Kerbela Şehitleri, Ermişlerin Bahçesi, Hadikatüs Süeda

Fiyat:
500,00 TL
İndirimli Fiyat (%39) :
305,00 TL
Kazancınız 195,00 TL
Havale / EFT:
295,85 TL
Aynı Gün Kargo

Kitap              Kerbela Şehitleri Ermişlerin Bahçesi Hadikatüs Süeda
Yazar             Fuzuli
Tercüme         M. Faruk Gürtunca
Yayınevi         Huzur Yayınları
Kağıt - Cilt      2.Hamur kağıt, Ciltli
Sayfa - Ebat   519 Sayfa - 17x24 cm

 


Huzur Yayınları, Fuzuli tarafından yazılan Kerbela Şehitleri, Ermişlerin Bahçesi Hadikatüs Süeda adlı kitabı incelemektesiniz.
Fuzuli Kerbela Şehitleri Hadikatüs Süeda Ermişlerin Bahçesi kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
 
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır.  Alak 1-2
 
 
       Kerbela Şehitleri, Hadikatüs Süeda Ermişlerin Bahçesi, Fuzuli

 
Bütün kullara umumi olarak belâlar ulaşabilir. Bütün insanlar, Hak Teâlâ’nın imtihanına tabi tutulurlar. Ancak, bu gibi musibetler başa gelince tedirgin olmayanlar, bu sıkıntılı ve üzüntülü zamanlarda benliklerinden çıkıp kendilerini kaybetmeyenler, işte hayırlı haberi elde edenler onlardır. Tarih kitaplarında yazılıp, halkın dilinde de dolaştığına göre Peygamberimiz (s.a.v.)’in çektikleri eziyeti hiçbir peygamber çekmemiştir. Hazreti Muhammed’in Kureyş’in ileri gelenlerinden çektikleri cefâlar yetmiyormuş gibi, risalet hanedanının gözbebeği, nübüvvet sülalesinin incisi Hz. Ali’nin oğlu Hüseyin’in (r.a.) Kufe hadisesi ve Kerbelâ Çölünde olagelen vakalar da bu eza ve cefalara eklenmiştir. İmam-ı Şafiî Hazretleri, Hasan-ı Basri’den naklen İbnil Bezzaz’dan şöyle rivayet etmiştir: “Kerbelâ Hâdisesinde, Ehli Beyt’den saadet sahibi on altı zat şehadet şerbeti içmişlerdir. Bunlardan her biri kendi devirlerinin seçkini ve zamanın eşi bulunmayan incisi idiler. İmam Rıza’yı Buhari’den nakledildiğine göre, Kerbelâ toprağı pak toprak mahiyetindedir ki, orada şehitlik tohumları ekilmiş, musibet fidanları dikilmiş, bunun için göz yaşları ile bu tohumlar ve bu fideler sulanmalıdırlar.
 
 
FUZÛLİ'NİN ÖNSÖZÜ
 
 
Yârab, reh-i aşkında beni şeydâ kıl,
Ahkâm-ı ibâdâtı bana icra kıl.
Nezzâre-i sun'unda gözüm bînâ kıl.
Evsâf-ı Habîb'inde dilim güya kıl.
 
Yârab, aşkının yolunda beni divane kıl,
İbadeüerin hükümlerini bana uygula.
 Eserine bakarken gözümü görür eyle,
Habibinin vasfında dilimi söyler eyle.
  
Nimetler ihsan eden, haksızlıkların hesabını gören, hiçbir şeye ve kimseye muhtaç olmayan, kudreti yüksek, kuvveti gerçek, övülmeğe lâyık, âlemlerin hükümdarı, celâli ulu, merhamet ile dopdolu bulunan yüce Allah, yüce kitabı Kur'ân-ı Kerîm'inde muhabbet belâsına kapılanları, sevgi derdine düşenleri irade çöllerinin susamışlarını:
 
"Ve leneblüvenneküm = Biz sizi elbette deneriz, imtihana çeke­riz." (Bakara: 155) güzel hitapları ile seçkinlerden etmiştir.
 
Yâni, ey sadakatin yüce yolunda ayağını sabit tutanlar, sözünde ve yerinde durma dâvasında bulunanlar! Ey vefa yolunda doğru sözler söyleyip imtiyaz şe­refine ermek dileyenler!
 
