Sıfatüs Safve, İbnül Cevzi, 2. Hamur KAHRAMAN

Fiyat:
850,00 TL
İndirimli Fiyat (%35,3) :
550,00 TL
Kazancınız 300,00 TL
Havale / EFT:
533,50 TL
155,38 TL'den başlayan taksit seçenekleri için tıklayın.
Aynı Gün Kargo

Kitap                Sıfatüs Safve , Sıfatü’s-Safve
Yazar               İbnül Cevzi
Tercüme           Prof. Dr. Abdülvehhab Öztürk
Yayınevi           Kahraman Yayınları
Kağıt - Cilt        2.Hamur   - Ciltli
Sayfa - Ebat     1.280 sayfa  -  17x24 cm

 
 
Kahraman Yayınevi tarafından yayınlanan, İbnül Cevzi ‘nin yazdığı adlı Sıfatus Safve kitabını incelemektesiniz.
Sıfatus Safve kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
 
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
 

  
SIFATÜ’S SAFVE - RESULULLÜH (SAV)’in ASHABININ VE BELDE BELDE ALLAH DOSTLARININ HAYATI VE FAZİLETLERİ


 
     İMAM CEMALEDDİN  EBU'L  FEREC İBN CEVZİ

 
İbn'ul Cevzi Ebu'l Farac Abdurrahman bin Ali, h. 511, m. 1120 yı­lında dünyaya gelmiştir. Bu tarih tahmini ise de doğruya yakındır. Bu zat Hz. Ebubekir (ra)ın ondokuzuncu göbekten torunudur. Babası da dahil atalarının yukarıya doğru adları şöyledir: Ali, Muhammed, Ali, Ubeydullah, Abdullah, Hummadî, Ahmed, Muhammed, Cafer, Ab­dullah, Kasım, Nadr, Kasım, Muhammed, Abdullah, Abdurrahman, Kasım, Muhammed, Hz. Ebubekir (ra).
 
İbn'ul Cevzi, h. 597, m. 1201 tarihinde Bağdat'ta vefat etmiş, bu şehirde Bab-u Harb mezarlığına defnedilmiştir. Kanlı Moğol Diktatö­rü Müşrik Hülagû'nun Ortadoğu'yu basarak Abbasi islam İmparator­luğunu ortadan kaldırdığı 1258 tarihinden 57 yıl önce bu büyük şah­siyetin vefat ettiğine bakılacak olursa o dönemde müslümanların bu düzeye yükselebilmiş alimlere ne kadar ihtiyaç duyduklarını göster­mektedir! Çünkü İslam Ümmeti ta o günlerde çökmüştü. Bu çöküş 1800'lerin ortalarından itibaren sona ermiş gibi gözükmektedir. 150 yıldır başlamış olan bu uyanış, İbn'ul Cevzi gibi alimlerin yeniden varlık göstermesiyle elbette ki hız kazanacaktır.
 
Hayatının tümü gerçekleri yakalamak, doğruları tespit etmek ve yanlışları düzeltmekle geçmiş olan bu ünlü ve değerli İslam alimi, ümmetin çöküş trendine hızla girdiği bir dönemde yaşamış, geniş ka­labalıkların olduğu kadar dönemin halifelerinin de dikkatini çekmiş­tir. Cesareti, güçlü iman ve samimiyeti sayesinde sözünü kimseden esirgememiş; bid'atçılara, hurafecilere, sapıklara ve İslam düşmanla­rına karşı yoğun bir savaş vermiştir.

İbn'ul-Cevzi'ye övgü makamında birçok alimin söylediği şeyler gerçekten de bu şahsiyetin çok seçkin biri olduğunu kanıtlamaktadır. Geride bıraktığı değerli eserlerden "Telbis'u İblis / Şeytanın Hileleri" yayınevimiz tarafından okurlarımızın istifadesine sunulmuştu.
 
"Sıfatü's-Safve" isimli bu eseri de yüzyıllardır zevkle okunmakta, alimler tarafından övülmekte ve şiddetle tavsiye edilmektedir. Bu kıymetli çalışmayı orjinal haline müdahale etmeden toplumumuza sunmaktan kıvanç duyuyoruz.
 
KAHRAMAN YAYINLARI
 
 
                MUKADDİME
 
 
BİSMİLLAHlRRAHMANİRRAHÎM
 
Rabbi yessir velatüassir Rabbi temmim bilhayr
 
(Ya Rabbi, kolaylaştır, zorlaştırma. Ya Rabbi, hayırlısı ile tamamla).
 
