Yakıcı Yıldırımlar İbn Hacer El Heytemi Bedir Yayın 2. EL

Fiyat:
450,00 TL
İndirimli Fiyat (%38,9) :
275,00 TL
Kazancınız 175,00 TL
Havale / EFT:
266,75 TL
Aynı Gün Kargo

Kitap              Yakıcı Yıldırımlar
Yazar             İbn Hacer El Heytemi
Tercüme        Hasib Seven
Yayınevi         Bedir Yayınları
Kağıt  Cilt       3.Hamur - Karton İnce Ciltli
Sayfa  Ebat    492 sayfa ,  16x24 cm
Yayın Yılı       
1990 Baskı Olduğundan Depoda Kaldığından Kenarında Sararmalar mevcut eksiği yok sıfır yeni ürün ama bu sararmalardan dolayı 2. EL diye gönderiyoruz.

Çok Ucuz Kelepir orisindeki kitaplar 2. El kitaptır. Diğer bölümlerdeki kitaplar sıfır ve yeni ürünlerdir.



İbn Hacer El Heytemi nin Yakıcı Yıldırımlar adlı kitabını incelemektesiniz.    
Bedir Yayınları Yakıcı Yıldırımlar adlı kitap hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.


Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2


Eğer alevilik, rafizilik ve şiilik Hazret-i Ali'yi, Hazret-i Hasan'ı, Hazret-i Hüseyin'i, Hazret-i Fatıma annemizi ve bütün Ehl-i Beyt'i ve Al-i Aba'yı (radiyallahu anhüm) sevmekten ibaret ise, bilmiş olunuz ki, biz de böyleyiz ve bu hususlarda beraberiz.

Eğer alevilik, rafızilik, şiilik Hazret-i Ebubekir'e Ömer'e, Osman'a ve -küçük bir müstesna- Ashab'a, Hazret-i Aişe validemize (radiyallahu anhüm) buğz etmek, iftira etmek ise, iyi bilmiş olunuz ki, biz ehlisünnet ve cemaat müslümanları, bu çirkin işlerden de, bunları işleyenlerden de beriyiz.



EHLİ SÜNNET İLE ŞIÂ ARASINDAKİ BELLİ BAŞLI İHTLÂFLI MESELELER

ABDULLAH HANEFÎ
 
Amacımız tartışmak, çekişmek, tenkid etmek değildir. Biz, sünnî müslümanlar olarak, ehl-i sünnet ve cemaat dışı fırka ve mezheblerle yeniden mücadele ve münakaşaya girme taraftarı değiliz. Onlarla aramızdaki, usûle ve teferruata ait, ihtilâflar asırlardan beri kelâm âlim­leri tarafından derinliğine incelenmiş ve kitaplara kayd edilmiş bulunmaktadır. İslâm dünyasının şu buhranlı devrinde mezhebler arası münakaşa ve mücade­leleri alevlendirmekte bir fâide görme­mekteyiz.

Bizim gayemiz, gerçekleri ortaya çı­kartmak, bilgisi olmayan müslümanları bilgilendirmek, aydınlatmaktır. Bilindiği gibi, İran'daki devrim dolayısıyle şiîlik gündeme gelmiş, bu önemli târihî hâdi­se sünnî islâm Meminin de her köşesinde yankılar yapmış, tesirler meydana ge­tirmiştir. Şiî İran otoriteleri, ülkelerinde gerçekleştirilen devrimi bir «îslâm devri­mi» olarak tanıtmışlar, bunu başka ülke­lere ihraç hususundaki niyetlerini açıkça ortaya koymuşlar ve bu yolda hayli pro­paganda yapmışlardır. İmdi, ilk plânda bilinmesi gereken hususlar şunlardır: Şiîlik nasıl bir fırka ve mezhebtir? Sün­nîlikle arasındaki temel farklar nelerdir?


Sünnîlik ve Şiîlik birbirleriyle bağdaşabi­lir mi?

Şiîliğin ne olduğunu bilmek, şiîlerle bir diyalogun mümkün olup olmadığını anlayabilmek için ilk bilinmesi gereken şey, ondaki «takıyye» prensibini incele­mektir. Bunu bilmeden, şiîligi ve şiîleri anlamak mümkün değildir.

O hadde biz de şu önsözdeki açıkla­malarımıza, Şiîlikte takıyye prensibi hakkında aydınlatıcı bilgi vermekle başlaya­lım. Önce biz kendimiz fikir yürütmeye­lim, onların büyük âlim olarak kabul et­tikleri Şeyh Ebû Cafer Saduk'un «Rîsâ-letüİ'tikadati'l-İmamiye» adlı eserinden bazı parçalar nakledelim. Şiilerin ana inanç kitaplarından olan bu eserde deni­liyor ki:
«Allah'ın rahmeti üzerine olsun, Şeyh {Ebû Cafer) der ki: Bizim takıyye (imâ­nı gizleme-korunma) hakkındaki inancı­mız şaflur: Takıyye vâcibtir ve onu terk eden namazı terk edenle aynı durumda­dır.»

if...İmamü'l-Kaaim  aleyhisselâm orta­ya  çıkıncaya kadar takıyye vâcibtir ve vaz  geçmek  caiz  değildir.     TaJayyeyî, Kaaim'in   ortaya   çıkışından   önce   terk eden kimse,  Yüce  Allah'ın   dîninden  ve 
Imamiyye mezhebinden çıkmış ve Al­lah'a, O'nun Resulüne (sallâllahu aleyhi ve sellem) ve İmamlara (aleyhimüsse-lâm), Kudret ve Yücelik sahibi Allah'ın «Doğrusu Allah katında en üstün olanı­nız, en çok sakınanımzdır» (49'uncu Hucu-rat sûresi, 13) âyeti hakkında soruldu. Dedi ki: «En çok sakınanınız, takıyye ile amel edeninizdir.»