"Ve le-neblüvenneküm bi-şey'in mine'l-havfi ve'l-cûi ve naksin mine'l-emvâli ve'1-enfüsi ve's-semerâti. = Ey Mü'minler! Sizi biraz korku, biraz açlık, biraz mal ve candan, üründen eksiklikler ile im­tihan ederiz." (Bakara: 155)
 
Yâni, ey sadakatin gepgeniş yolunda sebat edip yürüyenler! Ey vela yolunda doğruluktan söz açıp imtiyaz şerefi dileyenler! Sizin akideniz ve düşünceniz bizce bilinmekle beraber, sizin doğruluğunuzu ve eğriliğinizi bildiğimiz halde, sizin ken­dinizin de kendinizi iyi tanımanız için, yine, biz sizi deneriz, imtihana çekeriz.
 
Mine'l-havfi: Sizi korku ile deneriz; Âhiret gününün cezasından korkmakla, dünyada başınıza gelecek olan musibetler karşısında onlardan korkmayıp Hak Teâlâ'ya sığınmakla, tevekkül ile, sizi imtihana çekeriz.,
 
Ve'l-cû'i: Sizi açlıkla deneriz, yiyecek, içeceğin kıtlığı ile, şehevî kuvvetle­rin kırılmasına sebep olan açlıkla, yahut da şeriat hükümlerini yerine getirmek için oruç tutturarak imtihana çekeriz.
 
Ve naksin mine'l-emvâli: Sizin mallarınıza zarar gelip hasar görmesiyle imtihana çekeriz. Zekâtı, humsu (malın beşte birini Beytül-mâle) vermekle, Allah'a itaat ederek ödeyip ödememekle, imtihana çekeriz.
 
Ve'l-enfüsi: Sizi, canlarınıza da zarar gelmekle deneriz. İhtiyarlamakla, hastalıkla, canınıza, vücut azanıza zarar gelmekle de imtihana çekeriz.
 
Ve's-semerâti: Meyvelerinizin zarar görmesiyle de deneriz, bahçenizdeki, bostanmızdaki meyvelere gelen zararla, kendi varlığınızın meyvesi bulunan ço­luk çocuğunuza da zarar gelmekle imtihana çekeriz.
 
Böylece, Hak Teâlâ, bu imtihan hususlarını açıkladıktan sonra şöyle bu­yurmuştur:
 
"Ve beşşiri's-sâbirîn = Sabredenlere müjdeler var." (Bakara: 155) Ey Muhammed, sabredenlere, hayırlı haber ulaştır.
 
Hak Teâlâ, O Yüce Rab Hazretleri, sabredenlerin imtihan derecelerini be­yan buyurduktan sonra şöyle buyurur.
 
 "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn = Biz, Allah için varız ve yine Allah'a dönücüyüz." (Bakara: 156)
  
Yâni, varlığımızın başlangıcı Yüce Yaratan'dır. Biz O'nun için varız. En so­nunda yine O'na dönmemiz kesindir. Musibet karşısında
  
"Ellezîne izâ esâbethüm musibettin = Onlar ki, bir musibete uğ-rasalar." (Bakara: 156) Evet, onlar bir kaza ve belaya uğrasalar şöyle derler:
 
yüzümüzü Allah'dan başkasına dönüp ondan yardım istemeyiz. Ancak Allah'a sığınır ve O'ndan yar­dım dileriz.
 
Yukarıda bahsedilen bu âyetlerden maksat, bütün kullara umumî olarak belâ1 ulaşabileceğidir. Bütün insanlar, Hak Teâlâ'nm imtihanına tâbi tutulurlar. An­cak, bu gibi musibetler, bu gibi belâlar başa gelince, tedirgin olmayanlar, bu sı­kıntılı ve üzüntülü zamanlarda, Rabbine bağlılıktan çıkıp kendilerini kaybetme­yenler, işte hayırlı haberi elde edenler onlardır. Onlar, Hak Teâlâ'nm dergâhına yakın bulunmak saadetini elde eylemiş kimselerdir.

