Kitap Risale-i Nur'un Metod ve Gayesi
Seri Bir Yol Haritası 5
Yazar Prof. Dr. Şenel Dilek
Y.Yönetmeni M. Ali Gündoğdu
Yayınevi Feyza Yayıncılık
Kağıt Cilt 2.Hamur kağıt, Karton kapak cilt
Sayfa Ebat 326 sayfa, 13.5x20 cm
Yayın Yılı 2010
Feyza yayıncılık, Risale-i Nur'un Metod ve Gayesi kitabı nı incelemektesiniz.
Şener Dilek Risalei Nurun Metod ve Gayesi kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
Bediüzzaman, mesleğini sağlam temeller üzerine oturtmuştur.
Çizdiği yol hakîmanedir ve fıtrata uygundur.
İnsana en lâzım olandan başlamış, beşeri “tevhid”e çağırmıştır.
Müntesiplerini fikrî, kalbî ve ruhî bir istihaleden geçirerek tefekkürün engin ufkunda gezdirmiş, müstakim ve kâmil bir cemaat tesis etmiştir.
Dâvetini hikmetle yapmiş, yumuşak söz ve tatlı dille mesajını sürdürmüştür.
Kaba, sert, tutarsız, kırıcı ve yıkıcı bir üslûba asla iltifat etmemiştir.
Dâvâsını sabır ve çile içerisinde celadetle, yılmadan ve yıkılmadan, müsbet hareket ile yürütmüştür.
Kenetleşmiş, samimi, hâlis bir fedakârlar ordusu tesis etmiş, küfrün şahs-ı mânevisi karşısında nurlu ve metin bir şahs-ı mânevi oluşturmuştur.
Geleceğe ümitle bakmış, ye’se düşmemiştir.
Konuştuğunu yaşamış, yaşadığını konuşmuştur.
Yaşayan bir hakikat olarak gönüllerde taht kurmuştur.
Mesleğinde, meşrebinde, tarz ve üslûbunda insanı esas almış, ona ulaşmanın yollarını çizmiş, onun inşa ve ikmaline büyük önem vermiştir.
İKİNCİ BASKIYA ÖNSÖZ
Bu kitabın ilk baskısı, 2008 yılında yapıldı. Kitabı, ikinci baskıya hazırlarken, konuları baştan sona yeniden gözden geçirdim. Gerekli gördüğüm yerlerde ilaveler yaptım. Şekil ve biçim açısından yeni düzenlemelerde bulundum.
Kitabı bölümlere ayırdım. Yeni eklenen Dördüncü ve Beşinci Bölümler ile birlikte kitap, altı bölümden meydana gelmiş oldu.
Yeni düzenlemeler, gözden geçirme ve ilavelerle kitap, eskiye nisbetle, zenginleşti, hacmi büyüdü ve daha ziyade derinleşti. Zannediyorum Risale-i Nur'un meslek ve meşrebi ile ilgili daha çok suale cevap verebilecek bir hale geldi.
İstifadeye vesile olması dileğiyle..
SUNUŞ
"Risale-i Nur'un Metod ve Gayesi" başlıklı bu çalışmamızda Risale-i Nur'un tarz ve üslubu, bakış ve yaklaşımı, meslek ve meşrebinin temel çizgileri hakkında genel hatlarıyla bir değerlendirme yapıldı.
Risale-i Nur'un hizmet tarzını bilmeyenlere bir derece bildirmek; öğrenmek isteyenlere pratik bir yaklaşımla faydalı olmak; yetersiz bilgi edinenlerin bilgilerini tamamlamak; kulaktan duyma, yanlış, eksik ve çarpık malumat sahiplerine doğru bilgiler ulaştırmak; risaleleri ve hizmet tarzını araştırmak isteyenlere de yardımcı olmak amacı esas alındı.