«...Ve (İmam Cafer) es-Sadık (a.s.) şöyle dedi:" «Emirlik (Kaaim'in çıkışı) bir görüş meselesi olduğu sürece, insan­larla (düşmanlarla) dıştan kaynaşın, ama içten onlara karşı  çıkın.»

. «...Evinde münafığa karşı riyakâr ol­mak bir ibadettir.»
«Onlarla (şiî olmayanları kasd edi­yor) birlikte (takıyye yaparak) birinci safta namaz kılan kimse, sanki Allah'ın Resulü (sallâllahu aleyhi ve sellem) ile ilk  safta namaz kılan biri gibidir.»
«Onların [Şiî olmayanların, takıyye İcabı] hastalarını ziyaret ediniz, cenaze­lerinde bulununuz ve mescidlerinde na­maz kılınız.»
«İnsanlar arasında bize karşı sevgi uyandıran ve onların bize karşı kinleri­ni tahrik etmeyen kimseye Allah rahme-tiyle muamele buyursun.»
«Bize (yani şiîlere) din işlerinden bir tekinde bile karşı çıkan kimse hakkında­ki  görüşümüz,  bize  bütün   din   işlerinde karşı  çıkan   hakkındaki  inancımız  gibi­dir.»
(Yukarıdaki satırlar «Risaletü'l-İ'tika-dâti'l-İmamiyyesnin Prof. Dr. Ethem Ru­hi Fığlah tarafından yapılmış tercüme­sinden  alınmıştır.)

İktibas ettiğimiz satırlarda adı ge­çen İmâmü'l-Kaaim, 12*nci imam Muhammed el-Mehdi bin Hasan el-Askerî*dir. Hicretin 255'inci yılında doğmuş, 260 yılında ortadan kayb olmuştur. Ehİ-i"sün­net nazarında 12 İmam muhterem din büyükleridir'.. Ancak Sünnîler ile şiîler arasında hu mevzuda anlayış ve görüş farkları vardır. Şiilerin 12 İmam hakkın­daki inanç ve kanaatleri yer yer hurafe­lerle karışmış, Yüce İslâm dininin te­mel prensiblerine uymayan bid'atler ve efsanelerle karmakarışık bir hale gel­miş ve, adeta bir 12 İmam mitolojisi ortaya çıkmıştır. İşte şiîlere göre, milâdî 873 tarihinde kayb olan 12'nci İmam Meh­di bin Hasanü'l-Askerî hazretleri ölme­miş olup, ahir zamanda bin yüz küsur yaşında olduğu halde tekrar ortaya çı­kacaktır.

Ehi-i sünnetteki Mehdi inancı ile Şii­lerin bu akidesi arasında hiçbir alâka yoktur. 12'nci İmam Mehdi'nin bin yüz küsur yaşında zuhur edeceğine inanmak şiîliğin temel inançlarından olduğu hal­de, sünnîlerde böyle değildir. Şiîler Meh­di hakkında 6000'den fazla hadis uydur­muşlardır. Ehl-i sünnette ise Mehdî mev­zuunda 12 rivayet vardır. Onların açıkla­ma ve te'vilinde de büyük din âlimleri arasında  fikir ayrılıkları olmuştur.

Evet biz sünnî müslümanlar, âhir za­manda Resûlullah sallâllahu aleyhi ve seîlem efendimizin yüce soyundan gele­cek ve onun nurlu yolundan gidecek bü­yük bir zatın zuhurunu beklemekteyiz. Ancak bu beklediğimiz zat, şiîlerin Meh­di'si  değildir.
Türkiyemizdeki şiî propagandacıla­rından Abdülbaki Gölpınarlı adındaki zat tarafından çıkartılan 733 sahifelik «Tarih Boyunca İslâm Mezhebleri ve Şiilik» ad­lı kitabın 561-572'nci sahifeleri takıyye mevzuuna ayrılmış olup yazar şunları söylemektedir:

«İmam    Cafer,   takıyyesi   olmayanın imanı   yoktur,   buyurmuşlardır...   İmam Muhammedü'I-Bakır da takıyye benim ve babalarımın  dinidir,  takıyyesi olmayanın îmanı  yoktur,  demiştir...      Emirü'I-mü'-minîn  (Hz. Ali) takıyye benim  duıimdir ve ehl-i beytimin dinidir, buyurmuştur...» islâm Ansiklopedisi'nin «Takıye mad­desinde  şiîlerin   kitaplarında  Hz.   Ali'ye şöyle bir vecize isnad ettikleri yazılıdır: «...inancın  alamet-i farikası,   sana zarar verecek olan adaletin, sana fayda getire­cek olan adaletsizliğe tercih edilmesidir.» (İslâm Ansiklopedisi, C.  11. sahife:  680.) Öte taraftan ise,  Hz. Ali'nin, ilk üç ha-life'ye takıyye prensibi icabı olarak itaat ettiğini iddia etmektedirler kî, böyle bir halin öyle bir İslâm  büyüğüne yakışmı-yacağı ve  zikr edilen vecizeye ters  dü­şeceği tabiîdir.
Şiîlerin,  “Hz.   Ali   için  takıyye   yaptı”
 
demeleri bâtıldır.. Bu hususta Risâle-i Nur'da (Lem'alar, 4'üncü Lem'a) şöyle buyurulmaktadır:

«...Çünkü [şiîler] diyorlar ki: «Haz-ret-i Sıddık ile Hazret-i Ömer (radiyalla-hu anhüma) haksız oldukları halde, Haz­ret-i Ali (radzyallahu anh) onlara mü-maşat etmiş (yalandan uymuş), şia ıs-tılahmca takıyye etmiş, yani onlardan korkmuş, riyakârhk etmiş»... Böyle kah-raman-ı İslâm ve «Esedullah» [Allah'ın Arslanı] unvanını kazanan ve Sıddıkla-rm kumandanı ve rehberi olan bir zatı, riyakâr ve korkaklık ile sevmediği zat­lara tasannu'kârâne [yapmacık bir şekil­de] muhabbet göstermekle ve yirmi sene­den ziyade havf [korku] altında müma-şat etmekle haksızlara tebaiyeti kabul etmekle muttasıl görmek, ona muhab­bet değildir...»    (sahife:  22-23).

