%47

Nefahatül Üns Evliya Menkıbeleri Molla Cami SALİH KİTAP

  • 3.5 / 5
3.5 / 5
235,00 TL
450,00 TL
Kazancınız 215,00 TL
Sarı şamua , Kalın Ciltli,  784 sayfa, 17x24 cm
Geçici olarak temin edilememektedir. Temin edildiginde

Bu ürünün yerine tercih edebileceğiniz ürünler

STOKTA VAR
1.760,00 TL
870,00 TL
Aynı Gün Kargo
STOKTA VAR
400,00 TL
240,00 TL
Aynı Gün Kargo
STOKTA VAR
800,00 TL
450,00 TL
Aynı Gün Kargo

Ürününüz 1-2 gün içerisinde kargoya verilir.

Güvenli Alışveriş

Ürününüzü 14 gün içerisinde kolayca iade edebilirsiniz.


Kitap          Nefahatül Üns - Evliya Menkıbeleri

Yazar          Mevlana Abdurrahman Cami , Molla Cami
Tercüme    Ahmed Murad Göymen
Yayınevi     Salih Kitaplar
Kağıt Cilt    Sarı şamua kağıt - Kalın Ciltli
Sayfa Ebat  784 sayfa - 17x24 cm
Yayın Yılı      Yeni Baskı



Nefahatül Üns - Evliya Menkıbeleri - Molla Cami


Bu eser, tasavvufa dairdir. İçindekiler de tasavvufu sözde değil, özde yaşayanlardır. Bunların her biri, İslâm âleminin yetiştirdiği nadide çiçeklerdir. Koklamasını bilmek gerek.

Bu eserde sizlere, halka halka veliler zinciri, bir başka deyişle ‘Mukaddes Makamlardan Huzur Nefesleri' sunulacak. Doya doya içinize çekiniz. Zira ilâhi âlemden esip gelen lütuf rüzgârlarıdır. Öz kaynağı da rububiyet merkezidir. Bu nefesler her zaman bulunur; kendinizi onlara atmaya bakınız.

Bu eseri oku yan kimselerin keremli huylarından, şefkat duygularından beklenen odur ki, Allah'ın veli kullarının uğurlu, pâk nefeslerinden, mukaddes ruhlarının feyizlerinden hallerini, vakitlerini hoş edeler.

Bu eser, kudsiyet âleminde uçuşanları dile getirmekte, ünsiyet makamına iştiyak duyanların can burunlarına meşayihin pâk nefeslerinin kokularını ulaştırmaktadır. Ne mutlu gerçek manada bu zatların getirdikleri kokuları alanlara...


 İLK SÖZ

Biz bu Kuranı vahyederek kıssaların en güzelini sana anlatıyoruz, hâlbuki daha evvel bundan habersizdin. (Yusuf, 3]

Sana bu şekilde vahy ettiklerimiz gayba ait haberlerdendir. (Yusuf,
102)

Üns sahiplerinin nefeslerindeki esinti ve hoş kokularla esere başlıyoruz. Bu nefeslerden her biri rububiyet latifeleri yönünden esmekte­dir. Ömrünüz boyunca o esintiler esmektedir, dikkatli olun ve kendinizi o es­intiye bırakın. Bu esinti o güzeli övme havasındadır. Zira evliyanın ayna olan kalplerini, yüce zatının tecelligâhı (ilahi sırrının meydana çıktığı yer) kılan O'dur. Onları gören Allah'ı hatırlar. Kutsiyet sahiplerinin konuşmalarındaki serpintilerle kitaba giriyoruz. Bu serpintilerden her biri Mevla'nın birliğine dair karşılıksız sevgi kaynağından taşmaktadır: Müminin kalbi, hikmet kay­naklarından bir kaynaktır, bundan kana kana içiniz. Bu sızıntı ve serpinti, o yüceye şükretme kabilidendir. Zira pak çeşme gibi olan ruhlarını, kendi zatından gelen feyzin akması için dolap haline getiren O'dur. Bu tertemiz olan evliyanın dilinden, Mevla'nın zikrinden başkası akmaz.
O, öyle tek olan bir Zattır ki, basiretin efsane kuşu anka hüviyet semasının zirvesinde Mevla'nın Zatına nispetle yuvasındaki kuş gibi kanadı kırık bir haldedir.