Şeyh İmam alim allame, meşhurların en meşhuru, kelamcıların di­li (sözcüsü), ilmi ile amel eden alimlerin biriciği, Cemaleddin Ebu'l- Ferec Abdurrahman bin Ali bin Muhammed bin el - Cevzi rahmetullahi aleyh der ki:
 
Allah'a hamd olsun, seçtiği kullarına selam olsun. Öyle bir hamd ki nimetlerle karşılaştığı zaman öder. Öyle bir selam ki seçkinlere ulaştığı zaman şifa verir. Allah özellikle bunu Peygamberimiz Musta­fa'ya, onun izini takip eden ashap ve tabilerine ve ona uyanlara ihsan etsin. Allah bizleri onların yoluna gitmeğe muvaffak kılsın. Çünkü O muvaffak kılarsa yeter.

İmdi, ey sadık talip, ey gerçeği arayan mürid, Ebu Nuaym el - İsfehani'nin "Hüyetû'l - Evliya" kitabına baktığım zaman salih ve iyi kimselerin zikri hoşuna gittiğini ve onun ruh hastalıklarına ilaç oldu­ğunu gördün. Ancak onun hiç de o makama layık olmayan senetleriy­le verilmiş uzun hadislerinden ve faydası pek az olan bazı sözlerden şikayet ettin. Ve benden onu özetlememi, güzelliklerini ayıklamamı istedin. Bu husustaki isabetli görüşün de hoşuma gitti. Ancak şu var ki sen her şeyi tam göremedin. İşte ben onları sana göstermek üzere derim ki:
Bil ki, "Hilye" kitabı içine bazı güzel sözler ve hikayeler almıştır. Ancak aldığı bazı şeylerle bulanmış ve bazı şeyleri de kaçırmıştır.
 
Bulandığı şeyler on tanedir:
 
Birincisi: Bu kitap ancak iyi kimselerin haberlerini zikretmek için ortaya konulmuştur. Onların zikrinden de seyr - ü sülük edenin on­lara uymaları için hallerini ve ahlaklarını açıklamak kasdedilir. Buna rağmen kitap bazı cemaatlerin isimlerini zikretmiş, sonra da onlar­dan hiçbir şey nakletmemiştir. Onlardan da sadece onların başkala­rından rivayet ettiklerini veyahut onlara isnat ettikleri hadisleri zik­retmiştir. Mesela Hişam bin Hassan'ın hayat hikayesini Hasen Basri'den rivayet ettikleri şeylerle doldurmuştur. Halbuki bu hikayeler Hişam'ın değil, Hasen Basri'nin hayat hikayesine konulmalı idi. Aynı şekilde Cafer bin Süleyman'ın hayat hikayesini de Malik bin Dinar ve emsallerinden rivayet ettiği şeylerle doldurmuş; ondan hiçbir şey zikretmemiştir.
 
ikincisi: Sonra o, sadece adı geçen kimseden nakledileni kasdetmiş; bunun kitaba uygun olup olmadığına bakmamıştır. Örneğin Mücahid'in hayatını tefsirinden bir parça ile İkrime'nin hayatını tefsi­rinden bir nebze ile Ka'bu'l - Ahbar'ın hayatını da Tevrat'tan bir kı­sım ile doldurmuştur. Halbuki bunların yeri bu kitap değildir.
 
Üçüncüsü: O, birçok haberleri tekrar etmiştir: mesela Hasen Bas­ri'nin hayat hikayesinde onun sözlerinden bir şeyler zikretmiş, sonra onu ondan rivayette bulunan arkadaşlarının hayat hikayelerinde de tekrar etmiştir. Ebu Süleyman Darani'nin hayat hikayesinde sözlerin­den bir örnek zikretmiş ve onu Ahmed bin Ebi'l l - Havari'nin hayat hi­kayesinde de Süleyman'dan rivayeti münasebeti ile tekrar etmiştir.
 
Dördüncüsü: O, bir şahsın rivayet ettiği merfu hadisleri zikret­mekle sözü uzatmış, o kimsenin adap ve ahlakını beyan etmeyi unut­muştur. Nitekim o Şu'be, Süfyan, İmam Malik, Abdurrahman bin Mehdi ve diğerlerini zikretmiştir. O, bunların her birinden onların merfu olarak rivayet ettikleri hadisleri de zikretmiştir. Malumdur ki kalpleri tedavi etme kasdedilen bu gibi kitap, ancak o topluluğun ah­lakını açıklamak için konulmuştur; hadisler için değil. Her sözün söy­leneceği bir yer vardır. Sonra eğer zikrettiği hadisler kitaba layık olan zühd hadislerinden olsa idi, neyse; ancak onlar çeşitli konulara aittir. Çoğu da ahkam ve zayıf hadislerdir. Yahutta çok hadis rivayet eden­lerin garip hadisleri ile yetinse veyahut az rivayet edenlerin haklılık­larını belirtse idi - mesela Cüneyd Bağdadi'nin sadece bir merfu ha­disinin olması gibi - bu güzel olabilirdi. Ancak o, kitapla hiç alakası olmayan şeyler üzerinde uzun uzadıya durmuştur.
 
