Kitap Delailül Hayrat Şerhi Kara Davut - Delaili Hayrat Tercümesi
Yazar Abdullah Muhammed B. Süleyman Cezuli
Tercüme Abdullah Aydın
Yayınevi Ferah Yayıncılık
Kağıt - Cilt Şamua kağıt - Ciltli
Sayfa - Ebat 976 sayfa - 17x24 cm
Yayın Yılı 2020 SON BASKI , Yeni Dizgi, Arapça metinler bilgisayar hatlı yeni baskı
Abdullah Muhammed B. Süleyman Cezuli tarafından yazılan Delailül Hayrat Şerhi Kara Davut Delaili Hayrat Tercümesi adlı kitabı incelemektesiniz.
Delailül Hayrat Şerhi Kara Davut Tercümesi kitabı hakkında yorumları okuyup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satışı hakkında bilgiyi aşağıda geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
Delailül Hayrat Şerhi Kara Davut
ÖNSÖZ
Hamd ve şükür, bütün varlıkların yaratıcısı, sonsuz, gücün sahibi olan Mutlak Hâkim Allah-u Teâla'ya mahsustur.
Salât ve selâm, O Kadir-i Zül Celâl'in tüm mahlukat arasından seçip kendine habib kıldığı, alemlere rahmet olarak gönderdiği Hz. Muhammed (SA.V)'in üzerine ve tüm peygamberlerle aydınlık hak yolunun yürekten bağlısı olan müminlerin üzerine olsun.
Hepimizce malumdur ki ülkemiz insanlarında İslami şuur artık uyanmaya başlamıştır. Olgun, aklı başında olan herkes, kendine "İnsan neden dünyaya gönderilmiştir?" sorusunu sormakta, neticede cevabını bulmaktadır.
İnsan gerçeğini öğrenen olgun kişi, bundan sonra kendisini Allah'a yaklaştıracak amellerde bulunmak için gereken ilmi taleb eder. Bu hususlardaki bilgi açığını gidermek arzusu, onu büyük bir şevkle ilim öğrenmeye iter.
İşte bu yüzdendir ki ülkemizde son yıllarda yayıncılığın hacmi oldukça genişlemiş, tabii olarak da her konuda eserler neşretme yarışı verilmektedir.
Okuyucularına her şeyin en iyisini veren " İstanbul Kitabevi " olarak bu sefer de " DELAİL-İ HAYRAT KARA DAVUD " isimli eseri neşretmekle ilmi bir hizmette daha bulunmuştur. Haklı olarak iddiada bulunuyoruz ki, değerli yazar mütercim Abdullah Aydın'ın türkçe diline çevirdiği bu eserimiz, benzerlerinden daha üstündür. Gerek üslub, gerek tertib ve tanzim bakımından.
İçeriği tamamen Salâvat-ı şerifelere ve dualara dayanan bu değerli eser, aynı zamanda bir tarih hazinesidir. Kara davud şerhi.
Kaynak bir eser olan bu kitabın yazan merhum Cezüli Hazretleri (Allah rahmet eylesin; ilim ve takvada emsalsiz, devrinin olan büyük bir islam alimidir. Hz. Ali'nin soyundan gelen bu büyük alimin eserini bir çok ilim adamı şerhetmiştir. Bu şerhler arasında en tanınmış olanı Kara Davud Efendinin şerhidir.
Kara Davud Efendi, Kanuni Sultan Süleyman 11520 - 1566) devrinde yaşamış büyük bir İslâm alimidir.
Kara Davud Efendi, kitabın adını " Muvaffik'ul Hayrat Li Neyl'il - Berekat Fi Hizmeti Menbais - Saadat " Yani ( Saadet Kaynağı Olan Resulullaha Hizmet Etmekle Bereketlere Nail Olmak Yolunda Başarıya Eriştiren Kitab ) vermiştir.
İsminin uzunluğundan ötürü, söylenmesi zor olduğundan gerek ilim ehli gerekse halk arasında bu eser, şerh eden Zatın adı ile anılmış ve tanınmıştır.( Kara Davut şerhi )
Eserin değerini ve üstün faydalarını anlatmayı gerek görmüyorum. Çünkü eser okunduğunda, okuyucu, bunun değerini anlayacak ve çokça istifade edecektir.
Bu eserin de diğer eserler gibi okuyucularımıza faydalı olmasını Allahu Teala dan niyaz ederim.
Allahu Teala, manevi değeri büyük olan bu eseri cümlemize hayırlı eylesin.
Allah'ın rahmeti ve inayeti tüm müslümanların üzerine olsun.
Münire Aydın
Delail-i Hayrat Şerhi
HAYATI
Kara Davut Efendi, Fas'lı Şeyh Abdullah Muhammed bin Süleyman Cezuli efendi tarafından yazılmış bir dua kitabı olan Delail-i Hayrat'ı uzun incelemelerden sonra şerh edip yazmıştır.
