Kitap Rahmet Peygamberi
Yazar Ebul Hasen Ali En Nedvi
Tercüme Prof. Dr. Abdülkerim Özaydın
Yayınevi İz Yayınları
Kağıt Cilt 2.Hamur - Ciltli
Sayfa Ebat 465 Sayfa - 13.5x21 cm
Yayın Yılı 2011
İz Yayıncılık, Ebul Hasen Ali En Nedvi tarafından yazılan Rahmet Peygamberi adlı kitabı incelemektesiniz.
Rahmet Peygamberi kitabı hakkında yorumları okuyup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları bilgiyi aşağıda geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
RAHMET PEYGAMBERİ - Rahmet Peygamberi
Elinizdeki
kitap, "âlemlere rahmet olarak gönderildiği" bildirilen Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in evrensel misyonunu açık bir şekilde dile getirmektedir.
Nedvi, ülkemiz
okuyucusunun yakından tanıdığı bir ilmî çehredir ve eserini rahat okunma ve kolay anlaşılma esası üzerine bina etmiştir. Bu yazım tekniğine rağmen ilmî doyuruculuğu ve kaynaklarının sağlamlığı, eserin akademik hüviyetinden hiçbir şekilde fedakârlık edilmediğini göstermektedir. İlâhî mesajın evrenselliğini vurgular şekilde yeryüzündeki belli başlı din ve devletlerin İslam öncesi yozlaşmış durumlarını tahlil ederek işe başlayan yazar,
Hz. Muhammed'in nübüvveti ve İslam'ın hayata geçirilişiyle hangi önemli değişimlerin yaşandığını vurgulayarak "
kısas-ı enbiyâ"ya son nebî mührünü vuran yüce
peygamberin hayatı ve mücadelesini anlatmaktadır.
Müellifin Önsözü
Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a, salât ve selâm nebilerin sonuncusu ve resullerin efendisi Hz. Muhammed'e, onun ehl-i beytine, bütün ashabına ve kıyamet gününe kadar iyilikte onlara uyanlara olsun!
Siret-i nebeviyye, bu eserin yazarının yetiştiği ilk okuldur. Genellikle çocukların giremediği bu okula, o çok küçük yaşta iken başlamıştır. Onun bu konudaki üstünlüğü evine ve ailesine hâkim olan manevî havadan kaynaklanmaktadır. Resûl-i Ekrem'in hayatından bahseden manzum ve mensur (nesir) eserlerin elden ele dolaştığı bu basit ve küçük kütüphanenin, ailenin ve çocukların kültür hayatında önemli bir yeri vardı. Ayrıca ağabeyi
Dr. Seyyid Ebu'l-Ali Hasenî'nin terbiyesi ve onun mükemmel yönetimi,
Ebu'l Hasen en-Nedvi'nin eğitiminde mühim bir rol oynadı. O, çocukluk çağında iken Sîret-i nebeviyye konusunda Hind müslümanlarının dili olan Urduca ile yazılmış
kitapların en değerlilerini okudu.
1 Urduca,
siret konusunda Arapçadan sonra İslâm dünyasında konuşulan dillerin en zenginidir. Şu son asırda
siret konusunda yazılanların en güzel ve en kuvvetlileri bu dille yazılmıştır.
Nedvi , Arapçasını ilerlettikten sonra
siyer konusunda yazılmış Arapça eserleri okumaya başladı. Bunlar arasında ilk sırayı
1.
Müellifin siyer kitaplarına karşı duyduğu ilgi ve bunun, onun kültürü, düşünce sistemi ve yaşayışına olan etkisi hakkında
et-Tarîk ile'l-Medine adlı eserine bakınız.
