Kitap Riyazüs Salihin
Yazar İmam Nevevi
Tercüme Abdulkadir Akçiçek
Yayınevi Sağlam Yayınları
Kağıt - Cilt 1.Hamur Beyaz - 5 cilt takım
Sayfa - Ebat 2.927 sayfa - 17x24 cm
Sağlam Yayınları, İmam Nevevi tarafından yazılan Riyazüs Salihin adlı kitabı incelemektesiniz.
5 cilt Riyazüs Salihin hadis kitabı hakkında yorumları oku yup hadis kitabı nın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
RİYAZÜS SALİHİN - RİYAZÜ'S - SALİHİN
Yayın Hakkında:
Tam adı Riyâzü’s-sâlihîn min hadîsi seyyidi’l-mürselîn olan eser, İmam Nevevî’nin çalışmaları arasında önemli bir yer tutar. Nevevî bu kitabını, 45 yıllık kısa fakat çok verimli hayatının en olgun ve bereketli dönemleri kabul edilen bir yaşta, 40 yaşlarında yazdı. Bundan üç sene önce de, bir başka önemli eseri el-Ezkâr’ı telif etmişti. Riyâzü’s-sâlihîn’in telifi, 14 Ramazan 670 (1271) tarihinde bir pazartesi günü tamamlandı.
Nevevi’nin Riyâzü’s-sâlihîn’i Yazarken Gözettiği Prensipler
İmam Nevevî, kitabını yazarken bazı prensipler gözettiğini eserinin önsözünde belirtir. Buna göre Riyâzü’s-sâlihîn’in başlıca özellikleri şunlardır:
* İnsanlara dünya ve âhiret saâdetini kazanma yollarını gösterecek, zâhirî ve bâtinî edepleri elde etmelerini sağlayacak, iyiyi ve güzeli teşvik, kötüden ve çirkinden uzaklaşmayı temin edecek sahih hadislerden oluşan muhtasar bir kitap olacaktır. * Sahih hadis kaynakları olarak şöhret kazanmış kitaplardan seçilen, mâna ve mahiyetleri açık, delâletleri kesin hadisleri ihtiva edecektir. Çünkü gaye: Umumun faydasına olan bir eseri hazırlamaktır; sadece ilim erbabının değil.
Bilinen ve her bakımdan güvenilen hadis-i şerif kitaplarının başında şu ikisi gelir: Buhari ve Müslim .. Bu eserdeki hadis-i şerifler, çoğunlukla bunlardan alınmıştır. Bu iki eserden sonra, şu dört hadis-i şerif kitabı gelir: Sünen-i Ebu Davud, Tirmizi, Nesei, İbn-i Mace,Kütüb-ü sitte .. (Altı kitap .. ) dedikleri bunlardır. Bunlardan sonra, Hakim’in Müstedrek’ini sayabiliriz.
Esere, hepsinden de hadis-i şerifler alınmıştır.
* Konuların baş tarafında ilgili âyetlere yer verilecektir.
* Açıklanmasına ihtiyaç duyulan bazı kelime ve terimler kısaca açıklanacaktır.
* Her hadisten sonra, o hadisin hangi kitaptan alındığı belirtilecektir.
* Hayır ve iyilikleri özendirici, kötülük ve çirkinlikleri engelleyici nitelikte hadisler olmasına özen gösterilecektir.
* Hadislerin senedinde sadece sahâbî ravinin adı verilecektir.
* Gerektiğinde bazı hadislerden sonra, o hadisin sıhhat açısından durumuna, bazan da ravilerinin haline işaret edilecektir.
* Muhtevânın dînî ve ictimâî nitelikte olmasına özen gösterilecektir.
İmam Nevevî, kitabının başından sonuna kadar bu prensiplere bağlı kalmaya itina gösterdi.
Bir hadis-i şerif için:
- Müttafakun aleyh .. (Üzerinde ittifak edilmiştir ) Dediğim zaman, bunun manası şudur: Onu, Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.
Bir hadis-İ şerif üzerinde bu iki büyük muhaddisin, görüşbirliği edip ittifakla sağlamlığına karar vermeleri, kabulleri, kalan imamların da onun üzerinde ittifakla karar vermelerinin sebebidir. Bu kitap ümid ederim ki: Ona önem vereni hayra götürür; çeşitli çirkin işlerden ve tehlikelerden çeker çevirir.
Bu cümlede geçen hayırlar lafzını, şu şekilde açıklamak mümkündür: İbadet işleri, Yüce Sübhan Hak yakınlığını anlatan taat çeşitleri - Çirkin işler .. tabiri ile de, şu mana anlattılar: Her türlü rezalet .. Mesela: Hırsızlık, haysiyet ve şeref kırıcı durumlar .. - Tehlikeler .. kelimesi ise, şu hususları anlatır: İnsanı dünyada sevimsiz kılan, ahirette azaba sokan her ne ise .. Mesela: Kendini beğenmek, büyüklenmek, gösteriş yapmak, ettiği iyiliği kullara duyurmak veya göstermek sureti ile gösteriş yapmak .. Şimdi .. Ben, bu eserden birşeyle faydalanan kardeşten diliyorum ki: Bana, ana babama, meşayihime, sair sevdiklerimize ve büütün Müslümanlara dualar okuya ..