Kara Davut Efendi, Osmanlı fütuhat devrinin ünlü kişilerindendi. İzmit'te doğduğu için, İzmitî adıyla anılan Kara Davut, devrinin büyük alimleri olan Mevlana Lütfi ve Müeyyedezade'den ders almıştır. Öğrendiği ilim sayesinde eşsiz alimler arasına girmiş ve böylece ardından kıyamete kadar sürecek ölümsüz bir isim bırakmıştır.
Kitabın aslını yukarıda belirttiğimiz gibi Şeyh Ebû Abdullah Muhammed Delâil'ul Hayrat ve Şevarık'ul Envar ( Hayırlara deliller ve parlayan nurlar ) ismiyle yazmıştı. Şeyh Ebu Abdullah Muhammed, İmam Hasan Hazretlerinin temiz soyundandı. Fas'ın Cezûli denilen yerinde doğmuştur. Hicret-i Nebî'nin 870 senesinde Rebiülevvel ayının altıncı günü zehirlenerek ölmüştü. Dünya hayatından ebedi ahiret âlemine göç ettiği zaman 12.000 (on iki bin) kadar müridi vardı...
Osmanlı devrinde, islâm aleminin neresinde olunursa olunsun, büyük kitaplar yazıldığı zaman mesafeler, yollar, ne kadar uzak olursa olsun, gene de yakınlaşır ve bu kitaplar elden ele dolaşır, bütün Osmanlı imparatorluğuna yayılıp, sonunda da İstanbul'a gelirdi. İstanbul'u, Rumeli'yi aşar, elle yazılıp okunurdu. ( kara davut tercümesi )
Şeyh Abdullah Muhammed bin Süleyman Cezuli Efendi tarafından yazılan Delail'ul Hayrat ve Şevarık'ul Enver dua kitabı da Kanunî Sultan Süleyman'ın geniş topraklarına dağılmış, Hicrî onuncu yüzyıl, Milâdî on altıncı yüzyılın ortalarında bütün Türkiye'de yayılmıştı. Bu yazılı nüshalar rahleleri süslemiş, bazı dualar da hamaillere geçmişti. Bu ilerleme devrinde bilgi çok büyük bir ilerleme safhasında bulunuyordu, ibni Kemal gibi alimler Şeyhül İslamlıkta, Baki gibi şairler de edebiyat sultanlığında hüküm sürüyorlardı. Sinan gibi ebedî anıtlar yapıcıları yetiştirirken. Kara Davut Efendi Delail-i Hayrat Şerhi de müslümanlar arasında dilden dile dolaşıyordu. DELAİL-İ HAYRAT ŞERHİ
Kara Davut Efendi, bu cana yakın KARA lakabıyla halk arasında çok sevilen bir kimse idi. Kendileri Hicrî 948 (Milâdî 1514) yılında Bursa'da hayata gözlerini yumarken, belki de ardından ölümsüz bir isim bırakmanın ve ecir kazanmanın mutluluğu içinde ebedî hayata göç etmişti.
Hz. Allah, bu büyük zata rahmet eylesin.
Eserleri:
Kara Davut Efendi öldükten sonra Bursa'da Yıldırım semti civarında yaptırdığı caminin haziresine gömüldü. Baskıları eski harfler ve taş baskısı ile basılan Delail-i Hayrat kitabından başka, KASİDE-İ NUNİYE ŞERHİ adlı büyük bir kitabı daha vardır. Kara Davut Efendi, Viyana sınırlarına kadar tanıttığı Delail-i Hayrat kitabının büyük yazarı olan Şeyh Ebu Abdullah Muhammed hakkında önsözünde geniş yer vermektedir.
KARA DAVUT EFENDİNİN ÖNSÖZÜ
Rahman ve rahim olan Allah'ın adı ile...
«Peygamberine salâvat ve selâmların en güzelini gönderip, bize meleklerinin o peygambere (Hz. Muhammed'e) salât ve selâm gönderdiklerini bildiren Hz. Allah'a hamdolsun. Yine hamdolsun ki, insanlara ve müslüman olan cinlere, o Peygambere salât ve selâm getirmelerini emretmiştir. Resulullah efendimize salât ve selâm olsun. Ki, bizi salât ve selâm getirmeye emir buyurdu. Ona salât ve selâm'ın her çeşidini yapan âline ve ashabına da salât ve selâm olsun.»
Her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olan Hz. Allah, insan türünü tüm yaratılmışlardan daha keremli, akıllı, anlayışlı, ilim ve bilimde üstün kıldı. Kendisine, yükünde yardımcı olarak binekler ihsan edip, onu her şeyden yüce kılıp çeşitli güzel ve lezzetli nimetler' ihsan etti. Bunlardaki sır ve hikmetin, kendisini tevhid, birliğini tasdik ve çeşitli ibadetlerle kulluk olduğunu bildirdi.