İbn Hişam'ın es-Sîretü'n-Nebeviyye'si ve ibn Kayyım el-Cevziyye'nin Zâdü'l-Mead fi Hedyi Hayri'l-İbâd adlı eseri alır. Bunları ilmî olarak tedkik etmekle kalmadı, bilâkis uzun zaman onlarla haşir-neşir oldu. Onlarla imanın zevkini duyuyor, orada geçen kıssa ve haberlerden sevgiyle gıdalanıyordu. Şüphesiz ki, "Sîret", Kur'ân-ı Kerîm'den sonra eğitici unsurların en güçlüsü, zihne ve gönle en çok tesir edendir. O, daha sonra muhtelif dillerde kaleme alınmış eski-yeni sîret kitaplarını da okudu. Yazılarında ve konferanslarında başvurduğu ilk materyal sîretti. Hakikatleri ortaya koyarken, gönüllere ve zihinlere seslenirken, bir hususu isbat ederken, ihtiyaç duyduğu güzel misaller ve kuvvetli deliller için hep siret-i nebeviyyeden yararlanırdı. Siyer şimdi de onun ruhunu beslemeye ve duygularını canlandırmaya devam ediyor. Onun bir kıymet ifade eden her yazısında siretin güzelliklerinden bir iz, onu tedkik etmekten ve üzerinde düşünmekten doğan bir fazilet vardır. Siretin muhtelif yönlerine ve Hz. Muhammed'in peygamberliğinin büyüklüğüne dair yazdıklarını ve bu mevzudaki konferanslarını et-Tarîk ile'l-Medine adını verdiği bir kitapta topladı.2
Müellif uzun bir ömür sürdü ve pek çok kitap yazdı. Bir tanesini de Hz. Peygamberin hayatına tahsis etmeyi aklından bile geçirmedi. Ancak eski ve yeni çeşitli kitaplardan istifadeyle "Sîret'in, ilk ve aslî kaynaklarına dayalı, Kur'ân-ı Kerîm ve sahih hadislerle haber verilenlere mutabık, sonraki müelliflerin birçoğunun, eski müelliflerin de bir kısmının yaptığı gibi, bilgileri tenkid süzgecinden geçirmeden, araştırmadan toplayan bir ansiklopedi üslubuyla değil, çağdaş ilmî üslupla yazıldığı bir kitaba o da ihtiyaç duyuyordu.
Müellif bu kitabı yazarken çağdaş akımları taklid etmemiş, müsteşriklerin eserlerine, şüphe uyandırmak isteyenlerin sözlerine itibar etmemiş, semavî kitapların ve peygamberlerin hayatının, mucizelere ve gayba dair haberlerin aydınlanmasını ve anlaşılmasını sağlayan değişmez birtakım dini kararların paralelinde yürümüş; kaleme aldığı eserin büyüklerden veya liderler-
2. Bu eser, Medine-i Münevvere, Lucknow ve Dımaşk'ta üç defa basıldı.
den birinin hayat hikâyesi değil, Allah tarafından gönderilmiş ve O'nun desteğine mazhar olmuş bir peygamberin hayatı olduğu ilkesine bağlı kalmıştır. Müellif bu eseri, kültürlü ve insaf sahibi müslüman ve gayr-ı müslim istisnasız herkese, te'vile lüzum kalmadan takdim edilebilecek bir vasıfta te'lif etmiştir. Yazar eseri hazırlarken kendi şahsî felsefe ve yorumlarını ortaya koymaktan ziyade, hâdiselere, vakıalara ve siyer materyaline istinad etmiş ve hâdiselerin kendi lisanıyla konuşmasını ve kendi kendine gönüllere ve akıllara yol bulmasını arzulamıştır.
Hz. Peygamberin hayatı;bütün güzelliklere, parlaklıklara, gönülleri ve akılları büyüleyen, eseri kabule lâyık hale getiren vasıflara zaten sahiptir. Bir destekçinin himmetine, bir düşünürün rehberliğine, bir edibin fesahatına muhtaç değildir; bir müellifin muhtaç olduğu anlatım güzelliği, güzel tertib ve iyi bir hülâsa gibi hususlardan da müstağnidir. Sonra onda akıl ve duygu yanyana tecelli eder. Onda duygu, sevgi ve imanı bir kenara iten ilmî bir araştırma ve tahlilî bir tenkid söz konusu olamaz. Öyle ki sîretten zevk almak, ondan istifade etmek, hükümlerini ve hâdiselerini anlamak için her ikisi de zarurîdir.