Belâ kelimesi, Arapça "Evet, peki, hayhay" anlamlarına gelir. Belî diye de okunur. Son har­fi Arapça "Y" harfidir. Son harfi "Elif" olursa "gam, keder, musibet, afet. ceza " anlamları­na gelir. Yazılışları farklı olsa da okunuşları aynıdır. Kabir suallerinde "- Ne zamandan beri Müslümansın?" sorusuna karşılık "- Kalu belâ (Evet dediler)dan beri." diye cevap verilme­si gerektiği söylenir. Çünkü "Kalu belâ". Alemlerin Rabbinin ruhları yarattığı zaman onlara "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunda ruhların verdiği cevaptır ki, ruhlar hep birden "Evet, Sen bizim rabbimizsin," anlamında o soruya olumlu cevap vermişlerdir. Bundan sonra Allah, ruhlara ten elbisesi giydirip imtihan için dünyaya gönderdi ki, sözünde duran vefa ehli ile durmayıp sözünden dönen ihanet ehli birbirinden ayrılsın diye. Bu durumda bir kişi, dünyada bir musibete maruz kaldığı zaman eğer "Ya Rabbi. bu musibet hiç şüphesiz sen­den geldi. Bu musibeti ya benim nefsime uyup yanlış bir iş yaptığım için bana ceza, kefaret ve nedamet olmak, o yanlıştan dönmemi sağlamak için rahmetinden verdin, ya da benim yalnız sana sığınıp yalnız senden yardım isteyip istemeyeceğimi denemek için verdin. Her iki hal­de de ben yalnız sana sığınır, yalnız senden yardım isterim," diye düşünürse ilk sözünde du­ran vefa ehlinden olduğunu kanıtlamış olur. Bu takdirde o bela, keder verici olmaktan çıkıp mutluluk sebebi olur. Aksi halde musibeti nefsinin bir hatasından veya Rabbinin imtihanından bilmeyip zahirdeki başka bir sebepten bilirse imtihanı kaybetmiş, Rabbini tanımamış, ezelde verdiği söze ihanet etmiş olur. (H.Y)
 
Talibi, varta-yi mesâibde Şeref-i sabr serfirâz eyler, Sabrdır ol melıek ki mihnetde Küfr ü îmânı imtiyaz eyler.
 
Hak yolunun yolcusu, musibeti i zamanda, Sabırdan şeref bulur, yükselir, başa geçer! Sabırdır sıkıntılı zamanın meheıık taşı, Bununla küfr ü imân, ayrılır birer birer!

Bu husus semavî kitaplarda da nakledilmiştir:

"Men ehabbe ev ehabbe subbe aleyhi'l-belâü = iler kim severse veya sevip âşık olursa belâya uğramış olur."
 
Yâni: Sevmeğe liyakat kazanmış bulunan kul, böyle, kendi kendisini belâ ok­larına hedef eyler ve sıkıntılı konaklarda konaklamak yolunu tutar. Her zaman, yaradılış bahçesindeki sadâkat fidanları da belâ yağmuru ile sulanırlar. Muhab­bet kandili de Yaratıcı'nın halvetinde sıkıntı ateşinden aydınlık alır. Nitekim:
 
"El-belâü lil-vilâi ke'l-lehebü li'z-zchebi = Seven için belâ altın için ateşe benzer." denmiştir.
 
Yani ateş altını nasıl yabancı maddelerden temizleyip saf altın haline geti­rirse bela da seveni yapmacık hallerden temizleyip sırf sevgiden ibaret bırakır.
 
Behcet-efzâ-yi mııhabbetdür belâ Kim belâ âteş muhabbetdür tılâ.
 
Arttırır muhabbette neşe, sevinci belâ,Ki belâ muhabbet ateşine verir cila.
 
 
İşte, Zât-ı Saadetleri Resûl-i Ekrem Sallallahü Aleyhi ve Sellem
(Allah bizi O'na teslimiyetle vasıl eylesin) buyurdukları bir yukarıda bahsi geçen ko­nuya temas etmiş ve ona uygun olarak
"İnnallahe izâ ehabbe kavmen ibtelâhüm = Şüphesiz ki, Allah bir kavmi severse, onlara belâ gönderir." (Hadîs-i Şerif)
Yâni, Mabud'un sevgisine lâyık olan kimse, muhakkak belâya düşüp, sıkıntı çekecektir. Belânın azlığı, çokluğu da sevginin ölçüsüdür. Sevginin de azlığı, çok­luğu belâya katlanmanın derecesi ile ölçülür.
 
