Stoktan kargo
Kitap Fesleğen
Yazar Hikmet Anıl Öztekin
Yayınevi Hayy Kitap
Etiket Fiyatı 24 TL
Kağıt Cilt 2.Hamur, Karton Cilt
Sayfa Ebat 216 sayfa, 13.5x21 cm
Yayın Yılı 2018
ISBN 9789752477018
Hayy yayınları Fesleğen kitabını incelemektesiniz.
Hikmet Anıl Öztekin Fesleğen kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
Fesleğen
'Bir' olana meftun o kızın hikayesi...
Merhaba ben Fesleğen
Kalemimi kağıdımı hazırladım ve küçük bir yüreğin içine sığabilecek ne varsa anlatacağım. Doğduğu topraklardan uzakta bir yerde güneş görmeye çalışan küçük bir fidan görürseniz bir gün sulayın olur mu? Yağan yağmur ancak gözyaşlarına yetebilir çünkü. Yeni yeşermiş bir fidanın bir Allah dostundan başka neyi olabilir ki. Sevin onu olur mu?
Ve lütfen sevenleri ayırmayın olur mu?
Fesleğen ile Seyyah’ın son kitabı bu. Hikmet Anıl Öztekin, “Çok acı çektim. Derdi dünya olmayan insanlar için yazdım bu satırları,” diyor ve ekliyor: ”
‘Bir’ olanın rızasından, insanlara Allah sevgisini anlatmaktan ve duanızdan başka hiçbir derdim yoktur bu dünyada. Ruh sevgiliye, beden toprağa kavuştuğunda ‘iyi yazardı’ değil ‘iyi severdi’ deyin bana.”
Hüznün, zarafetin, gözyaşlarının, kocaman yüreklerin inceliklerle örülmüş hikâyesi bu. İlahi aşkla hemhal olanların, hayatın yanlış tarafında duracağına, hep yalnız tarafında durmayı tercih edenlerin, helal dairesinde kalmak için acılara seve seve katlananların masum duası bu…
Siz de dua edin Fesleğen ve Seyyah için… Bir an önce kavuşmaları için… Vuslat hasreti çekenlerle dertdaş olup Allah için şu soruyu sorun kendinize: “Sevdiğinize son bir cümle söyleme fırsatınız olsaydı, o cümle ne olurdu?”
Biriktirir biriktirir dururdum içimde.
Sanki bir gün biri gelip tamamlayacakmış gibi...
Az evvel Konya.
Sadece dilim değil, bütün hücrelerim ayrı ayrı "şükür" dedi.
İşte şimdi gök mavi.
İşte şimdi ölsem de, her şey tam gibi.
İşte şimdi o gün durdurduğum yaşım saymaya başlayabilirdi.
2 yıl öncesi.
Gönlünde açılmış yarası olanlar beni anlayacaktır. Sanki bir ipekböceğinin küçük, sıkışık yuvasından gökyüzüne bakıyorum. Bulutlar buradan pembe gözüküyor. Zaten sevince her şeyin rengi değişebiliyor. Yıldızlar bulutlardan daha da yakın. Her birine bir isim taktım. Onlar da beni Fesleğen diye çağırıyorlar, tıpkı onun çağırdığı gibi. Tebessüm ediyorlar. Belki sadece bana değil, seven herkese, ama ben üzerime alıyorum.
Bahçemizdeki küçük tırtıl aklıma geldi. Çıplak ayaklarımla çimenlerin üzerinde geçti çocukluğum. Köy evimizin büyükçe bir bahçesi vardı. Ya da büyükçe bir bahçede kurulu bir köyümüz demeliyim. Köy işte, her yer bahçeydi. Ne zaman tasavvur etsem o günleri, aklıma sanki kokusuyla köyü büyülemekle görevlendirilmiş ıhlamur ağacı gelir.
Her akşam babam eve geldiğinde kucağına atlar, bilmeden üzerine bastığım karıncalar için ağlardım. Babamın kucağı dünyanın en rahat yeriydi. 8 yaşında yanakları al al bir kızdım. Babam mı dünya mı deseler, babam derdim.
Babamla bir anlaşmamız vardı, o bana her akşam bir çikolata getirir ben de ona bahçede gördüğüm böcekleri anlatırdım. Burnu pembe olan tırtılı anlattığımdan beri bana güler. 18 yaşındayım, 10 senedir muhabbetini yapıyoruz. Ve o tırtılı bir daha hiç görmedim. Zaten görsem kolundan tutup babama getireceğim.
Velhasıl küçük bir kızken tırtılları ve filleri çok severdim. Babam bana üzerinde tırtıl ve fil resimleri olan bir pijama almıştı. Pijamaya sığsın diye tırtılla filin boyları aynıydı, görünce gülesim gelmişti. Bir de gamzelerim vardı. Biri sağ, biri sol yanağımda. Bebekken yağmurlu bir günde çok susamış yeşil bir kelebek konmuş yanağıma. Beni korkutmadan yanağımdaki damlalardan su içmiş. Yanağımdaki çukurlar da gözlerimdeki yeşiller de o kelebekten kalmış, böyle derdi babam.