Şiilerin takıyye inançları hakkında, günümüzün tanınmış isimlerinden Sad-reddin Yüksel hoca, «Dinî ve İlmî İnce­lemeler» (") adlı eserinin 146-148'inci sa-hif elerinde şu bilgiyi vermektedir:

TEKİYE NEDİR?

Bir kimseyi istemediği halde ondan korkarak yüzüne gülmesi ve ona dost gibi görünmesidir.

Bahsi geçen bu tekiye prensibi ile amel etmek Câferîye cemaati nezdinde dinin esaslanndandır. Onlar bn prensibi ispatlamak için bir takım âyetleri de zor­lamaktadırlar; meselâ onlar, Kasas süre­sindeki, «Ülâîke yü'tevne ecrehüm mer-reieyni bimâ saherib: (İşte bunlara, sab­rettiklerinden dolayı mükâfatları iki defa verilecektir.) âyeti kerîmesini şöyle tef­sir etmişlerdir: «Ehl-i Beyt'e tekiye pren­sibi üzerine gösterdikleri sabr o. sebattan dolayı iki defa mükâfat verilecektir.» Bu ise, yerden göğe kadar yersiz ve müna­sebetsiz bir te'vfldir; son derece keyfî ve indidir. Câferilere göre bir Şiî, Ehl-i Sünnet arasında bulunduğu zaman bütün ibadetlerinde zahiren onlara uymalıdır. Bu da tekiye kabilindendir. Bu görüşleri-
(')   Birinci  baskı.   Ötüken   Yayınevi, İstanbul,  1969.

ni de bazı imamlarından naklettikleri bir kaç söz ile teyit etmektedirler: «Kim ki tekiye için bir sünnînin peşinde namaz kılsa bir peygamberin peşinde namaz kıl­mış gibi olur.» sözü gibi. Onlar, kendi imamlarının birçok yaptıklarını bu teki­ye ile tefsir etmişlerdir. Hattâ Hazreti Ali'nin, Hazreti Ebû Bekir ve Hazreti Os­man'ın hilâfetlerine rıza göstermesi, Haz­reti Hasan'ın da Muâviye için hilâfetten vazgeçmesi ve imamlarının cemaat-ı müs-limîn'e karşı muhalefet izhar etmeme­leri, Câferilere göre tekiye kabilindendir. Yani korkularından hakkı söylemiyerek, hakkı bırakıp haksızlığa yardımcı olmuş­lar. Halbuki Hazreti Ali için korkuyu icap ettiren en ufak bir dunun büe ortada yoktu. Hayret, kavim ve kabilesi bakı­mından Hazreti Ali'den çok zayıf olan Hubâb ibnü'l-Münzir, elinde bir delili bu­lunmadığı halde korkmayıp Hazreti Ebû Bekir'in halife seçilmesine itiraz edip de, Hazreti Ali gibi büyük bir kahraman ni­çin sebepsiz yere sussun! Bu hiç mümkün mü? Hubâb mücadelesini yaptı, hiç kim­se ona kavlen veyahut fiilen bir eziyet vermedi. Hazreti Ali'nin bundan haberi de vardı. Şu halde susması korktuğu için değil, yanında bir delil olmadığı içindir... Son olarak deriz ki: Biz Ehli Sünnet olarak korkak bir Ali'yi tanımayız. Kor­kak Ali bizim değil, ancak Şiîlerindir. Bi­zim Ali'miz ise büyük bir İslâm kahrama­nıdır.

Şimdi Şia başka bir taktik kullanarak diyor ki: «Ali hilâfet mes'elesinde hiç di­renmedi, muhalefet etmedi. Çünkü pey­gamber ona: «Sen benden sonra kdıç kullanarak fitneye sebebiyet verme.» diye tavsiyede bulunmuştur.»

El-cevab: Söyledikleri yalan, iftira ve cehalettir. Hiç olur mu? Peygamber hem onu ümmetin başına halife tâyin etsin, hem de hakla kabul etmekten imtina eden kimselere karşı kılıç çekmekten men etsin.!. Biz Hazreti Peygamber'i de, Haz­reti Ali'yi de bu gibi tezatlı ve gülünç hallerden tenzih ederiz. Sözleri doğru ol­saydı Hazreti Ali, Sıffîn ve Cemel'de de, Resûhulah'm tavsiyesine muhalefet etmi-yeyim diye, kdıç çekmezdi, bu bir.. İkin­cisi: Hazreti Ali'ye halifeliği teslim et
meyenier Şiilerin nazarında küfrün en çir­kin çeşitlerini alenen işlemiş olurlar. Pey­gamber, bu gibi kimselere karşı «kılıç çekilmesin)) diye hiç tavsiyede bulunur muydu?  Bu aklen mümkün mü?..»