O, öyle bir Sameddir ki, tek olan zatından yayılan nurların karşısın­da ruhaniyetin efsane kuşu hüma, ışığın karşısındaki yarasa misali gözleri kamaşmış ve perişan bir haldedir.

Hiç yoktan eşyayı yaratan O'dur.
Sonradan meydana gelen bir varlık,
O'nu nasıl idrak edebilir?
İnsan, nefsin keyfiyetini bilememektedir,
Ezelden beri Cebbar olan, Allah'ın keyfiyetini nasıl idrak edecektir?
Allah, zalimlerin dedikleri gibi olmaktan münezzehtir. O yüce ve uludur (İsrâ, 43).

O, öyle Hakimdir ki gizli olan kudretini açıklamak ve var oluş hik­metini göstermek için âlemi yaratarak Nebi ve Resuller armağan etti.

O, öyle Âlimdir ki yarattığı her şeye etki eden varlığının bu etkisinde ki sırrını, önde giden kullarının sırrına keşfetmek, kendisini örten maddî perdeleri kulların basiretlerinden kaldırmak için enbiya (peygamberler) ve evliya gönderdi. Bütün bunların içinden, her türlü kemalin toplandığı Zatı Paki'ne Hz. Muhammed Mustafa'yı mazhar kıldı. Onun ruhi şerifini ve nuri latifini sonra eşyayı nurumdan yarattı, hadisi gereğince, bütün maddî hakikatlerin sudur mahalli kıldı.

(Busayrî kasidesinden)

O, her halükarda insanı dehşete düşüren,
Korkulu zamanlarda şefaati umulan bir sevgilidir.
Hem ruh hem beden bakımından,
Bütün peygamberlerden üstündür.
Ne kerem, ne de ilim bakımından,
Hiç kimse kendisine yaklaşamaz bile!

Bir ümmî Nebidir ki, Âdem ismi anılan bir şey bile değil iken o hik­met dili ile konuşmuştur.

Faziletli Rasuldür ki, kalem yazmadan, levhi mahfuz yazılmadan evvel veciz söz söyleme özelliği ile şereflenmişti. Allah Teâlâ'nın salatı ve pek çok selâmı ona, pak olan Âline, temiz olan Ashabına ve kıyamete ka­dar onlara tabi olanlara olsun!..
      GİRİŞ

Bu kitabı şerif, tarikat erbabının ve hakikat üzere olanların (Allah Teâlâ bunların sırlarını takdis ve nurlarını iki cihanda ziyade eylesin) yük­sek makamlarını ve yüce kerametlerini beyan etmektedir. Yüksek şahsi­yetlerin menkıbeleri konusunda basiretli bir sarraf olarak fazilet sahip­lerinin eserlerini toplayan Mevlana Abdurrahman b. Ahmed Câmi Allah, yüce lütfü ile rahmetine gark eylesin kendi lisanı olan Farsça ifade ile bu eseri temize çekip şöyle demiştir:

Âlim ve arif Şeyh İmam Abdurrahman b. Muhammed Süllemî Nîşabûrî (k.s.), dinin büyükleri ve yakin ehlinin âlimleri olan, zahir ve batın ilimlerini kendilerinde toplamış şeyhlerin tutmuş oldukları yolu ve hayat tarzlarını beyan için bir kitap telif etmiş ve buna Tabakatı Sufiye adını ver­mişti. Bu kitabı beş tabaka üzerine (ve sûfileri beş sınıfa ayırarak) tertip etmiştir. Her tabakayı, kendilerinden velayet nurları ve hidayet eserleri zuhur eden ve aynı zamanda veya birbirine yakın zamanlarda yaşamış olan sufîlerden oluşturmuştur. Bu tabakaları teşkil eden her sınıfla görüş­mek için mürit ve muhipler sefer yapmış, onları ziyaret için seyahate çık­mış ve kendilerine müracaatta bulunmuşlardır.