1992 yılında İstanbul'da bir sempozyum düzenlenmişti. "İslam Düşüncesinin 20. Asırda yeniden yapılanması ve Bediüzzaman Said Nursî" isimli milletlerarası sempozyumda, "Risale-i Nur'un Metod ve Gayesi" başlığı altında bir tebliğ sunmuştum. Bu çalışmaya başlarken ilk düşüncem, makale stilinde hazırlanmış olan bu tebliği, kitaba uyarlayacak biçimde baştan sona yeniden tanzim etmek idi. Bu amaçla tetkik niyetiyle açtım ve okumaya başladım. Bir müddet sonra, hayalim beni 15 yıl öncesine götürdü. Doğrusunu itiraf etmek gerekirse, mazideki hatıralar canlanınca, bu tebliğ üzerinde ciddi anlamda baştan sona kadar bir rötuş yapmaya gönlüm razı olmadı. Çünkü, 15 yıl önceki bir arşiv değer ve o günkü "fikir-duygu-düşünce" dünyamı yansıtan bir hizmet hatırası ve sarfedilmiş bir emek olduğu için üzerinde köklü bir biçimde tasarruf etmeye ve tamamen değiştirmeye kıyamadım. O günlerdeki his dünyama ve mazi sahifesinde yaşadığım hatıralarıma saygı duyma adına metnin takdim edilen genel çerçevesini bozmaya cesaret edemedim.7 Sadece, metnin akışını bozmayacak bir biçimde bazı ilaveler ve ek değerlendirmelerde bulundum. Bu değerlendirmelerde ileride "Bir Yol Haritası" serisi içinde yayınlanacak ve üzerinde ayrıntılı durulacak konular üzerinde fazla açıklamalara girişmedim.
Bununla beraber yine de eski metin üzerinde bir hayli tasarruf yaptım, "Risale-i Nur'un Siyasete Bakışı" başlığı altında yeni bir kısım ilave ettim. Bu kısmı, sanki yeniden yazdım. Son onbeş yıl içinde yaşanan olayları da dikkate alarak, bazı değerlendirmeler yaptım. Bu ilave değerlendirmeler neticesinde, yeni metin bir hayli büyüdü; eski metin adeta içinde kayboldu. Bu haliyle bazı meselelerin daha uzun, bazılarının daha kısa takdim edilmesi, metnin bütünlüğü içindeki tenasübe ilişti, belki dengeyi bozdu; ama netice itibariyle bakınca, herhalde daha dolu, daha doyurucu ve daha kapsamlı oldu.
( 1-Yedi sekiz sene önce, Balıkesir'de bir sohbet esnasında çok değerli ve muhterem Dr. Mehmet Akay Abi'mden Hz. -Üstad ile ilgili bir hatıra dinlemiştim.
Tarihçe-i hayatını okuyanlara malum; Bediüzzaman Hazretleri dokuz yaşında iken doğduğu belde olan Nurs Karyesi'nden çıkmış, bir daha o beldeye dönememiş.. Hayat ve hissiyatını hizmet-i iman ve dava-yı Kur'aniye'ye hasr ve vakf eden bu zat, hizmetin ciddiyeti, tebliğ ve temsil görevinin ağırlığı ile hapis, zindan ve çile ile geçen bir ömürde, ailesini, yakınlarını bir daha görememiş, bir daha onlara kavuşamamış.. Büyük zatların hayatları böyle.. Meşakkat ateşi, sıkıntı ve sancı.. Davası büyük olanların, çilesi de büyük...
Hatıra şöyle:
Nurs Köyü'nün yanıbaşında Avras Köyü var. Avras'tan bir zat, Bediüzzaman Hazretleri'ni ziyarete gelmiş. Ziyaret esnasında Hz. Üstad, o beldeleri çok iyi bilen bu zata sormuş:
"Kardeşim, filan beldede bir çeşme vardı.. O çeşme kurudu mu, yoksa hala akıyor mu? Filan beldede bir ceviz ağacı vardı. O ağaç yerinde duruyor mu?"