Bu cümlede geçen: "Meşayihime" tabiri ile, İmam-ı Nevevi, her kimden zahir ve batın ilim almışsa, onlan anlatmak istiyor. Onların yaşça büyük veya küçük olmaları önemli değildir. İmam-ı Nevevi’nin buradaki dileği, gayet tevazu sahibi engin gönüllü olduğunu göstermektedir. Kendisinin gıyabında duayı istemesi ise .. böyle bir duanın makbulolacağı yolunda gelen hadis-i şerife göredir. Allah-ü Taala ona, ana babasına, kendisine ilim veren hocalarınna, tüm sevdiklerine ve bütün Müslümanlara rahmet eylesin; bizleri de şefatına nail eylesin .. Amin!. ( hadis-i şerif kitap, riyazüs salihin 5 cilt , sağlam yayınları , hadis imam nevevi , imam nevevi riyazüs salihin hadis kitabı, abdülkadir akçiçek, seçme hadisler, sahih hadis kitabı )
TAKDİM
Rahman Rahim Allah'ın adı ile..
Allah'a hamd olsun..
O, Vâhid, Kahhâr, Azîz, Gaffâr'dır. Geceyi, gündüze katar. Bunu, kararmayan kalbi, kör olmayan basiret gözü sahiplerine hatırlatmak için yapar. Gönül sahiplerine, ibret almak isteyenlere mânâ ka-pdarını açar.
Halkı arasından seçtiklerini uyardı. Onları, bu dünya evinde zâhid eyledi. Onlara, zâtını murakabe görevi verdi; sürekli tefekküre daldırdı. Vaaz ve zikir yolunda bulundurdu.
Onları; tâatına ciddiyetle devamda, âhiret yorduna hazırlanmada, dargınlığını getiren şeylerden ve ateş yuvasına girmeyi gerektiren durumlardan sakınmada, bütün bu işlerde: Hallerin, tavırların değişip durmasına rağmen başarılı kıldı.
Allah'a hamd ederim; en alımlı, en temiz, en şümullü, en mükemmel manâlı hamd ile.. Şehâdet ederim ki: Allah'tan başka İlâh yoktur; Berr, Kerim, Rauf, Rahîm'dir. Şehâdet ederim ki: Efendimiz Muhammed (A.S.), Allah'ın kulu ve resulüdür. Habîbi, halîllidir. Sı-rat-ı müstakime hidâyet eden, din-i kavvime çağırandır.
Allah'ın salâtları, selâmı, Resûlüllah efendimize, diğer peygamberlere, her birinin âline, şâir sâlih kullara olsun.
Allah-ü Taâlâ şöyle buyurdu:
— "İnsanları, cinleri ancak bana ibadet etmeleri için yarattım.
Kendilerinden rızık istemiyorum; beni yedirip içirmelerini de beklemiyorum," (Zâriyat, 61/56-57)
İşte bütün bu anlatılanlar gösteriyor ki: Yaratılanlar, sadece ibâdet için yaratılmışlardır,
Onlara düşer ki: Yaratılışlarına sebeb olan iş üzerinde önemle duralar; zühde tutunup dünyanın geçici nazlarından yüz çevireler. Çünkü o, yıkılacak bir evdir; daimî kalınacak yer değildir. Geçiş dönemi için bir binektir; sürür konağı değildir. Başında toplanıp bırakılan bir su kaynağı gibidir; devamlı kalınacak vatan değildir.
İşbu nedenle: Dünya ehlinden ayık olanlar, ibâdet ehli kimselerdir; dünyada insanların en akıllıları zahidi erdir.
Allah-ü Taâlâ, dünya hayatını bize şöyle anlattı:
—"Dünya hayatına misâl ancak şöyledir: Bir suya benzer ki, onu semâdan indiririz. Bu su ile; insanların ve hayvanların yiyecekleri cinsten yer bitkisi, alışır karışır. Sonunda, yeryüzü süsünü alır; türlü çiçeklerle bezenir, Onların sahipleri sanır ki: Yemişlerini toplamaya, ekinlerini biçmeye artık güçleri yeter. Amma gece, amma gündüz azab emrimiz aniden gelir. Onları biçilmiş tarlaya döndürür; sanki dün hiç yokmuş gibi eder. İşte düşünmesini bilen millete, âyetlerimizi ayrıntıları ile böyle anlatırız." (Yûnus, 10/24)
Bu mânâda gelen âyet-i kerimeler daha çoktur. Şair güzel söylemiş:
Allah'ın kulları var, nasipli zekâdan; Dünyayı boşadılar, fitne korkusundan.. Ona bakıp gördüler, sonunda bildiler;
Olmaz dünya canlıya hiç bir zaman vatan.. Onu çok dalgalı deniz buldular, tuttular; İyi amellerden bir gemi, tez batmadılar...
Dünyanın hali burada vasfettiğim gibi, halimiz ve yaratılma durumumuz da başta anlattığım gibi olunca., her mükellefe düşer ki:
a) Nefsini, hayırların yoluna ilete..
b) Akıl ve basiret sahiplerinin gidişatına uya..
c) Önce işaret ettiğim işleri yerine getirmeye hazırlana..
d) Burada dikkat çektiğim hususlar üzerinde dura..
Anlatılan işleri yerine getirmek için en doğru yol, gidişatından en çıkarlı gidişat; Peygamber efendimizden rivayet edilen sağlam hadisi şeriflere göre edepli olmaktır. Çünkü O: Evvellerin ve âhirlerin efendisi, öncekilerin ve sonrakilerin en keremlisidir.
Allah'ın salâtları ve selâmı ona ve şâir peygamberlere olsun..
Allah-ü Taâla şöyle buyurdu:
— "Birr ve takva üzerine yardımlaşınız."(Mâide, 5/2)
Resûlüllah efendimizi de bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:
— "Bir kul, kardeşinin yardımında olduğu sürece; Allah, onun yardımındadır."
Allah ona salât ve selâm eylesin..