Hz. Allah buyuruyor ki:
«Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet (kulluk) etsinler diye yarattım.» Zariyat , 56
Böylece Hz. Allah, ibadet çeşitleri arasında, dünya ve ahiretin haz ve azabından kurtulmaya, iki cihanda saadete ermeğe, Resulullah efendimize salât ve selâm ibadetinin her şeyden üstün olduğunu şu âyeti celile ile gösterdi:
Anlamı :
«Şüphesiz Allah ve melekleri o peygambere salât ederler. O halde ey iman edenler! Siz de ona salât ve selâm getirip gönülden tam bir teslimiyet içinde ona selâm verin.» Ahzab,56
Bu ayeti kerimeden ötürü, bütün ashab-ı kiram, büyük alimler ve mü'minler ona salât ve selâm getirdiler. Resulullah Efendimize intisap edip salâvatı gece gündüz dillerinden düşürmediler.
YAZAR ŞEYH EBU ABDULLAH MUHAMMED'İN HAYATINDAN BİRKAÇ KISSA
Şeyh, bir gün bir kuyubaşına vardı. Abdest almak için kuyudan su çekmek istedi. Ama kuyunun su çekecek kovası ya da aracı yoktu. Bu durum karşısında şaşa kalmış bir durumda dururken, aniden bir kızın yüksek yerden şaşkınlığına baktığını gördü.
Kız:
—Sen kimsin? Neden böyle etrafına şaşkın şaşkın bakarsın? diye sordu.
Şeyh, kızın kova getireceğini ümit ederek, durumunu anlattı. Abdest almak için, kovaya ihtiyacı olduğunu söyledi. Kız da ona:
—Bütün halk sizi hayır ve keramet ile öğerken, siz kalkmış burada kuyudan su çıkarmanın şaşkınlığı içinde durursunuz,» dedi ve aşağıya inerek kuyuya okuyup üfürdü.
Hz, Allah'ın izniyle kuyudan su çıkıp dışarıya taşmaya başladı. Şeyh de çıkan sudan abdestini aldı ve sonra kıza doğru dönüp bu keramete nail olmasının sebebini sordu. «Celâl ve ikram sahibi olan Hz. Allah adına sana yemin ederim ki, sen bu keramete hangi amel sebebi ile nail oldun? Bana bildir bunu.»
Kız, Şeyh'in bu ricası üzerine nail olduğu durumu şöyle bildirdi: «Ben, bu keramete Resulllah Efendimize bolca salâvat-ı Şerif getirmekle nail oldum?»
Şeyh Hazretleri kızın bu kerametinden şaşkınlığa döndüğü için. salâvat-ı Şerifeye büyük bir ilgi göstermişti. Öyle ki: «Hangi salâvat-ı Şerifeyi okusam acaba» diye düşünce ve endişelere daldı. O gece de bu düşünce ile gözüne uyku girmemişti. Şeyh bu düşünceler içinde düşünüp uyurken, gece ayın ondördü idi. Pırıl pırıl parlayan bir gece...
Gece yarısı olduğunda, şeyh bir de ne görsün, karısı yataktan çıkıp en güzel elbiselerine bürülü olduğu halde evden ayrılmıyor mu. Bunu gören şeyhi bir kıskançlık tuttu. Evden dışarı çıkıp karısını takip etmeye koyuldu.
Karısının deniz kıyısına doğru ilerlediğini gören Şeyh, birden karısının önünde ve arkasında ona bekçilik yapan arslanları görünce büyük bir hayrete düştü. Uzaktan takib ederek peşinden yürümeye başladı. Denizin ortasında ıssız ve küçük olan bir ada vardı. Aslanlar deniz kenarında yattı. Karısı da su üzerinde yürüyerek adaya vardı. Karısının abdest alıp da gece namazına durduğunu gördü. Bütün bu olanlar karşısında adeta şaşakalmıştı. Sonra karısı tekrar kıyıya gelip aslanların refekatinde geri döndü. Karısından önce eve gelen Şeyh uyur gibi yaparak karısının hallerini gözetledi. Karısı gelip soyundu, eski elbiselerini giyip döşeğe yattı.
Şeyh hazretleri karısının bu işi sadece bu gece mi yaptığını merak edip onu üç gece boyunca gözetledi. Ve gördü ki, karısı gerçekten her gece Allah'a böyle süslenip giyinerek denizin ortasındaki ıssız adada ibadet ve dua yapmakta, sonra yine geri dönmekte.
Üçüncü gecenin bitiminde hemen karısına bu sırrı kendisine anlatmasını söyledi. Karısı da «Siz benim bu sırrımı daha yeni mi öğrendiniz. Oysa ben, senelerdir bu işi hiç bıkmadan büyük bir gönül aşkı İle yapmaktayım. Bu benim artık adetim oldu. Her gece ıssız adaya gidip Allah'a dua ve niyazda bulunur, ibadet ederim,» dedi.
