Kitap Niye Ben, Kaderle İlgili Sorular, Sır ve Hikmetler
Seri Bir Yol Haritası 13
Yazar Prof. Dr. Şenel Dilek
Y. Yönetmeni M.Ali Gündoğdu
Yayınevi Feyza Yayıncılık
Etiket Fiyatı 10,50 TL
Kağıt Cilt 2.Hamur kağıt, Karton kapak cilt
Sayfa Ebat 296 sayfa, 13.5x20 cm
Yayın Yılı 2014
ISBN 9786054592036
Feyza yayıncılık Kaderle İlgili Sorular, Sır ve Hikmetler Niye Ben kitabı nı incelemektesiniz.
Şener Dilek Niye Ben kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
BİR YOL HARİTASI - 13
NİYE BEN?
Kaderle İlgili Sorular, Sır ve Hikmetler
Kader konusunda, zihinde fikrî takıntıların bulunması, kişiyi sorgulama ve infial psikolojisine yöneltir. Bu başkaldırış, Allah'ın takdirine itiraz manasını ortaya çıkardığı için itikada zarar verebilir. Dolayısıyla mücerred akıl yürütmenin herşeyin önüne geçirildiği bu asırda, bu sorulara ikna edici cevaplar alabilmek, itikad noktasında hayatî bir öneme sahiptir.
İşte Prof. Dr. Şener Dilek bu kitapta, kader meselesinde itiraza mahal veren sorulara, Risale-i Nur eserlerinin ışığında, ilim ve hikmet gözlüğü ile, delil ve hüccet dürbünü ile, mantık ve muhakemenin pergeliyle cevap vermektedir.
Hem "rasyonel metinler", hem "vaka analizleri", hem de "hikaye dili" ile hakimane bir üslupla kaleme alınan bu eseri her seviyedeki bütün okurlarımıza hararetle tavsiye ediyoruz.
Feyza Yayıncılık
Birkaç yıl önce Anadolu'da bir seyahata çıkmış, hafta sonunda bir şehre uğramıştım. Arkadaşlarım geldiğimi duymuşlar, beni sohbete davet ettiler.
Akşam gönül dostlarımızla beraberdik. Çay faslında bir doktor arkadaşım yanıma geldi. Onunla, eski günleri yad ettik, hizmet hatıralarından konuştuk. Sohbet esnasında, başından geçen bir olayı sıcağı sıcağına anlatmaya başladı:
"Benim bir doktor arkadaşım var. Aynı hastanede çalışıyoruz. Bir iki yıldan beri kanserden tedavi görüyordu. Yanıma geldi bugün... Dosyasını uzattı: Al bak! Hastalık bütün vücuduma sıçramış.. Artık dönüş yok!' dedi.
Ben de ona: 'Öyle konuşma! Allah'dan ümit kesilmez! Tevekkül et! Görelim Mevla neyler! Neylerse güzel eyler.' dedim. Onu teselli etmeye çalıştım. Ama sözlerim hiç kulağına girmedi. Baktım ruh dünyası çok karışık, çok bozuk.. Alemi altüst olmuş, kimyası değişmiş.. Acı acı şikayete başladı: 'Ben 32 yaşındayım. Evliyim. Yedi yaşında bir çocuğum var. Benim emsallerim sağlıklı, gülüp oynuyorlar, hayatın tadını çıkarıyorlar! Ben ise, bu dehşetli hastalığın pençesine yakalandım! Şimdi ne olacak benim halim? Peki ama bu Cenab-ı Allah'ın adaletine nasıl yakışıyor? "Niye ben?" dedi.. Daha sonra uzun uzun şikayet etmeye başladı."
"Peki! Sen ne yaptın? O, "Niye ben?" deyince, şikayet edince sen de ona birşeyler söylemedin mi?" diye sordum.
"Maalesef! Birşey söyleyemedim. Çünkü dinlemeye uygun bir psikolojisi yoktu." dedi.
O kanser hastası doktorun "Niye ben?" sözü, gerçekten, izzetime dokundu. Rahatsız oldum. İçim sızladı. Kendi kendime, "Keşke o doktorla ben de konuşsaydım! Ona birşeyler anlatabilseydim." dedim.
O gece kaderin ince sırlarından, hastalık ve musibetlerin hikmetlerinden, Allah'a imanın hakikatlerinden, sırr-ı teklif ve imtihandan, tevekkül ve teslimden, kulluk şuurundan, edeb çizgisinden konuştuk. Daha derinliğine bir bakışla mukadderat-ı İlahiyyenin hakikat ve hikmet cephelerini tezekkür ve tefekkür ettik.