Resûlüllah efendimiz, bir başka hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:
— "Bir kimse, bir hayra delâlet ederse; yapanın sevabı gibi kendisine sevap verilir."
Resûlullah efendimiz, diğer bir hadis-i şerifinde ise, şöyle buyurmuştur:
—"Bir kimse, bir hidâyete çağırırsa., kendisi için ecir; kendisine tabî olanların ecirleri kadardır. Bu durum, öbürlerinin ecirlerinden de bir şey eksiltmez."
Resulüllah efendimiz, Hazret-i Ali'ye (r.a.) şöyle buyurmuştur:
— "Allah adına yemin olsun ki; vasıtanla bir kimseye Allah'ın hidayet etmesi, senin için kırmızı deveden hayırlıdır."
Bütün bunlardan sonra şu görüşe vardım: Sahih hadis-i şeriflerden muhtasar bir derleme yapayım.. Sâhib olanı, âhirete götüren bir yolu şümulüne almalı..
İçte ve dışta güzel edepleri elde ettirmeli..
Terğib ve terhibi de özünde toplamış olmalı..
Sâliklerin edepleri çeşidinden sayılan zühde, nefislerin riyazetlerine, ahlâkın tehzibine, kalb temizliklerine ve çarelerine dair, duyguları esirgeme ve onların eğri yönlerini giderme yolunu gösteren hadis-i şerifler de bu esere alınmıştır.
Eserde, ariflerin gayelerini anlatan hadis-i şerifleri bulmak da mümkündür.
Bu eseri hazırlarken, şöyle bir yol tutmayı gerekli gördüm:
a) Ancak sağlam kitaplardan alman, mânâsı açık sahih hadis-i şerifleri alayım.
b) Her babın başına, Kur'an-ı Aziz'den âyet-i kerimeler getireyim.
c) Zaptı için gerekli tevşihi yapayım; gizli mânâlarına güzel tenbihler edeyim.
_ Bu hadis-i şerif için: Müttafakun aleyh.. (Üzerinde ittifak edilmiştir..) dediğim zaman, bunun mânâsı şudur: Onu, Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir.
Eğer bu kitap tamam olursa, ümid ederim ki: Ona önem vereni hayırlara götürür; çeşitli çirkin işlerden ve tehlikelerden çeker.
Ben, bu eserden bir şeyle faydalanan kardeşten diliyorum ki: Bana, ana babama, meşâyihime, sair sevdiklerimize ve bütün Müslümanlara dualar okuya..
Kerîm Allah'a itimad ederim. Ona güvenir, işlerimi ona ısmarlarım.
Allah bana yeter, o ne güzel vekildir. Güç kuvvet ancak Azız, Hakîm Allah'ındır. ( hadis-i şarif kitap, satış, kitabı, online satın al, indir, ucuz dini, riyazüs salihin 5 cilt, kitap, uygun fiyat, kitabı, islami yayınlar, islami kitap, gonca kitabevi, İslam, takım, sağlam yayınları, hadis imam nevevi, üç günde teslim, internetten satış, imam nevevi riyaz hadis kitabı )
TAKDİM YAZISI ŞERHİ
Rahman Rahim Allah'ın adı ile..
Üstteki cümlenin ilmî tabiri şudur: Besmele..
Besmelenin faziletleri çoktur; pek çok eserlerde yazılıdır.
Her işe besmele ile başlamak gerekir. Her başlanan işe göre de mânâ alır. Burada şu mânâyı vermek yerinde olur:
— Bu eseri yazmaya Rahman Rahîm Allah'ın adı ile başlarım.
Besmelesiz başlanan işin güdük kalacağı, hadis-i şeriflerle bize bildirilmiştir.
Bu besmele içinde geçen "Allah" ismi, yüce bir isimdir. Bunun dinî ve ilmî tabiri şudur: Lafza-i Celâl.
Her anıldığı yerde; zat, sıfat ve tüm tecellilerin toplu mânâsını akla getirir.
Yine besmele içinde geçen: "Rahman" ismi, yüce Allah'ın güzel isimlerinden biridir. Bu.isim, geldiği her yerde, şu mânâyı akla getirir:
—Evvellerin evvellerinde, öncelerin de öncesinde, ezelden beritüm yarattıkları için bir şefkat ve merhamet sahibidir; hepsi için acıma duygusu vardır. Özellikle dünya hayatında; sevdiğine, sevmediğine nimetlerini çokça verir, rahmetini bolca yağdırır..Hemen herbiri-nin rızkını, ayrı ayrı verir; hiçbirini unutmaz.
Aynı besmele içinde geçen: "Rahîm" ismi dahi, Yüce Allah'ın güzel isimlerinden biridir. İfâde ettiği mânâ itibarı ile;^Rahmân ismi gibi olmakla beraber, kendine has bir özellik taşır. Kısaca şu mânâya gelir:
— Pek ziyade şefkat ve merhamet sahibidir. Rahman ismi gereğince, verdiği nimetlerden emrine göre istifade edenlere, özellikle âhirette yeteri kadar mükâfat verir.
Allah'a hamd olsun..
Bu cümle içinde geçen; "Hamd" kelimesini övgü mânâsına almalıdır. Nimet ve daha başka güzelliklere karşı saygı duygusunun dille ifadesidir. Bir kimse, kendisindeki bir nîmet için hamd edeceği gibi, başkasında gördüğü bir iyilik dolayısı ile de Allah'a hamd edebilir.
Hamdi, dört yönlü ele almak icab eder. Şöyle ki:
a) Dil ile hamd..
b) İş ile hamd..
c) Hal ile hamd..
d) Örf ile hamd..