Beşincisi: O, kitabında batıl ve mevzu birçok hadis zikretmiş; bu­nunla da hadisini çoğaltmak ve rivayetlerini terviç etmek istemiştir. Bunların ise mevzu olduğunu açıklamamıştır. Malumdur ki kendile­rini temize çıkarmak isteyenlerin çoğu sahih olanı ve olmayanı belirlememektedirler. Onların bunun üzerini örtmesi, doktorun hastayı aldatmasıdır, dürüstlük değildir.
 
Altıncısı: Hayat hikayelerini verirken neredeyse doğru bir mana ifade etmeyecek şekilde soğuk seciler yapmakta; bunu da özellikle ta­savvuf sınırında yapmaktadır.
Yedincisi: Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Hasen, Şurayh, Süfyan, Şu'be, İmam Malik, İmam Şafii ve Ahmed bin Hanbel gibi büyüklere tasavvuf nisbet etmesi. Halbuki bu gibi kimselerin tasavvuftan ha­berleri yoktur.
 
Eğer biri: "bununla dünyada zahitliği kasdetmiştir, bunlar da za­hittir" denirse, biz de şöyle deriz: Tasavvuf, erbabına göre belli bir mezheptir, sadece zühdle yetinilmez. Bilakis onun belli sıfat ve ah­lakları vardır; erbabı onunla bilinirler. Eğer o, zühdden daha başka bir şey olmasa idi, bu gibi zatlardan onu kınamaları nakledilmezdi. Ebu Nuaym, îmam Şafii'nin hayatını verirken, ondan: "Tasavvuf tembelliğe dayalı bir şeydir. Eğer bir adam günün başında tasavvufla uğraşırsa, öğleye ahmak olarak çıkar" dediğini rivayet etmiştir. Ben, Telbisi îblis kitabında tasavvuf hakkında geniş geniş konuştum.
 
Sekizincisi: O, kitabında anlattığı kimselerden uzun uzadıya söz­ler nakletmiştir ki onlara hiç gerek yoktur. Bazen bu sözlerin doğru bir manası olmuyor; mesela Haris Muhasibi ve Ahmed bin Asım'dan zikrettiklerinin çoğunluğu gibi, bazen de o söz bu kitaba uygun düş­müyor. Bu ise tasnif sanatının kusurlarındandır. Bir musannif sözle­rini ayıklamalı ve dikkatli olmalıdır; gece oduncusu gibi her şeyi toplamamalıdır. Ancak saf su kandırır, deniz değil.

Dokuzuncusu: Sufilerden öyle şeyler zikretmiştir ki onları yap­mak caiz değildir. Çoğu zaman yeni başlayan ve ilmi olmayan bir kimse bunları işitir de güzel zanneder ve alır. Mesela Ebu Hamze es-Sufi'den rivayet edilen şey gibi; o, bir kuyuya düştü. İki adam gelip onu suya batırdılar. O da kendi iddiasına göre tevekküle ters düşece­ği için ses çıkarmadı. İşte bu adamın bu gibi yerde ses çıkarmaması kendi aleyhinedir ki bu da helal değildir. Eğer o kimse tevekkülün ma­nasını anlamış olsa idi o durumda yardım istemesine engel olmazdı. Nitekim Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Mekke'den gizli çıkması ve bir rehber tutup ondan bunu yapmasını istemesi, mağaraya sığınması ve Suraka'ya: "Bizden kimseye bahs etme" demesi onu te­vekkülden çıkarmamıştı."'
 
Binaenaleyh tevekkül övgüye layık bir şeydir; yapılması mahzur­lu değildir. Kuyuya düşen bu adamın ses çıkarmaması onun için mahzurludur. Bunun açıklaması da şöyledir: Allah teala insanoğlu için nefsini zararlı şeylerden men edecek ve kendisine menfaat sağla­yacak aletler yaratmıştır. Eğer tevekkül için bunları kullanmazsa bu, tevekkülü bilmemek ve bunu koyan Allah'ın hikmetini reddetmek olur. Çünkü tevekkül sadece kalbin Allah'a dayanmasıdır; sebeplere sarılmamak onun gereklerinden değildir. Eğer bir insan acıkıp da bir şey yemese yahut muhtaç olsa da istemese veyahut çıplak kalsa da giymeyip ölse, cehenneme gider. Çünkü ona selamet yolu gösteril­miştir. Eğer oturur da o yola gitmezse, aleyhine çalışmış olur.
 