Eğer kitap, sevgi, iman ve duygudan tecrid edilirse içinde hayat eseri olmayan bir kütük halini alır. Aynı şekilde inançla ilgili duygu unsurunun da, akl-ı selîm ve sağlam düşüncenin gereklerini hiçe sayarak onun üstüne çıkmaması gerekir. Zira böyle olursa, eser sadece inançlarla ilgili bir kitap olur. İmanı kuvvetli olanlar, îslâm'ı iyice benimseyenler hariç, hiç kimse onu okuyamaz ve muhteviyatını anlayamaz. Söz konusu kişiler ise, dış dünya ve çağdaş kültürle hiçbir ilgisi olmayan ve dinî bir çevrede doğup büyüyen kişilerdir. Bu, Allah'ın insanlara bir lütfü olsa da sonuç aynıdır. Çünkü bütün insanlığa ve âlemlere rahmet olarak gönderilmiş bir peygamberin hayatının, yalnızca bu bahtiyar mü'minler sınıfına hasredilmesi ve böyle islami bir çevrede yetişme imkânı bulamayanlara ve hikmet-i ilâhiyyenin, gayr-ı islami bir çevrede neş'et etmelerini irade ettiği ve daha sonra lüt-funa nail edeceği, sîretin güzel kokusunu bağışlayacağı ve onların da bunun kuvvet ve cazibesiyle iman yuvasına ve İslâm ka-
rargâhına geleceği insanlara bu fırsatın verilmemesi caiz değildir. Gayr-ı müslimlerin bu sîretten istifade hakları ve nasibleri, iman ve islâm, gölgesinde büyüyen mü'minlerden daha az değildir. Bu ilaç, sağlıklı bir insandan daha çok hastanın ihtiyacıdır. Nehrin öte tarafından yaşayanların köprüye olan ihtiyacı ,nehrin bu yakasında yaşayanlardan çok daha fazladır.
Yazarın, Hz. Muhammed'in hayatını kaleme alırken onun doğduğu ve büyüdüğü çevreden ve devirden sarf-ı nazar etmesi düşünülemez. Müellif, M. VI. asırda bütün yeryüzünü kaplamış olan câhiliyeti ve devrin eriştiği olanca fesad ve inhitatı, sıkıntı ve karışıklığı, içtimaî ve ahlakî, siyasî ve iktisadî vaziyeti, bu devri fesada, dalâlete ve helake götüren faktörleri, zorba iktidarları, tahrif edilmiş dinleri, aşırı felsefî cereyanları, yıkıcı hareketleri tavsif etmek zorundadır. Yazar Cahiliyye devri hakkında bir bölüm kaleme almak istediğinde, şüphesiz ki, ilk olarak Müslümanların Çöküşüyle Dünya Neler Kaybetti? adlı eserine müracaat edecektir. Çünkü onu telif ederken bugün bile unutamadığı zorluklarla karşılaşmıştır.3 Yabancı kaynaklardan, çeşitli milletlerin, beldelerin ve İslâm'ın doğduğu çağdaki devletlerin tarihi hakkında Avrupa dillerinde yazılmış eserlerden bilgi toplamak zorunda kalmıştı. Böylece siret kitaplarını okuyacakların yolunu aydınlatan, bi'set-i Muhammediye'nin azametini, üstlendiği görevin ehemmiyetini ve ondan doğan büyük neticeleri idrak etmelerini sağlayan bu geniş bölüm meydana geldi.