Dil ile hamd: Peygamberlerin dili ile anlatılan şekilde, onların tarifine göre; Yüce Allah'ı övüp ona saygılar sunmaktır.
İş ile hamd: Bedenle yapılan tüm işleri; Allah için, onun hoşnutluğunu, rızasını dileye dileye yapmaktır. Allah'ın hoşnut olmayacağı hiç bir işe girmemektir.
Hal ile hamd: Bu türlü hamd, ruh ve beden yönü ile olacaktır. Bu türlü hamd için de, önce ilim giysisine girmeli; ondan sonra bu ilmin gereğini yerine getirmelidir. Açıkçası: Bu türlü hamd için; insanın hemen her halinden, ilim ve amelin güzel kokuları gelmeli, çevresini sarmalıdır.
Örf ile hamd: İyiliğini gördüğü kimseyi, iyilik ettiği yönü ile övmektir; ona karşı saygılı olmaktır. Bu türlü saygı, dille olacağı gibi, kalan duygularla da olabilir.
Hamd edilmeden başlanan işlerin; besmelesiz başlanan işler gibi güdük kalacağı, gelen rivayetler arasındadır. İyilik eden, ettiği iyiliğin belirtilerini, iyilik ettiği kimsede görmek ister. Saygısız birine gönülden iyilik eder misiniz?
imam-ı Nevevi, anlatılan bu mânâları çok iyi bilmektedir. Eserini sunarken; başta besmele ile, sonra Allah'a hamd ile başlaması bunun İçindir.
Vâhid, Kahhâr, Azîz, Gaffâr'dır.
imam-ı Nevevi burada eserine başlarken adını tazimle andığı, hamd ettiği Yüce Allah'ın dört güzel ismini almıştır. Bunların ifâde ettikleri mânâları sırası ile açalım.
Vâhid: Zâtında, sıfatlarında, tecellîleri ile yaptığı işlerde, verdiği hükümlerde, tektir. Zâtında, sıfatlarında, işlerinde ortağı yoktur.
Kahhâr: Halkı hükmü altına alan, onların üzerinde, kendi hükmü dışında başka bir hüküm geçmeyen ve muradına göre onları yöneten... Emri altındakilerin hiç biri, kendi zâtına hükmünü geçiremez.
Azîz: Hükümde alt edilemez. Emri geri çevrilemez. Arzusuna hiç bir engel olamaz. Gaffar: Başkaldıran günahkârları dilerse bağışlar. Hem de kökten silmece..Buna da karışan olmaz.
Yüce Allah'ın bağışlamayacağı günahlar arasında, zâtına şirk koşmak vardır. Allah-ü Taâlâ, müşriklerin günahlarını bağışlamayacağını bize bildirdi. Bunların dışında, bağışlanmasını dileyen, Yüce Allah'ın da bağışlanmasını dilediği kimse bağışlanır.
Eser, tekdim edilirken, bu güzel isimlerin başa alınmasında sebep var.
Öncelikle, gözlerin, Yüce Allah'ın tekliğine çevrilmesini istemektedir. Yaratılan fânî şeylerin yok farz edilmesini ve onların elinden sebeb olma dışında bir şey beklemenin beyhude olduğunu anlatmaktadır.
ikinci ve üçüncü güzel isimlerle de, insanın; kendi yaratılış durumuna bakarak, Yüce Hakkın azameti karşısında hiçliğini sezip kendisine çeki düzen vermesine işaret etmektedir. İnsan bilmeli ,ki: Yüce Hakka karşı dâima alt olmaya mahkûmdur. Bu türlü düşünceler, bu türlü görüşler nefsin terbiyesi için faydalıdır.
Nefis, değişik terbiye yolları ile yararlı hâle gelmediği sürece; daima azgın olacaktır. Hemen her hareketi de, emre ters düşecektir. Böylece, yasaklara dalıp gidecektir; onu korkutmak gerekir.
Nefis, sâdece kendi üstünden korkar. Ama inandığı takdirde.. Bunu, kendisine iyi anlatmak gerekir; anlarsa inanır. Nefis, durumu anlamalı ve ezilmeli; onu ezmek için, İmamı Nevevi, burada bu üç isme işaret etmiştir. Bu üç isim, nefsi üç yandan sarmıştır. Ama, ona biraz da nefes aldırmak gerek... İşte ona biraz rahat nefes aldıracak isim, dördüncü olarak anlatılan Gaffar ismidir.
Nefis; Yüce Allah'ın birliğini, halkını hükmü altında tuttuğunu, hükmünde alt edilemeyeceğini bildikten ve ona göre kulluğunu yaptıktan sonra, işlediği günahları için fazla korkuya kapılmadan bağışlanmasını dilerse, Allah bağışlar.
Anlaşılacağı gibi, burada iki mânâya işaret ediliyor: Korku ve ümit.. Bunlar, nefis için iki kanattır, İnsan oluşu icabı şaşıp işlediği hatadan ötürü Yüce Hak'tan korkarsa.. bir kanadını sağlamış olur.
Gaffar ismini düşünüp bağışlanacağını anlayınca da, ikinci kanadına kavuşmuş olur.
Bir insan, bu iki kanada sâhib olduktan sonra uçmaya başlarsa, Yüce Hakkın yakınlık kapısını bulur.
Geceyi gündüze katar.
Bu cümlede, gece başa alınmakla onun şerefine işaret edildi; gündüz onun gibi anlatılmadı.
Geceler güzeldir; özellikle ibâdete kalkan gönül ehli kullar için.. Yola gelen sâlikler için geceler, hayırları toplama vaktidir. Zikir, namaz, âlemlerin Rabbı Yüce Allah ile münâcâatın zamanıdır.
