Peygamberler Tarihi Mustafa Necati Bursalı
İnsanlık
tarihinde mutlak doğrulardan sapmalar her zaman olmuş ve bu sapmalar karşısında insanları uyaran iyiye, doğruya, güzele çağıran, fazilet timsali kişilerde hep ola gelmiştir.
Zaman zaman doğruların izafilik kesbettiği durumlar ortaya çıkmış, bu durumda adil devlet adamları, sanatkarlar ve filozoflar öne geçmiş, fakat düşünceleri ya da sistemleri bir türlü evrensel ve kalıcı olamamıştır.
Mutlak doğru Allah c.c.'nin razı olduğu islam'dır, ilk insan ve ilk peygamberden insanlığın efendisi sevgili peygamberimize bir meşale gibi devredilerek gelmiştir.
Peygamberler ilahi mesajı insanlara ulaştırmak için Allah'ın bizzat seçtiği örnek insanlardır. Onların hayatında ve mücadelelerinde insanlar için sabır, tahammül, rahmet ve müjde vardır.
Bunun için
peygamberlerin bilinmesinde Müslümanlar için zaruret vardır.
TAKDİM
VARLIK BAHÇESİ
Hallâk-ı Âlem Hazretlerine hamd ü senalarla bu eserime başlıyorum. O'na sayısız hamd ve senalar olsun ki, hiç yoktan varlık bahçesini vücuda getirdi... İzzet ve ikbal devrini
peygamberleri eliyle kullarına açtı...
Peygamberlerini rahmet ve hidayet kaynağı kıldı...
İlim ve irfan bahçelerinin Servi,
peygamberlerin Serdarı, iki cihanın saadet güneşi Cenâb-ı Muhammed'e ve Hazret-i Âdem'den O'na gelinceye kadar gelip geçen bütün peygamberlere salât ü selâm olsun... ki, onlar, Hakk'ın seçilmiş, sevilmiş ve bütün insanlar içinden süzülüp çıkarılmış en hâlis kullarıdır.
Onlar, Allah'ın kullarını, bu felâket diyarından saadet diyarına ulaştıran birer hidayet rehberidirler... Hakk'a tapanlara yön gösteren bu aziz varlıklar olmasaydı, insanlar ney gibi gönlünün nevasına uyacak ve helak olacaktı. Nitekim peygamberlere uymayan kavimler helak olup gitmişlerdir.
İşte bu
kitap, o güzide ve mübarek zatların ibretli kıssalarını dile getirmek için kaleme alınmıştır. İnsanlık bahçesine akacak sular hep peygamberler ırmağında çağlamaktadır. Çünkü onlar, zamanın ve mekânın seçilmişlerdir. Bütün beşerin muallimidirler. Onlara tâbi olmadıkça Hakk'ı bulmak ihtimali yoktur.
Varlık Bahçesine Niçin Getirildik?
Cihanı bir hikmet üzere yaratan Allah Teâlâ buyuruyor ki:
" — Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek, tanınmak istedim; bu sebeple de beni tanımaları, gizli kemalât ve cemâlimi bilmeleri
için mahlûkatı yarattım."
[1]
Şeyh-i Ekber Muhyiddin-i Arabi (Kuddise Sirruhû), bu hadîs-i kudsîyi şöyle tefsir etmiştir:
"Mahlûkatı yarattım ki, bana ayine olsun ve o ayinede cemâlimi göreyim."
Ne güzel demişlerdir:
"Ayinedir bu âlem her şey Hak ile kâim, Mir'ât-ı Muhammed'den Allah görünür dâim!.."
Yaratılış itibariyle mahlûkatın şeref tacı olan ve yeryüzüne halife kılınan insan, eğer peygamberler olmasaydı Rabbini bilemez ve tanıyamazdı. Kendi aklı ile bu kâinatın bir yaratıcısı olduğunu bilse bile O'na gidecek yolu bulamazdı...