Muhammed bin Abdülbaki, Muhammed bin ... (aslında boş), Ebu Nuaym Ahmed bin Abdullah, Muhammed bin Abbas bin Eyyub, Abdurrahman bin Yunus er - Rakki, Mutarrif bin Mazenden, Süfyan es - Sevri diyor ki:
 
"Kim aç kalır da bir şey istemez ve ölürse, cehenneme girer".
 
Ben de derim ki: Öyleyse kitap Ebu Hamze'nin: Bir aslan geldi beni çıkardı" demesine itibar edilmez. Çünkü eğer bu doğru ise, bu gibi şey tesadüfen olmuştur. Bazen de cahil bir kula Allah'ın bir lütfü olarak gerçekleşir. Allah'ın ona böyle lütfetmesi inkar edilemez. An­cak onun yaptığı hareket inkar edilir. O da Allah'ın kendisine emane­ti olan ve korumasını emrettiği nefsinin aleyhine çalışmasıdır.
 
Nitekim Şibli'den de şöyle rivayet etmiştir: O bir elbise giydiği za­man onu yırtardı. İnsanların yararlanacağı ekmeği ve yiyecekleri ateş­te yakardı. Kendisine bu sorulduğu zaman, delil olarak:
"Süleyman aleyhisselam atların bacaklarını ve boyunlarını sil­meğe başladı" (Sad: 33) ayetini delil olarak getirirdi.
 
Bu ise gayet çirkin bir şeydir. Çünkü Süleyman aleyhisselam gü­nahtan masum bir peygamber idi. O, ancak caiz olan bir şeyi yapmış­tır. Tefsirde onun atların yelelerini ve bacaklarını sıvazladığı söylen­miştir. Atlara: Sen Allah yolundasın, demiştir.
 
 
1-Buhari, Kitabu Menakıbi'l - Ensar, babu hicretin Nebiyyi ve ashabihi ilel Medi-neti, hadis: 3906.
 
Eğer onları sinirlediği (öldürdüğü) ve insanlara yedirdiği söylenir­se, o zaman at eti yemek caiz idi. Amma Şibli'den aktardığı bu hare­keti bizim şeriatimizde yapmak caiz değildir. Çünkü Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem mal zayi etmeyi yasaklamıştır.
 
Ondan, çocuğu öldüğü zaman sakalını kazıdığı ve: "Annesi kaybo­lan bir şey için saçını kazıttı, ben de var olan bir şey için kazıtmışım, çok mudur?" demiştir.
 
Daha bunun gibi şer'an yasak olan saçma sapan şeyler anlatmıştır.
 
O, anlattığı kimselerin sıralamasında karışıklık yapmıştır; geride bırakılması uygun olanı başa almış, başa alınması uygun olanı geriye bırakmıştır. Bunu ashapta da diğerlerinde de yapmıştır. Onları ne fa­ziletlerine göre ne de doğum sıralarına göre zikretmiştir. Ne de her memleket halkını bir yerde toplamıştır. Bazen bunu bir yerde yap­mış, sonra tekrar edip karıştırmıştır. Özellikle kitabın sonunda böyle şeyler yapmıştır. Neredeyse bir adam onun yerini bulamaz.
Eğer nakil ilminden haberdar olan bir kimse bu kitabı gözden ge­çirirse, benim işaret ettiğim noktaları hemen fark eder.
 
Kaçırdığı şeylere gelince, en önemlileri şu üç şeydir:
Birincisi: O; zahitlerin efendisi, herkesin imamı ve halkın önderi olan Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem'i zikretmedi: Halbu­ki onun yoluna uyulmalı ve hali örnek alınmalıdır.
İkincisi: O; birçoklarını da terk etmiştir ki onlardan ibadet ettik­leri ve bu hususta çok çalıştıkları nakledilmiştir. Bunların meşhurla­rını kasdetmiştir demek caiz değildir. Çünkü o, zühdle bilinmeyen ve kendilerinden hiçbir şey nakledilmeyen birçok kimseyi de zikretmiş­tir. Bazen bir kimseyi zikretmiş; ondan sadece birkaç beyt şiir rivayet etmiştir. Onun bu hareketi herkesi alma niyetinde olduğunu gösterir ki, bu husustaki kusuru açıktır.

Üçüncüsü: O, abide kadınlardan ancak çok az sayıda kimseler­den bahsetmiştir. Malumdur ki kadınlık kusurlarına rağmen abide­lerden bahs etmek, bu hususta tembel erkekleri sıçrama yapmağa teşvik eder. Mesela Süfyan Sevri, Rabiatü'l Adeviye'den yararlanır ve onun kelamından edep öğrenirdi.