Her tabaka ve sınıfta, şeyhlerden, sûfiler zümresine mensup olan imam ve âlimlerden yirmi şahsı zikretmiş, makam ve vakit elverdiğine^ on­ların hikmetli sözlerinden, beğenilen hal ve hareketlerinden tarikata, ilme, hâle ve yaşantılarına delâlet eden eserlerini (ve sözlerini) açıklamıştır.

Bidatin kökünü kazıyan, sünnete sahip çıkan ve herkesin mercii olan Hz. Şeyhülislâm Ebu İsmail Abdullah b. Muhammed Ansârî Herevî (k.s.) sohbet meclislerinde, vaaz ve nasihat toplantılarında o sözleri ve halleri yazdırmışlardır. O kitaba alınmamış bazı şeyhlerin sözlerini, ken­disinin buluşlarını ve zevk hallerini zikredip o kitabı genişletmişlerdi.

Hz. Şeyh'ul İslâm'ın mürit ve muhiplerinden birisi Hz. Şeyh'in ilâve ettiklerini yazı ile tespit etmiş ve bu suretle sûfilerin tarikat hallerindeki hakikatleri, bu taifenin latifelerindeki incelikleri ihtiva eden hoş bir ki-
tap ve mübarek bir eser meydana gelmiştir. Fakat bu eser o çağda yaygın bir şekilde konuşulan eski Herat dili ile yazılmıştı. Eseri yazıp çoğaltanla­rın yanlışları, tahrif istemeden yaptıkları değişikliler ve hatalarıyla öyle bir şekil almıştı ki, eserin birçok yerinde kast olunan manayı kolaylıkla anlamak mümkün değildi. Ayrıca eski şeyhlerden bir kısmının hal tercü­melerinin anlatılmasıyla yetinilmiş, onun için de diğer bazıları eserde yer almamış, Hz. Şeyhülislâm'ın çağında veya ondan sonraki zamanlarda ya­şamış olan mutasavvıflar o esere girmemişti. Mevlana Câmî (r.a.) der ki: Nice kere bu Fakir'in hatırından geçti ki, kudret ve kuvveti yettiği nispette, söz konusu hususların yazılmasına ve anlatılmasına gayret gös­tereyim, metnin aslına uygun bir nüshasını tespit edeyim, o kitapta anla­tılanlardan malum olanları günümüzde bilinmekte ve anlaşılmakta olan ifadelerle izah edeyim. Anlaşılmayanları ise gizlilik ve kapalılık perdesinin gerisinde terk edeyim. Diğer muteber kitaplarda bulunan güzel menkıbe­leri ve seçilmiş marifetleri ona ekleyerek açık seçik bir şekilde kaleme ala­yım. O kitapta zikredilmemiş mutasavvıfların doğum ve vefat tarihleriyle beraber hallerini, makamlarını, sözlerini ve kerametlerini zikredeyim. Fakat meşguliyetlerin çok olması, engellerin üst üste gelmesi sebebiyle düşüncelerimi gerçekleştirmek kolay olmadı. Nihayet (H. 881/1476) tari­hinde, dervişlerin muhibb ve müntekidi, mu'takatların mürit ve mu'tekidim, bütün meşguliyetleri terk eden ve cesaretle fakr ve zühde giren Emir Nizamettin Ali Şîr Allah Teâlâ onu kabul izzeti ile aziz kılsın, kendisine va­sıl olan yolu tutmaya muvaffak eylesin. Zira o, gönüllü olarak kendi irade­siyle en yüksek mevkilerden ve en muteber makamlardan ferağat etmiş, teslim ve rıza ayağı ile fakr ve fena caddesine girmeye yönelmiştir evvelce hatırımdan geçen ve halen de zihinde bulunan düşüncenin benzerini bu Fakir'den rica etti. Önceki arzu böylece yenilenmiş oldu, eski merak tak­viye ve kuvvet buldu.

Samimi bir himmet ve halis bir istek ile mutlaka o niyetin icra edilmesine ve o arzunun gerçekleştirilmesine teşebbüs edildi. Eseri oku­yanların yüksek ahlâkından ve şefkatli muamelelerinden ümit olunur ki Evliyaullah'ın temiz nefeslerindeki uğurdan ve mukaddes ruhlarındaki feyizden zevk aldıkları vakit, bu kitabı telif etmeye teşebbüs ve içeriğini derlemeye vesile olan bu fakiri hatırlarının köşesinden çıkarmasınlar, ha­yır duayı unutmasınlar.