Bunun üzerine şeyh karısının bu keramete hangi sebeble erdiğini sordu. O da, Resulullah Efendimize bolca salâvat-ı şerif getirmekle bu keramete nail olduğunu anlattı. «İkrama nail olan, faziletli kılınan Resulullah Efendimize salâvat-ı şerif okumayı hiç bırakmayıp devam ettiğim için nail oldum, bu keramete. Salâvatların en güzeli, ve en kemallisi onun üzerine olsun» diyen karısına Şeyh Hazretleri: «Devam ettiğiniz bu salâvat-ı Şerif hangisidir?» diye sordu. Bu soruya kadın sükût edip cevap vermedi. Şeyh ısrar edince karısı,
Bu gece istihare edeyim. İzin olunursa cevap veririm ancak,» dedi. Sabah olduğunda karısı şeyh hazretlerine iznin verilmediğini, ancak bütün salâvat-ı şerifleri toplamasını söyledi. «Varsa onların içinde vardır,» dedi.
Bunun üzerine şeyh hemen işe girişip değerli kitaplardan, zama-nın büyük alimlerinden salâvat-ı şerifleri inceleyip topladı. Şeyh bu salâvat-ı şerifleri toplarken şu üç kaynaktan faydalandı:
a) Resulullah Efendimizin mübarek dilleriyle öğrettikleri salavat-ı şerifler.
b) Ashab-ı Kiram'ın getirdiği büyük bir saygı ve tekrimi bildiren mübarek salâvatlar.
c) Ulema-i Kiram'ın, şeyhlerin ve tarikat ulularının dillerinden düşürmedikleri mübarek salâvat-ı topladı. Güzel ve değerli bir kitap çıkardı orteya. Sonra da karısına okudu.
Karısı da: «Aradığın salâvat-ı şerif bunların birkaç yerinde vardır. Bu kitabı okumaya devam eden kimsenin Allah'ın rahmetine ereceği hiç şüphesizdir.» dedi.
Şeyh Hazretleri, bu kitabın ismini DELAİL-ÜL HAYRAT VE ŞEVARIK'UL ENVAR ( Hayırlara deliller ve parlayan nurlar ) koydu. Bu isim, gerçekten de verildiği esere çok uygundur.
Hz.Allah bu mübarek zatın çalışmasını şükrana lâyık, günahlarını affedip rahmetine nail eylesin. Amin!...
Şeyh Abdullah Muhammed Cezuli Hazretleri, Fas'tan çıkıp deniz kıyısındaki Esfa'ya gitti. İlimle, amelle ve müridlerinin terbiyesi ile uğraşıp, orada on dört sene kaldı. Ondan sonra oradan Fuğal diyarına geçti. Delail-i Hayrat kitabını orada da öğretip yaymaya başladı. Böylece yakın, uzak her yerden bir sürü insan gelip etrafında toplandı.
Kendisinden feyz alarak kemale erip irşada gücü yetenlerden 12165 (on iki bin yüz altmış beş) kadar müridi, kendisinden sonra da halkı irşada devam etmişlerdir. Şeyh hazretleri 1465 yılında son olarak ikamet ettiği bu Fugâl diyarında, sabah namazını birinci ya da ikinci rekâtının son secdesinde fani dünyaya gözlerini yumup ebedi ahiret hayatına göç etti. Belirttiğimiz gibi, onun ölümüne sebep olan Safi şehrindeki Valinin kendisini zehirletmesiydi.
Kur'an-ı Kerimde buyruluyor ki:
Anlamı:
«Biz Allah'dan geldik ve hiç şüphesiz yine ona döneceğiz.» Bakara sûresi; âyet: 155
Hz. Allah kabirlerini nurla doldursun ve ceza günü olan o günde hepimize şefaatlerini nasip eylesin. Amin!...
Şeyh Hazretleri öldükten sonra orada yaptırmış olduğu caminin İçine öğle namazından sonra defnolundu. Aradan yetmiş sene geçti. Kâfirler orayı muhasara edip ele geçirdi. Öyle ki oranın halkı artık her şeyden ümitlerini kesmişti. Bunun üzerine Şeyh'in müridlerinden olan bir zat -Biz şeyhimizin cesedini asla bırakmayız burada. Kemiklerini olsa dahi götürürüz islâm diyarına,» diyerek kabrini açtı. Cesedi açıp baktıklarında, Şeyh Hazretlerinin cesetlerinin çürümediğini, ölümünde olduğu gibi hiç bir değişime uğramadığını gördü.