KUR'AN

Şiilerin, kendilerine göre en büyük hadîs bilginleri olan el-Kuleynî, «El-Kâ­fî ft'I-Usûl» adlı eserinde şu sözü nakl eder:
«Cebrail'in Hazret-i Muhammed'e ge­tirdiği Kur'an, 17.000 âyettir.» [Doğrusu: 6666 âyettir].
- Yine aynı kitapta, Hazret-i Fâtıma' um bir Mushafı bulunduğu iddia edilmek­te ve şöyle  denilmektedir:
«Fâtuna'nın Mushafı, sîzin elinizde bulunan Kur'an'dan üç defa daha büyük­tür ve onda sizdekinden bir harf bile yok­tur.» (Kuleynî,  el-Kâfî)
§iî âlimlerinden Tabersî adlı zat «Fas-lu'1-Hitab fi îsbâti Tahrifi Kitabi Rabbi'l-Erbab» başlığıyla bir kitap yazarak Kur'­an -ı Kerim'in muharref olduğunu iddia etmiştir. Müslümanlarla tartışan misyo­nerler bu kitabı delil olarak kullanıp İslâm'a ve Kur'an'a saldırmışlardır.

Yine el-Kâfî'de: «Ebû Ca'fer aleyhis-selâmı şöyle konuşurken işittim: Kur'an'-ın indirildiği şekilde toplandığını yalan­cılardan başkası iddia etmemiştir. Onu, indirildiği gibi Ali bin Ebû Tâlib ve ondan sonraki imamlardan başkası hıfz edip toplayamamıştır.»
«EI-Milel ve'n-Nihal» kitabında şu bil­gi verilmektedir: Endülüs'te. İmam fon Hazm ile papazlar arasında İncil'in mu­harref olup olmadığı konusunda bir tar­tışma yapıhr. Müzakereler esnasında pa­pazlar, şiî alimlerini delil getirerek, Kur'-an'ın da -hâşâ- muharref (bozulmuş, ka­rıştırılmış) olduğunu iddia ederler. İbn Hazm, şiîlerin sözlerinin İslâm, Kur'an ve Müslümanlar aleyhinde bir delil ola­mayacağını söyler.

Öte taraftan Şiîler, Ehl-i Sünnet'in aksine Kur'an'ın mahluk olduğuna' ina­nırlar.  Halbuki   Sünnîlere   göre  Allah'ın kelâmı olan Kur'an mahluk değildir. O, Kelâm-ı Kadîm'dir. Kelâm, Allah'ın za­tî sıfatlarındandır. Allah'ın Kıdemi ile Kadîm'dir. Ancak, kâğıda veya başka bir maddeye yazıh olan maddî metni hadistir,  sonradan olmadır.
Ehl-i Sünnet Kur'ah'da asia eksik, faz­la ve tahfif olmadığına ' inanır.

ASHAB-I KİRAM

Sünnî müslümanların bütün ashab-ı kiramı sevip saymalarına, onların arala­rında çıkmış bazı ihtilâfları Allah'a ha­vale edip dedikodu yapmamalarına mu­kabil, şiâ indinde sahabenin sayısı çok azdır. Hulefâ-yı Râşidîn'in ilk üçüne buğz ederler, onları dinden çıkmış sayarlar. Âlimlerinden İbn Bâbeveyh el-Kummî «Kitabu'I-HisâMnde diyor ki: eÖmer Ölüm döşeğinde, Ebû Bekir'le birlikte hilâfeti gasbetmiş olmaktan, Ebû Bekir'i ehl-i İs­lâm'a halife tayin ettiğimden dolayı Al­lah'a tevbe ediyorum, dedi.» (s. 81, Tah­ran baskısı.)

Onların kitapları ashab-ı. kiram, Hz. Aişe aleyhinde sözlerle, ağır suçlamalar­la doludur. Bu yüzdendir ki, onlar çocuk­larına Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ayşe isimlerini vermezler. Elinizdeki Savaiku'İ-Mııhrika kitabı bu suçlamaları ve iftira­ları reddedarek gerçekleri gün ışığına çı­karmaktadır. Şiilere göre Resûlullah. sal-lâllahu aleyhi ve sellemden sonra, EhM Beyt dışında,, şu üç sahabeden gayrisi, diğer bütün ashab dinden çıkmıştır. On­lar: Mikdad b. el Esved, Ebû Zerr el-Gı-fârî ve Selmanı Fârisî'dir. (El-Keşşî, Ri­cal, s. 12 -13) . El-Kuleynî, «el-Kâfb> adlı kitabında Hz. Ali'nin şöyle dediğini söy­ler: «Benden önceki halifeler icraatlarıy­la, Resûlullah'ın arzusuna muhalefet ede rek, onun ahdini bozarak ve Sünnetini de­ğiştirerek, Resûlullah'a ters düştüler.» (el-Kuleynî, Kitaba'r-Ravda, s. 59. İran baskısı)

RİCAT İNANCI

Ric'at inancı (Müslüman idarecilerin muhakemesi) şiîlerin temel inançlarından
 
dır. «A:mal el-Murtaza» adlı kitabın mü­ellifi Seyyid Murtaza «El-Mesalü'n-Nası-rcyye» isimli kitabında şunları yazmıştır: «Mehdi' zamanında Ebû Bekir ve Ömer çarmıha gerilirler. Çarmıha gerildikleri ağaç yaş iken onlar gerildikten sonra kurur.»