Bu kitap, kutsiyet âleminde uçuşan kuşlardan erişen, ünsiyet ma­kamına iştiyak duyanların can burunlarına ulaşan şeyhlerin tertemiz ne­feslerinden güzel kokuları ihtiva etmesi itibariyle: Nefahatü'l Üns Min Hadarati'l Kuds (Kudsi Makamlardan Ünsiyet Nefesleri) adını almıştır. Her halükarda, bizi kollayan ve gözetleyen yüce Zat'a güveniyoruz.

Değeri olmayan bu hakir kişi, yani dervişlerin ve hayırlı kişilerin hizmetçisi Mahmud b. Osman b. (Nakkaş) Ali'dir. Lakabı LÂMİÎ dir. Aziz ve celil olan Allah Teâlâ, sevdiği ve razı olduğu söze, inanca ve işe onu muvaf­fak kılsın. Amin.!

Kendisinden önce gelmiş olan Meşâyihin ruhlarını, kendisinden sonra gelen Meşâyihin kalplerini, özel lütuf ve ikramlar bahşederek, yüce ve yüksek ihsanına, umumî ve dopdolu keremine nail ederek rahata eriş­tirsin.

Câmî'nin (k.s) özü itibariyle fazilet ve meziyetlerle dolu olan bahis konusu eserindeki yüce delilleri mütalaa şerefi ile müşerref oldum. Müj­de veren işaretlerinden ve mecazlar dolu ifadelerinden zevk, haz, şevk ve neşe buldum. O kıymetli kitabı coşkun bir derya olarak gördüm. Bu derya­nın zahiri, sonsuz hakikat ve marifet gemileri doludur. Batını ise pırıl pırıl İlâhî sırların cevherler hazinesidir. Bu eser, içinde binlerce Beyti Ma'mûr (7. Kat semada Kâbe'nin hizasında bulunan ve meleklerin tavaf ettikleri yer) ve binlerce Kâbe bulunan bir şehirdir ki yüz dalgalı denizi ihtiva eder.

Eser, baştanbaşa, İkân (yakin hâsıl etmek ve edilmek suretiyle bil­mek) yolunu talep edenlerin yüce kerametleri, irfan şarabını içenlerin yüksek makamları ile doludur.

Şu zayıf gönlüm arzu etti ki; fırsat bulduğum ve gücümün yettiği nispette çok değerli bu kitabın faydalarını umumileştireyim, nimet sofra­larını tamamlayayım. Bunun için, insana rahatlık veren Evliyanın ruhun­dan yardım dileyerek ve Hak Teâlâ'nın iyilik dolu yardımından doğruluk ve dürüstlük niyaz ederek işaretlerle dolu sözleri Türkçe ifadelerle anlat­mak, rumuzları ve kapalı olan yerleri Anadolu Türkçesiyle tefsir etmek için teşebbüs ettim.

Ama çaresiz nefsim bilgi sermayesinin azlığını itiraf etmekte ve in­saf deryasından bir avuç suya sahip bulunmakta idi. Onun için semalar kadar yüksek olan bu maksadın, güç sahasının haricinde olduğunu bildi.

Zira bu öyle bir meydandır ki, süvariler o yolda yaya, konaklarında başarısız kalmaktadırlar. Bu, öyle bir anayoldur ki, en ulu kişilerin bile akılları bu noktada hayrette, en büyük düşünürlerin bile ruhları bu alanda şaşkındır. Şayet çağın akıllı kişileri ve âlemdeki hâkimler bir araya gelse­ler, onun nüktelerini halletme ve gizli yönlerini açıklama hususunda aciz 
kalıp nefesleri kesilir. Nasıl kalmasınlar ki, zevke dayanan o sözler bütün marifetlerin ve buluşların başı, İlâhî ikânın (yakin hâsıl etmek ve edilmek suretiyle bilmenin) latifeleri olup ilmî ıstılahlar, ve lafzî tarifler değillerdir.