Zât-ı Saadetlerinden sordular:
-"Eyyüe'n-nâsü eşeddü belâe? = İnsanlar arasında, en şiddetli
belâya uğrayan kimlerdir?"

Yâni: İnsanlar arasında, hangileri daha ziyade belâ çekmek, sıkıntıya düş­mekle tanınmışlardır? Hazret-i Resûlûllah şöyle cevap buyurdu:
-"El-enbiyâü = Peygamberler."
 
Yâni: Nübüvvetin harimine mahrem bulunanlar, peygamberlik şerefi ile şe­reflenmiş olanlar... Zira, bunların sıkıntılarının ölçüsü, muhabbetlerinin mik­tarına göredir. Makamlarının yüksekliği de katlandıkları musibetlerle ölçülür.
Yine sordular:
"Ve min ba'dihim? = Ya sonra kimler?" Buyurdular:
"Sümme'l-emsile = Sonra onlara benzeyenler."
 
Yâni, sabır yolunu tutmakta bu peygamberlere benzeyenler. Boyun eğmekte, onların yollarını tutup gidenler. Bu husus dahi Evliyâullah'a (Allah'ın dostlarına) işarettir. Velîler de varlıkların hakikatini aksettiren ayna gibidirler ki, zahirî âlemde nübüvvet hükümlerini icra ederler, şeriatın kanunlarını doğrultup or­taya koyarlar.
Yine sordular:
"Ve min ba'dihim? = Daha sonra kimlerdir?"
Buyurdular:
"El-emsile = Diğer benzerleri."
 
Yâni, kötülüklerden kendilerini temizlemek, doğruluk yolunu tutmakta, bu velilerin benzerleri. Bu hususta ümmetin arasındaki temiz kimselerle, iyilik yolunu tutanlar göz önüne alınmışlardır. Bunlar, iyilik etmek, temiz ve güzel iş işlemekle, diğer halk efradından üstünlük ve seçkinlik elde etmiş kimselerdir.
 
Ne muhlis ki dergâh-ı ma'buda akreb
Hümûmu eşedd ü beliyyatı es'ab
Aceb bu kadar kurba kim olsa vâki
Olur âfet-i rüzigâra mukarreb.
Allah'a yakınlık ne terlemizlik,
Kederi şiddetli, belâsı en zor.
 Kim erse Allah 'a bu yakınlığa Devran âfetine en yakın olur.
 
İşte maslahat icabı ve hikmet iktizası, bu bir gerçektir: Bu fâni dünyada, mü'min olan, sıkıntıda bulunur, acı çeker, dert görür. Kâfirin bu dünyada bol ni­mete kavuşmuş olması, küfür yolunda taşkınlığına sebebiyet verip derdini çoğal­tır. Mü'min ise, Rabbinin ihsanının artmasını sağlayıp sevinci artar.

Kılmasa mü'min elem, idrakin, olmaz muttali' Kim ne ta'zib iledir, dûzahta erbâb-ı fesâd.
Mü 'min çekmese elem, anlamaz Cehennemde Ne azap içinde günü geçer fesatçının!
 
İşte, belâya katlanmak, sevginin, dostluğun, veliliğin derecesinin ölçüsüdür.
 
Yukarıdaki bahislerden anlaşıldığı gibi, insan toplulukları arasında Hak Teâlâ katma en yakın bulunan zümre, peygamberler ve evliya zümresidir. Zira ibadet âdabının yerine gelmesi, şeriat kanunlarının icra edilmesi ve ümmeti ir­şat etmek onlara emredilmiştir. Bu emrin içinde bütün belâlara katlanmak ve bütün sıkıntılara tahammül etmek de vardır.
 
Bu peygamberlerin en faziletlisinin de Hazret-i Muhammed Mustafa Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem (Allah bizi O'na kavuştursun) olduğu da hep, akıl ve bilgi sahiplerince bilinir. Çünkü bütün peygamberlerin ümmetleri ona emanet edil­miştir. İnsanların, çeşit çeşit milletlerinin işlerinin düzene konması da ona emir Duyurulmuştur. İşte Zât-ı Saadetleri bu hususta da şöyle beyan buyurmuşlardır:
 
"Mâ üzâ nebiyyün, mislü mâ üziytü = Benim çektiğim eziyeti, hiç­bir peygamber çekmemiştir."
 