İşte rahmet ve hidâyet rehberi kılman peygamberler, insanlığın karanlık yolunu aydınlatan birer Hak meş'alesidirler.
Peygamberlerin gönderilişinden murad nedir? Aziz ve Celil olan Allah buyuruyor ki:
" — (İman edenleri cennetle) müjdeleyici, (küfredenleri cehennemle) korkutucu olarak peygamberler gönderdik ki, bu peygamberlerin gelişinden sonra insanların kıyamette: " — Bizi imana çağıran olmadı", diye Allah'a bir hüccet ve özürleri olmasın. Allah Aziz'dir, hükmünde hikmet sahibidir."
[2]
Artık o şanlı peygamberlerin hidayet ve saadet yolundan gitmeyip kendi kuru kafalarının doğrultusunda hareket edenlerin yarın diyecekleri birşey olmayacaktır... Cehaletlerini ileri sürerek uhrevî azaptan kurtulmaları da mümkün değildir.
Tâ Hazret-i Âdem'den
son peygambere kadar gelen Hak elçileri ümmetlerini cennetle müjdeleyip, Cehennemle korkutmuşlardır.
Peygamberler de birer insandır. Çünkü insanlara gönderilmişlerdir. Ne ki, onlar diğer insanlar gibi değildir. Peygamberlik tamamıyla Allah vergisidir. Zühd, takva, güzel iş, iyi amelle ve insanın çalışmasıyla elde edilemez. Peygamberler, Rahman olan Allah'ın hususî seçtiği, himaye ve terbiye ettiği mübarek ve mümtaz şahsiyetlerdir...
Kâinatın Efendisi buyuruyorlar ki:
" — Beni Rabbim terbiye etti de edebimi ne güzel yaptı."
[3]
Evet: Kâinatın Fahri hiçbir kimseden tek harf okuyup öğrenmediği halde, ilim ve irfanın zübdesi olmuş, mübarek dudakları kıpırdadığı zaman ağzından ledünnî ilimlerin âb-ı hayatı akmıştır. İlimlerin, irfanların aslı ve menbaı oluşunun sırrı işte budur...
Her ümmete gönderilen peygamber, o ümmetin kendi fertleri arasından seçilmiştir. Hiç kimse kendiliğinden "Ben size gönderilmiş Peygamberim!" diye meydana atılamaz. Atılsa da davasını yürütemez. Zira ilâhî destek ve himayeden mahrumdur.
Peygamberler ilâhî destek ve himayeye mâliktirler... Ellerinde mucizeler zuhur eder, akıl ve idrakin alamayacağı büyük işleri, Allah'ın izniyle ânında bitiriverirler...
Meselâ: Nebiler Serveri'nin bir işaretiyle ayın ikiye ayrılması, mübarek parmaklarından suların pınarlar gibi akması, taşların onu selâmlaması. İşte bunlar diğer insanların üstesinden gelemeyeceği hadiselerdir...
Azız ve Celîl olan Allah buyuruyor ki:
" _ Her ümmetin bir peygamberi vardır.
Peygamberleri onlara gelip de bunlar onu yalanlayınca aralarında adaletle hükmolunur; onlara hiç zulmedilmez.'
5*
4 Yunus, âyet: 47.
Hazret-i Âdem'den Son Nebiye kadar nice peygamberler gelip geçmiştir. Hepsi de Allah'ın seçkin ve mümtaz kullarıdır, hepsini de yüce Allah göndermiştir.
Peygamberler insanlık için birer rahmettir. Birer Hak davetçisi ve hidayet rehberidir. Peygamberler:
ı- İsmet,
- Emanet,
- Fetanet,
- Sıdk,
- Tebliğ, gibi sıfatları da haiz olmalıdırlar...
Peygamber olan zatlarda bulunması şart olan vasıflardan biri de erkek olmaktır. Kadınlardan, cinler ve meleklerden peygamber gönderilmemiştir.