3. Urduca bir atasözünde ifade edildiği üzere "karıncaların ağzından toz şeker tanelerini alırcasına."
Günümüzde siret konusunda bu çeşit araştırma ve üslûp ile kaleme alman her kitap, Cahiliyye çağını ilmî bir şekilde aydınlatmak ve en emin ve dikkatli bir şekilde tasvir etmek, fesadın, çöküşün, intiharın neşv ü nema bulduğu Cahiliyye çağını lâyık olduğu gibi ortaya koymak zorundadır.
"Siret'ten bahsedecek olanlar, Hz. Muhammed'in peygamber olarak gönderildiği ve İslâmiyetin zuhur ettiği çevreyi, davetin gerçekleştiği ve risâlet sahibinin doğduğu, ömrünün 53, peygamberliğinin de 13 yılını geçirdiği beldeyi, yani Mekke'yi, aklının, zekâsının erebildiği ölçüde tanımak, bu beldenin içtimaî ve siyâsî mevkiini, dinî halini, iktisadî vaziyetini, asker ve savaş gücünü bilmek zorundadır; ta ki, bu beldenin tabiat şartlarını, orada yaşayanların düşünce yapılarını, İslâmiyetin yayılmasını ve ileriye doğru yol almasını engelleyen faktörleri tanıyabilsin.
İslâmiyetin Mekke'den sonra intikal ettiği, Resûlullah ve ashabının hicret ettiği, Allah Teâlâ'nın İslâm'ın ilk merkezi olmasını irade ettiği Medine için de aynı şey söz konusudur. İslam'ın gerçekleştirdiği başarı, onun terbiye ve yeniden diriliş üzerindeki gücünü, meseleleri çözmede ve birbirine zıt unsurları bir araya getirmedeki muvaffakiyetini, Hz. Peygamber'in insanlığa yaptığı hizmetin azametini, onun gönülleri birleştirmedeki ve nefisleri terbiyedeki mucizevî başarısını, insan ancak, bu garip ve çapraşık muhitin vaziyetini, Resûlullah ve müslümanların karşılaştığı zorlukları bildiği ölçüde lâyık-ı veçhile takdir edebilir. Hâdiselerin birçoğu ve okuyucunun siret kitaplarında rastladığı bazı hükümler, ancak şehrin içtimaî, siyasî ve iktisadî yapısı, beldenin ve çevresinin tabiat ve coğrafya şartları, insan ve iklim unsurları, hicretten ve İslam'ın yayılışından önceki örf ve âdetler iyice bilindiği zaman anlaşılabilir. Oku yucu bütün bunları bilmeden siret kitaplarını okumaya başlarsa, çevresini görmediği bir tünelde yürüdüğünü ve yanlış bir yolda olduğunu anlar.
Çağdaş hükümetler ve komşu beldelerden söz ederken de aynı düşünceden hareket edilir. Okuyucu, İslâm davetini ayakta tutan harekâtın güzideliğini ve savaş gücünü, ancak çevresinde bulunan ve İslâm'a muhatap olan, Hz. Peygamber'in imana ve İslâm hâkimiyetini kabule davet ettiği hükümetlerin büyüklüğünü, kültür ve medeniyet seviyesini, harb gücünü, refah ve bayındırlığını, hükümdarlarının sahib olduğu kuvvet ve zenginliği, savlet ve şevketi iyice bildiği takdirde anlayabilir. İlimlerdeki yeni gelişmeler, orada yaşayan bu hükümetlerin tarihlerini aydınlatmıştır; eskiden meçhul olan, gizli kapaklı birçok şeyin üzerindeki örtüyü kaldırmıştır. Günümüzde Hz. Muhamme'in hayatını yazacak olan bir müellif, bütün bunlardan istifade etmelidir. Tarih, coğrafya ve benzeri konularda yazılan ve neşredilen en yeni kitaplardan mutlaka yararlanmalıdır.
Eserin müellifi, bu mevzuda eser kaleme alan yazarların çalışmalarını ve çeşitli zamanlarda onların kalemlerinden çıkan değişik dillerdeki eserlerin kıymetini, bunun Islâmî davetteki yerini takdir ediyor ve Sîret-i Nebeviyye'nin, okuyucuların arzularına cevap verecek vasıfta olduğunu belirterek ve Sîret-i Nebeviyye konusunda yeni bir eser yazmaktan ve böylece bu aydınlık yolun yolcusu olmaktan duyduğu saadeti ifade ediyor.