Ey mürid, senin bu salihlerin haberine ve hallerine dair isteğin sana yeterli bir kitap yazmağa beni teşvik etti. Öyle bir kitap ki mak­sadını hasıl etsin, hem Ebu Nuaym'in zikretmediği ve haklarında haber vermediği hem de onun vefatından sonra doğan kimseleri içine alsın; onun zikredip de onlardan bir şey nakletmediği ve onlarla uğ­raşmanın uygun olmayacağı ve bazılarının da daha önce dediğimiz gibi bu kitaba uygun düşmeyeceği kimseleri de içine almasın.
 
 
KİTABI ORTAYA KOYMANIN AÇIKLANMASI VE DAYANDIĞI KURALLAR
 
 
Bu gibi kitabı ortaya koymadan maksat; ilmi ile amel edenler, dünyaya kıymet vermeyenler, ahirete rağbet edenler, uyanarak ve iyi azıklar hazırlayarak ahirete istekli olanları zikretmek olduğundan ben de bu hali ile meşhur olanları zikrettim; sırf ilim ile meşhur olup da zühd ve ibadet ile meşhur olmayanları es geçtim.
 
Kitabıma "Sıfatü's - Safve" adını koyunca, ona Peygamberimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'i zikrederek başlamayı uygun gördüm. Çünkü o, halkın en seçkini ve alemin önderidir.
Eğer biri: "Ondan önce diğer peygamberleri zikretseydin; çünkü onlar da seçkin
kimselerdir?" derse, cevap şudur:
 
 
Bu kitabımız ancak kalpleri tedavi etmek, inceltmek ve ıslah et­mek için ortaya konmuştur. Bize de peygamberlerden ancak birkaçı­nın haberleri zikredilmiş, kitabımıza münasip düşecek kimselerin haberleri nakledilmemiştir. Ancak kendilerini zorlu ibadete veren İs­railoğullarından birkaç abit ve Hz. İsa ile ashabından rahipliğe ait ba­zı şeyler bunun dışındadır. Bunların da kimisinin doğruluğu akla uzaktır, kimisi de bizim şeriatimizde men edilmiştir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem ise peygamberlerin en faziletlisi, ümmeti ümmetlerin en hayırlısıdır. Onun şeriati de bütün şeriatlere hakim­dir. İşte bunun için onu ve ümmetini zikretmekle yetindim.
 
 
  KİTABIN TERTİBİ
 
Ben şimdi Allah'ın tevfik ve inayeti ile başlıyorum; önce veli ve salih kimselerin faziletine dair bir bölüm zikredecek, arkasından da Peygamberimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'i zikredecek, hal ve adaplarını ve onunla ilgili şeyleri şerh edecek, sonra da asha­bından ibadetle meşhur ve zikir ve ibadetle alakalı bulunanları zikre­deceğim. Sonra da onları faziletteki tabakalarına göre, daha sonra da aynı kanun üzere seçkin kadın sahabiyeleri zikredeceğim.
 
Arkalarından da tabiinleri ve tebe-i tabiinleri memleketlerindeki tabakalarına göre sıralayacağım.
 
Yeryüzünü fikrimle doğu ve batı olarak dolaştım, her cihetten bu kitaba uygun düşecek olanların hepsini çıkardım. Öyle büyük mem­leket vardı ki içinde kitabımıza uygun bir fert bulamadım. Her belde­yi ve tabakalarına göre tertiplerini gözetim altına aldım. Önce adı bi­linen erkeklerle başladım, sonra da onlardan adları bilinmeyenleri zikrettim. O bitince aynı metot üzere o memleketin kadın abideleri­ni zikrettim. Bazen bir memlekette adları anılmayı değer erkek ve ka­dın akıllı deliler vardı ki, onları da zikrettim.
 
Bu sıralamayı da bunu isteyenlere kolaylık olsun diye yaptım. Bir daireye mutlaka bir merkez noktası lazım olduğu için ben de merke­zimizin Bağdat olmasını daha evla gördüm. Ancak onu Mekke ve Me­dine'den önce zikredemedim. Çünkü o ikisinin büyük şerefi vardır. Önce Medine ile başladım; çünkü o, hicret yurdudur. Sonra da he­men arkasından ikinci olarak Mekke'yi getirdim. Sonra da Mekke'ye yakın olduğu için Taif'i zikrettim. Sonra Yemen'i de zikredip merke­zimiz Bağdad'a döndüm. Oradan seçilenleri zikrettim. Oradan Medain'e geçtim.Vasıt'a kondum. Sonra Basra, sonra Übülle, sonra Abadan, sonra Tüster, sonra Şiraz, sonra Kirman, sonra Errecan, son­ra Sicistan, sonra Deybül, sonra Bahreyn, sonra Yemame, sonra Dinever, sonra Hemedan, sonra Kazvin, sonra İsfehan, sonra Rey, son­ra Damegan, sonra Bistam, sonra Nisabur, sonra Tus, sonra Herat, sonra Merv, sonra Belh, sonra Tirmiz, sonra Buhara, sonra Fergana, sonra da Nahşeb.
 