Sohbetin bitmesine yakın, bir arkadaşım, "Biz Müslüman olarak bu musibetlere karşı nasıl bir psikoloji sergilemeliyiz. Nasıl düşünmeliyiz? Nasıl davranmalıyız?" diye bir soru sordu.
O arkadaşıma, evvela, Peygamber Efendimizin vefatından üç gün önce beyan buyurmuş olduğu bir hadis-i şerifi hatırlattım:
"Sizden hiç biriniz Allah'a hüsn-i zan beslemeden ruhunu teslim etmesin?"
"Bu hadis çok önemli." dedim.
Nedenini sordu arkadaşım. Ona cevaben:
"Mümin, hüsn-i niyeti ve hüsn-i zannı ve hüsn-i hasleti ve hüsn-i fikri ile, hadiselere bakmalı;hadiseleri bu gözlüklerle temaşa etmelidir. Eğer insan Yüce Allah'a hüsn-i zan ederse, bütün gedikleri aşar, dağları eritir. Hadsiz ihsan ve saadete, fazilet ve feyze mazhar olur. Çünkü hüsn-i zan-nın en güzeli, Allah'a karşı olanıdır. Çünkü iman ile hüsn-i zan bitişiktir; ikizdir, birbirine kardeştir. İman ziyadeleştikçe hüsn-ü zan da ziyadeleşir. Nitekim, bir hadis-i kudside Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır. "Kulum beni nasıl bilirse, ben ona öyle muamele ederim."
Evet, bizim imanımız, izanımız, itikatımız şudur: Bütün mahlukatın sahibi, hakiki maliki ve mutlak hâkimi Cenab-ı Hak'tır. O mülkünde dilediği gibi hükmeder, dilediği gibi tasarruf eder. Çünkü mülk O'nundur. Vücudumuz, azalarımız, göz ve kulağımız, akıl ve dimağımız, el ve ayağımız hepsi O'nundur. O vermiştir, O'nun ihsan ve ikramıdır. Bize verilenler emanettir, kendi malımız değil! Dilerse alır, dilerse tebdil ve tahvil eder.
Elhamdülillah! Biz Allah-ı Azimüşşan'a iman etmiş ve teslim olmuşuz. Emanetini ne zaman isterse o zaman alır. O bilir, O takdir eder, O tasarruf eder. O'nun tasarrufu güzeldir, tedbiri hoştur. Takdirinde pek çok hikmetler, derin, ince sırlar vardır. Hem O'nun lütuf ve ihsanı sadece bu dünya ile sınırlı değildir, insan dünyada ebedi kalacak da değildir. Uç beş günlük dünya hayatı için gam çekmeye değmez. Çünkü, müminin gerçek hayatı, saadet ve süruru, ferah ve sevinci ahirettedir. Rahman'ın ikram ve ihsanı hiç kesilmeyecek, ebediyen devam edecektir. Hayat bekaya akacak, iman ebediyetle taçlanacaktır. Madem, ebediyet var, sonsuz nimetlere mazhariyet var. Öyleyse ne gam var!" dedim.
Sonra "İhtiyarlar Risalesinden şu cümleyi okudum:
"Kur'anın verdiği ders-i iman nuruyla, ihtiyarlığı ve vefatı ve hastalığı hoş görmeliyiz, belki bir cihette sevmeliyiz. Madem iman gibi hadsiz derecede kıymetdar bir nimet bizde vardır; ihtiyarlık da hoştur, hastalık da hoştur, vefat da hoştur. Nâhoş birşey varsa; o da günahtır, sefahettir, bidatlardır, dalalettir."'
Lem'alar, rnk Neşriyat, s.272.
Seyahattan döndükten sonra zihnim, bir müddet "Niye ben?" sorusuna takıldı. Neden bazı insanlar, bilerek veya bilmeyerek "Niye Ben!" manasını dillendirecek derecede serzenişte bulunuyorlar? İlahi takdire karşı dikleşiyorlar? Bir infial psikolojisine giriyorlar? Neden arka arkaya, "Niye benim istidad ve kabiliyetim nakıs ve noksan? Niye o benden daha zengin? Niçin bu bela ve musibetler benim başıma yağıyor? Niye dualarım kabul olmuyor? Niye daha güzel ve yakışıklı değilim?" gibi bir sürü sorular ağızlardan dökülüyor? Nedir bu infiallerin sebepleri? Bu gibi sorular üzerinde düşündüm. Sonra, bu meseleler ile ilgili bir kitap yazmanın faydalı olabileceği kanaatına vardım. Bu vesile ile kitabın ismini de "Niye Ben?" koydum.