Bunu, kararmayan kalbi, kör olmayan basiret yok sahiplerine hatırlatmak için yapar. Gönül sahiplerine, ibret almak isteyenlere mânâ kapılarını açar.
Bu kapıdan giren kimseler; Yüce hakkın nimetlerini düşündükleri zaman, anlarlar ki: Onların hemen hiç biri, boşuna yaratılmamıştır. Bilirler ki: Yüce Sübhan Hakkın, her şeyde manâlı bir işi vardır.
Böylece, Yüce Sübhan Hakkın büyük iktidarına yol bulurlar; Kendilerine gelen manevî varidatları anlarlar. Amma, kalb ve gönül İtibarı ile ayık olanlar.
Halkı arasından seçtikleri uyardı.
Bu uyarma, gaflet uykusundan uyarmadır. İyiliklerden yana uzak kalma durumu ile, gafletle uyku aynı mânâyadır. Ayık olan kimse, gafletten uzak bulunur, daima yaratanını anıp zikreder. Ayık değilse, zikredemez; uykudakinden de farkı kalmaz. Bir başka mânâda ölü gibidir. Nitekim, bu mânâda Resulüllah efendimiz şöyle buyurmuştur:
— "Allah'ı zikredenle zikretmeyenin misâli, diri ile ölü misâlidir."
Allahü teala ona sâlât ve selâm eylesin..
Onları, bu dünya evinde zâhid eyledi.
Bu cümlede geçen: "Zühd" kelimesi üzerine şu açıklamalar yapılmıştır:
— Herhangi bir şeye meyli terk..
Riyazü's Salihin C.I, F.2
Bu, genel olarak, sözlükteki mânâdır. Hakikat ehline göre de şu mânâya alınır:
— Dünyayı istememek, kalben onunla birbağ kurmayıp ondan geçip yüz çevirmek..
Denilmiştir ki:
— Ahiret rahatını isteyerek, dünyanın geçici rahatlığını bırakmaktır.
Yine denilmiştir ki:
— Zühd odur ki; elin dünyalıktan yana nasıl temiz ise... kalbinide öyle temiz tutasın.
işbu hale. gelen kimseleri, Cenab-ı Hak ayıktırmıştır; böylece, dünyanın gerçek yüzünü anlamışlardır. Dünyayı, engin çöllerde susamışın, uzaktan görüp de bu sandığı serap gibi görürler.
Dünyaya karşı gani gönüllü zâhid olmaları bu sebebe dayanır. Onun süsünden yüzlerini çevirirler; zarurî mikdarda ihtiyaçlarını alırlar. Kendilerine geleni hırsa kapılmadan, bir nîmet olarak alırlar; asıl nasiplerinin, Yüce Hak katında saklı kaldığına da inanırlar. Çünkü Yüce Allah:
Onlara, zatını murakabe görevi verdi; sürekli tefekküre daldırdı.
"Murakabe" kelimesinin kısaca mânâsı şudur:
— Kul bilmeli ki; Yüce Rabbı, kendisinin her hâlini görür..
Kul, buna inanmalı ve bu inancını sürdürmelidir. Kulun, bu mânâya mutlaka inanması gerekir. Zira, Cenab-ı Hak, bütün inceliği ile her şeyi gördüğü gibi; kullarının işlerini, sözlerini'de bilir ve görür. Bunu bilen kul; amelde, ibadette ihsan makamına yükselir. İhsan makamı, Resulüllah'm dili ile şöyle anlatılmıştır:
— 'İhsan, Allah'ı görür gibi ibadet etmendir; sen onu görmesen de o seni görür."
Allah-ü Taâla ona salât ve selâm eylesin..
Bu makama çıkan kimseler; nefislerini, her türlü kaymadan ve yanılmadan korurlar. Zira, bu makamda gaflet yoktur; isyanı getiren gaflettir. İnsanda gaflet olmayınca isyan da olmaz.
Dinimizde, insan hayatına çok tesir eden tefekkürün de, Önemli yeri vardır.
Bu, bir düşünebilme melekesidir; Yüce Hakkın yarattıkları üzerinde olacaktır. Tefekkürün derinleşmesi sonunda; Yüce Yaratanın ülûhiyetine, üstün kudretine doğru yol alırız.
Allah-ü Taâlâ, tefekküre dalan kullarını överek şöyle anlattı:
— "Onlar, öyle kimselerdir ki; ayakta, oturuş halinde, zorunlu halde yan üstü Allah'ı anarlar.
Yerin ve semaların yaratılış durumunu düşünürler; şöyle münacaat ederler:
— Rabbımız, sen bunları boşuna yaratmadın. Sübhansın Rabbımız, bizi cehennem azabından koru."(Âl-i İmrân, 3/191)
Şu hadis-i şerif, bize tefekkür üzerine tutacağımız yolu gösterir:
— 'Yaratılanı düşünün; yaratan hakkında derin düşünceye dalmayın. Önün hakkını takdir edemezsiniz."
Keşşafta gelen bir hadis-i şerifte şöyle anlatılmıştır:
— "Bir ara, bir kimse arka üstü yatıyordu. Başını kaldırıp yıldızlara ve semaya baktı; şöyle dedi:
— Şahidim ki, senin bir Rabbin ve yaratanın var.
Allahım! Beni bağışla.
Ve.. Allah-ü Taâlâ ona rahmet nazarı ile baktı; kendisini bağışladı."
Resulüllah efendiniz, bir başka hadis-i şerifinde ise, şöyle buyurmuştur:
— Tefekkür gibi ibadet yoktur."