HZ. ÂİŞE (R.A.) VALİDEMİZ

El-Keşşî, Peygamberimizin temiz ve sâdık zevcesi Âişe hakkında şu garip ri­vayetlerde bulunuyor: «Ali b. Ebî Tâlib, Cenıel'de muhaliflerini mağlûb edince, Abdullah b. Abbâs'ı, Âişe'nin yanına gön­derdi ve hemen devesine binerek savaş alanını terketmesini söyledi. İbn Abbâs bundan sonraki durumu şöyle anlatır: Basra civarındaki Benû Half sarayında onun yanına vardım. Ondan yanına gir­mek için izin istedim; fakat vermedi; bunun üzerine izinsiz olarak içeri girdim. Bir de ne göreyim, ev benim, görmemem gereken bir haldeydi. Âişe de, iki perde­nin arkasında duruyordu. Sağa sola göz attığımda, evin duvarının üzerinde örtü bulunan bir semer gördüm; örtüyü çek­tim üzerine oturdum. Bunun üzerine Âî-şe, perdenin arkasından, ey Abbâs! Sün­neti çiğnedin, iznimiz olmadan, evimize girdin, imimiz olmadan malımızın, üzeri­ne oturdun, dedi. Buna karşılık ben de şu cevabı verdim: Biz sünnete senden daha yakınız; sana sünneti öğreten de biziz. Senin evin Resûlullah'ın seni bıraktığı yerdir. Halbuki sen, kendine zulmederek, dîninden uzaklaşarak, Allah'a âsî olarak Peygamber'e ve onun âline karşı çıka­rak, o evi terkettin. Eğer sen eski evi­ne dönersen, biz, oraya ancak senin iz­ninle gireriz ve otururuz... Sen, Resûlul­lah'ın geriye bıraktığı dokuz kadın için­de en tehlikeli olansın. Artık sen, onla­rın en beyazı, en güzeli, en soylusu, en asili değilsin...

İbn Abbâs sözlerini şöyle bitirir: Kalktım ve Mü'minlerin Emîrine geldim; ona, konuşmalarımızı aynen aktardım. Bunun üzerine Ali, daha seni ona gönde­rirken durumun böyle olacağını biliyor­dum, dedi». (el-Keşşî, Rical, sah. 55, 56, 57)

VELAYET

El-Kuleynî «El-Kâfi fi'l-Usûbünde Ebû Cafer'in şöyle dediğini nakleder.
«İslâm, beş esas üzerine kurulmuştur: Namaz kılmak, zekât vermek, oruç tut­mak, hacca gitmek ve velayet. Bunlar­dan hiç birisi, Gadir Hum'deki Ali'nin velayetinin ilânından daha önemli değil­dir.»
Şiilerin velayetten anladıkları Hz. Ali'­nin (kerremallahu veçhe) imametine bir farz olarak inanmaktır. Farzların efdal olanının velayet olduğunu yine el-Kuley-nî kitabında şu sözlerle daha da açık­lığa kavuşturmaktadır: «Ebû Cafer'in şöyle dediği nakledilir; İslâm beş esas üzerine kurulmuştur: Namaz, zekât, hac, oruç ve velayet». Bunlardan hangisinin daha efdâl olduğunu soran Zürâre'ye, Ebû  Cafer:   «Velayet efdâldir», der.
Bununla da kalmayıp, söz konusu esasların hepsini saymaya ve dini sadece velayet inancına hasretmeye kalkışırlar. el-Kuleynî kitabında Ebû Cafer'den şu. sözleri nakleder: Ebû Cafer, «İslâm üç esastan ibarettir. Namaz, zekât ve vela­yet. Bunlardan her biri velayetle kâim­dir». (el-Kuleynî, el-Kâfî fi'1-Usûl, c. 2, s. 18)

Hz. Ali (r.a.)nin şöyle dediğini de ri­vayet ederler. «Allah, benim velayetimi, gök ve yer ehline arzetti. Onu kabul eden etti; nitekim Hz. Yûnus (a,s.), velayeti kabul etmedi de, Allah onu, kabul edin­ceye kadar balığın karnına hapsetti». (Be-sâiru'd-Derecât, c. 2, s. 110)
El-Keşşi «Rical» adlı eserinde, bu inancı ilk çıkaranın yahudi dönmesi Ab­dullah İbn Sebe' olduğunu yazar.  (s. 101)
Namaz ve diğer ibadetlerden üstün sayılan böyle bir velayet inancı Sünnîlik­te yoktur.

RUYETULLAH

Ebl-i Sünnet'e göre Allah Cennet'te rnü'minler tarafından görülecektir. Şiî-lere göre kesinlikle görülmeyecektir. On­lar Mûtezile'ye uyarak rüyetullahı inkâr ediyorlar.   Şiî  bilginlerinden  Muhammed
 
 
Rıza el-Mnzaffer bu konuda şöyle de­mektedir: «Allah'ın Cennet ehline, ayın göründüğü gibi görüneceğini söyleyen ki­şi kâfir menzilesindedir».
Ehl-i Sünnet kelâracıları ise, bunun mümkün ve caiz olduğunu aklî ve naklî delillerle isbat etmişler; bunda tenzih inancına aykırı bir husus olmadığını bil­dirmişlerdir.

İMAMET

Şiîlerde imân, dinin esaslarından say­dıkları imamete inanmakla tamamlanabi­lir. Peygamberliğin nasıl Allah'tan bir lü­tuf olduğuna inanırlarsa, her asırda Pey­gamberin vazifeleriyle vazifelenmiş, in­sanların hidayet ve irşadlarmı üstlenmiş bir   imamın   varlığına   da inanırlar.
Şiîler, imamlarını nebiler ve resuller­den üstün tutarlar. Onları Resullerin efen­disi Hz. Peygamber (s.a.v.) gibi görürler. Bu hususta Kuleynî, Hz. Ali (r.a.)'ye şu yalan rivayeti isnad eder: Mü'minlerin Emîri Ali, «ben Allah'ın cennetlikle cehen­nemlikleri ayırmakla görevlendirdiği kim­seyim... Bütün melekler, ruhlar ve resul­ler Hz. Muhammed'e tabî oldukları gibi, bana da tâbi olurlar... Benim yüklendiğim vazife, tıpkı Hz. Muhammed'in yüklendiği vazife gibidir, bu Allah'ın bana verdiği bir görevdir. Resûluflah cennete davet edilir ve yeni elbise giydirilir; ben de cen­nete çağrılırım ve yeni elbise giyerim. Bana verilen hasletler benden önce hiç kimseye verilmemiştir. Ben kötülükler ve ölümler ilmi, ensâb ilmi ve hükümler il­mini bilirim. Bu konuda hiç kimse beni geçemez. Benden uzaklaşan benim ehlim değildir. Allah'ın izniyle müjdelerim ve korkuturum!» (Kuleynî, el-Kafî, c. 1, s, 197)

