Kitap Açıklamalı Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecridi Sarih, Küçük Boy
Yazar İmam-ı Buhari
Yayınevi Çelik Yayınevi
Tercüme Hanifi Akın
Kağıt Cilt Şamua Ivory Kağıt - Flexi İnce Karton 4 Cilt SET
Sayfa Ebat 2.744 sayfa - 11,5x16,5 cm Sempatik Cep Boy
Yayın Yılı 2019
Hadis 2.228 Hadisi Şerif, Şerhli Açıklamalı İzahlı ve Arapça Metinli
İmam-ı Buhari Sahihi Buhari Muhtasarı Tecridi Sarih kitabı nı incelemektesiniz.
Çelik yayınları 4 Cilt Sahihi Buhari Muhtasarı kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
GİRİŞ
Tarih boyunca, bir dine inanan ve o dinin öğrenimi ile uğraşan insanları en çok meşgul eden mesele, kendisi de varlık âleminin bir yorumu olan dini metinlerin (nass) anlaşılması ve yorumlanması olmuştur. Bunun başlıca sebebi, gerek Allah'tan gelen vahyin, gerekse vahyin pratik uygulayıcısı olan peygamberin söz ve davranışlarının sözlü ve yazılı ifade ve anlatımla, nesilden nesile nakledilmesidir. Zira, insanların kullandığı herhangi bir dilde veya aynı dilin lehçe ve üsluplarında, tek başına söz ve rivayet, şüpheye yer bırakmayacak şekilde kişinin gaye ve maksadını belirtmede muradını ortaya koymada yeterli olmaz. Ayrıca din dilinin, yapısı gereği muhkem ifadeler yanında teşbihi, tenzihi, temsili ve sembolik anlatım tarzına başvurması, bu gaye ve maksadının anlaşılmasını güçleştirmiştir. Kaldı ki, bu metinleri okuyan ve dinleyenin, ondan yararlanma derecesi de bireysel ve toplumsal durumuna, ilahi kelamın ait olduğu dilin formlarına ve din diline aşinalığının farklı oluşuna göre de değişiklik arz eder.
Binaenaleyh, dinin nass olarak kabul ettiği metinleri anlamak için, Şâri'in gaye ve maksatlarını tespit etmek esastır. Ancak bu gaye ve maksadı sadece dil bilgisi kuralları ile lafızlardan istinbat etmek mümkün değildir. Zira kelime ve lafızlar gayenin kendisi olamaz. İbret ve itibar olmadan ibare bizi asla hak ve hakikate götüremez.
On dört asır içinde beş-altı yüz sayfalık Kuran gibi bir kitabın yüz binlerce cilt tefsir ve izahının yapılmış olması, İslâm Peygamberinin sözlü söylemlerini ve anlamlı eylemlerini tahlil edebilmek için, bir o kadar şerh ve haşiyenin kaleme alınmış olması bunun en canlı ifadesidir. Kaldı ki, çağdaş insanın yönelişleri, bu çaba ve gayretlerin kıyamete kadar artarak devam edeceğini çok açık bir şekilde göstermektedir.
Ancak anlama ve yorumlama faaliyeti ne tefsir ve tevil ne de şerh ve haşiye yazma ameliyesinden ibarettir. Mühim olan, bu faaliyet neticesinde Allah ve Resulünün gaye ve maksadı ile vardığımız sonuçların örtüşmesidir. Şayet bu çaba ve gayretler devam edecekse, çağdaş insanın yönelişini boşa çıkarmamak ve onları sükût-i hayale uğratmamak için, yeni şerhler ve tefsirler yazmaktan çok, doğru anlama ve doğru yorumlamanın yollarını aramak, daha doğrusu anladıklarımızın Allah ve Resulünün
murat ve maksadı ile örtüşmesinin yollarını tespit etmek bir zarurettir. Elbette bunun için yapılacak ilk iş, on dört asırlık anlama ve yorumlama faaliyetinin engin tecrübesinden istifade etmektir. Yeniden anlama ve yeniden yorumlamadan söz edilecekse bu, bir zorunluluktur. Zira sıfırdan başlayan hiçbir yenilik hareketi olamaz. Menfi anlamda gelenekçi olmakla, müspet anlamda bir geleneğe sahip olmak farklı şeylerdir. Müsbet anlamda bir geleneğe sahip olmayanlar, yeniden anlama ve yeniden yorumlama faaliyetine girişecek imkânı bulamazlar.