Ondan gereken cevabları alınca demiş:
"Kardeşim, eşya insandan ziyade hatıratı muhafaza eder."
Evet, hatıralar zaman sayfasında mekanla kayıtlı.. Mekan ve eşyaları düşününce, onların arkasında hatıralar canlanıyor. Hafıza arşivinden çıkıp, sanki yeniden hayat bulmuş gibi hayal aleminde temessül ediyor. )
Evet, kitaba tasnif mükemmelliği ve metin bütünlüğü açısından bakıldığında, bu tarz bir biçimlendirme kıvam noktasından yetersiz ve genel tenasüb açısından nakıs görülebilir. Tebliğin iskeletini ve ana hatlarını aynen muhafaza ettiğim için, "Nur Mektebi-I" kitabında işlenmiş bazı konular, çok az da olsa tekrar edilmiş oldu. Ancak bu kitap, Risale-i Nur'un meslek ve meşrebini tanıtmak için kaleme alındığından, ele alınan konular eğitici ve öğretici amaçları öne çıkartan ve yansıtan bir değerlendirme olarak algılanmalıdır. Bu yaklaşım içinde işlenen konuları "Tekrar Metodu" ve "Geriye Dönüş Metodu" itibariyle tetkik ettiğimizde, bazı tekrarların bir kısım hakikatlerin idrak ve gönüllerde pekişmesine kuvvet verdiğini, bazı meselelerin önem ve kıymetini daha kalıcı bir değer olarak öne çıkardığını söyleyebiliriz. Çünkü aktarılması arzu edilen ve önemlilik derecesi itibariyle altı çizilmesi gereken bazı hakikatlerin ve gerekli bir kısım bilgilerin genç dimağlarda daha kalıcı bir değer olarak yerleşmesi, kök tutup intişar etmesi adına yapılan tesbit, tasnif ve değerlendirmeler lüzumsuz bir tekrar olarak düşünülmemelidir. Belki bu tarz bir yaklaşım, meselelerin önemine ışık tutan; mesajları daha belirgin kılan ve düşüncenin netleşmesine kuvvet veren bir metod; ve fikirlerde derinleşmeye vesile olan eğitici ve öğretici bir disiplin olarak algılanmalıdır. Böyle bir algılama ile bakıldığında, sebeb-i kusur tevehhüm edilen noktalar, o zaman "önemli hakikatleri vurgulama", "hakikatlerin altını çizme" şeklinde yorumlanmış ve değerlendirilmiş olur.
KİTAP TAN KISA BİR BÖLÜM
RİSALE-İ NURUN MESLEĞİ ACZ, FAKR, ŞEFKAT ve TEFEKKÜRDÜR
"Cenab-ı Hakk'a vâsıl olacak tarîkler pek çoktur. Bütün hak tarîkler Kur'an'dan alınmıştır. Fakat tarikatların bazısı, bazısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. O tarîkler içinde, kasır fehmimle Kur'an'dan istifade ettiğim "Acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür" tarîkidir. Evet acz dahi, aşk gibi belki daha eşlem bir tarîktir ki; ubudiyet tarikiyle mahbubiyete kadar gider. Fakr dahi, Rahman ismine îsal eder. Hem şefkat dahi aşk gibi, belki daha keskin ve daha geniş bir tarîktir ki Rahîm ismine îsal eder. Hem tefekkür dahi aşk gibi, belki daha zengin, daha parlak, daha geniş bir tarîktir ki, Hakîm ismine îsal eder.
Şu tarîk, belki "Dört Hatve"den ibarettir. Tarikattan ziyade hakikattir, şeriattır. Yanlış anlaşılmasın: Acz ve fakr ve kusurunu, Cenab-ı Hakk'a karşı görmek demektir. Yoksa onları yapmak veya halka göstermek demek değildir. Şu kısa tarîkin evradı: Ittiba-ı sünnettir, feraizi işlemek, kebairi terketmektir. Ve bilhassa namazı ta'dil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır." (Sözler, rnk Neşriyat, s.516.)