Buna o zamanlar inanmıştım ama bir tırtılın, uslu durursa kelebek olacağına inanmam vakit almıştı. Kelebek olmak için değil, içimden geldiği için usluymuşum ben. Büyümüş de küçülmüş dedikleri küçük hanımlardanmışım. Babamın kitaplarını koklamayı, önceleri bol resimli sonraları da bol yazılı kitapları sevmişim. Babamın küçük kitapçısı benim en büyük oyun alanımdı. Kitapları dikkatlice üst üste koyup ev yapar, içine de bir anne, bir baba, bir de çocuk çizermişim.
Evet, fil ve tırtıl. Alakasız seçimler gibi gözükebilir ama bence ikisi de alanının en tatlı şeyleri. Orta boylar içinde de güvercinler tabii. Babamın camiye gittiğini gördüğümde peşinden gider ve babam namazı kılarken ben yarısını kılıp cami avlusundaki güvercinlerle oynardım. O yaşlarda annem izin vermişti bana yarım vakit namaz kılmaya, yarım gün oruç tutmaya. Küçükken her şeye böyle yarım yarım başlayıp iki kişilik bir sevdaya tutulunca afalladım işte.
Gitmek, en kolayını seçmek miydi yoksa en zorunu mu? Şimdiye kadar hiçbir tırtıl bir file âşık olmuş mudur? Ya da hiçbir fil, kendisine âşık olan bir tırtılın yuvasını ezmiş midir?
İçim kelebekli, aklım karışık, gözlerim hüzünden başka bir şeye bakmaya namüsait. Olsun, belki de inanmak lazım. Belki de imtihan olan sabır dedikleri budur. Belki bir gün bir mucize olur. Mucizeler zaten hep olurdu, yoksa tırtıllar fillerin yaşadığı bu dünyada nasıl yaşardı?
* * *
On dokuz derece. Bu güneşin ufuktan ne kadar aşağıya geldiğinde gecenin bittiğini gösteren açıdır. Güneş ufuktan eksi on dokuz dereceye geldiğinde tan hadisesi olur ve artık gece bitmiştir.
Beni dünyaya hazırlayan adam, önce işe sabahlardan başlamıştı. Evet, ibadetin en zoru belki de ama gününe en güzel tadı bırakandır aynı zamanda. O gün hiçbir şey hatırla-masan, herkes uyurken kıldığın o namazı hatırlarsın. Böyle olunca da tespih taneleri gibi sayabilirsin günlerini. Öyle akıp gitmez vakit, "bugün ne
yaptın" dediklerinde anlatıve-rirsin bir bir, kontrolünde olur her şey. Hem sabah namazlarından sonra dua eden küçük kızların duasını Allah hiç geri çevirmezmiş.
İnsan en çok da sevdiğinin hatırına alışırmış bir şeylere. Bize lazım olan şey neydi? Sevmekti. Dünya ilerledikçe peyderpey bilgi, ilim, okullar, öğrenciler, öğretmenler, fabrikalar, her şeyin sayısı artıyor da neyin sayısı azalıyor? Sevginin. Bize korku değil sevgi lazım kardeşlerim. Ve sabah namazlarına bizi kaldıracak şey korku değil, sevgidir.
Babamın güzel cümleleri geliverdi aklıma:
"Akşamları o günün bereketinden herkes dua eder zaten kızım. Önemli olan gün başlamadan, elinde bir şey yokken dua etmektir. Ben seni hiç üzdüm mü kızım?"
"Hayır baba."
"O zaman Allah seni hiç üzer mi kızım?"
Herkesin çocukluktan hatırladığı merakları vardır. Babamın beni omuzlarına alınca nasıl dengede durabildiğini çok merak ederdim. Onun omuzlarına çıkınca o kadar yüksekte kalırdım ki, ya ben de bu kadar büyüyünce dengede kalamaz, düşer durursam endişesini taşırdım.
Çocukken en merak ettiğim şeylerden biri, o horoz nasıl olur da saati bilip bağırıyordu? Nasıl oluyordu da hiç uykuya dalıp unutmuyordu?
"Onların saatleri var kızım."
"Nasıl, saatleri evlerinde mi?" "Hayır, hisleri var, Allah her gün insanları uyandırsın diye aynı saatte onlara his verir, onlar da hadi kalkın Allah için çalışın diye insanlara seslenir."
"Sen horozların dediklerini anlıyor musun baba?"
"Bazen lisanını bilmesen de anlarsın güzel kızım. Konuşmak anlaşılmayı kısıtlar, horozlar da sesleriyle değil seslerindeki hâl ile anlatırlar. Büyüyünce ne demek istediğimi anlayacaksın güzel kızım."
"O zaman herkes evine horoz alsa da herkes sabah namazına kalksa baba."
"Benim akıllı kızım, insanın kalbindeki horoz ötmedi mi evindeki horoz fayda etmez."
Herkesin hayatında güvendiği, sığındığı biri vardır. Güzel günlerini ilk paylaştığı, zor günlerinde de imdadına yetişen kişi. Bunu okurken aklına gelen o ilk insan var ya, işte onun gibi biri. Bu nazenin kızın hayatındaki "o kişi" de babasıydı.