Hadis ve Sünnet'in anlaşılması ve yorumlanması meselesi, İslâm düşüncesinin teşekkül devrinde, Ehl-i Hadis ile Ehl-i Fıkhı karşı karşıya getirmiştir. Muhaddisler fakihleri hadis bilmemekle ve rey ile kıyası hadislere tercih etmekle suçlarken, Fa-kihler ise Ehl-i Hadise, rivayet ettikleri üzerinde düşünmeyen birer ravi ve nakilci gözüyle bakmış ve onları ilim hamalları, bilgi taşıyıcıları (hameletu'l-ilm, zevamilu'l-esfar) olarak değerlendirmiştir.
Netice itibariyle Hadis İlmi ve Usulü, kendi içinde bir anlama ve yorumlama yöntemi geliştiremediği içindir ki, bilahare muhaddisler de fakih ve müfessirler gibi, Hadis ve Sünnet'i anlamak için büyük oranda Usul-i Fıkhın kural ve kaidelerini kabul etmek durumunda kalmışlardır. Zira Usul-i Fıkıh, İslami ilimler içinde dört ayrı ilmin (dil, mantık, kelam, fıkıh) esas ve prensiplerini cem eden, gerek bilgi felsefesi bakımından, gerekse anlama ve yorumlama yöntemi bakımından, müstakil (ve kısmen de olsa) mütekamil bir metodoloji geliştiren tek disiplin olarak kabul edilmiştir.[1]
"Hadis" kelimesi, (çoğulu ehadis) tahdis mastarından isim olup "haber" mânasına gelir. Bu kelime, İslâmiyet'le birlikte farklı bir anlam kazanmış, âdeta onunla Kur'an-ı Kerimin mukabili kastedilerek Hz. Peygamber'in sözlerine "el-Ehadisu'l-kavliyye", fiillerine "el-Ehadisu'l-fi'liyye" ve tasvip ettiği şeylere de "el-Ehadisu't-Takririyye" denilmiştir. (Ebu'l-Beka, Külliyat, s. 370, 402).
Hadis âlimleri, Hz. Peygamber'in yaratılışıyla ilgili özelliklerini (şemail) ve ahlaki vasıflarını da hadisin kapsamı içerisine almışlardır.
Bazı âlimler, hadis teriminin kapsamını daha da genişletmiş, sahabe ve tâbiinin şahsi beyan ve fetvalarını da bu kapsama almış, Hz. Peygambere ait olan hadislere "merfiı", sahabeye ait olanlara "mevkuf", tâbiine ait olanlara da "maktu" adını vermişlerdir. (Ibn Hacer, Tehzibut-Tehzib, VII, 33).
Sonraları merfiı, mevkuf ve maktu terimlerinin hepsini ifade etmek üzere "haber" kelimesi kullanılmaya başlanınca, bazı âlimler sadece merfiı rivayedere, bazıları da merfiı ve mevkuf rivayetlere hadis demeyi uygun görmüşlerdir.
Yine ilk devirlerde Resulüllah (s.a.v)'in söz, fiil ve takrirleriyle birlikte sahabe ve tâbiine ait her türlü haberi ifade etmek üzere "eser" kelimesi de kullanılmıştır.
Hadis ile "sünnet"in kapsamları konusunda farklı görüşler bulunmakla birlikte, bu iki terimin eş anlamlı olarak Resulüllah (s.a.v)'in söz, fiil ve takrirleri için kullanılması özellikle hadis âlimleri arasında daha fazla kabul görmüştür. Ayrıca hadis ile sünnetin çerçevesini daha da genişleterek Hz. Peygamberin ahlakını, şemailini, peygamberlikten önce söylediklerini ve yaptıklarını da bu çerçeve içine alanlar olmuştur. (İbn Teymiye, Fetava, XIII, 10; Kâtip Çelebi, Keşfu'z-Zünun, I, 635-636).
Bunun yanı sıra hadisin Resulüllah [s.a.v] tarafından vaz' edilen sözlü mesajlar olduğunu, sünnetin ise bazen bu sözlü mesajların kendisi, bazen de bu sözlü mesajlardan istinbat edilen hükümler olduğunu belirtenler de olmuştur.
Hadisler, ihtilafa düşülen konularda insanları aydınlatan, böylece hidayet ve rahmet kaynağı olan Kur'an-ı Kerimin kendisine indirildiği (en-Nahl, 16/44, 64) Peygamber'in sözü olarak üstün bir değer ifade eder ve büyük önem taşır.