Şiîler, bu özelliklerin sadece Hz. Ali (r.a.)'ye has olmayıp on iki imamın da bu vasıflarla muttasıf olduğuna inanırlar. Besâiru'd-Derecât sahibi, Ebû Hamza'-nın Ebû Abdullah'dan şu sözü işittiğini nakleder: «Biz imamlardan, kulağına fı­sıldananlar, rüyasında kendisine haber gelenler, leğenden çıkan ses gibi ses işi­tenler ve kendisine Cebrail ve Mikâil'den daha büyük melek gelenler vardır.» (cilt 5, bâb. 9)

İmamet hakkında el-Muzaffer de şun­ları söylüyor: «Peygamberleri göndermek nasıl bir lütuf ise, Peygamberden sonra, onun yerine İmam seçmek de lütuftur ve vücûd-ı zâti ile Allahu Teâlâ'ya vâcibdir; bu bakımdan İmamet, ancak Allalıü Te-âlâ'nın nassı île yahud o imamdan önceki imamın, onun İmametini beyanıyla ta­hakkuk eder; insanların seçmesiyle, iste­mesiyle olmaz; insanlar dilediklerini İmam olarak tâyin, yahud dilediklerini azl hakkına da sahip değillerdir.» (sah. 50-51)

Humeyni de bu hususta şunları yazı­yor:
«Nitekim Hz. Peygamber de, Allah'­ın vahyi ile Hz. Ali'yi Hâlife tâyin etmiş bunu, o damadı olduğu için değil, ilâhî hükmün memuru ve ilâhi buyruğun ic­racısı olduğu için yapmıştır. Zaten O, Hâ­life tayin etmeseydi, risâlet vazifesini ta­mamlamış olmazdı.» (Humeynî'nin «İs­lâm Fıkhında Devlet» adlı eserinden (s. 23-4, 534), Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı, İmamiye Şiâsı, s. 209-210 adlı eserinde zikretmiştir).

Şii inancına göre İmamlar hatâ ve yanlışlardan korunmuşlardır, yâni ma­sumdurlar. Onlar, «ister küçük ister bü­yük olsun hiç günah işlemezler. Kendile­rine emrettiği hususlarda Allah'a karşı gelmezler ve emrolnnanı işlerler. Onla­rın halleri ile ilgili bir hususta günahsız­lıklarını (ismet sıfatlarını) inkâr eden bir kimse, onları tanımamaktadır. Onları tanımayan (cahil) kimse ise, bîr kâfir­dir.» (Şeyh Saduk, sah. 113, Tabâtabâ'î, Shiite islâm  (Londra 1975) sah. 184)
Şiîlerde Allah'ın emri üzerine Hz. Pey­gamber tarafından tâyin edildiği söylenen imamların sayısı oniMdir. Onların onikin-cisi, Mehdi-i Muntazar (Beklenen Mehdi) olup, onların inancına göre halen sağdır-ve kıyametin kopmasından önce zulümle dolmuş dünyayı adaletle doldurmak için gelecektir. Onun gaybeti (gizliliği) sırasın­da işler, yine onun emriyle, müçtehidler (fakih) tarafından yürütülür, Hz. Peygam­ber ve 12 İmam için sabit olan velayet, fnüçtehid için de sabittir ve müçtehidin velayeti ile Hz. Peygamber ve 12 İmamın velayetleri  aynı hususları şamildir.

Ehl-i Sünnete göre ise İmamet, kesin­likle dinin usûlü arasında yer almaz. İmamet, din ve dünya iğlerinde, şartla­rım taşıyan herhangi bir müslümamn Re-sûluüah'ın halifesi sıfatıyla ümmeti idare etmesidir. İmam veya Halife, Şiilerin de­diği gibi tayinle veya vasiyetle değil, doğ­rudan Ümmetin meşvereti ve seçimi ile işbaşına gelir.

İmamet, ilâhi bir makam olmadığın­dan, İmâmın masum (yâni ismet sıfatına sahip olması) veya özel bir bügiye sahip olması da düşünülemez; çünkü ismet sı­fatı, yani küçük-büyük günahlardan ko­runmuş olma keyfiyeti ile vahiyden kay­naklanan özel bir bilgi, yalnızca Peygam­berlere  has  bir  vasıftır.

     SÜNNET

Ehl-i Sünnet, Resûlullah'm sünnetini, hadis ilminin tesbit ettiği ölçüler içinde herhangi bir ayırıma gitmeksizin ashab-tan gelen rivayetlerle ortaya koyarken, İmâmiyye, bu hususta, yalnızca kendile­rince benimsenmiş sahabenin, Ehl-i Beyt'-in ve İmamların rivayetlerine dayanır. Onlara göre ister usûl-i din, ister fürû-i dîn ile ilgili olsun, İslâm'ın hadîse dayalı her hükmü, ancak Ehl-i Beyt ve onlara dayanan râvilerin rivayetleri esas alına­rak ortaya konabilir.
Şiilere göre «Kur'an'ı Hz. Peygambe­rin hadîsleri ve ondört masumun (Hz. Peygamber, Hz. Fatıma ve Hz. Ali dahil oniki imam) Hz. Peygamberden rivayet­leri açıklar ve yorumlar.» (A. Gölpınarlı, 100 Soruda Türkiye'de Mezhepler ve Tari-katler, s. 41)