Sonra da memleket ve isimleri bilinmeyen doğu abitlerini zikret­tim. Doğulular bitince merkezimize döndüm, oradan da batıya çık­tım. Ukbera halkını, sonra Musul, sonra Barakalıları zikrettim. Sonra da Şam halkının tabakalarını, sonra Kudüslüleri, sonra Cebele halkı­nı, sonra merkez ve sınır halklarını, sonra Şam abitlerinden memle­keti bilinmeyenleri, sonra Askalan'ı, sonra Mısır'ı, sonra İskenderi­ye'yi, sonra Mağrib'i, sonra Cebele abitlerini, sonra Cezair abitlerini, sonra sahil abitlerini, sonra çölde yaşayanları, sonra da yeri belli ol­mayıp da yolda rastlanılanları zikrettim. Bunlardan kimilerine Mek­ke yolunda, kimilerine Arafat'ta, kimilerine tavafta, kimilerine gaza­da, kimilerine de yolculukta veyahut sefer esnasında rastlanılmıştır.
 
Sonra da ne ismi ne de yeri bilinmeyen abitleri zikrettim. Sonra büyük abideler gibi konuşan küçük kız çocuklarının haberlerini zirettim. Sonra cin abitlerinin haberlerinden bir miktar bahsettim. Ki­tabı bununla bitirdim. Tevfik Allah'tandır.
 
Ben naklettiğim kimselerden ancak bu kitaba layık olanını aktar­dım; her duyduğumu aktarmadım. Çünkü her şeyin bir sanatı vardır. Aklın sanatı da güzel seçimdir. Ben uygun olmayanı zikretmediğim gibi alim ve zahit suretinde görünüp de uyulmağa uygun olmayanla­rı da zikretmedim. Bazen bu hususta kendilerinden hoş olmayan ke­limeler ve güzel sözler sadır olan sufiler hakkında müsamaha göster­dim. Onların da güzel sözlerinden seçmeler yaptım. Çünkü hikmet mü'minin yitiğidir. Uygun olmayan şahıs ve sözleri ayıklamamıza, sakınmamıza ve atmamıza rağmen kitabımızda bin şahıstan çok kimse zikredilmiştir. Bunlardan erkeklerin sayısı sekiz yüzden çok fazla, kadınların sayısı da iki yüzden oldukça ziyadedir. Oysa Hilye kitabında hayat hikayeleri verilen erkeklerin sayısı altı yüze ulaşma­mıştır. Hatta öyle kimseler zikretmiştir ki onlardan hiçbir şey nakletmemiştir. Bütün kitapta yirmi kadını zikrettiğini sanmıyorum.
 
Allah'tan bu takva sahiplerinin sözleri ile bizleri yararlandırması­nı, yakin ehlinin derecelerine bizleri de ulaştırmasını niyaz ediyo­rum. Çünkü O buna layık ve buna kadirdir. ( Sıfatus Safve Allah dostları , sıfatüs safve kitap, Doç. Dr. Abdülvehhab Öztürk islami kitap satış , Sıfatüs safve kitabı, tercümesi , kahraman yayınları )
 
 
EVLİYA VE SALİHLERİN FAZİLETİ
 
Kainattan maksat evliya ve Salihlerdir. Bilen ve ilmin hakikati ile amel eden onlardır.
Ebu Hureyre'den rivayete göre Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: Gerçekten Allah teala şöyle buyurdu:
 
 
"Kim benim bir velime düşmanlık ederse ben de ona savaş ilan ederim. Kulum bana ona farz kıldığım şeyleri eda etmekten daha fa­ziletli bir şeyle yaklaşmış değildir. Kulum nafilelerle de bana yaklaşır, nihayet onu severim. Onu sevdiğim zaman da onun işiten kulağı, gö­ren gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Zatıma kasem ederim ki eğer benden bir şey isterse ona mutlaka veririm, eğer bana sığınırsa onu mutlaka korurum. Hiçbir şeyde, ölümü istemeyen ve benim de ona kötülük etmemi istemediğim mü'min kulumun ruhunu kabzetmedeki gibi tereddüt etmedim".(2)
 