Risale-i Nur'un mesleği bu dört esas üzerine kurulmuştur. Bediüzzaman Kur'ân'dan çıkartmış olduğu bu yolu Allah a vâsıl olacak en keskin, en selâmetli ve en kısa bir yol olarak nitelendirmiştir. Mü'min, Allah'a karşı acz ve fakrını, naks ve kusurunu idrak ettiği nisbette terakki edecektir. Böylece acz, onu ibadet yolu ile mahbubiyete, fakr, Rahman ismine, şefkat, Rahîm ismine, tefekkür de Hakîm ismine ulaştıracaktır. Bu yolda mü'min fıtratındaki acz ve fakr madenini işlete işlete tecelli-i samedaniyete bir ayna olacaktır.
Risale-i Nur'un mesleğinin dört esasından biri şefkattir. Kur'ân nâmına ve âhiret hesabına mânen yıkılan ve dökülen insanlara şefkat elini uzatmak, onların kurtuluşu için çırpınmak, didinmek ve yoğun gayret göstermek de Nur'un mesleğinin esaslarındandır.
Şefkat, aşk gibi, belki daha keskin ve geniş bir yoldur. Şefkat yolu, rahmet yoludur. Bediüzzaman şefkat noktasından bütün müslümanlarla, hattâ bütün beşerle alakadardır. Şu sözler onun yoğun şefkatini göstermektedir:
"Bana, 'sen şuna buna niçin sataştın?' diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evladım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış, ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler! Dar görüşler!"28
Evet, Nur'un mesleğinde şefkat, insanlara ahiret adına ve hidayet namına sahip çıkmaktır; onların ebedi necat ve kurtuluşu için çırpınıp durmak, yanıp tutuşmaktır. İnsanları küfr-ü mutlaktan, dalalet yollarından sahil-i selamete Çıkartmaya vesile olmak kainat çapında bir meseledir; kainatı kurtarmak gibi azim bir keyfiyettir.
Bediüzzaman'da şefkat sıfatı engindir. Öyle ki, o şefkat ile, milletin ebedi kurtuluşu için akıl almaz fedakarlıkları hayatında fiilen sergilemiş, ömrünü Hak yolunda ifna etmiştir.
Tarihçc-i Hayat, Sözler Neşriyat, s.573.
İnsanları asrın kir ve günahlarından çekip çıkarmak; onların iç dünyasını iman, ibadet ve güzel ahlak ile tezyin etmek adına yapılması gereken her türlü fedakarlığı ziyadesiyle yapmış, hayat ve hissiyatını bu uğurda feda etmiştir. 28 sene hapis, sürgün, tecrid ve dehşetli ihanet ve zehirlemelere karşı, o engin şefkat sırrıyla azim mukavemet göstermiş, dayanmıştır.
Risale-i Nur'un mesleğinin temel rükünlerinden birisi de tefekkürdür. Meseleleri büyük boyutlarda ele almak, dakik ve ince düşünmek, olayları fikir süzgecinden geçirerek rafine etmek; neticede tasnife, tahlile, terkibe ulaşmak, onun mesleğinin esaslarındandır. Risale-i Nur'da engin bir tefekkür vardır. Marifet ile ilgili tefekkür boyutu enfüsî ve âfâkîdir; enfüsî tefekkürü, derin ve dakiktir. Ha-kikat-ı insaniye haritasını ve mahiyet-i insaniye âyinesini mütalaa ederek iz'anî bir vicdan ve itmi'nan ile iman-ı tahkikinin nihayetsiz derecelerinde yol katetmek, esrar-ı İlâhi-ye'de kulaç atmaktır.
Risale-i Nur'un kazandırdığı âfâki tefekkür ise, kâinat kitabını bab bab, sayfa sayfa, satır satır, Allah namına, esmâ hesabına okumaktır.