Hatta onu sevenlerden biri parmağını Şeyh'in alnına bastırdığında, kan dağılmış, parmağını kaldırdığında ise kan toplanmıştı. Tıpkı bir canlı gibiydi. Bu olayı gören halk, büyük bir hayrete düşmüştü. Böylece cesedini alıp Fas'ın büyük şehirlerinden olan Merakeş'e defnettiler. Her yönden gelen halk, onun türbesini ziyaret edip mübarek vücudunun kokusunu misk gibi koklayarak kabrinin etrafında dua ve zikirler ile birlikte Delâil-i Hayrat okuyup kendisine hürmet ediyorlar. O mübarek türbelerindeki misk gibi koku hâlâ devam edip eksilmemistir. Bu ziyaret edenlerce çok iyi bilinir.
Delâil-i Hayrat kitabının ne büyük faydaları olduğu herkesçe bilindiği için bir çok sahifelerini dua ve zikir edinmişlerdir. Her ne kadar mezhebimizin büyük kurucusu olan İmam-ı Azam Ebu Hanife'nin mezhebinde okunan dua ve zikirlerin anlamlarını bilmek şart değilse de, bunları doğru bir şekilde okumanın ne büyük faydaları, ecir ve sevapları olduğu malumdur. Okunan dua ve zikirlerin manalarını bilmek ise çok daha faydalıdır. Aynı zamanda daha çok ecir ve sevabı gerektirir. Bu da çok görülmüştür.
İşte bütün bunlardan dolayı, o zat bile, bu kitabı Türk dili ile kısaca açıklayarak Resulullah Efendimize bağlılık ve ona hizmeti murad etti. Oysa bu hizmette, ben aciz kulun gücü, yetkisi, ancak Allah'ın yardım ve ihsan, ile bu kitaba “TEVFİK-İ MUVAFFIKIL HAYRAT Lİ-NEYL-İL BEREKET Fİ HİZMETİ MENBAİS SAADET» (Saadet kaynağı olan sevgili peygamber efendimize hizmet ederek bereketlere nail olmak yolunda başarıya ulaştıran kitap) ismi verildi (1).
(1) Şerhi yapan zat aslında büyük bir zattır. Onun kendisini yukarıdaki cümlelerde küçük düşürmesinin nedeni, tevazusundan ileri gelmektedir.
Amin! Ey herkese elini uzatan Allah'ım!...
YAZAR ŞEYH ABDULLAH MUHAMMED'İN HAYATI
Zamanının eşsiz kişisi, ilim ve takvada benzersiz, zehidlikte önder olan, kendisine uyulan Muhammed bin Abdurrahman bin Ebu Bekir bin Suleyman Cezûli Hazretlerinin mübarek künyeleri EBU ABDULLAH idi. Halk arasında çok sevilen Şeyh Ebu Abdullah soylu ve asalet sahibi bir kimseydi. İmam Hasan'ın temiz soyundan gelen Ebu Abdullah önce Cezul de sonra da Sembâl diyarında ilim öğretip ders okuturdu Dualar, makbul olan bu mübarek zat, ayn, zamanda kerametlerde de bulunurdu Daha sonra Fasa gelip orada halka doğru yolu göstermek için çalıştı, butun ömrünü insanlara ilim öğretmekle geçirdi. Fas'da bulunması sebebiyle El-Fasi lâkabını aldı.
Hz. Allah, bu mübarek zata rahmet eylesin.
Şeyh Ebu Abdullah, babasının ve büyük babasının isimlerinde ittifak bulunmamasına rağmen, bütün tarikat müessisleri gibi, peygamber neslinden gelmiştir. Şeyh Ebu Abdullah. Atlas Okyanusu ile Sahra Atlasları ve Ved Der'a arasında bulunan Fas'ın Gezile Berberi kabilesinden olup Sus’ta doğmuştur.
Memleketinde az çok tahsil gördükten sonra, Fas şehrine giderek Şeffarin medresesine girmiştir.Medresede ilim öğrendiği y.llarda kalmış, olduğu oda hâlâ ziyaretçilere gösterilir. Şeyh kabilesine döndükken sonra Şimali Fas'a gitmek zorunda kalır. Çünkü, iki kabile arasında geçen kanlı bir çarpışmada kavga esnasında ölen bir adamın kendiler, tarafından öldürülmediğini her iki kabile de iddia etmişlerdi. Her iki taraf da bu konuda öylesine şiddetli münakaşa ediyorlardı, ki aralarında yeni bir çarpışma başlamak üzere idi. Bu sırada oraya gelen Şeyh yeniden kan dökülmesini önlemek için, o adamı kendisinin öldürdüğünü söyler. Bu gibi hallerde, katilin, kabile sınırından dışarıya atılması gelenek olduğundan, Şeyh Abdullah’ı aralarından çıkardılar. O da Tanca’ya gitti. Oradan da doğuya geçerek kâh Mekke, kâh Medine, kâh Kudüs'de kırk sene müddetle dolaşıp durdu. Sonra tekrar Fas'a döndü.