Denilmiştir ki:
— Tefekkür, gafleti giderir. Yüce Allah için bir heybet, çekinme duygusunu kalbe yerleştirir. Tıpkı, bitkilerin yetişmesi için suyun faydalı olduğu gibi.
Tefekkür, insanın kalbine tatlı bir hüzün verir. Bu hüzün kadar kalbi hiç bir şey parlatamaz. Tefekkür kadar da, hiç bir şey kalbi nurlandıramaz.
Şöyle rivayet edildi:
— Yunus aleyhisselâmın; hemen her gün, tümden yer ehlinin işlediği amel kadar ameli, Yüce Hak katına yükselirdi.
Bu cümleyi açıklarken, şöyle anlattılar:
— Bu, Yüce Allah'ın emrinde tefekkür amelidir; kalb ameli sayılır. Zira, hiç kimse, bir günde yer ehlinin ameli kadar amel işlemeyegüç yetiremez.
Keşşafta yazılanlar bu kadar.
İbn-i Abbas ve Ebû Derdâ şöyle demiştir:
— Bir saat tefekkür, bir gece nafile namaz ibâdetinden hayırlıdır.
Allah onlardan razı olsun..
Sırrî-i Sakatı ise, tefekkür üzerine şöyle dedi:
— Bir saat tefekkür, bir senelik ibadetten hayırlıdır.
Bu cümle içinde geçen: "saat" kelimesinin mânâsı; bizim bildiğimiz zamanı bildiren saat olacağı gibi, bir an da olabilir.
Tefekkür, mânâ cennetinin otağındaki sütunları süsleyip oraya yerleştirmekten başka bir şey değildir; orada senin gelişine hazır bekler.
Yüce Hak, o seçip ayırdığı kullarını:
— Vaaz, zikir yolunda bulundurdu.
Vaazın, dinimizdeki yeri büyüktür. Bir başka mânâsı ile öğüttür; nasihattir. Dinin nasîhattan ibaret oluşu da, hadis-i şerifle sabittir.
Kalbi kararmayan herkes, gördüğü her şeyden öğüt alır. Öğüdünü önceden almış olan bir kimse, kendisine ne gelirse gelsin; yanındaki fânî şeylere daimî kalacağı gözü ile bakmaz; hepsinin yok olacağını baştan görür. Hırsı, tamahı bırakır; hiç kimsenin felâketine sevinmez. Elde kalmayacağı kesin bilinen bir faniye dört elle sarılmak neden?. Bırakılıp gidilecek dünyalığa karşı hırs niçin?.
Düşün bir kere; bugün kardeşinin başına gelecek felaket, yarın senin de başına mutlaka gelecektir.
Asıl mutlu olan o kimsedir ki; başkalarının halinden ibret alır, öbür âlemi için gerekli hayır çeşitlerini elde etmeye yönelir.
Zikir, denince, Yüce Allah'ı unutmamak akla gelmelidir. Unutunca ayılmak; gaflet uykusuna dalınca uyanmalıdır.
Zikir, îmân sahibinin rûhânî gıdasıdır. Yüce Hakkın yakınlığı ile zikirle bağlantı kurulur ki: Mutlak gereklidir. Bunun için Allah-ü Taâlâ şu emri verdi:
— "Ey iman edenler, Allah'ı çokça zikredin." (Ahzâb, 33/41)
Bu emrin daha açık manası şudur: Hiç unutmayın.
Onları; taatına ciddiyetle devamda, ahiret yurduna hazırlanmada, dargınlığını getiren şeylerden ve ateş yuvasına girmeyi gerektiren şeylerden sakınmada, bütün bu işlerde: Hallerin, tavırların değişip durmasına rağmen başarılı kıldı.
Burada, en çok üzerinde durulması gereken husus: Başarı., kelimesinin ifade ettiği mânâdır. Bunun için az ve öz olarak verilecek mânâ şudur:
— Kulda, Yüce Allah'ın taatı için yaratılan güç..
Böyle bir şeyi elde etmek, cidden pek değerli bir şeyi elde etmektir. Bunu bulan daha ne ister ki!.
Anlatılan gücün olmadığı yerde, hiç bir şey beklenemez.
Başarılı olmayan bir kimse, Yüce Allah tâat ve ibâdet için kendisinde manevî bir güç bulamaz.
Başarılı olmayan bir kimse; sonsuzlara kadar kalınacak âhiret yurdu için bir hazırlık yapamaz. Orada muhtaç olacağı güzel amellerin güzel sonuçlarını göremez; bu yolda bir hazırlığa, burada giremez.
Başarılı olmayan bir kimse; Yüce Hakkın dargınlığını çeken işlerden sakınmaz. Emre aykırı hareket etmeyi, isyanı bırakamaz. Sonuç olarak gelecek azaplardan da kurtulamaz.
Başarılı olmayan kimse, cehenneme götürecek sebeplerin elinden nefsini kurtaramaz.
Nefsi cehenneme götürecek sebeplerin başında; Allah korusun, küfür üzerine ölmek vardır. Bu, başta gelir. Bundan sonra, çeşit çeşit büyük küçük isyan hareketleri gelir.
Küçük günahlar, eğer Yüce Hakkın emirlerine karşı nefsin yanılması gibi hareketler ise., bunlar tevbe ile, yararlı ameller işlemek sureti ile kapanır.
Bu arada, şunu da hemen belirtelim ki: Büyük günahlardan mutlak sakınmak gerekir. Büyük günahların bağışlanması, bir daha yapmamak üzere tevbeye yahut Yüce Allah'ın fazlına keremine kalmıştır. Ancak, büyük günahların şirk, küfür olan kısmı hariç; bunların bağışlanması için hiç bir sebep yoktur. Bundan kurtulmanın tek çaresi îmâna gelmektir.