Yabancılar, söz konusu hususları sadece ehlinin tarif ve erbabının talim etmesi sayesinde bilirler.
Kulların süsü ve Şeyhul Evtâd Ebu Fadl Muhammed b. Hasan Se-rahsî (k.s.) Hücvirî'nin Keşfü'l Mahcûb isimli eserinde geçen bir sözünde şöyle buyurmuştur:

Hak Sübhanehü ve Teâlâ bir kuluna yardım ederek kendisine bir hususu açıklarsa, o kulun hali kuvvetlenir, konuşan dili fasih olur, o de­recede ki güzel konuşan herkes onun ifadesine hayret eder. Akıllar onun sözlerini anlamaktan aciz kalır. Bu sebeptendir ki, dinin uluları ve ehli yakîn (yakin hâsıl etmek ve edilmek suretiyle bilmek) âlimleri olan ta­savvuf yolunun büyük şeyhlerine (k.s.) ait ifadelerde müteşabih (meca­zi anlamlar yüklemeye uygun) ve müşkil (manası kapalı)sözler çok olur. Avârifde şöyle denilmiştir:
Peygamberin Çs.a.v.) hadislerinde ve şeyhlerin (k.s.) sözlerinde geçen her kelimenin bir zahiri (herkesçe anlaşılan manası), bir de bâtını (yalnız ehlinin anladığı manası) vardır. Her batının da bir batını daha var­dır. Bir kimse, zahirden anlaşılan mananın gereğine göre hareket etmezse ilk batını anlamaktan nasip alamaz, ilk batından anlaşılan mananın icabı­na göre amel etmezse, ikinci batını anlamaktan nasip alamaz. Bu kıyasa göre her anlama bir amelin delili ve her amel de bir anlamanın sebebidir. Allah'ın dilediği noktaya kadar bu böyle devam edip gider.

Bilhassa Ehlullah'ın meşrepleri (usulleri) muhtelif olur. Hakikat iti­bariyle bunların hepsi arasında uyum varsa da, yine de kimi umumî zaru­retlerden ve hususî makamlardan bahseder. Meselâ dünyada zahit olarak yaşamak, avamdan (sıradan halk) olan acemiye nispetle zorunludur. Hâl­buki Meşayih için öyle bir zühde karşı zahit olmak lazımdır. Zira bu maka­mın sahibi esas itibariyle dünya için bir kıymet ve önem görmediğinden, dünyaya karşı zahit olmayı kendisine bir makam edinmez.

Kiminin meşrebinde (usulünde) şathiyat[1] galip olur: Bu âlemde fâil benim (bu âlemi yaratan benim),
Cübbemin altındaki Allah'tan başkası değildir, demek böyledir. Çün­kü şath: Kendisinde, dava ve benlik kokusu bulunan söz diye tarif edilir.

Kimi içine dalan vecd (ilahi aşk) hallerini açığa vurur. Hallac'ın Ene'l Hak (ben Hakk'ım) demesi gibi.
Kimi üns ve naz sahibidir. Bunlarda, Berh'in sıfatı galiptir. Bunlar İlâhî huzurun hizmetçileridir, hizmet ehli fakirlerdir.

(Padişah'ın) Vezirleri makamca daha yüksek iseler de hizmetçileri kelamda daha kuvvetlidirler (Nedimler padişahın huzurunda vezirlerden daha serbest konuşur).

Yani görünüşte şeyhlerin sözleri arasında muazzam farklar vardır. Bunların tatbikinde, hakikatinin tespitinde, yazılmasında ve birleştirilme­sinde akıllar hayret içinde kalır. Bazen birbirini tekfir ederken, bazen bir­birlerine hürmette bulunurlar. Öyle zamanlar olur ki bir taraftan birbirine muvafakat ederken, diğer taraftan bu ona, o buna muhalif söz söyler. Zira kiminin sahv (hislerini yitirip, kendinden geçme halinde) ve ifakatdaki (uyanıklık halindeki) sözleri övgüye değerdir, kiminin sekr (manevi sar­hoşluk) ve hayretteki nükteleri mazurdur (affedilmiştir). O, şeriatın zahi­rine riayet eder, bu hakikat sırlarından bahseder. Kendilerinde kuvvetli bir manevi hal bulunmayanlar, o makamlarda şeriata muhalefet görüp durumları sarsılır. Kalplerinde sapma arzusu ve yoldan çıkma meyli bulu­nanlar ya inkâr ederler veya ilhada (ilah tanımazlığa) ve ibahîliğe (haram olan şeyleri helal görme) düşerler.