Bütün peygamberler, İlâhî vahye mazhar olmuşlardır. Peygamberlere ait hususiyetlerden biri de yüce Allah'ın, istisnasız hepsinden "MİSAK" almasıdır. Bazılarından ise, "Misak-ı Galiz" almıştır.
Misak kelimesi, lûgatta anlaşma, sözleşme, yeminleşme ve söz verme mânâlarına gelir. Istılahtaki mânâsı ise,
peygamberlerin, bütün eza, cefa ve güçlüklere katlanacaklarına, davalarından hiçbir şekilde dönmeyeceklerine dair Rablerine söz vermeleridir. Bütün peygamberlerden bu misak alınmıştır...
[4]
Misak-ı Galiz: Bu, söz vermenin yeminle te'kid ve te'yid edilmiş şeklidir. Kendilerinden Misak-ı Galiz alınan peygamberler beş tanedir:
- NÛh (aleyhisselâm)
- İbrahim (aleyhisselâm)
- Musa (aleyhisselâm)
- İsâ (aleyhisselâm)
- Hâtemü'l-enbiya Hazret-i Muhammed (aleyhisselâm)...
Kur'ân-ı Kerimde bu mübarek nebiler "Ulü'l-Azîm" peygamberler olarak zikredilir.
Cihanı bir hikmet üzere yaratan Allah Teâlâ, peygamber olarak seçtiği bu mümtaz ve müstesna zatlara, önceden karşılaşacakları zorlukları, güçlükleri, engelleri bildirmiş ve onları ruhen böyle bir mücadeleye hazırlamıştır. Hâlık-ı Azîm Hazretleri'nin peygamberlerden aldığı bu misak, onların azim ve gayretlerini arttırmak, sabır ve sebatlarını ziyadeleştirmek içindir.
Peygamberlerin çektikleri çileler, eza ve cefalar dağların başına gelmiş olsaydı, dağlar erir, kum haline gelirdi. Böyleyken, o mübarek nebiler davalarından bir nefes olsun vazgeçmemişler, ömürleri boyunca kâfir ve münkirlerle mücadele etmişlerdir...
Tâ ötelere, uzaklara, Nûh Nebi'nin devrine kadar gitmeye hacet yok. Alemlere Rahmet olarak gönderilen Son Nebi'nin çektiklerine bakmak kâfi.
O eşi bulunmaz tek inciye, o deniz huylu mübarek Peygambere neler neler yapmadılar ki...
Kapısına dikenler mi dökmediler, yollarına kandan izler mi çizmediler, Kabe de namaz kılarken başına ölmüş deve işkembesi mi atmadılar, yakasına sarılıp boğmak mı istemediler, mazlum Müslümanları yerlerde mi sürüklemediler?...
Nebiler Sultanının cevabı taşları titretecek kadar müthişti:
" — Kureyş benim sağ elime güneşi, sol elime de ay'ı verse ve ben öleceğimi bilsem, yine dâvamdan bir nefes vazgeçmem!"
İşte Peygamber ve Peygamberlik...
İşte Allah'ın kendilerinden misak aldığı nebiler...
İşte bütün bunları, bu eserin akışı içinde göreceksiniz...
Tâ Hazret-i Âdem'den beri açılıp birçok
peygamberlerle ümmet birlikleri hâlinde takip olunan (din) yolu birdir. Din, kemâlini Son Peygamber Hazret-i Muhammed (sallâllahu aleyhi ve sellem) de buldu... Bütün peygamberlerin tebliğ ettiği hakikat aynıdır. Hepsi, Tevhid dinini ve Allah inancını tebliğ etmişlerdir.
Peygamberlerin ittifak ettikleri inanç temelleri:
Kuranda peygamberlerden bahseden kıssaların hemen hepsinde görürüz ki, bütün
peygamberler, imanın şartı diye isimlendirilen altı iman esasını her veçhile haykırıp durmuşlardır. İman esaslarını ümmetlerine tebliğle beraber en fazla şu dört noktaya dikkati çekmişler ve bunun üzerinde durmuşlardır:
ı — İsbat-ı Vacip ve Vahdaniyet-i İlâhî: Yüce Allah'ın varlığını ve birliğini isbat...