Tarih kitaplarında yazılıp halkın dilinde de dolaştığına göre, Zât-ı Saadet­lerinin çektikleri eziyeti, hiçbir peygamberin çekmemiş olduğu da bu dâvamızı isbat eder. Onun katlandığı sıkıntılar ve çektiği musibetler diğer peygamberle-rinki ile hiçbir suretle ölçülemez. Hazret-i Resûlullah'ın, Kureyş'in ileri gelenle­rinden çektikleri cefâlar ve ümmetin budalalarından gördükleri ezalar yetmiyor­muş gibi, bunlardan başka risâlet hanedanının gözbebeği, nübüvvet sülâlesinin incisi ve Aliyel-Murtaza oğlu HÜSEYİN'in katli hâdisesi ve Kerbelâ çölünde ola­gelen vak'alar da bu ezâ ve cefâlardan biri değil midir? Çünkü çekinmeksizin, Hüseyin'e yöneltilmiş olan musibetler ve çektirilen üzüntüler, hakikatte Zât-ı Ri­sâlet Penahilerine karşı ihanetin en büyüğü, hakaretin en ağırıdır.
 
İmam Şafiî Hazretleri, Hasan Basri'den naklen İbni Bezzaz'dan şöyle riva­yet etmiştir:
 
-Kerbelâ hâdisesinde, Ehl-i Beyt'ten saadet sahibi on altı zat şehadet şer­beti içmişlerdir. Bunların her biri kendi devirlerinin seçkini ve zamanın eşi bu­lunmayan birer incisi idiler. ( Kerbela Şehitleri Ermişlerin Bahçesi Hadikatüs Süeda, Fuzuli, M. Faruk Gürtunca, Huzur Yayınları, satış, yazar, tercümesi , Kerbela Fuzuli )
 
         * * *
 
Masâbihe'l-Kulûb'da da kaydedildiğine göre, Kâ'bül-Ahbar bir gün, eski gün­lere ait vak'aları beyan ederken, şöyle dedi:
-Ey cemaat, ben gelip geçmiş, bunca zamanın musibetlerinden bilgi edindim, bütün ümmetlerin sıkıntılarından haberdar oldum, fakat Kerbelâ hâdisesinden daha fazla üzücü bir hâdise duymadım. Ondan daha büyük bir musibetten de haber almadım. Hakikaten Hazret-i Hüseyin-i Mazlum şehid edildiği zaman, ye­di kat gök dahi kan ağladı.
 
Sordular:
-Yâ Eba İshak, gökler kan ağlar mı?

Cevap verdi:
- "Veylüküm, enne katle Hüseyne emrün aziym = Size yazıklar olsun, Hüseyin'in öldürülmesi gerçekten çok büyük ve önemli bir iştir."
 
Yâni, ey vurdum duymazlar, size yazıklar olsun, Hüseyin'in katli önemli ve büyük bir iştir. O, Âlemlarin Rabbinin sevdiği, Peygamberlerin Efendisinin ciğe­rinin parçası, Velîlerin Efendisinin oğlu, Fâtımatü'z-Zehra'nm gözbebeği, Hasan-ı Müctebâ'nm yadigârı, Âl-i Âba'nm en seçkini idi.
Kâ'b-ül-Ahbar sözüne şöyle devam etti:
 
Kâ'b'm ruhunu elinde bulundurana, bütün varlıkları var edene yemin ederim ki, gerçek rivayetleri tetkik ettim. Hüseyin Mazluma göklerin melekleri: "Ebâ Abdillahi'l-maktûl (Allah'ın katledilmiş kullarının babası)," derler. Yerin melekleri de "Eba Abdillâhi'l-mezbûh (Allah'ın boğazlanmış kullarının babası),", denizlerin melekleri de "Şehid Hüseyin" derler. Hüseyin şehid edildiği günden itibaren Kıyamet'e kadar, semavî varlıklardan bir topluluk onun mübarek tür­besine komşuluk edip onun yasını tutmaktadırlar. Her cuma gecesi de, yetmiş bin melek gelip, orasını ziyaret eder, sabaha kadar matem tutarlar, sabahleyin kazandıkları sevap ile yerlerine dönerler.
 