Büyük olsun, küçük olsun; günahlar kul hakları ile ilgili ise, mutlaka hak sahiplerinin rızâsını almalıdır.
İşte bütün bunları yapmak için başarı gerekir. Zira, hepsi de ibadet çeşidine dahildir.
Metinde geçen: "Hallerin, tavırların değişip durmasına rağmen.." Tâbirini de şöyle açıklamak mümkündür: Bolluk, darlık, yaz, kış, ticâret meşguliyeti, nefsin ihtiyacı olan bazı maddi şeyler, çoluk çocuk gailesi..
Başarılı olan bir kimseyi, sayılan işlerin hiç biri, Allah yolundan alamaz. Allah'ın emirlerini yerine getirmekte, yasaklarından kaçmakta, onun sânına tazimde bunların hiç biri engel değildir. Bu mânâ, bir âyet-i kerîmede şöyle anlatıldı:
— "Onlar, öyle erlerdir ki; kendilerini ne alış veriş, ne de ticaret Allah zikrinden alıkoyar." (Nûr, 24/37)
Resulüllah Efendimiz dahi, bir hadîs-i şerifinde şöyle buyurmuştur:
— "Öyle bir topluluk vardır ki; serili mükellef yataklar içinde dahi Allah'ı zikrederler."
Allah-ü Taâlanın salât ve selâmı onun üzerine olsun.
* * *
Allah'a hamd ederim; en alımlı, en temiz, en şümullü, en mükemmel manâlı hamd ile..
Şehâdet ederim ki: Allah'tan başka ilâh yoktur; Berr, Kerîm, Rauf, Rahimdir.
Bu cümlede geçen Yüce Allah'ın dört güzel ismi üzerinde biraz durup mânâlarını kısaca anlatalım.
Berr: Kullarına bolca, hiçbir şey esirgemeden ihsanlar eyleyen..
Kerîm: Bu güzel ismi, birkaç mânâda almakgerekir.
Beyzâvî şöyle dedi:
— Kerîm, zat sıfatları arasındadır. Yüce Allah, ezelden beri Kerîm olup kerîm olarak da sonsuzlara kadar kalacaktır. Buna göre, şu mânâyı vermek yerinde olur:
— Yüce Allah'ın zâtı tüm noksanlardan ve kötü sıfatlardan yana temiz ve nezihtir.
Temiz, nefis bir şey için şöyle denir: Kerîm. Arap dilinde, temiz mallar için de: "Kerîm" tabiri kullanılır.
Denilmiştir ki:
"Kerîm" isminin ifade ettiği mânâ şudur: Kalışı sürekli, zâtı üstün, sıfatları güzel..
Denilmiştir ki: "Kerîm" ismi, ef al sıfatları arasında sayılır. Bunun için de, şöyle bir mânâ vermek gerekir:
— İstemeden iyiliğini yağdıran, nimetlerini veren; seni bir aracıya muhtaç etmeyen.. Verdiğine, kime verdiğine bakmayan..
Rauf: Merhameti, şefkati ve acıması çok olan YüceAllah..
Rahîm: Allah'ın güzel isimlerinden olup mânâsı daha önce anlatıldı.
İmam-ı Nevevî, Yüce Allah'ın güzel isimlerine şehâdet etti:
Şehâdet ederim.. Derken de, şu mânâyıanlatır:
— Bilirim, açıkça anlatırım..
Allah'tan başka ilâh olmadığına şehâdet ederken de, şu mânâyı dile getirmek istiyor:
— Hakkı ile zâtına ibâdet edilmeye lâyık olan, sadece Yüce Allah'tır.
Bu şehâdeti, bir hadis-i şerife dayanarak yapmaktadır ki; Resulüllah efendimiz şöyle buyurmuştur:
— "Kendisinde şehâdet bulunmayan hutbe, parmakları gitmiş bereketsiz ele benzer."
Allah-ü teâla ona salât ve selâm eylesin..
Şehadet ederim ki: Efendim Muhammed, Allah'ın kulu ve resulüdür. Habîbi, halîlidir.
Muhammed ismi, Hazret-i peygamber efendimizin en güzel ismidir. Bu güzel isim, dedesi Abdülmuttalib ve annesi Âmine tarafından kendisine verilmiştir. Kendisine bu ismin verilmesi; manevî emirlere ve ilhama göredir. Kendisinde çok beğenilen özelliklerin bulunduğuna, yer ve sema ehlinin de onu övmekte olduklarına işarettir. Allah-ü Taâlâ bu işareti gerçek eylemiştir.
Resulüllah efendimiz, zâtı itibarı ile, bütün peygamberlerin kemal durumlarını özünde toplamıştır.
Denilmiştir ki:
- Cemel hesabına göre; bu mübarek isim, üç yüz on dört resul isminin toplamıdır.
Her mânâda efendimizdir. Bunu bizzat kendisi bize anlatmak için şöyle buyurmuştur:
-"Övünmek için söylemiyorum; ben âdemoğlunun efendisiyim."
İmam-ı Nevevî, burada Resulüllah efendimizin kulluk makamına işaret etmiştir. Allah-ü Taâlâ, bu sıfatı onun için en yüksek vasıf, en büyük makam olarak anlatmıştır. Şu âyet-i kerimeler, bu manada en sağlam delildir:
— "Kulunu, gece yürüttü." (İsrâ, 17/1)
— "Kuluna Furkan'ı indirdi." (Furkân, 25/1)
— "Kuluna vahyedeceği kadarını vahyetti." (Necm, 53/10)
esasen:
— "Övünmek için söylemiyorum." buyururken, Resulüllah efendimiz, şu mânâyı anlatmak istemiştir:
— Ben, efendilikle övünmek isteme; benim övünmem, ancak Allah'a kulluk iledir.