,Hz. Peygamber'in insanlara sözleriyle açıkladığı, fiilleriyle uygulanışını gösterdiği ilahi emirlerin başında namaz, oruç, zekât ve hac gibi ibadetler gelir. Namazların hangi vakitlerde, kaç rekât ve nasıl kılınacağı, orucun nasıl tutulacağı, zekâtın hangi mallardan ne kadar verileceği, haccın nasıl yapılacağı gibi hususlar Kur'an'da yer almayıp hadislerle belirlenmiş, İslâm hukukunun birçok meselesi hadislerde verilen bilgilerle çözüme kavuşturulmuştur.
Hadisler aynı zamanda Kur'an'da yer almayan birçok meseleyi açıklığa kavuşturmuş, bu konulardaki uygulama şekillerini göstermiştir. Örneğin; bir kadının âdet halinde kılamadığı namazları kaza etmeyeceği, bir erkeğin eşinin üzerine onun teyzesi ve halasıyla evlenemeyeceği, nesep yakınlığı dolayısıyla evlenilmesi haram olan kimselerle süt yakınlığı sebebiyle de evlenmenin haram olduğu gibi hususlar, yine şuf'a hakkı ile ilgili hükümler, neneye ve baba tarafından akrabaya düşecek miras gibi meseleler Hz. Peygamber tarafından çözümlenmiştir.
Kur'an-ı Kerimde temas edilmekle beraber hakkında fazla bilgi verilmeyen ahi-retle ilgili hususlar, kabir hayatı, yeniden dirilme, mahşer, hesap, mizan, cennet ve cehennem hayatı ile ilgili bilgiler de hadisler sayesinde öğrenilmektedir.
Ahlaki faziletler, mânevi ve ruhi gelişimi sağlayacak kurallar, düzenli bir aile hayatı için gerekli olan davranış biçimleri, insanlar arasındaki içtimai ve ticari münasebetleri düzenleyen hükümler, yöneten ile yönetilenler arasındaki ilişkiler gibi konularda da hadislerde geniş bilgi bulunmaktadır.
Hz. Osman'ın şehit edilmesi olayından hemen sonra Hariciler ve Galiye gibi siyasi fırkaların, H. I. (M. 7.) yüzyılın sonlarından itibaren Kaderiyye ve Mürcie, bir müddet sonra da Cehmiyye ve Müşebbihe gibi mezheplerin ortaya çıkması ve bu fırka ve mezhep taraftarlarının işlerine gelmeyen hadisleri inkâr etmeleri, görüşlerini güçlendirmek maksadıyla hadis uydurmaları, hadisleri toplamakla meşgul olan kişileri konu üzerinde düşünmeye ve önlem almaya sevk etmiştir.
H. I. (M. 7.) yüzyılın ilk yarısından itibaren isnat konusu gündeme gelmiştir. İsnadın kullanılmaya başlamasıyla birlikte Ehl-i Sünnete mensup ravilerin rivayetleri kabul edilmiş, ehl-i bidatin rivayetleri ise alınmamıştır.
Bunun sonucu olarak; hadisi bir uzmanlık sahası olarak gören kimseler tarafından raviler titizlikle takip edilmiş, yaşayışları, dine bağlılıkları ve dürüstlükleri, bidatle ilgileri bulunup bulunmadığı, özellikle yalan söyleyip söylemedikleri, hafızalarının zayıf olup olmadığı araştırılmış ve böylece daha I. yüzyılda cerh ve ta'dil ilmi doğmuş, bunun sonucunda ravilerin hal tercümeleri (biyografileri) hakkında geniş bir birikim meydana gelmiştir.
Hadislerin tedvini tamamlanınca, bunların sistemli bir kitap haline getirilmesi ve böylece aranan hadisleri kolayca bulmaya imkân verecek usullerin geliştirilmesi yönündeki çalışmalar ağırlık kazanmıştır.
Bazı âlimler, hadisleri konularına göre tasnif etmek ve bu şekilde "Musannef adı verilen eserler yazmakla, bazıları da hadisleri ilk ravileri olan sahabilerin adlarına göre sıralayarak "Müsned" adı verilen eserler yazmakla meşgul olmuştur.