Hükümdür kim, cemi'i halk-ı cihan, Melek ü ins ü cinn il valış ü tııyûr,
Akl ü nefs ü anâsır ü eflâk, Ulvi ü süfli ü ünâs ü zükûr,
Tutular matem-i Hüseyn-i Şeliîd, Edeler, âh ü nâle tâ dem-i Sür,
Bu musibetten olmayan agâh, Ola Ahmed şefaatinden dür,
Rûz-i Haşr olmaya nasibi anın, Nazar-ı lûtf-i Girdigâr-ı gufur.
 
Bütün cihan halkına şöyle hüküm verildi ki: Cinler, insan, yırtıcı hayvan, kuşlar, melekler,
Akıl ile nefisler, unsurlar ve Felekler, Erkek, kadın gökkubbe üstünde, yerdekiler,
Şehid olmuş Hüseyn'e, yas tutsunlar denildi; Ah edip inlesinler, Sûr üflenene kadar.
Her kim uzakta kalsa, bu musibet derdinden, Uzak kalmalıdır o, Ahmed şefaatinden,
Nasîb olmasın ona, Mahşer gününde dahi, Ne bir avf bağışlanma, ne dp lûtf-i İlâhî.
Sahih haberlerde yine şöyle kaydedilmiştir:
 
"Men beka alc'l-Hüseyni ev tebâka, vecebet lehü'l-cennch = iler kim Hüseyin için ağlar, veya ağlatırsa, ona Cennet vacip olur."
 
Allâme Şeyh Cadullah'dan nakledildiğine göre, şu sözün mânası gereğince ki: "Men teşebbehe bi kavmin fe hüve minhüm = İler kim, bir millete ö/enir, benzerse, o da o millettendir." Bunun için birisi, ağlamasa da ken­disini ağlayanlara benzetse, o da bu zümreye dahil olmuş olup, sevap elde eder. Ağlamayıp ağlar gibi görünenler de sevaba kavuşurlar.
 
İmam Rıza-yi Buharî'den nakledildiğine göre, Kerbelâ toprağı pak toprak mahiyetindedir. Orada şehitlik tohumları ekilmiş, musibet fidanları dikilmiştir. Göz yaşları ile bu tohumlar, bu fidanlar sulanmalıdır.
 
"Ed-dünya mezraatü'l-âhireti = Dünya âhiretin tarlasıdır." (I Iadîs-i Şerif) sözü gereğince de, bu tohumlara ve bu fidanlara göz yaşları ile su veren­ler, Cennet bahçelerinde bunların meyvelerini yerler. Bu meyveler, IlakTeâlâ'nm kahır ve gazabını söndürür.

Hak-'ıptık-i Kerbelâdır ol mübarek  bıık'a kim, Anda tahsîl-i metâlib eylemek âsfm olur,
Eşk dökmek, âlı çekmek, zayi' olmaz rûz-i Haşr, Kâmbalış-i çeşm-i pfır-hûn ü dil-i süzün olur,
Esk-i âlin kaîresi, gülberg-i gülzâr-i Bihişt, Dûd-i âlı meddi, nalıl-i ravza yi Rıdvan olur.

Kerbelâ toprağıdır o mübarek ülke ki. Gönül dileklerine orda kolay varılır,
Yaş dökmek, ahlar çekmek Mahşer günü kaybolmaz, Kanlı göze, o yanan gönle sevgi dağılır!
Kan rengi yaş damlası, Cennet gülü yaprağı, Ah dumanı boyunca Cennet fidanı olur.

Allahü Teâlâ'nm dergâhına binlerce şükrolsun ki, İslâm fırkalarına ve imân sahibi zümrelere, bu saadet nasip olup, Muharrem ayında, bu geleneğin her sene yenilenmesi âdet olmuştur. İşte, bu ay, her taraftan, sağdan, soldan, Kerbelâ ül­kesine, halkın çoğu yüz tutup gelirler, orada toplanırlar, meclisler kurarlar, top­lantılar tertip ederler, bu meclislerde, bu toplantılarda, Kerbelâ şehidlerinin mu­sibetlerini yeniden hatırlayıp, göğüslerindeki yarayı tazelerler.