Fas'a bu ikinci gelişinde Elkeveriyin kütüphanesindeki kitapların yardımı ile birkaç kilometre güney batısında Tit şehrinde bulunan Şerif Ebu Abdullah Muhammed b. Amgar'ın tavsiyesi ile Şaziliye tarikatına girdi. Bundan sonra gerçek aşka nail olmak için 14 sene müddetince bir köşeye çekilip kendisini tamamıyle Allah'a verdi. İnzivadan çıktıktan sonra Safi şehrine yerleşti. Kurduğu tarikatına kısa zamanda birçok kimse girdi. Onun tarikatına girenler öylesine çoğaldı ki. oranın valisi onu uzaklaştırıp sürgün etti. Bunun üzerine Şeyh Ebu Abdullah Rabbine dua edip gazabını niyaz eyledi. Nitekim gerçekten de Fas kırk sene Portekizlilerin eline geçip uzun yıllar egemenliği altında yaşadı. Hatta Vali bir gün Fatimilerden çıkacağı beklenilen Mehdi’nin bu adam olduğuna hükmederek Şeyh Ebu Abdullah Muhammed'i zehirletmişti. Böylece bu büyük alim, 25 Haziran ile 24 Temmuz arası 1465 yılında vefat etti. Onun ölüm yılı bazılarıma 1467, bazılarınca da 1468 ya da 1470 olarak kabul edilmektedir.
Müridlerinden biri olup El Seyyaf namı ile maruf bulunan ve kendisini âdeta bir peygamber saydıran Amr bin Süleyman el-Şeyzemi, şeyhinin intikamını almaya kalktı. Mürşidinin cesedini bir tabuta koyarak kıyam bayrağını açtı. Tam 20 sene mürşidinin cesedini yanında gezdirerek, Sus havalisini ateşe verdi ve kana boyadı. Cesedi her akşam El Ribat adını verdiği bir yere koyardı. Buranın etrafını muhafızlar sarar, içj zeytinyağı dolu bir fıçıya batırılmış insan gövdesi kalınlığında bir fitil sabaha kadar yanarak orayı tenvir ederdi. Amr Al-Seyyaf 890 (18 kânun II. 1485 - 6 kânun II. 1486) senesinde öldürülmüştür. Bunun üzerine şeyhin cesedi Haya diyarında Efgal veya Efugal adı ile tanınan bir yere gömüldü. 77 sene sonra, El-A'rec (Topal) lakabı ile maruf Sultan Ebu Abbas Ahmed'in Merakeş'e girdiği esnada siyasî bir maksada matuf olması muhtemel bir emir ile şeyhinin..cesedi yanında medfun bulunan Sultanın babasının cesedi ile beraber, kabirlerinden çıkarılarak tabutlara konulmuş ve Merakeş'e nakledilerek orada bir türbeye defnedilmiştir.
Rivayete göre şeyhin cesedi mezarından çıkarıldığı vakit daha yeni ölmüş gibiymiş.Tasavvuftaki gayet vasi malûmatından başka şeyh Cezuli fıkıhta da âlim idi. Ve İbn El-Hâcib'in Mudevvenne'si ile El-Muhtasar-il Fer'îsini ezbere bilirdi.
Tasavvufa müteallik birçok kitaplardan ancak şunlar biliniyor: Delailü'l-Hayrat ve Şevarıkı'l - Envar fi Zikr el-Salat, Ale'en-nebi el-Muhtar (Peygamberi tebcil için yazılmıştır). Bu eser müteaddid tabılar ile Mısır (Kahire) de, İstanbul'da ve 1842'de Petersburg'da neşrolunmuştur.
Şeyh Cezuli, Şaziliyenin Cezûliye kolu denilen bir tarikat tesis etmiştir ki bunun sâlikleri gündüzleri 14.000 defa Besmele, 2 defa Delaili Hayrat ve geceleri de bir defa Delâil-i Hayrat ile Kur'ân'ın dörtte birini okumayı kendilerine görev edinmişlerdir.
Hz. Allah, bu büyük zata rahmet eylesin.
KONU : BESMELE-İ ŞERİF
«Bismillahirrahmanirrahim»
(Rahim va Rahman olan Allah'ın adı İle...)
Merhum yazar, eserine Kur'anın ve peygamberin emirlerine göre hareket edip Besmele-i Şerif ile başladı.
BİSMİLLAHİ
Anlamı:
Allah'ın adı ile. (Yani bu, Allah'ın adı ile okumaya başlıyorum)
RAHMAN: Öylesine şanı yüce olan bir Allah ki, dünya aleminde mû'min, kafir va bütün yaratıklarını çeşitli nimetleri ile nimetlendirdi.
RAHİM : Öylesine şanı yüce olan bir Allah ki; ahiret âleminde ancak mü'min kullarına affvu mağfirette bulunup rahmetiyle muamele edecektir.