Şiilere göre râviler, Sünnîlerce «güve­nilir» de olsa eğer Ehl-i Beyt'e dayanmı­yorsa zayıftır ve redde mahkûmdur. Bu bakımdan Şiiler, Allah'ın muhtelif âyet­lerle Kur'an'da yücelttiği ve adaletinden söz ettiği sahabeyi, Hz. Ali ile olan davra­nışları açısından değerlendirmeye tâbi tutmakta ve ona karşı çıkanlarla hakkı­nı gasp edenlerin zâlim ve hattâ mürted olduklarını bile söylemektedirler. (Mame-kâni,  Tenkiliü'l-Makâl,  1/214-216)

Ehl-i Sünnet,  sahabenin adaletini ile­ri sürer; ama onları derecelendirmeyi ve rivayetlerinin doğruluğu açısından tasni­fe tâbi tutmayı ihmal etmediği gibi, on­ların da diğer insanlar gibi günah işleye­bileceklerini de kabul eder.

Ancak onların günah işlemeleri mut­laka Hz, Peygamber'e yalan isnad etme­leri anlamına gelmez. Halbuki Şiîler, baş­ta Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer olmak üze­re Hz. Ali'nin safında yer almayan sa­habeyi, rivayetlerine güvenilmez olarak vasıflandırmaktadır. (Cemal Sofuoğlu, Şia'ma  Hadis  Anlayışı,   1977)
Bu mevzuu da son olarak «Kâşif ül-Gıta, Aslü'ş-Şîa ve Usûlüha, s. 149»dan bir bölüm  naklederek noktalayalım:
«Ebû Hureyre, Semure b. Cündeb, Mervan b. Hakem, İraran b. Hattan, El Haricî, Amr b. Âs ve benzerlerinin §iî İmâmiyye yanında bir sinek kadar bile itibarları yoktur. Bunların şöhretleri söy­lemeye  gerek olmayacak kadar  açıktır.»

TAKİYYE

Takiyye, inancı gizleme demektir. Uğranılabilecek bir tehdit ve zarar karşısın­da veya umulan bir fayda ve menfaat karşısında gerçek inanç ve niyeti gizle­mek, onun yerine duruma uygun biçim­de konuşmak Şiilere göre vaciptir.

Kuleynî bu hususta Ebû Cafer'den şöyle nakleder: «Takiyye, benim ve ecda­dımın dînidir; takiyyesi olmayanın dîni de yoktur.»
El-Kummî'de «El-Î'tikadât» adlı ese-.rinde şunları yazıyor: «Takiyye vaciptir; onu terkeden namazı terkeden gibidir; el-Kâim ortaya çıkıncaya kadar onu terk-etmek caiz değildir. Onun çıkışından ön­ce takiyyeyi terkeden kişi, Allah'ın dinin­den, İmamiyyenin inancından çıkmış, Al­lah'a, Resûlullah'a ve imamlara muhale­fet etmiş olur.»
Bu prensibi yerli - yersiz alabildiğine kullanan Şiiler ileri sürdükleri herhangi bir görüşün aksinin isbat edilmesi karşı­sında, asıl kanaatin gizlendiğini ve takiy­ye yapıldığım söylemektedir. Böyle olun­ca da Şiilerin nerede gerçeği açıklayıp nerede takiyye yaptıklarım tesbit, hemen hemen imkânsızlaşmaktadır.

Hindli Şiî bilgin «İmdâd İmam» bu ifadeyi şu sözleri ile tasdik etmektedir:
«Şia (İmamiye) ve Ehli Sünnet mez­hepleri farklı yönlere doğru akan iki ır­mak gibidirler ve kıyamete kadar da bir­birlerinden uzak olarak akacaklardır. Bir­leşmeleri imkânsızdır.» (Misbâhu'z-Zulm, s. 41-42)

Buraya kadar yazdıklarımız Şiî mez­hebinin inançları ile alâkalı  olanlarıdır.
Onlarla aramızda olan fer'i mes'ele-lerdeki farklılıklarımızı da burada arz edeceğiz.
Şiilerde, güneş ve ay tutulması veya zelzele ve âfetler üzerine kılınan namaz­lar, adak veya yemin namazı, ölen biri­nin kaza namazlarını ölü adına ücretle kı­lacak kimsenin kılacağı namazlar farzdır. (İbrahim el-Mûsevî ez-Zeneânî, Akâidu'l-İmâmiyyeti'l-îsnâ-aşeriyye, Beyrut 1973, s. 279)
Ramazan ayında Ehl-i Sünnetin ce­maatla kıldığı Teravih namazı Şiilere gö­re meşru değildir; çünkü onlara göre na­file namazların cemaatla kılınması caiz olamaz.

Şiilere göre öğle-ikindi ve akşam-yat-sı namazları birleştirilerek kılınabilir.
Ehl-i Sünnete göre abdest alırken ayakların topuklarla birlikte yıkanması farzdır, yıkanmadığı takdirde abdest alın­mamış gibidir. Şiilerde ise, abdestte yü­zü ve kolları dirseklerle beraber aşağıya ellere doğru iki kere yıkadıktan sonra bir daha suya dokunmamak üzere eller­deki ıslaklıkla, başın da ön kısmını yuka­rıdan aşağıya doğru sağ elle bir kere sağ ayağı, sonra da sol elle sol ayağı, par­mak uçlarından yukarıya doğru bir kere meshetmek farzdır. Burada ayağın temiz olması şarttır. Ayak kirli ise, önce yıka­nıp kurulanır, sonra abdest alınır ve ayak yukarıdaki şekilde meshedilir. Mest üze­rine kesinlikle mesh edilmez (A, Gölpı-narlı, Şiîlik, sah. 595) Ehl-i Sünnet ise mest hükmündeki ayağa giyilen şeylere meshedilmesinde  ittifak etmiştir.