Hadisleri bablara göre tasnif etmeye ilk olarak kimin başladığı bilinmemekle birlikte, Tirmizi'nin (Kitabu'l-İlel, s. 738) ve daha geniş bir şekilde Ramehurmuzi'nin verdiği bilgilere göre, bu konuda ilk çalışmayı, genellikle "el-Musannef' (el-Cami', es-Sünen, el-Muvatta) diye anılan eserleriyle Mekke'de İbn Cüreyc (ö. 150/767), Yemen'de Ma'mer b. Raşid, Basra'da Ibn Ebi Arube ile Rebi' b. Sabih, Kûfe'de Süfyan es-Sevri, Medine'de Malik b. Enes, Horasan'da Abdullah b. Mübarek, Reyde Cerir b. Abdülhamid, Şam'da Velid b. Müslim gibi muhaddisler yapmıştır. (Ramehurmuzi, el-Muhaddisu'l-Fâstl, s. 611-614).
ilk tasnif çalışmalarıyla tanınan bazı muhaddislerin II. (8.) yüzyılın ortalarında vefat etmesi, bu çalışmaların aynı yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren yazılmaya başlanmış olduğunu göstermekte, dolayısıyla tedvin ve tasnif çalışmalarını kesin bir çizgiyle birbirinden ayırmaya imkân bulunmadığı ortaya çıkmaktadır.
III. (9.) yüzyılda hadis kitaplarında değişik ihtiyaçlara göre muhtelif sistemler uygulanmıştır. Bunların en yaygınları, hadislerin ravi adlarına (ale'r-rical) ve konularına (ale'l-ebvab) göre toplandığı tasnif sistemleridir.[2]
Ravi adlarına göre (ale'r-rical) hazırlanan kitaplar, müsnedler ile mu'cemlerdir.
Konularına (ale'l-ebvab) göre tasnif edilen kitaplar ise musannefler, cami'ler ve sönenlerdir.
Musannefler, sünenlerdeki merfu hadislere ilaveten mevkuf ve maktu hadislere de yer veren eserlerdir.
Sünenler, taharetten vasiyete kadar bütün fıkhi konulara ait merfiı hadisleri ihtiva eden fıkıh kitapları tertibindeki hadis kitaplarıdır.
Cami'ler, dinî konuların tamamına yakınını kapsayan sekiz ana bölümü ihtiva eden eserlerdir. Her birine "Kitap" denilen bu sekiz bölümün içerikleri kısaca şöyledir: İman, Ahkâm veya Sünen, Rikak veya Zühd, Et'ime ve Eşribe veya Adab, Tefsir, Tarih-Siyer-Cihad, Menakıb, Fiten ve Melahim. Cami'ler, bu bölümlerden herhangi birine dâhil olmayan bazı konuları da ihtiva ederler. Yine bir eser, bu 8 bölümden herhangi birini ihtiva etmez veya eksik olarak ihtiva ederse Cami' olarak kabul edilmez. Bu sebeple "Tefsir" bölümü eksik olduğu ve sistematik olmadığı gerekçesiyle Müslim'in kitabının Cami' olmadığı görüşünde olanlar vardır. Cami'ler aynı zamanda "Sahih" adıyla da anılmaktadır. Örneğin; Buharî, Müslim ve Tirmizi'nin kitaplarının adı "el-Camiu's-Sahih"tir.
Kütüb-i Sitte olarak adlandırılan 6 hadis kitabı H. III. (M. 9.) yüzyılda tasnif edilen hadis kitaplarının en önemlileri kabul edilmektedir. Bunların içinde sadece sahih hadisleri toplamayı hedefleyen Buharî ile Müslim'in "el-Camiu's-Sahih"leri, Kurandan sonra İslâm'ın en güvenilir iki kitabı sayılır.
Şöhreti İslâm âleminin her tarafına yayılan büyük hadis âlimi Ebu Abdullah Mu-hammed b. İsmail el-Buharî'nin tamamen sahih hadislerden meydana geldiği kabul edilen ve değişik konulardaki hadisleri bir araya toplayan "cami" türündeki meşhur eseri "el-Camiu's-Sahih"in tam ismi, "el-Camiu's-Sahihu'l-MusneduT-Muhtasar min Umuri Resulillah (s.a.v) ve Sunenihi ve Eyyamihf'dir. Kısaca el-Camiu's-Sahih veya Sahib i Buharî diye anılır ve daha ziyade bu isimlerle meşhur olmuştur.