- —Haşir: Öldükten sonra dirilme ve insanoğlunun, yaptıklarından hesaba çekilmesinin muhakkak olduğu...
3 — Nübüvvet: Peygamberlik müessesesinin hak olduğu...
- — Adalet ve ibadet: Hak ile ilâhî adaletin, zihin ve ruhlarda tes-biti ve ibadetlerle ilgili hükümlerin tebliği...
İşte bütün bunlarda peygamberler müttefiktirler...
Peygamberler risalet vazifelerini tebliğden dolayı insanlardan bir ücret de istememişlerdir. Üstelik insanların eza ve cefasına mâruz kalmışlardır.
İçlerinde testere ile kesilenler ve kanları akıtılanlar olmuştur. Fakat hiçbiri davasından dönmemiştir.
İlk peygamberden son
peygambere kadar Allah rızasının üzerinde dolaştığı din, İslâm olmuştur. İslâm'dan başka din aramak; karanlık bir gaflet rehberliğinde, İblis'in ateşten izlerinin peşinde Cehennem yolcusu olmaktır...
Allah'ın, hidayet rehberleri olarak gönderdiği peygamberlerin açtığı nur ve iman yolarından yan çizen ve kuru kafalarının karanlık boşluklarında hayat arayanlara saadet günü yok, belki azap geceleri vardır. Ne ki, tâ Âdem devrinden beri imanla küfrün, Hak ile bâtılın, fazilet ile alçaklığın ilim ve cehlin, adalet ile zulmün, medeniyet ile vahşetin mücadelesi sürüp gelmiştir... Bundan sonra da kıyamet sabahına kadar sürecektir...
Allah'ın elçilerine karşı husumet cephesi kuran zalimlerin saflarını şeytan tertiplemiştir. Şeytan kumandasında peygamberlere karşı saf tutanlar, her zaman bozguna uğramışlar; nur ve iman karşısında ayakta duramamış-lardır... Ecelin temizlik süpürgesi, her zalimin yuvasını bozmuş, her münkiri tahtından kara toprağa indirmiştir.
Evet: Nusrat ve zafer rüzgârları, iman ufuklarından gelir... Peygamberlerin davası, ilâhî bir davadır.
Peygamberlerin kıssalarında bütün bunları birer hakikat tecellisi olarak görebiliriz.
Hiçbir zâlim, Allah Teâlâ'nm kahır ve intikamından kurtulamamıştır. Öyledir de, insanlar yine ibret almaz.
Evet:
Son Nebi tek kılavuz uyarsın başka kime;
O'ndan ayrılan gider ateşten bir iklime!
Peygamberlerin feyz ü bereketiyle âlem, solmaz ve ebedî bir bahara kavuşmuştur.
Peygamberlerin açtığı hidayet yolunda gidenlere iki cihanda da saadet vaad olunmuştur. Fakat münkirlerin varacağı yer Cehennemdir. O ne kötü bir durak yeridir.
Cehennemden kurtuluş ve saadette oluş,
Peygamberlerin safında yer almakla mümkündür. Hiç kimse kendi başına bu denizi aşamaz. Allah'ın rızasına ermek için tek yol, tek yön işte budur.
O halde:
Gittiğin yol olmalı: Nebi ve ermiş yolu,
O tertemiz Peygamber sana göstermiş yolu!
Gayret bizden, yardım yüce Rabbimizden, O'na hamd, Resul ve Nebilerine selâm. (
Peygamberler tarihi kitap , mustafa necati bursalı peygamberler tarihi , çelik yayınları , peygamberlerin hayatı , kuranda geçen peygamberler )
Mustafa Necati Bursalı
[1] Keşful-Hafa. 2/132
[2] En-Nisa: 165.
[3]Feyzu 1-Kadir, 1/224.
[4]Âl-i İmran: 80.