2. Buhari, Kutabu'r - Rikak, babut tevazu, hadis: 6502.
 
Enes bin Malik'ten, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den, Cebrail'den, aziz ve celil olan Rabbinden, diyor ki:    .
"Kim bir velime hor bakarsa bana savaş ilan etmiş demektir. Hiç­bir şeyde, mü'min kulumun ruhunu kabzetmedeki gibi tereddüt et­medim; ben ona kötülük etmek istemem; ne var ki bu kaçınılmazdır. Mü'min kullarımın içinde öyleleri vardır ki, bir çeşit ibadet etmek is­ter; ben de onu içine nefsini beğenme girip de onu bozamasın diye ondan men ederim. Bir kulum bana kendisine farz ettiğim şeyleri eda etmek gibi bir şeyle yaklaşamaz. Kulum bana nafile işleyerek de yak­laşır, nihayet onu severim. Ben de kimi seversem onun kulağı, gözü, eli ve destekçisi olurum. Eğer benden isterse ona veririm, eğer bana samimi davranırsa ben de ona samimi davranırım. Kullarımdan öy­leleri vardır ki onun imanını ancak fakirlik ıslah eder. Eğer ona geniş verirsem halini bozar. Kullarımdan öyleleri de vardır ki onun imanı­nı ancak zenginlik ıslah eder. Eğer onu fakir edersem onu bozar. Kul­larımdan öyleleri vardır ki imanını ancak hastalık ıslah eder. Eğer ona sağlık verirsem, onu bozar. Öyle mü'min kullarım vardır ki imanını ancak sağlık ıslah eder. Eğer onu hasta edersem, onu bozar. Şüphesiz ben kullarımı kalplerine göre idare ederim. Çünkü ben her şeyi bile­nim ve her şeyden haberdarım".

Bu hadisi Abdülkerim el - Cezeri de Enes'ten kısaca rivayet etmiş ve onda şöyle demiştir:
"Ben veli kullarıma çok hızlı yardım ederim. Ben onlar için sinir­lenen aslanın kızmasından daha çok kızarım".(3)
Yine ondan, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:
"Kullarımdan öyleleri vardır ki Allah için yemin etse, mutlaka onu yerine getirir".(4)

Ata bin Yesar'dan: Musa aleyhisselam: "Ya Rabbi, senin Arşi'nin gölgesinde gölgelendireceğin ailen kimdir?" dedi. O da şöyle dedi: "Onlar; elleri temiz, kalpleri temiz kimselerdir. Onlardır ki benim ce­lalim için sevişirler. Onlar ki ben zikredildiğim zaman onlar da zikre­dilir, onlar zikredildiği zaman ben de zikredilirim. Onlar darlıklarda abdesti bol alırlar. Kartallar nasıl yuvalarına dönerlerse onlar da zikrime öyle dönerler. Çocuk nasıl bütün insanları sevmek durumunda ise onlar da beni sevmek zorundadırlar. Haramlarım helal sayıldığı zaman sinirlenen kaplan gibi kızarlar".
 
Taberani, Ebu Ümame tarikinden, hadis: 7880.
 
3. Buhari, Kitabu'l - Cihad, babu kavlihi teala: Minel mü'minine ricalim sadaku, hadis: 2806; Müslim, Kitabu'l - Kasame, babu isbati'l - kısas fil esnan, hadis: 1675.
 
Vehb bin Munebbih'ten şöyle dediği rivayet edilmiştir: Allah teala Musa ile kardeşi Harun'u Fir'avn'e gönderince onlara şöyle dedi:
 