Fakat müellif, bütün bunlara rağmen vaktinin darlığı ve görme duygusunun zayıflaması sebebiyle, bu konuda geniş ve mufassal bir eser yazmaktan yine de çekiniyordu. Peygamberlerin en şereflisi, Seyyidü'l-evvelîn ve'l-âhirîn olan Hz. Muhammed'in hayatını veya herhangi bir peygamberin hayatını kaleme almak şöyle dursun, büyük şahsiyetlerden birinin hayatını yazmanın bile, müelliflerin üzerinde çalıştıkları en zor mevzulardan biri olduğunu tecrübeyle biliyordu. O, müslümanlardan hem meşhur tarihî şahsiyetlerin ve hem de yenilerinin biyografileriyle pratik olarak meşgul olmuştu. Eli kalem tuttuktan sonra büyük müslüman imamlar ve kumandanların, ilmiyle âmil olan ulemanın sîret ve hayatlarıyla ilgilenmiş, bunlara dair binlerce sayfalık eserler vermiş, küçük yaştan beri biyografilerle haşir-neşir olmuş, pek çok eser okumuş ve yazmıştır.
Bundan dolayı bu mevzuun hassasiyetini ve mes'ûliyetinin büyüklüğünü iyi bilir. Bazı görüşlerin tesiri altında kalan kimi müellifler, bu görüşlerin tesiriyle bilerek ya da farkına varmadan eserlerinden, terceme-i halinden bahsettikleri şahsın değil kendi duygu ve düşüncelerinin ve kendilerine hakim fikrin tasvirini yapmış olurlar. Bu durumda müellif, büyüklerden birini tanıtmak isterken, kendini tasvir eder ve ona mücerred bir nazarla bakmak ister; neticede ona kendi tecrübeleriyle bakmaya başlar ve kendi hususî ölçülerini hakim kılar.
Psikoloji ve ahlâk ilmini okuyan ve çağdaş şahsiyetlerin tedkikiyle uzun zaman meşgul olan herkes bilir ki, nefsin derinliklerine inmek, onu her yönüyle ihata edip en geniş ve dakîk bir şekilde tasvir etmek çok zordur; bunu herkes güzel ve dikkatli bir şekilde yapamaz. Böyle bir çalışmayı ancak nefsin cazibelerini, vesveselerini, emel ve elemlerini, hüzün ve şevklerini, ruhun alevlenişini, kalbin coşkusunu, insanın gece ve gündüzünü nasıl geçirdiğini, ailesine ve arkadaşlarına nasıl davrandığını bilerek, insanın barışta ve savaştaki, rıza ve gazab, zorluk ve kolaylık, zaaf ve kuvvet anındaki durumunu görüp bilenler yapabilir. Esasen insanlığın ruhî hallerini, insanoğlunun duygu ve düşüncelerini, olgunluk ve güzellik hallerini tasvir edecek kelimeler henüz ortaya konulamamıştır. Bir dil, ne kadar zengin ve gelişmiş olursa olsun, bu hususları tam anlamıyla tasvir edemez.
Hz. Muhammed'in hayatı, -peygamberler de dahil- diğer şahısların hayatlarından farklıdır. Bu da, peygamberlerin ve büyük şahısların tarihinde benzeri olmayan hadis ilminin üstünlüğü sayesinde olmuştur. Siyer ve şemail kitapları, Hz. Peygamber'in dua ve zikirleriyle, gece gündüz Rabbine yaptığı münâcaatlarla ve ashab-ı kiram ve ehl-i beytin Resulullah'ı tavsifleriyle zenginlik kazanır. Edebiyat, tarih ve ensab kitapları böylesine beşerî güzellik ve ahlakî incelikleri, daha mükemmel bir şekilde tasvir edememişlerdir.