Sahih in bu uzun ismi, eserin özelliklerini de gösterecek niteliktedir. Buna göre isimdeki "el-Cami'"kelimesi, kitabın cami türünden bir kitap olduğunu, bütün konularda rivayet edilen hadisleri bir araya topladığını ifade eder. "es-Sahih" kelimesinden sahih hadisleri ihtiva ettiği anlaşılır. "el-Müsned" ise eserin isnadı muttasıl hadislerden meydana geldiğini gösterir. "el-Muhtasar" eserin sıfatıdır ve bu, bütün sahih hadislerin değil, müellifin koyduğu şartlara uyan sahih hadislerin bir kısmının eserde yer aldığına işaret eder. Diğer lafızlarsa, onun sadece hadisleri değil, bu hadislerin ait olduğu hükümlerin istinbatını da verdiğine delalet eder.
ZEBİDİ'NİN "ET-TECRİDÜ'S-SARİH" ADLI ESERİ, HAYATI VE ESERLERİ
A.Meşhur Hanefî Alimi Zebidi'nin "et-Tecridü's-Sarih" Adlı Eseri:
Tam adı "et-Tecridü's-Sarih Li'ehadisil-Cami'i's-Sahih"tir. Buharî, el-Cami'u's-Sahih'te bir hadisi çeşitli yerlerde değişik isnadlarla tekrar ettiğinden eserdeki hadislerin yerlerinin eksiksiz tesbit edilmesi kolay olmadığı gibi sahabe ve tâbiin sözleri hariç muallak, mütabi' ve mükerrerlerle birlikte kitapta 9082 rivayetin ve 25.000den fazla isnad zincirinin bulunması eserden yararlanmayı güçleştirmektedir. Bu güçlüğü gidermek amacıyla erken dönemlerden itibaren muhtelif çalışmalar yapılmış, bunlardan bazılarında tekrarlar ve isnadlar gibi sadece hadis uzmanlarını ilgilendiren hususlar ayıklanmıştır.
Zebidi'nin et-Tecridü's-Sarih'i, Sahih i Buhari'nin en meşhur muhtasarlarındandır. Müellif, 24 Şaban 889'da (16 Eylül 1484) tamamladığı eserinde (Ahmed b. Ahmed ez-Zebidî, II, 513), el-Cami'u's-Sahih'i kullanmanın güçlüklerine işaret ettikten sonra ondan azami ölçüde istifadeyi sağlamak amacıyla hazırladığı muhtasarın özelliklerini belirtmiştir.
Zebidî'ye göre Buharî'deki hadislerin sıhhati bilindiğinden ondaki hadislerin yalnız asıllarının öğrenilmesi yeterlidir. Bu sebeple Zebidî, sahabi ravisi dışında hadislerin senedlerini çıkarmıştır. Bir hadisi genellikle ilk geçtiği yerde yazmış, tekrarında ziyade varsa onu zikretmiştir.
el-Cami'u's-Sahih'te önce muhtasar şekilde verilen bir hadisin daha sonra mufassal olarak tekrar edilmesi halinde ikincisini kaydetmiştir. Eserde sadece muttasıl ve merfu hadislerin alınacağı, muallak rivayetler gibi münkatı' olanların, içinde Resul-i Ekrem'in anılmadığı sahabe ve tâbiin sözlerinin ve mükerrerlerin terkedileceği belirtildiğinden (a.g.e, I, 17-18) el-Cami'u's-Sahih'te mevcut 9082 rivayetten et-Tecrid'e 2230 hadis alınmıştır. Ancak Ahmed Naim ve Kâmil Mirasın da belirttiği gibi Zebidî bu kurallara tamamen uymamış, bazen mevkuf ve muallak haberleri zikretmiş (Tecrid Tercemesi, II, 378; III, 282), anlam kaybına yol açacak derecede ihtisara gitmiş (a.g.e, II, 825; III, 86, 369, 375, 386; VI, 151,154; VII, 334), bazen de mufassal hadis yerine muhtasarını tercih etmiştir (a.g.e, III, 179).