Risale-i Nurlar'da tefekküre azim rağbet vardır. Bu rağbet "Bir saat tefekkür bir sene nafile ibadetten hayırlıdır" hadis-i şerifindeki sırra yetişmek içindir.
Tefekkür, ısrardır.
Tefekkür, derinliğe bakıştır.
Tefekkür, dimağda fikrî akıştır. Tefekkür o akıştan bakıştır.
Risale-i Nur'un acz, fakr, şefkat ve tefekkür mesleğine daha yakından bakmak gerekir. Çünkü Nur'un mesleğinin rükn-ü azimi olan bu dört esasın bilinmesi, anlaşılması, yaşanması ve hayata mal edilmesi fevkalade önemlidir.
Bunlardan ilk ikisi Risale-i Nur'da "acz-i mutlak" ve "fakr-ı mutlak" olarak ifade edilmiştir.
Varlık dünyasından tamamen sıyrılıp, tam bir ifna içinde ve hiçlik libasını giyip dergah-ı izzete tam teveccüh etmenin ve külli ve kamil bir ubudiyete çıkmanın en keskin yolu acz ve fakr yoludur. Allah'a karşı acz ve fakrını tam bilen ve idrak eden bir kulun dünyası enaniyet, gurur, kibir, şan u şeref, alkış hissi, riya ve tabasbus gibi afatlardan uzak kalır. Kulluk şuuru o insanın aleminde Rabbine karşı aczini bilmek, daima kusurunu görmek şeklinde keskinleştiğinden bu halet-i ruhiye daha ziyade arınmaya, daha ziyade istiğfara, daha ziyade iç iklimini tezkiye etmeye götürür.
Evet, rahmete iltica, rahmetten istimdad şeklinde akıp giden bir hayat, maneviyat noktasında daha duyarlı olur. Allah'a karşı hadsiz kusurunu itiraf ve iltica ile yürüyen mümin azami temkin ve azami teyakkuza mazhar olur. Haddini aşmaz, şatahata düşmez, kulluk çizgisinde müsta-kimane yürür.
Diğer iki azim rükün, şefkat ve tefekkürdür. Nur'un mesleği, Kur'an'ın esrarlarını neşr etmek olduğundan; hak ve hakikat yoluna celb ve cezb etmek için insanları kucaklayacak geniş, vasi ve engin bir şefkata ihtiyaç vardır. Çünkü, şefkat yolu, rahmet ve merhamet yoludur.
Nasıl bir şefkat?
Bu şefkat, sırf maddî ve cismanî hayatı koruma ve kollamaya matuf bir şefkat değildir. Bu şefkat, ism-i Rauf ve Rahim'e mazhariyettir.
Bu şefkat, ahiret namına ve ebedi kurtuluş adına manen muhtaç olan insanların ellerinden tutmak, onlara muin ve müzahir olmaktır.
Bu şefkat, insanların manevi kurtuluşları için didinmek, gözyaşı dökmek, ilgi ve alakayı kesmemektir.
Bu şefkat, koruyucu bir melek gibi sevgi yumağı içinde onların muhafazasına çalışmak, problemlerini çözmektir.
Bu şefkat, dünyanın boğucu, nefes kesen sancılarından insanları kurtarmaya ve korumaya çalışmaktır.
Bu şefkat, ferahlandırmak, teselli etmek, insanların inşirah, teneffüs ve telezzüzüne vesile olmaktır.
Bu şefkat, bu hizmetinin karşılığında da hiçbir şey beklememek...
Hiçbir şey gözlememek ..
Hiçbir şey talep etmemek...
Hasbi, samimi ve halis bir dünyayı yansıtmaktır.
Evet, insanları küfür karanlıklarından, cehalet bataklıklarından kurtarmanın yolu, şefkatle birlikte hikmeti de gerekli kılmaktadır.
Tebliğ görevini yerine getirmek için hakikat ilminde derinleşmek lazımdır. Gönül alemini hikmetle süsleyeme-yenler, hakikat dünyasının güzelliklerini yansıtamazlar. Marifet tablolarını güzel çizemezler.