Besmelenin özellikleri:
Besmelenin özellikleri çoktur. Bunlardan ancak bir kaçını verebileceğiz:
a) Besmelenin harfleri on dokuz tanedir. Cehennem zebanileri de on dokuz tanedir: Buna göre, Besmeleye devam edenleri Hz. Allah cehennemin zebanilerinden emin kılar.
b) Gece ve gündüz yirmi dört saattir. Beş vakit namaz onun beş saatine denk gelip, kalan on dokuz saatine de, bu on dokuz harf eşit olur.
Bu yüzden beş vakit namazını eda ettikten sonra her iyi olan işin başında besmele okumaya devam eden kimse, sanki bütün vaktini ibadetle geçirmişçesine sevap kazanır.
c) Günahlar dört çeşittir:
1) Gece günahı,
2) Gündüz günahı,
3) Gizli günâh,
4) Açık günah.
Besmele de dört kelimedir. Dolayısıyla, mü'min bir kimse, samimi bir kalble inanarak besmeleyi söylerse, Hz. Allah, onun bütün günahlarını affeder.
Kısacası, hangi işe besmele ile başlanırsa, o işte hayır, bereket ve kolaylık hasıl olur. O işten asla bir zarar gelmez.
Hikâye: BESMELE HÜRMETİNE
Dini bütün müslümanlardan birinin fasık ve her zaman içki içip sarhoş gezen bir kardeşi vardı. Dindar genç, kardeşini ıslah etmek için her ne kadar nasihat ettiyse, gene de söz dinletemedi.
Bir gün kardeşi, sarhoş olduğu halde ağabeyisinin yanına geldi. Ağabeyi onu öyle sarhoş bir halde görünce, tahammül edemeyip azarladı ve ağzına gelen her şeyi ona söyledi. Kardeşi ağabeysinin kendisine söylemiş olduğu o ağır sözlere dayanamayıp ağladı, sonra da çekip gitti. Sonradan ağabeysi, işitti ki, kardeşi yıkanmak maksadıyla girdiği ırmakta boğulup ölmüştü. Bunun üzerine kardeşini alıp kabrine defnetti. Ve o -gece kardeşini rüyada gördüğünde, onun yüzü ayın on dördü gibi parlaktı.
Buna hayret eden ağabeyi ona sordu ki: «Ey kardeşim! Sen ki, hep içki içip sarhoş gezerdin. Dünyadaki senin bu halin, bunun olmamasını gerekirdi. Sen buna nasıl vasıl oldun?»
Kardeşi:
-Ey ağabey! Sen beni o gün azarladıktan sonra, dayanamadım. İçimde bir eziklik hissettim. Öylesine pişman oldum ki, gusul edip baştan başa yıkanmak için, ırmağa giderken, yerde bir kâğıt gördüm.
Üzerinde Besmele-i Şerif yazılı. Hürmetle yerden alıp yuttum. Irmakta boğulup da defnolunduğum zaman. Münker ile Nekir sorgu melekleri yanıma geldiler. Ben onlara dedim ki: Siz, bana Hak Teâlâ Hazretlerrini soracaksınız. Oysa Onun mübarek ismi şerif-i benim içimdedir.»
Ben böyle söyledikten sonra bir nida geldi: «Ona sual sormayın. Hz. Allah onu affvu mağrifet eyledi.»
İşte gördüğünüz gibi, besmele-i şerif hürmetine insanoğlu ne kadar günahkâr olsa da, gene Hz. Allah onu af edip rahmetine almakta.
HİKAYE
İbadet ve taatinde devamlı olan bir kadın vardı.. Kocası münafık olan bu kadın, yapacağı her işte muhakkak Besmele-i Şerif getirirdi. -Rahman ve rahim olan Allah'ın adı ile...» ile diyerek getirdiği Besmele-i Şerif-e kocası çok kızardı. Ona derdi ki: «Sen bu sözü neden böylesine çok söylüyorsun.» Fakat hanımı ona «Benim bu söylemiş olduğum söz Besmele-i Şerifedir. Her işin başında getirilirse, o işte bereket ve hayır geiir. Ondan hiç bir zarar- görülmez.» dedi. Bunun üzerine kocası ona tekrar sordu: «O halde sen bunu ne zamana kadar söyleyeceksin.» Hanımı kocasının bu sorusuna «Ölünceye kadar» diye cevap verdi.
Karısı böyle söyledikten sonra kocası içinden «Madem öyle. Ben de sana öyle bir oyun edeyim ki, bir daha bunu söylemeye utanasın.» diye geçirdi ve koynundan para kesesini çıkarıp hanımına «Al şunu sakla» dedi.
Hanımı o keseyi alıp «Bİsmillahirrahmanirrahim» diyerek sandığa koydu. Aradan biraz zaman geçtikten sonra kocası kadına «Sana verdiğim keseyi, getir.» dedi.