et-Tecridü's-Sarih, tertibi açısından kullanışlı olmakla birlikte el-Cami'u's-Sahih'in bazı önemli özelliklerini yansıtmamaktadır. Mesela Buharî'nin bab başlıklarında fıkhi kanaatini belirtmek için kaydettiği ayetlerin, muallak hadislerin, sahabe, tâbiin ve meşhur imamların sözlerinin hazfedilmesi, hem hadislerle ayetler arasındaki ilginin kopmasına hem de konu bütünlüğünün kaybolmasına yol açmıştır. Ayrıca bazı babların tamamen çıkarılmasıyla eserin bütünlüğünü bozacak derecede aşırı ihtisar yapılmıştır. (Örnekler için bk. a.g.e., VII, 334, 371; VIII, 37). Nitekim Ahmed Naim ve Kâmil Miras, anlaşılır bir tercüme yapabilmek için zaman zaman el-Cami'u's-sahih'ten ilavelerde bulunma gereğini duymuştur, (a.g.e, II, 825; III, 369, 375, 386; XI, 178-179).
et-Tecridü's-Sarih büyük bir şöhret kazanmış, muhtelif çalışmalara konu olmuş ve birçok defa neşredilmiştir. (Bulak 1285,1287,1312,1322; Kahire 1306,1312,1323, 1335, 1347; Dımaşk 1404; nşr. İbrahim Bereke, Beyrut 1405/1985, 1412/1992; nşr. Mustafa Dib el-Buga, Dımaşk 1409/1988, 3. bs; nşr. Imad Amir, Kahire 1415/1994; Riyad 1415/1994). Eser Türkçe ve Fransızca (trc. Fevzi Şaban, Beyrut 1993) gibi dillere çevrilmiştir.
Şerh, Tercüme ve Muhtasarları. 1. Abdullah b. Hicazi eş-Şerkavi, Fethu'l-Mübdi Bi'şerhi Muhtasari'z-Zebidî (I-III, Kahire 1307,1320,1323,1330,1338,1345,1347, 1367-1368,1374/1955; nşr. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, Kahire 1384; nşr. Muhammed Selim Zeydan, Kahire 1396; nşr. Abdülkadir Muhammed Ali, Beyrut, ts; Beyrut, ts. [Daru 1-ma'rife]; Beyrut, ts. [Daru 1-irşad]).
et-Tecridü's-Sarih'in 1322,1345,1347 ve 1367 tarihinde müstakil yahut Şerkavi şerhiyle birlikte yapılan bazı neşirlerinde müellifinin adı yanlışlıkla Hüseyin b. Mübarek ez-Zebidî olarak yazılmıştır.
-
Sıddik Hasan Han,'Avnü'l-Bari Li'halli EdületiT-Buharî. Bazı kaynaklarda Ki tabii 'Uyunil-Bari şeklinde yanlış kaydedilmiştir. (IA, II, 772). Şerhin hazırlanması sırasında İbn Hacer el-Askalani'nin Fethu'l-Bari ve Şemseddin el-Kirmani'nin el-Kevakibü'd-Derari sinden yararlanılmıştır. (Bulak 1297, Neylul-Evtar'la birlikte; I-II, Bopal 1299, 1307; nşr. Abdullah İbrahim Ensari, Devha 1401/1981; I-V, Halep 1404/1984).
-
Babanzade Ahmed Naim - Kâmil Miras, Sahih i Buharı Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi. et-Tecridü's-Sarih'in Türkçe'deki en önemli tercümesi ve şerhidir. Ahmed Naim, et-Tecridü's-Sarih'in baş tarafından 199 hadisi Sırat-ı Müstakim (sy. 120- 151, 1326 r./1328-1327 r./1329) ve Kelime-i Tayyibe (sy. 1-8, 1328/1330) dergilerinde neşretmişti. Diyanet İşleri Reisliği adına tercüme görevi resmen kendisine verildikten sonra eseri tercüme ve şerhetmeye başlamış, 477 hadisi hadis usulüne dair önemli bir mukaddimeyle birlikte iki cilt halinde yayımlamış (İstanbul 1346/ 1928), hazırladığı III. cilt neşredilmeden vefat etmiştir (1934). Bunun üzerine tercümeyi tamamlama görevi kendisine verilen Kâmil Miras III. cildi gözden geçirip yayımlamış, geri kalan kısmın neşri 1948'de tamamlanmıştır (III. ciltte-kiler dâhil Ahmed Naim'in tercüme ettiği hadis sayısı 589'dur; ancak bazı hadisler birleştirilerek verildiğinden bu sayı neşirde 574 olarak görünür). Mücteba Uğur ve Cemal Sofuoğlu tarafından Tecrid Tercemesi'ne dair bir kılavuz hazırlanmıştır (Ankara 1975, et-Tecridüs Sarih'le birlikte).
-
İbn Kasım el-Gazzi,