Işık gibidir. Takıldığın konuda geç karşısına ve aydınlanmayı bekle. Öyle güzel bir adamdı ki! Kötü hissettiğimde, arkadaşlarımla anlaşamadığımda, küçükken canım çikolata çektiğinde yanımda olan, en güçlü kahramanlardan bile daha büyük kahraman, bir türkü melodisi, tam boğulmak üzereyken seni gelip kurtaran kıyıdır benim babam.
Bayram sabahlarında annemle birlikte öptüğümüz ilk el, gündüz kaybolan oyuncaklarımı kollarında uyurken unuttuğum adam, kışın üşüttüğümde saçlarımı okşamasıyla ateşimi düşüren, dünyadaki her şeyi bilen, bana Allah'ı anlatan, Konya'da kırmızı kapılı dergâhtan giren herkesin gözlerini açan adamdır benim babam.
Soluklaşmış bu dünyaya renk katan, düşüp dizimi kanattığımda öperek hemen geçiren, annemin karnındayken sesini dinlediğim, bugüne kadar beni hiç üzmemiş, dünyayı katlanılabilir kılan, iyiliğin, huzurun, güvenin sembolü, babam.
"Baba seni öyle çok seviyorum ki başka birini sevecek yer kalmadı bende" demiştim.
"Babalık yerini ben doldurdum belki ama her insanın kalbinde açılmayı bekleyen bir sevda kapısı vardır. Vakti geldiğinde o anahtara sahip kişi gelip orayı açacaktır kızım" demişti.
"Hıh, ben babamı kimselere değişmem ki" desem de, babamın bu konuda da haklı olduğunu yıllar sonra anlayacaktım...
* * *
"Hadi kızım kalk" sesini duymadan birkaç saniye önce uyanmaya o kadar alıştım ki. Bugün de aynısı oldu. Önce gözlerim açıldı sonra kapı.
Sabah namazından sonra iki saat uyurduk. Sonra başlardık güne. Ben okula giderdim, annem de ev işlerine koyulmaya. Babam da küçük, tatlı kitapçısına. Evet, kitaplardan lezzet alanların her pazar günü içinde bulunmak ve kaybolmak isteyeceği o sahaflardan. Ayakları biraz rahatsız, çok ayakta durmaması gerekiyor, bundan dolayı pek gidemiyor artık. Amcama verdi anahtarı, bazen kuzenlerim bazen amcam, sahip çıkıyoruz babamın emanetine. Kitap ticaretinin yapıldığı yer değil, kitaplardaki saklı insanların güzel insanlarla buluşma yeriydi bizim sahafımız.
Mahallemizde birkaç hane, akrabalık olmamasına rağmen çok iç içeydik. Hemen her gün bizden eksik olmazlardı. Amcam ikinci babam gibiydi ve adı da yüzü gibi tertemizdi. 'Cennet' derlerdi amcama yalnızca lakabı değildi, nüfus cüzdanında da o yazardı. Çok babayani bir adamdı.
Ama maalesef kızlarıyla çok iyi anlaşamazdım. Ailelerle çocukların zıtlıklarına rast gelmişsinizdir. Bir söz vardır hani, 'Zalimden âlim, âlimden zalim doğar' diye. Cennet amcam gibi ahireti için yaşayan birinin, nasıl böyle sadece dünya için yaşayan iki kızı vardı aklım almıyor.
Bu dünyada keyif alabildiğim tek şey babamın sohbetleri oldu. Böyle olunca, okula da isteksiz gider olmuştum. Okumayı çok seviyordum ama benimle okuyanları sevmiyordum. 18 yaşındaydım, benim yaşımdaki kızların muhabbetlerini bilirsiniz. Lüzumsuzca başkalarını çekiştirmekten, kıskanmaktan, kendilerini bir şey sanmaktan başka dertleri yoktu.
Belki çok klişe olacak ama kimse beni anlamıyor gibi gelirdi. Bir süre sonra esamesi okunmayacak, hatırlamayacakları meseleler üzerine kavgalar olur, yalanlar, dedikodular havada uçuşurdu. Evde gördüğüm edebi evde bırakıp onların yanında biraz onlara benzemek zorunda kalıyordum. Dışlıyorlardı güzel, temiz kalmaya çalışıp kendi fikirleri olanları.
Fırsat bulamıyoruz dökülmeye. Böyle beni anlayan birileri olunca anlatıveriyorum işte. Yoksa başımızı kaldırdığımız gibi yapmamız gereken şeyleri anlatıyor insanlar. Çok bunaldık hepimiz. Biliyorum, siz de anlatmak istiyorsunuz her şeyi. Çok bildiğinizden değil belki, içinizde tutamadığınızdan.
Biraz duygusal konuştuğumun farkındayım, bunda günlerdir içinde bulunduğum ve hayatımda ilk kez yaşayacağım o tuhaf hissin payı büyük. 18 yaşıma kadar dışına çıkmadığım güzel Konya'ma hoşça kal deyip İstanbul'a gidiyorum bugün.