Bu sebeple kahramanların ve büyük şahsiyetlerin biyografileri telif edilirken karşılaşılan zorluk ve belirsizliklere, varsayım ve temelsiz çıkarımlara Hz. Muhammed'in sîretini te'lif ederken rastlanmaz. Resulullah'ın sîreti, sîretlerin en güzeli olduğu gibi en mükemmelidir de. O, Kur'ân âyetleri, tarihî vesikalar, ahlakî incelikler, âdet ve ibadetle, ahlâk ve muamelâta dair tafsilât üzerine tesis edilmiştir. Bundan daha üstününü tasavvur etmek imkânsızdır. Hz. Muhammed'in sîreti hakikate ve vakıaya en uygun olanıdır. Bu güzel, şerefli ve temiz hayattan daha üstün bir hayat düşünülemez.
Hz. Muhammed'in sîretiyle, büyük şahsiyetlerin hatta peygamberlerin siretleri arasında mevcut olan büyük farka rağmen, itiraf etmek lâzımdır ki, Hz. Muhammed'in hayatını ve ahlâkını, sîretini, davetini, ferdî ve içtimaî hayatını, Allah ve kul ile olan münasebetlerini, yaratılış ve ahlâkındaki meziyetlerini, sevgi ve şefkatindeki, dua ve niyazındaki, mantık, hikmet ve olgunluğundaki güzelliklerini, onun hayatının bir parçası olan mucizelerini tasvir etmek gerçekten çok zor bir meseledir.
Siret ve şemail kitaplarındaHz. Muhammed'in güzelliği hakkındaki ifadeler, Allah Teâlâ'nın ona tahsis ettiği yaşayış ve ahlâk güzelliği ve mükemmelliğinin hepsini değil, sadece bir kısmını teşkil eder. Umarız ki, Sîret müelliflerinin bu husustaki çalışmaları ve gayretleri Allah tarafından takdir edilip mükâfatlan-dırılacaktır. Hz. Muhammed'in sîretinden bahseden eserler herkese hitab eden ebedî ve büyük bir servettir. Her insan, her nesil ve bütün halk tabakası, onun hidayet ve nurundan nasibini alacaktır.
İşaret edilen bu zorluklardan dolayı Hz. Muhammed'in sîretini yazmaktan çekiniyordum. Onu gözümde büyütürken kendimi de küçük görüyordum. Faziletli ve saygıdeğer bazı arkadaşlarım Hz. Muhammed'in hayatına dair Arapça bir eser kaleme almam için beni teşvik ettiler. Ben de yeni neslin düşünce yapısını, zevkini ve anlayış seviyesini, istek ve ihtiyaçlarını tesbit etmeye, kullanacağım üslûb ve ilmî metodu araştırmaya koyuldum. Çünkü her asrın kendisine has üslûbu ve dili vardır; Hz. Muhammed'in hayatını yazarken, hiçbir heves ve maksadın tesirinde kalmadan, sabah akşam değişen ilmî nazariyelere, dinî taassubun ve bilgisizliğin veya siyasî maksadların sebep olduğu şüphe ve engellere boyun eğmeden yazmaya bilhassa gayret ettim.
Nihayet Allah Teâlâ bu eseri telif etmek için bana kolaylık ihsan etti. Bu mevzu üzerinde ısrarla durdum; onunla haşir-neşir oldum. Siret ve hadis kitaplarını ve bu mevzuda istifade edilebilecek eski ve yeni herşeyi okumaya başladım. Bu konuda yazılmış ve te'lif edilmiş kitapların en doğrularına ve en güvenilirlerine istinaden bu eseri yazmaya başladım. Daha çok sahih hadis kitaplarına, ibn Hişam'ın Siret'ine, İbn Kayyım el-Cevziyye'nin Zâdü'l-Meâd'ına ve İbn Kesir'in 4 ciltlik es-Sîre-tü'n-Nebeviyye'sine istinâd ettim. Eskiden ve günümüzde bu mevzuda yazılmış olan eserlerden, Sîret'in birçok konusuna ve o günün tarihine açıklık getiren muasır hükümetler ve toplulukları aydınlatan yabancı kaynaklardan yararlandım. Kitabı hem ilmî hem de çağdaş edebî üslûba uygun tarzda yazmaya ve birine diğerinden fazla ağırlık vermemeye çalıştım.