 
Muharremdir, bahar-ı gülşen-i gam, Nesim-i dilkeş-i â/t-i demâdem.
Ol eyler sebze-yi müjgânı nemnâk, Gönüller goncesine ol salar hâk.
Gamın gül bahçesinin baharıdır Muharrem, Gönül çeken bir yeldir ah çekse bile her dem!
Kirpiğin çimenini, Muharrem eder ıslak, Gönül goncalarına, Muharrem koyar toprak!

Fakat,şimdiye kadar, bu Kerbelâ vak'aları hakkında yazılanlar, söylenen­ler, meclislerde okunanlar, mahfellerde anlatılanlar, hep Farsça ve Arap dilinde yazılmış eserlerden alınıp söylenegelmiştir ve bu dillerde okunup anlatılmıştır. Arap ve Acem kavimlerinin ileri gelenleri bunlardan faydalanmakta idiler. Yer­yüzünün önemli bir milletini teşkil eden ve bu dünyada yaşayan milletlerin mü­him bir kısmı olan Türkler'in ileri gelenleri ve seçkin kişileri, kitapların haşiye­lerinde yazılmış yazılar gibi bir tarafta kalıp, bu meclislerin saflarının dışında bulunup, bu gerçeklerden faydalanmaktan mahrum kalmışlardı. İşte, bu sebeple Âl-i Abâ matemi, hâl dilinin gereğince ben fakire ve ben âcize yüzünü tutup, ya­kama sarıldı ve dedi ki:
 
- "Ey Kerbelâ Şahı'nın nimet sofrasında barınan, çeşitli belâlara girmiş bu­lunan FUZULÎ, yeni bir usul ile yeni bir icadı ortaya koysan ne çıkar! Himmet kılıp da Türkçe bir makteli ( Kerbelâ vak'alarını ve Kerbelâ şehidlerinin katle­dilmesi hâdisesini anlatan kitabı ) Türk dilinde yazsan ne olur? Yazacağın bu Türkçe Makteli, Türkçe konuşanlar, okuyup dinlemekle Türk dilinin güzelliğin­den anlar, bundan faydalanırlar, Arab'ın ve Acem'in minnetinden kurtulur, on­lara ihtiyaç duymazlar.

Tekrar-i zikr-i vâkı'a-yi deşt-i Kerbelâ,
Makbul-i hâss ü avam ü sığar ü kibardır.
Takrir edenlere sebeb-i izz ü ihtişam,
Tahrîr edenlere şeref-i rüzgârdır.
 
Kerbelâ gölündeki vak 'ayı tekrar anmak Zengin, fakir, küçük ve büyüğün makbulüdür. Şeref, saygı bahşeder söyleyenler için hem Yazanlar da zamanın ününden nasip görür!
 
Bu fakir ve hakîr, bu nasihati duyup, bu öğüdü işitince, bu hizmetin ancak bir saadet olduğunu kesinlikle anladım. Gücümün yeterli olamamasından çekin-meyerek bu hizmeti yerine getirmeğe koyuldum. Türkçe lisanının yapılışı itiba­riyle, kelimelerinin terkibi ve lâfızlarının tertibi bakımından, bu gibi vak'aları arı­latmak ve bunun gibi olayları beyan etmek zor olmakla beraber, ümit ederim ki, evliyanın himmetiyle bunun tamamlanması pek zor olmayacak, bunun tamam­lanması o kadar da müşkül bulunmayacak, evliyanın himmeti bunun tamam­lanmasına yardım edecek ve bu işin bitmesinde bana destek olacaktır.
 
Ey feyz-i resân-i Arab ü Türk ü Acem,
Kıldın Arab'ı efsah-i ehl-i âlem,
Ettin fıısahâ-yi Acem'i İsâ-dem,
Ben Tiirk-zebandan iltifat eyleme kem.
 
Ey Araba, Aceme ve Türk'e feyiz veren, Dünyada Arapları böyle fasih kıldın sen, İsa nefesi verdin Acem şairlerine, Lûtfunu esirgeme Türkçe konuşan benden! 
 