Rahmet-i İlahiyyeden ümid ediyorum ki, bu çalışmamız, bir kısım fikrî açılımlara, kalbî inşirahlara vesile olabilsin. Özellikle, dikkatle bakanlara, insafla değerlendirenlere, hakikata yol bulmak isteyenlere ve gerçekten nefis ve hissiyatını karıştırmadan hakikati öğrenmek isteyenlere bir fayda sağlasın ve okuyanların da istifadesine kuvvet versin.
Evet, tebliğ ve takdim bizden.. Tesir ve inayet Yüce Allah'tan..
Günümüzde iman hakikatleri ve itikada dair meseleler gerektiği biçimde ne aile hayatında ne de cemiyet hayatında ele alınıp tahlil edilebiliyor. Özellikle gençler itikadî ve imanî meselelerden mahrum bir biçimde yetiştiriliyor. Pek çok aile, anne ve baba şuursuz... Dinî noktada lakayt ve laubali... Bu ihmallerin neticesi olarak iman hakikatleri amel ve hayata gereği gibi yansıtılamıyor. İnsanlar çoğu zaman, iman ve itikat ile ilgili konularda, maalesef, muhakemesiz, gelişigüzel konuşuyorlar. Ölçü kayboluyor, hikmet yitiyor.
Eğitim müesseselerinde de, gençlere yeterli ölçüde marifet ve hakikat bilgileri verilemiyor. Bu ihmal ve eksikliğin olumsuz yansımaları, fikir ve itikat noktasında çarpık, yetersiz, hikmetten mahrum, ölçüsüz ve dengesiz yığın şeklinde bir gençlik profilini gündeme taşıyor. Böyle bir kuşakta yetişen bir kısım gençler de, o doktor gibi düşünüp, kaderi tenkid, rahmet ve merhamet-i İlahiyyeyi itham etme cüretini gösteriyorlar.
Bir kısım insanların da dünyasına cehalet hükmediyor; onları karanlıklara götürüyor. Cehaletin zifiri karanlığı içinde vehim ve vesvese de kalbe ilişince, alemler alabora oluyor, zihinler patinaja düşüyor, pusulalar bozuluyor.
Bazı insanlar da hayat zevki, arzular, sefahat, dünya aşk ve alakası hükmediyor. Öyle ki, onlar herşeyi zevk ve lezzet, menfaat ve fayda, nefsani arzu ve iştahlar itibarıyla ölçüyor, tartıyor, kaldırıp indiriyorlar. Gömüldükleri zevk ve sefa atmosferinde "sırr-ı fek/i/"ten sanki habersizmiş gibi yaşıyorlar; dünyanın bir imtihan meydanı olduğundan gaflet edip, yaradılış gayesini düşünmüyorlar. Aslında her biri birer imtihan kağıdı olan hastalıklara, musibetlere hikmet gözü ile bakamıyor, hakikat terazisiyle tartamıyorlar. Hastalık ve musibetleri kendileri hakkında bir bitiş, bir tükeniş olarak algılıyorlar. Böyle bir yalnış algılama da onları, yaş ilerledikçe daha derin bir teessüre ve yıkılışa götürüyor; netice itibariyle onların da ümit dünyaları sönüyor, bu tükenişler de o kişilerin iç alemlerini daha ziyade karartıyor; yaşama şevklerini söndürüyor.
Günümüzde bir çok insan da kulaktan dolma malumatla geçiniyorlar. Dimağ kütüphaneleri boş, fikir harmanları yetersiz olduğundan kader ile ilgili meselelerde hiddet, infial ve itham psikolojisi ile mizansız muhakemesiz konuşuyor; ahkam kesiyorlar.
Bir kısım insanların da, bütün himmet ve gayretleri, zevk ve arzuları, sultanlar gibi yaşamak, krallar gibi hükmetmek; zevk ve sürür içinde bir hayat sürmek... Bu tipler de hayal ettikleri dünyaya ulaşamayınca gâh kadere, gâh sebeplere, gâh feleğe çatıyor, nefret, tenkit ve tecessüs psikolojisi içinde suçlu arıyor, yalan ve yanlış düşünceleriyle hem kendilerini kandırıyor, hem de saf zihinleri bulandırıyorlar.
Evet, bu tasnifi çoğaltmak mümkün... Daha fazla detaya girmeden hemen ifade etmek gerektir ki, kader konusunda fikren takıntısı olan kişilerin genellikle ortak paydası, sorgulama ve infial psikolojisidir. Bu nedenle, kader ile ilgili meseleler, ehliyetsiz kişilerin yanında gelişigüzel konuşul-mamalıdır. Konuşulduğu takdirde, işin içine nefis girer, hisler karışır, mantık ve muhakeme yerini itham, hiddet ve infiala terk eder. O zaman, meseleleri fikrî ve ilmî boyutta analiz etmek adeta imkansız hale gelir. Çünkü, usûlsüz, üslûbsuz, metodsuz münakaşalar, tartışmalar, hakikatleri kilitler. Halbuki, özellikle, iman ve itikat ile ilgili meselelerde çok hassas olmak, ince düşünmek, meselelerin arka cephelerini, hikmet cihetlerini daha derinliğine bir nazarla tetkik etmek gerekir. Aksi halde, ölçüsüz, mizansız konuşmalar insanların itikatlarına ilişir, fikrî istikametlerini bozar. Bu sebeble, bir kısım müçtehitler, kader bahsinin avam arasında konuşmasını uygun görmemişler.