Şefkat ile tefekkürün makam-ı tebliğde birlikte bulunması kemaldir, maksud ve matlubtur. Biri gelişir diğeri geride kalırsa, tebliğ sorumluluğu hakkı ile yerine getirilmiş olmaz.
** Bir anneyi düşünün.. Çocuklarını almış, göl kenarına götürmüş.. Oturmuş piknik yapıyorlar. Ailenin en küçüğü 3 yaşında.. Tatlı, afacan bir çocuk.. Anne ateşle, mangalla, sofra ve çay ile meşgul olurken bir ara yavrusunu unutuyor, etrafına göz gezdiriyor, çocuk yok.. Bakıyor, yavrusu göle düşmüş çırpınıyor, batıyor, çıkıyor.. Anne yıldırım gibi yavrusuna doğru koşuyor, çoçuğunu kurtarmak istiyor. Ama yüzme bilmiyor, saçını başını yoluyor, elbiselerini parçalıyor, feryadı göklere yükseliyor.. Şefkat yoğun, dağlar kadar, ama hikmet eksik.. Anne çaresiz ve perişan.. Göle kendisini atsa, çocuğu ile beraber kendisi de boğulacak.. Eğer dalgıçlık ve yüzme dersi alsaydı, yavrusunu kurtarması muhtemeldi.. Demek, çocuğu kurtarmak için şefkat gözyaşları ve merhamet çığlıkları yetmiyor.. Hikmet lazım.. Yüzme mahareti, dalgıçlık lazım..
Öte yandan az ileride yüzme şampiyonu bir dalgıç var. O da orada.. "Kurtarın bu yavruyu..!" diyorsunuz.. Ama adamın kılı bile kımıldamıyor.. "Bu havada suya girilir mi? Başkalarını arayın.. Ben suya giremem." diyor.. Bu adam da, buz gibi soğuk; merhamet ve şefkat bunun iklimine girmemiş.. Bu kaba adamda hikmet var.. Ama, zerre kadar şefkat yok...
Bu misalin ışığında temsilden temessüle geçersek, bir tanıdığınız var.. Batak bir hayatın içinde.. Her gün adım adım sefahet ve pisliğin içine doğru yuvarlanıyor.. Ona çok şefkat ediyorsunuz, kurtulsun istiyorsunuz. Ama o, sefih bir hayata her gün biraz daha gömülüyor. Hem onun, itikat dünyası da çarpık, perişan.. Tevhid ile, ahiret ve kader inancı ile ilgili çıkmazları, problem ve müşkülleri, iman ve itikat noktasından dehşetli yaraları var. Şüphe kurtları beynini kemirmiş, felsefî rüzgar ve kasırgalar içini devirmiş, çırpınıp duruyor.. Zaman zaman kurtulmak da istiyor, ama tek başına bu bataklıktan çıkamıyor. "Ne olur beni kurtarın, bana sahip çıkın, Allah aşkına bana el atın!" diyor, feryad u figan ediyor.. Bu durumda onun müşküllerini çözecek, problemleri halledecek, hakikat ilminiz, hikmet bilginiz, marifet derinliğiniz ve kelam dirayetiniz yoksa, mücerret şefkatiniz muhtemel ki, onu kurtarmaya yetmeyebilir. Onu o bataklıktan kurtarmanın yolu, yoğun şefkat ile birlikte ilim ve marifet ile mücehhez olmak, yumuşak bir üslup içinde hikmet ve hakikat lisanıyla ona yaklaşmak, fikir ile iç dünyasını aydınlatmak, delil ve hüccetle konuşarak aklını ikna, kalbini işba etmekten geçer. Tebliğ sorumluluğu, şefkat ve merhametin yanında ilim ve tefekkür ile, hikmet ve marifet ile, mantık ve muhakeme ile yerine getirilmelidir.