Kadında sandığın başına gidip «Bismillahirrahmanirrahim » diyerek sandığın kapağını açtı.Ve Hz. Allah, kadının inanaraktan samimi bir kalble söylemiş olduğu o mübarek söz hürmetine, kocanın gizliden alıp kuyuya attığı keseyi sandığa koydurmuştu. Böylece kadın elini sandığa koyup keseyi aldığı zaman, kese ıslak bir haldeydi.
Bundan ötürü kadın kocasına: «Benim sandığıma nerden su girmiş. Kese ıslanmış.» dedi. Kocası bu olay karşısında şaşkınlığa döndü.
«Çıkar bakayım.» dedi. Kadın da Besmele çekip keseyi çıkardı. Keseden hâlâ suların damladığını gören koca, böyle bir keramet karşısında kalbindeki münafıklığın bütün kirlerinden temizlenip samimi bir kalble tamamiyle mümin oldu. Hanımına şöyle dedi:
«Ey Hatun! Allah senden razı olsun. O keseyi ben, atmıştım kuyuya. Seni mahcup edip utandırmak için yaptım bunu. Fakat Hz. Allah, okuduğun o besmele-i şerifler hürmetine seni mahcup etmedi. Keseyi kuyudan çıkarıp sandıktaki yerine iade etti. Seni dünyada mahcup etmeyen Hz. Allah, ahirette de hiç şüphesiz mahcup etmeyecektir. Ben gafillerdendim. Allah'ın lütfuna ve hidayetine mazhar olup doğru yolu buldum.»
Bir kimse, helaya girmek istediği zaman. Besmele-i şerif çekerse. Hz. Allah, cinlerin gözüne perde gerip onların, o kimsenin avrat yerini görmesine engel olur.
Hz, Allah Musa Aleyhisselam'a şöyle vahyetti: «Ey Musa! Ben, gerçekten Muhammed ümmetine üç isimle ikramda bulundum. Öyle bir ikramı hiç bir kimseye yapmadım. Eğer Muhammed ümmeti bana bu üç isimle dua ederse, hiç şüphesiz Ben, onların dualarım kabul buyururum.
Musa Aleyhisselam sordu:
Ya Rabbi Nelerdir o üç isim?
-BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM kelimeleridir diyerek buyurdu.
Bundan sonra Musa Aleyhisselam Hz. Allah'ın Muhammet ümmetine edeceği ikramı kendi ashabına bildirdi. Onların içlerinden birisi kör idi. İşte âmâ olan o kimse, bu haberi işittiğinde Yüce Allah'a yalvarıp dedi ki:
— Ya Rabbi! Muhammet ümmetine ikram buyurduğun o üç ismi şerif hürmetine benim görmeyen bu gözlerimi aç. Görmeyi ihsan eyle bana Ya Rabbi!
Hz. Allah, bu ismi şerif hürmetine iki gözü görmeyen o kimsenin gözlerini açtı.
Bir menfaati kendine çekmek, ya da bir zarardan kurtulmak gibi işinin yolunda gitmesini isteyen kimse, her gününde yedi yüz seksen altı defa olmak üzere yedi gün Besmele-i Şerif getirirse, o kimse Allah'ın izniyle gayesine erişir.
Yine bir kimse gece uyuyacağı zaman, yirmi bir kere «Rahman ve Rahim olan Allah’ın adı ile..» diyerek Besmele-i Şerif getirerek yatarsa, o kimse, o gece şeytanın kötülük ve zararlarından emin olur ve hırsızın şerrinden ve ateşe tutuşmaktan kurtulur.
Ve Sara tutulmuş bir kimsenin kulağına kırk bir kere Besmele-i şerif okunulursa, o kimse Allah'ın izniyle o anda şifaya kavuşur.
Bir kimse, önemli bir dileği için an gün süre ile Besmele-i Şerif ile birlikte;
«Bismillahirrahmanirrahim,
«Rahim ve rahman olan Allah'ın adı ile... Hz. Allah kudreti İle dilediği her şeyi yerine getirir. İzzeti, İstediği hükmü verir.» deyip dua ederse, Allah'ın izni ile muradına nail olur.
Bütün bu anlatılan hadiseler, Besmele-i Şerifenin gerçek faziletimi ve önemini gösterir. ( delailül hayrat, mütercim, kara davut, kara davud şerhi, Ferah Yayınları, kara davut kitabı, Kara Davut, delailül hayrat, Abdullah Aydın, delailül hayrat tercümesi, kara davud tercümesi, aydın yayınları, delaili hayrat, salavatı şerifeler )
Abdullah Muhammed B. Süleyman Cezuli tarafından yazılan Delailül Hayrat Şerhi Kara Davut Tercümesi adlı kitabı inceled iniz.