Eserin büyük ölçüde hayatî ve müessir unsurları ihtiva etmesine, kalbleri ve ruhları büyüleyen, hiçbir insanın hayatında bir ferdin veya neslin, bir davet veya dinin tarihinde eşi ve benzeri bulunmayacak bir ölçüde, gönülleri ve ruhları büyüleyen bir vasıfta olmasına özen gösterdim. Bütün bunları süslemeden, ayrı bir renk katmadan ve yapay güzellik vermeden yazmaya çalıştım. Çünkü tabiî ve hakikî güzellik, haricî bir güzelleştirmeye, yapay bir tezyinata ihtiyaç hissetmez.
Bu eseri H. Şevval 1395-Şevval 1396 (M. Ekim 1975-Ekim 1976) tarihleri arasında te'lif ettim. Mecbur kalmadıkça başka birşeyle uğraşmadım. Bazan rahatsızlıklarım, bazan da Şark ve Garb'a yaptığım seyahatlar araya girdi ve Cenab-ı Hakk 1396 Şevvalinin ilk günlerinde bu kitabı tamamlamayı bana nasib etti. İşte okuyucuların elindeki kitap budur.
Burada, eseri telif ederken büyük yardımlarını gördüğüm iki değerli arkadaşıma teşekkür etmeliyim. Bunlardan biri Nedve-tü'l-Ulemâ'da tefsîr ve hadîs hocası olan Şeyh Burhaneddin olup, mevzumuzla ilgili hadislerin tesbitinde ve bazı siret kitaplarındaki ifadelerin tahkikinde bana yardım etti. Allah onu hayırla mükâfatlandırsın! İkinci arkadaşım Muhyiddîn Ahmed ise yabancı kaynakların tedkikinde bana yardımcı oldu. Eserin müellifi ona şükran borçludur ve onun samimiyet ve gayretlerini takdir etmektedir. Eser tamamlandığında müellifkitabın dikte ettirilmesi sırasında da bazı kardeşlerinin yardımına muhtaç oldu. Bunların başında Muhammed Muaz el-Endûrî en-Nedvî ve Ali Ahmed en-Nedvi gelir. Ayrıca Nur Alim el-Emînî en-Nedvî'nin de yardımları oldu.
Müellif bütün mümin kardeşlerine müteşekkirdir.
Allah Teâlâ'nın, bizi bu kitaptan yararlandırmasını ve onu en güzel şekilde kabul buyurmasını, âhirete azık ve bu güzel sîretin okunup öğrenilmesine vasıta kılmasını, ondan istifade edilmesini nasib etmesini niyaz ederim.
Şayet bu çalışmamız mü'minlerin kalbindeki sevgi ve imanı açığa çıkarır, gayr-i müslimlerden birinin kalbinde de bu temiz sîrete karşı sevgi uyandırır ve onu îslâmiyeti tedkik edip anlamaya sevkederse, bu, müellif için büyük bir mükâfat olacağı gibi,
kitap için de eşsiz bir kıymet ifade edecektir. Tevfik Allah'tandır. ( rahmet peygamberi kitap , nedvi rahmet peygamberi kitabı, iz yayınları , nedvi peygamberimizin hayatı fiyatı , iz yayınları )
Ebul-Hasen Ali Haseni en-Nedvi
Hindistan
Cuma
5.11.1396 h. / 29.10.1976 m.
İz Yayıncılık, Ebul Hasen Ali En Nedvi Rahmet Peygamberi adlı
kitabı incele diniz.