Herkesin kendi anlayışına göre bir zannı vardır.
Allah onunla birçoğunu dalalete düşürür, Bir çoğunu da hidayete ulaştırır. (Bakara, 26)

Şimdi nefsi miskin bu hususları mülahaza ederek, o maksadın ger­çekleştirilmesine teşebbüs etmekten el etek çekip, uzak durdu. Teslim başını rıza eşiğine koyarak bu işin elinden gelmeyeceğini anladı. Kendi acizliğini ve kusurunu itiraf ederek, bu işin tehlikesinden ve zararından endişe etti. Bu halin üzerinden sayısız zaman, hesapsız geceler ve gündüz­ler geçti. Ama ne yapalım.

Olmazmış zamane işi ihtiyar ile
Kul tedbir alır, amma...
Allah da nasıl isterse öyle takdir eder.

Aradan hayli zaman geçtikten sonra samimi kardeşlerden ve vefalı dostlardan bir cemaat Allah bunların çalışmalarını bereketli kılsın, dava­larını hayırlı bir şekilde kolaylaştırsın bu hakire gelerek, söz sözü açar kelamı gereğince, Nefahatül üns kitabını bahis konusu ettiler. Tercüme olunması için son derece ısrar ettiler. Bu hususa fazla ehemmiyet göster­diler. Evvelce bahsettiğim mazeretleri ileri sürmüşsem de, bunun fayda­
sı olmadı. Her ne kadar aczimi ve eksikliğimi ortaya koyarak hakirliğimi gösterdiysem de netice vermedi. Hangi kapıyı açtıysam onu kapattılar, hangi cevabı verdiysem onu reddettiler. Senden istenen:

O kitabı Türkçeye çevirmek ve Rum'un (Anadolu'nun) samimi talih­lerine hediye göndermektir, dediler. Ahiretin için azık olur, isminin âlem­de hayırla yâd edilmesine vesile olur. Çünkü Salih kişiler anılınca, rahmet nazil olur. diye buyurdular. Doğal olarak, onların ısrar ve ihtimamlarını Hakk'ın havalesi ve Fâ'ili Mutlak'ın ilhamı bildim. Lâkin emin olmayı kuv­vetlendirmek ve ikânı (yakin hâsıl etmek ve edilmek suretiyle bilmeyi) tamamlamak için biraz zaman isteyip istihareye yöneldim. Ahbaplarının ricalarını kabul etmem işaret olundu, yardım kapılarının açılmasıyla da işaret verildi. Derhal Hakk'ın fazlına tevessül ve ikramına tevekkül ederek kitabın tercümesine giriştim.
M eramı (kastedilen manayı) ifadede ve sözü aşırıya kaçmadan anlatmakda Mevlana Câmî'nin (r.a.) izinde gittim. Zira şeyhlerin hallerini ve sözlerini beyan ederken ifadenin başlangıcında mecaza riayet etmek usandırıcı bir sözdür, meramı (kastedilen manayı) da aksatır. Hâlbuki Ehlullah'ın sözü cevâmi'i kelimdir (az bir söz ile birçok manalar ifade etmek­tedir). Veciz (kısa ve etkili) ve beliğdir(fasihtir). Bir maksadı açıklarken yerinde söylenmiş fasih bir sözü atarak fasih konuştuğunu iddia etmek rezaletin ta kendisidir. Rabbinin sözleri için denizler mürekkep olsaydı, Rabbimin sözleri bitmeden evvel denizler tükenirdi. (Kehf, 109)

Nitekim nurlu bir tabiata sahip olan Üstat (k.s) da kendi ifadesini, sûfilerin ifadeleriyle sınırlamış, beyan ve izahlarını onların işaretleri isti­kametinde yapmıştır. Yani sûfilerin ifadelerini ekseriya aynen nakletmiş, ya ele alıp kelimelerin zahiri manalarını yazmış, lafızlara konulan kayıtlar­dan kaçmamış, ekseriya müteşabih (mecazi anlamlar yüklemeye uygun) olanlarını halledip açmamıştır. Böyle yapmakla sanki ehli olan herkese malum, ehil olmayanlar ise mahrum olsun, demek istemiştir. Zira sûfiler Hak Teâlâ'nın eminleridir. Ehil olmayanlara sırları açmayı haram bilirler. Onun için de bundan mutlak surette sakınırlar.

