başkadır. İmamlarımız Ebû Hanife, Ebû Yusuf ve İmam-ı Muhammed'dirler.
Müteahhirin ulemâ arasında veya yukarıda geçen kitaplar arasındaki hilafları "denildi" veya "dediler" sözleriyle yazdım. Her ne kadar bunlara esah kaydı konulmuşsa da bunlar böyle olmayan sözlere nispetle zayıftır. Merciini bildiren bir karine almaksızın yazdığım tesniye zamiri Ebû Yusuf ve İmam-ı Muhammed içindir. Musannifin karineden muradı; Bir meselede Ebû Yusuf'un adı geçse bundan sonra tesniye zamiri gelse bununla kastedilen İmam-ı Ebû Hanife ile, İmam-ı Muhammed'dir. Fakat hiçbirinin adı geçmediği halde tesniye zamiri olsa, bununla murad edilen Ebû Yusuf ve İmam-ı Muhammed'dir. Bu kitapta yukarıda adı geçen kitaplar toplandığı için, ismi kendisine uygun olsun diye "Mültekâ'l-Ebhûr" (Denizlerin Kavşağı) adını verdim.
Bu kitabı Allah'û Teâlâ'nın kendi rızası için hâlis kılmasını, bu kitap ile beni malın ve oğulların fayda vermeyeceği, ancak Allah'a (küfür ve nifaktan) tamamen salim bir kalple gelenlerin kurtulacağı günde faydalandırmasını dilerim." ( Mülteka Tercümesi Mevkufat, İbrahim Halebi Şerh: Mehmet Mevkufati, Ahmed Davudoğlu, Sağlam Yayınları, mülteka tercümesi )
Sağlam yayınları İbrahim Halebi 4 Cilt Mevkufat Mülteka Tercümesi adlı kitabı incele diniz.