Ezan ve ikamet, Ehl-i Sünnet'inkine göre farklıdır. Ezan, 1500 yılından beri (Şah İsmail tarafından konulmuş) «Eşhe-dü   erme Aliyyen  Velîyullah»     ilâvesiyle okunmaktadır. Ayrıca ezan ve ikamette «flayyâ alâ HayrîTameb ilâvesi de bu­lunmaktadır.

Şiîlerle aramızdaki farklardan biri­si de geçici nikâh denilen Mut'a nikâhıdır.
Nisa Sûresinin 24. âyetinde geçen mut'a nikâhı ile ilgili mesele Ehl-i Sün-net'e göre nesholunduğu (hükmünün kal­dırıldığı) halde, Şiiler bu meselenin ebedî olarak devam ettiğine inanır, Ehl-i Sün­net indinde mut'a nikâhı ile ilgili hüküm, Talâk Sûresinin 1. âyeti, Mü'minûn Sûre­sinin 6. âyeti ve Meâric Sûresinin 30. âye­ti  ile nesh edilmiştir.

Bu mevzuda Humeyni, Tavzih'ül-Mesail kitabının 378. sahifesinde şunları söylüyor:
«Evlenme akdi ile kadın erkeğe helâl olur. Bu da iki kısımdır. Devamlı nikâh akdi, geçici nikâh akdi. Devamlı nikâh akdi odur ki, evlenme akdinde belli bir süre tayin edilmez.
Geçici nikâh akdi ise, belirli bir süre için yapılan evlenmedir. Meselâ; bir ka­dını bir müddet için nikahlamak, bir saat­liğine, bir günlüğüne, bir aylığına, bir yıl­lığına veya daha fazla bir süre için nikâhlamaktır.»

Tehzibü'l-Ahkâm adlı eserin 258. ve 259.  sahifelerinde   şu  bilgiler  mevcuttur.
Ebû Abdillah — Cafer Sadık — aley-hisselâma soruldu:
«Mut'a dört evlenmeye dahil midir?
Cevaben buyurdu:
Ö kadınlardan mut'a ile bin tanesi ile birleş. Çünkü onlar sadece kiralanmış ka­dınlardır.»
Ebû Abdillah — Cafer Sadık — aleyhisselâmdan Mut'ayı sordum,
Cevaben buyurdu:
«Belli bir ücret ve beîli bir süredir.»

Fer'i meselelerdeki ihtilâfları burada keserek, Hindli Şiî bilgin «İmdâd İmam» in şu sözlerini tekrarlayarak mevzuya ni­hayet veriyoruz:
«İmamiyye ve Ehl-i Sünnet mezhep-hepleri, farklı yönlere doğru akan iki ır­mak gibidirler ve kıyamete kadar da bir­birlerinden uzak olarak akacaklardır. Bir­leşmeleri ' imkânsızdır.» (Misbâhu'z-Zulm, s.  41-42)

EĞER alevîlik, râfızîlik ve şiilik Hazret-i Ali'yi, Hazret-i Hasan'ı, Hazret-i Hüseyin'i, Hazret-i Fâtıma annemizi ve bütün Ehl-i Beyt'i ve Âl-i Abâ'yı Cradiyallahu anhüm) sevmekten ibaret ise, bilmiş olunuz ki, biz de böyleyiz ve bu hususlarda sizinle beraberiz.

EĞER alevîlik, râfızîlik, şiîlik Hazret-i Ebûbekir'e, Ömer'e, Os­man'a ve -küçük bir kısmı müstesna- Ashab'a, Hazret-i Âişe valide­mize (radiyallahü anhüm) büğz etmek, iftira etmek ise, iyi bilmiş olunuz ki, biz ehlisünnet ve cemaat müslümanlan, bu çirkin işlerden de, bunları işleyenlerden de beriyiz.

Bizim dinimiz kin ve düşmanlık üzerine değil muhabbet üzerine kurulmuştur. Müslüman, muhabbet fedâisidir; onun husumete, intikama vakti olmamalıdır. Bizler. Kur'an-ı Kerim'de, kötülükleri iyi­likle uzaklaştırmak emrini almışızdır. Müslümanlar ve insanlar ara­sındaki barış külle, düşmanlıkla, intikamla değil; aksine muhabbetle, affetmekle, mürüvvetle te'sis ve idâme edilebilir.

Biz dinî ve dünyevî görüşlerimizi, bundan 1400 yü Önce cereyan etmiş ve hesab-ı Rûz-i Cezâ'ya kalmış ihtilâflar, fitneler, facialar, mü­cadeleler üzerine değil; Şeriat-ı Garra-yı Ahmediyye'nin evrensel ila­hî düsturları üzerine bina etmişizdir. Allah'ı, Peygamberi, Ehl-i Beyt'i, Âl-i Abâ'yı ve İslâm'ı sevmek iddiasında olan her kişi ve tai­fe bizimle bu prensibleri paylaştığı takdirde özlenen İslâm birliği ku­rulabilecek, yeni bir altın çağ başlayacaktır.



Bedir Yayınları, İbn Hacer El Heytemi nin Yakıcı Yıldırımlar adlı kitabını incelediniz.   
Diğer Özellikler
Stok Kodu9789758514663
MarkaBedir Yayınevi
Stok DurumuVar
9789758514663
En yeni ürünler
Güvenli teslimat
Kampanyalı ürünler
Piyasadaki en iyi fiyat

PlatinMarket® E-Ticaret Sistemi İle Hazırlanmıştır.