Ey gizli sırları bilen ve ey saklanan gerçeklere vukufu bulunan Yüce Yaratan! Sen bilirsin ki, senden başha hiçbir yardımcım yok; senden gayrı kolumdan tu­tan kimse de bulunmaz. Sağda, solda, her tarafta, beni çekemeyenler, beni kıs­kananlar pek çok. Düşmanlar da sayısız, hesapsız. Her taraftan hücuma geçer, her yönden fırsat buldukça saldırırlar. Senin lütfundan, merhametinden, kere­minden dileğim: Bu, yeni binayı yaparken, bu yapıyı kurarken, bana her türlü söz malzemesi ile kelime taşlarını bulup getirip koyabilmeme yardım eyle, be­nim yapacağım bu binanın harcını hazırlayabilmek hususunda bana her türlü kolaylığı göster. Kıskananların, hased edenlerin, beni çekemeyenlerin, benim üzerime saldırmalarına fırsat verme; bana karşı koymalarına imkân bırakma.
 
"İnneke alâ külli şey'in kadirim = Sen elbette her şeye kaadir-sin." (Âl-i İmran: 26)
 
Şimdi, Arap dilinde yazılmış bulunan (Maktel) kitapları elimizde. Ebû Mih-nef ile Mısra'-i Tâvûsî nin yazdıkları kitaptır ki, bu eser Seyyid Raziyedin Ebul-Kaasım Ali, İbn-i Mûsâ, İbn-i Cafer, İbn-i Muhammed el-Tâvûsî taralından de­rin tahkiklerden ve iyi incelemelerden sonra güvenilir kaynaklara dayanılarak kaleme alınmıştır. Fars lisanında ise, İranlılar arasında en meşhuru ve en yay­gını, Efsahül-Mütckellimin (Söz erbabının ileri geleni) Ilazret-i Mevlâna Hüse­yin Vaiz el-Kâşifî'nin, tarihleri tetkik ederek, tefsirleri inceleyerek, zayıf rivayet­leri bir tarafa bırakarak, doğru, dayanaklı rivayetleri toplayarak vücuda getirmiş olduğu "Kitabu Ravzatü'ş-Şühedâ, Şehitler Bahçesi Kitabı" dır.
 
İşte şimdi benim de niyetim, bu eseri esas alarak, diğer kitaplardaki ilgi çe­kici olayları da ekleyip, bu hususta bir eser vücuda getirmektir. Bu eserin adını "Hadikatü's-Süeda -Ermişlerin Bahçesi" koyup on bir bâb ve bir hatime (son) ile İnşaallahü Teâlâ, telif edip bitireyim.
 
Birinci Bölüm: Peygamberlerin ahvalini beyan eder.
İkinci Bölüm: Hazret-i Resûl-i Ekrem'in Kureyş'den çektiği cefâ.
Üçüncü Bölüm: Peygamberlerin Efendisinin vefatı.
Dördüncü Bölüm: Hazret-i Fâtimetü'z-Zehrâ'nın vefatı.
Beşinci Bölüm: Hazret-i Aliye'l-Murtaza'nın vefatı.
Altıncı Bölüm: Hazret-i İmam Hasan'm ahvali.
Yedinci Bölüm: Hazret-i İmam Hüseyin'in Mekke'ye gelişi.
Sekizinci Bölüm: Hazret-i Müslim Akîl'in vefatı.
Dokuzuncu Bölüm: Hazret-i Hüseyin'in Mekke'den, Kerbelâ'ya gidişi..
Onuncu Bölüm: Hazret-i İmam Hüseyin'in şehid oluşu.
On Birinci Bölüm: Ehl-i Beyt Kadınlarının Kcrbelâ'dan Şam'a gelişi.




Huzur Yayınları, Fuzuli tarafından yazılan Kerbela Şehitleri Hadikatüs Süeda Ermişlerin Bahçesi adlı kitabı incele diniz.

Diğer Özellikler
Stok Kodu9789944301473
MarkaHuzur Yayınları
Stok DurumuVar
9789944301473
En yeni ürünler
Güvenli teslimat
Kampanyalı ürünler
Piyasadaki en iyi fiyat

PlatinMarket® E-Ticaret Sistemi İle Hazırlanmıştır.