"Resul" kelimesi, Allah'ın elçisi için kullanılır. Kendisi, beşer soyundan erkek olarak, insanların en seçkinidir. Beşeriyet itibaride, hiç bir yönden eksiği yoktur. Yaratılış ve zekâ durumu ile onların en üstünüdür.
Her nebî, resul değildir; ama her resul nebidir. Dilimizde, her ikisi için de: "Peygamber" tâbiri kullanılır.
Resul, yeni bir şeriat kurma emrini alır; aldığı her emri ümmetine ulaştırır.
Nebî, kendisinden önce gelen resulün şeriatına tabî olarak kalır. Kendisine yeni bir şeriat kurma emri gelmediği süre, sadece nebî'olarak kalır.
İcmâ kararı ile; resul, nebiden daha faziletlidir. Zira risâletle, yani: Elçilik vazifesi ile imtiyaz kazanmıştır. Sağlam mânâ da budur. Ama İbn-i Abdisselâm bu mânâya kail değildir. Onun kanaatına göre; nebinin bağlılığı Yüce Hakka olup onunla ilgilidir, varidatını ondan alır. Ama, risâletiri halkla da bağlantısı vardır. Bu mânâyagöre:
Nebinin kemâli daha fazladır.
Resulüllah efendimizin aynı zamanda, Allah'ın habîbi olduğu şu hadis-i şerifle sabittir:
— "Dikkat ediniz, ben Allah'ın habîbiyim. Bunu, övünmek için söylemiyorum"
HABİB: Allah'ın çok çok sevdiği kimsedir.
Allah'ın kulunu sevmesi, şu âyet-i kerimeden istifade edilerek alınmıştır:
— "Allah onları sever; onlar da Allah'ı severler." (Mâide,
5/54)
Bu sevginin derecesi, Yüce Allah'a karşı marifet derecesi ile ölçülür. Yüce Allah için en çok marifete sahib olan Hazret-i Peygamber efendimiz olduğuna göre Yüce Allah'a en sevgilisi de o olmalıdır; kaldı ki: "Habîb" ismine en lâyıkı da, yine odur.
"Halil" ismi dahi, yine onun üstün şanında gelmiştir. Çok yakın bir dost, mânâsına gelir. Resulüllah efendimizin şu hadis-i şerifi, bu mânâyı pek güzel anlatır:
— "Rabbımdan başka yakın bir dost, halil edinecek olsaydım; mutlaka Ebû Bekir'i dost, halil edinirdim."
Halil, isminin üstünlüğü üzerine, Beyhakî'den gelen şu rivayet önemlidir:
— Allah-ü Taâlâ, Resulüllah efendimize miraç gecesi şöyle buyurdu:
Ya Muhammed, iste; istediğin verilecektir,Resulüllah efendimiz, isteklerini şöyle dile getirdi:
Ya Rabbi, sen İbrahim'i halil edindin. Allah-ü Taâlâ şöyle buyurdu:
— Sana bundan daha hayırlısını vermedim mi? Seni habib edindim.
Habib, arada vasıta olmadan vuslata erer. Ama halil vasfını alan bu kadar ileri derecede değildir. Allah-ü Taâlâ Resulüllah efendimiz hakkında şöyle buyurdu:
— "İki yayın birleşimi kadar, hatta daha da yakın oldu."
(Necm, 53/9)
İbrahim peygamber için de şöyle buyurdu:
— "Böylece, ibrahim'e yerin ve semaların hikmet taşıyan gizli açık yanlarını gösterdik." (En'âm, 6/75)
Bir âyet-i kerîmede Halil İbrahim peygamberin şöyle dediği anlatıldı:
— "Kulların dirilip kabirlerinden kalktıkları gün, beni utandırma." (Şuarâ, 26/87)
Habib olan Resulüllah efendimiz hakkında ise, şöyle buyuruldu:
— "O gün, Allah peygamberini utandırmaz." (Tahrîm, 66/8)
Metinde geçen: "Sırat-ımüstakim tabiri, en doğru yol olarak bilinmelidir. Resulüllah efendimiz, doğru yola götürür. Bu durum, ayrı ayrı âyet-i kerimelerle sabit olup bir tanesi şudur:
— "Sen, sırat-ı müstakime hidâyet edersin." (Şûra, 42/52)
Yine metinde geçen:
— Din-i kavvim..
Tabiri ile de, şu mânâ anlatılır: Pek temiz şeriatı, dini ve yolu.. Resulüllah efendimiz, bu mânâda şöyle buyurmuştur:
— "Size hoşgörülü, kolay, aydınlık bir din getirdim."
Allah'ın salâtları, selâmı Resulüllah efendimize, diğer peygamberlere, her birinin âline, şâir sâlih kullara olsun.
"Salât" lafzı ile de, şu mânâ akla gelmelidir: Dünyanın ve âhiretin; her türlü zor, sıkıntılı, tehlikeli âfetlerinden emin olarak umduklarına nail olmak..
İmam-ı Nevevî, eserine başlarken besmele okudu; hamd etti. Sonunu da salâvatla bağladı. Her halde, şu mânâda gelen bir habere uymak istedi:
— "Her hangi önemli bir işe; Allah'a hamd, bana salâvat ile başlanmaz ise., o iş, kesiktir; güdüktür. Her bereketten yana silinmiş, uğursuzdur."