"Onun süsü sizi şaşırtmasın. Gözlerinizi ona dikmeyin. Çünkü o dünya hayatının parıltısı ve lüks" erbabının ziynetidir. Eğer ben size, Fir'avn ona baktığı zaman gücünün size verdiğime yetmeyeceğini bi­leceği bir süs vermek istese idim, bunu şüphesiz yapardım. Ancak ben sizi ondan çekiyor ve ondan men ediyorum. İşte evliyalarıma da böyle yaparım. Ta ezelden onlar için hayırlısını istedim. Ben onları tıpkı koyunlarını tehlikeli otlaklardan uzaklaştıran şefkatli çoban gi­bi dünyanın nimetlerinden ve bolluğundan uzaklaştırıyorum. Deve­lerini uyuz develerin yattığı yerden uzaklaştıran şefkatli deve çobanı gibi ben de onları dünyanın müreffeh hayatından uzaklaştırıyorum. Bu da o şeylerin benim nazarımda kıymetinin olmadığı içindir. İsti­yorum ki onlar ikramımı dünya zedelemeden ve heva onları azdır­madan sağ salim ve tas tamam elde etsinler.
Bil ki kullar benim nazarımda dünyada zahitlik kadar hiçbir şey­le süslenmemişlerdir. Çünkü o, takva sahiplerinin süsüdür. Ondan onların üzerinde bir elbise vardır ki o sükunet ve huşu ile tanınırlar. Yüzlerinde secdeden bir sima vardır. İşte onlar benim gerçek, sahi­den gerçek dostlarımdır. Onlarla karşılaştığın zaman, onlara kanadı­nı indir. Kalbin ve dilinle onlara karşı kibirlenme. Bil ki kim bir veli kuluma hakaret eder yahut onu korkutursa, bana açıktan savaş ilan etmiş ve kendini karşıma çıkarmış ve beni buna davet etmiştir. Ben evliyalarıma en çabuk şekilde yardım ederim. Bana savaş ilan eden, karşımda durabileceğini mi zannediyor yahut düşmanlık edip de be­ni aciz bırakacağını mı zannediyor? Veyahut benimle savaşanlar be­ni geçeceklerini ve benden kaçacaklarını mı zannediyorlar? Ben on­ların dünya ve ahirette öçlerini alırım. Onlara yardımı başkasına bı­rakmam.
 
Yine ondan şöyle dediği rivayet edilmiştir:
 
Havariler, ey İsa, kendilerine korku ve keder olmayan Allah'ın ve­lileri kimlerdir?" dediler. O da şöyle dedi: Onlar o kimselerdir ki in­sanlar dünyanın dışına bakarken onlar içine baktılar. İnsanlar dün­yanın peşinine bakarken onlar veresiyesine baktılar. Dünyadan ne­yin onları öldürmesinden korktularsa onlar da onu öldürdüler. Neyin kendilerinin bırakacağını bildilerse onu bıraktılar. Böylece ondan çok alacakları yerde az aldılar. Onu zikredecekleri yerde unuttular. Ellerine geçeceklere sevinecekleri yerde üzüldüler. Ellerine geçen ni­metini terk ettiler. Haksız yere kendilerini yükseltecek şeylerini al­çaktılar. Dünya onların nazarında eskidi; artık ona yenilemezler. Dünya aralarında harap oldu; artık onu imar etmezler. Dünya kalp­lerinde öldü; artık onu diriltmezler. Onu yıkarak ahiretlerini yaparlar. Onu satarak onunla kendilerini ebedi yaşatacak şeyleri satın alırlar. Onu terk ettiler; terk ettiklerine sevindiler. Onu sattılar, satmakla da kâr ettiler. Dünya halkına baktılar; onların çarpıldıklarını ve başları­na ibretli olaylar geldiğini gördüler. Ölümü anmayı diri tuttular, ha­yatı anmayı öldürdüler. Onlar Allah'ı severler, O'nun zikrini de sever­ler. O'nun nuru ışığı ile nurlanırlar. Onların haberleri acayiptir. Aca­yip haber onların yanındadır. Kitap onlarla kaim oldu, onlar da ki­tapla kaim oldular. Kitap onlarla konuştu, onlar da kitapla konuştu­lar. Kitap onlarla bilindi, onlar da kitapla bilindiler. Dünyadan nail olduklarına itibar etmezler. Elde ettiklerinin yanı sıra elde edecek bir şey, umduklarından başka umacak bir şey, sakındıklarından başka korkacak bir şey görmezler (İmam Ahmed rivayet etmiştir).(5)
 
Ka'bu'l - Ahbar'dan, şöyle dediği rivayet edilmiştir:
 
"Nuh aleyhisselam'dan sonra yeryüzünde hep on dört kimse ol­muştur ki azap onlarla defedilir" (İmam Ahmed rivayet etmiştir).16'
 
İbn Uyeyne'den, şöyle dediği rivayet edilmiştir: İyiler anıldığı za­man rahmet iner.
Muhammed bin Yunus da: Kalp için salihlerin anılmasından da­ha yararlı bir şey görmedim, demiştir.  
 
îmam Ahmed, Müsned, 3/ 398.
imam Ahmed, Müsned, 1/271.
 

Kahraman Yayınları  İbnül Cevzi Sıfatus Safve kitabı tanıtımı bitti.
Diğer Özellikler
Stok Kodu9786059589314
MarkaKahraman Yayınları
Stok DurumuVar
9786059589314
En yeni ürünler
Güvenli teslimat
Kampanyalı ürünler
Piyasadaki en iyi fiyat

PlatinMarket® E-Ticaret Sistemi İle Hazırlanmıştır.