Evet, bu mülahazalar içinde, hem bu asrın mizacını, hem de yukarıda sıralanan gerekçeler dikkate alınınca, kader ile ilgili yapılacak çalışmaların, kelam kitaplarında ele alınıp işlenen "kader" ile ilgili değerlendirmelerden daha farklı metodlarla açıklanmasının daha ziyade hikmete medar olabileceğini düşündüm. Bu gayeye hizmet maksadıyla aşağıda sıralanan şu metod, tarz ve üslubları esas aldım:
Birincisi, yapılan değerlendirmelerde ve açıklanan meselelerde izah edilen konuları -sadece tasvir ve tarifler şeklinde değil- belki daha sağlam bir yaklaşımla "hakikatleri olaylar üzerine inşa metodu" ışığında zihinlere yaklaştırmaya çalıştım. Genellikle bizzat yaşadığım ve muhatab olduğum meseleleri birer "vak'a analizi" şeklinde sundum.
İkincisi, takdim, yorum ve değerlendirmelerde mantık ve muhakeme, delil ve hüccet yolunu tercih ettim. İşlenen konuları hikmet ve hakikat ışığında yoğurmaya çalıştım. Meseleleri, belki bir anlamda, müşkilleri izale eden, problemleri çözen "rasyonel metinler" şeklinde takdim etmeye çalıştım.
Üçüncüsü, kader ile ilgili bazı olayları günlük hayatın gerçekleri ile teyid ettim. Hayat mektebinden derlenmiş olayları "hikâye dili" ile aktarmaya çalıştım. Ta ki, meseleler daha güzel resmedilsin, zihinlerde daha kalıcı olsun.
Çalışmayı dört bölüme ayırdım.
Kitabımızın birinci bölümünde, "Kaderi inkar mümkün mü?" sorusuna cevap vermeye çalıştım. Varlık aleminde her şeyin bir plan ve proje ile vücud bulduğunu tahkiki bir biçimde, farklı açılardan değişik misallerle izah ettim.
Kitabın ikinci bölümünü, tamamen "kadere iman" bahsine tahsis ettim. Ezelî takdir ve cüz-i irade; takdirle ilgili sır ve hikmetler hakkında yeterli ölçüde gerekli açıklamalara yer verdim.
Üçüncü bölümde, İlahi takdirle ilgili sır ve hikmetler üzerinde durdum. "Adi" isminin tecellilerini birkaç cihetle daha derinliğine izah etmeye çalıştım.
Dördüncü bölümde, yirmiye yakın kaderle ilgili değişik sorulara, zihne takılan bazı müşkil ve intikali zor meselelere, hikmet gözlüğü ile cevaplar vermeye çalıştım.
içindekiler
Takdim 11
Önsöz İS
BİRİNCİ BÖLÜM
Kaderi İnkar Mümkün mü?
HER ŞEYİN KADERİ VARDIR
Tasarım Mühendisliği 22
Karşılaştırma (Mukayese) Metodu 24
Kainat Projesi 27
"Terzi Hasan Usta" 29
DİKKAT ve TAHKİK
Sanatlı Eser 35
Birbiri İçinde Projeler 36
Plan Neyin Delilidir? 39
'Dev Akvaryum 43
BAKIŞ ve DERİNLİK
Tercih ve Kriterler. SO
"Sen Kendine Bak!" S2
İlm-i Ezeli 55
Enfüsi ve Afakî Alemler 57
İnce Sırlar 59
"Kafama Dank etti!" 61
Bakış Ufkumuz 66
İKİNCİ BÖLÜM Kadere İman
ÖN BİLGİLER
Kader ve Kaza Ne Demektir? 74
Arşiv Dosyaları 80
Izdırarî ve İhtiyarî Kader 82
İnsan ve Cüz'-i İrade 86
EZELİ TAKDİR ve CÜZ'-İ İRADE
İnsan Robot mu? 92
İlim Maluma Tabidir 95
"Emre Öğretmen in Feraseti" 100
İDRAK KÖRLÜĞÜ ve YANLIŞ DÜŞÜNCELER
Cebriye Mezhebi