Şimdi bahsedilen üslup aynen tercih edilerek, örtüsü misk kokan Nefahat baştan sona kadar tercüme edildi. Giriş kısmında ebrârın halle­rine, Ahyar'ın tavırlarına ve Ricalü'l Gayb'ın tabakatına dair bir nice sayfa külliyet üzere icmal kılındı. Zira: Tamamı elde edilemeyen bir şeyin tama­mı terk olunmaz. Yer yer, sahih kaynaklardan alınan menkıbeler beyan edilerek ilave olundu. Anlaşılması zor ifadeler aynen nakledilerek, kudret elverdiğince yine kendilerinin izah ve tefsiri ile halledildi. Rum (Anadolu) şeyhlerinden ve sair sonraki tarikattan o kitapta zikredilmeyen mübarek­lerin menkıbelerinden, herhangi biri sahih bir şekilde ele geçirildiyse, kı­saltılarak zikredildi.

Hamd olsun ona, yine hamd ona olsun,
Bize kerem elbisesi giydirdiği için
Şükür ona, yine şükürler olsun ona,
Nimetin şükrüne bizi ilettiği için.

Binlerce şükür ve hamdolsun, bu arzunun tamamlanması YAVUZ SELİM OĞLU KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN'ın Belgrad isimli kalenin üstü­ne yürüyüp vardığı günlerde müyesser ve mukadder oldu.
İslam padişahı, Âlim ve Malik olan Allah'ın gölgesi, sahibülkarn,(-her zaman başarılı olan hükümdar) cihan hâkimiyeti akdinin rabıtası, gü­ven ve korkusuzluğu yayan, zamanın rahmet efendisi, tûl ve arz (genişlik ve uzunluk) itibariyle dünyadaki memleketler maliki, Sizi yeryüzünde ha­lifeler kıldı. (En'am, 6/165) şerefi ile müşerref olan Mekkei Mükerreme ve Medinei Münevvere'de, iki şerefli haremde ancak yüce emriyle hutbe oku­nan, Arabın ve Acemin parası sadece onun büyüyen ismiyle çevirilen, açık­tan görülmeyen ordularla desteklenen, (bk. Tevbe, 9/40) evvelkilerden hiçbir sultanın, sonrakilerden hiçbir hükümdarın sahip olmadığı keramet kendisine tahsis olunan, adalet dairesinin kutbu, adaleti kuşatan daire­nin merkezi, takva sahiplerini seçen, Allah dostlarını seven, İskender'den daha yüce bir şanı olan, Âli Osman'ın (Osmanlı devletinin) övünç kayna­ğı, SULTAN SELİM OĞLU SULTAN SÜLEYMAN HAN... Yüce Allah mülkünü ve kudretini ahir zamana kadar baki kılsın, fetih ve zafer şafaklarından hilafetinin müjde veren işaretleri durmadan doğsun, yüksek noktalarda kurulan şefkat çadırlarının gölgesi daima köylü ve kentli üzerine olsun. Allah, seleflerinin burhanlarını, türlü türlü ihsan ve ikramlarla kıyametin kopacağı ana kadar nurlandırsın.
 
[1]  İlahi feyiz ve kuvvetli tecellilerle coşup taşan velilerin yaşadıkları hal sebebiyle gayri ihtiyari söyle­dikleri, içinde iddiaya benzer tarzda anlamlar bulunan, görünüşte şeriata aykırı düşen sözler.

 
Diğer Özellikler
Stok Kodu9786058451414
MarkaSalih Kitaplar
Stok DurumuBu ürün geçici olarak temin edilememektedir.
9786058451414
En yeni ürünler
Güvenli teslimat
Kampanyalı ürünler
Piyasadaki en iyi fiyat