Kitap Mektubatı Rabbani Tercümesi
Yazar İmamı Rabbani
Tercüme Osman şen
Yayınevi Osmanlı Yayınevi - Gül Neşriyat
Kağıt Cilt Sarı Şamua , Lüks 4 Cilt takım
Sayfa Ebat 3092 sayfa - 17x24
Farsça'dan Arapça'ya çeviren Muhammed Murad Kazani'nin mukaddimesi
Bismillahirrahmanirrahim
Hamd; İnsanın aklıyla, zât-ı ilâhiyenin hakikatini kavramaktan âciz ve sıfât-ı ilâhiyeyi bilmede, büyük ulemânın anlayışının noksan kaldığı Allâhü Teâlâ'ya mahsustur. Bu âlemi, en güzel surette yaratan o Allah ki; mükevvenâtın yaratılışında, ilâhi hârikaları açığa çıkarttı. Allâhü Teâlâ, insan sınıfını yarattı ve Mükevvenatta (yaratılmışlarda) bulunan her şeyi insana emanet olarak verdi. Kendine halife kılmakla, insanoğlunu şereflendirdi, hürmete layık eyledi ve diğer yaratılmışlar üzerine faziletli kıldı.
İnsanoğluna, kendi bahşettiği halifelik sıfatını, onun kurtuluşuna, ihtiyaçlarının giderilmesine, derecelerinin yükseltilmesine sebeb kıldı. Allaha yakınlık zirvesine ve diğer yüksek gölgelere ulaşmada basamak kılmıştır.
Bütün salavat incileri, selam cevherleri ve tahıyyat mercanları, mahlûkâtın en şereflisi, mevcudatın en hürmetlisi ve zuhuratın mahalli mazharı-etemmi olan, efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) üzerine olsun. Kendisi; iki cihanın yaratılmasındaki murâd, berekât-ı ilâhiyenin yayılmasında ve füyüzât-ı ilâhiyenin akıtılmasın-daki asıl sebebtir. Sohbet nimetine nail olan ve diğer kemâlâtta kendisine tâbi olup kurtuluşa eren, eshâbı ve âli üzerine olsun, salât, selâm ve tahiyyât...
Ve yine, dinini ihyada, sünnetine tâbi olmada, her hallerinde ahlâk-ı Rasülüllah'a uymada, bütün güçlerini harcayan Ümmet-i Muhammed'in evliyalarının tümü üzerine olsun; salat, selam ve tehhıyyat...
Allâhü Teâlâ; bu evliyaüllâhın, zahir ve batınlarını Rasülüllah'ın güzel ahlâkı ile süsledi ve nimetlerinin inceliklerini bahşedip, nimet sofralarını açtı. Kalblerini nur levhâlarıyla nurlandırıp, içlerini hikmet hakîkatıyla ve sır cevherleriyle doldurup, ba-sîret gözlerini, ilâhi yardım ve ilâhi teveccüh sürmesiyle sürmeledi.
Onlara marifet ilmini koklattı. Ve kalblerin gıdasını bahşetti. Onları ilimden gizli sırlara muttalî kıldı.
Besmele, hamd ve salevattan sonra bu mektuplar, yüce ve gizli inciler topluluğudur. Mübarek mektupların, yüksek ibarelerinden ortaya çıkmıştır ki; bu da, İ-mâm-ı Rabbani (k.s.), Gavs-ı Samedânî, kutb-u sübhâni, ârif-i rahmani, irşad dâiresinin merkez noktası, Allah'ın veli kullarından oluşan cemeatın en kuvvetlisi ve tekaddüm edeni, kâmil zâtların lideri, ilâhi sırlara vâkıf olan, Kur'an-ı Kerim'in müteşâbîh (manası bilinmeyen) âyetlerinin inceliklerini keşfeden velâyet-i Muhammediye-i hâssanın delili, İsa (a,s.)'nın müjdelediği isimle, mahlukâtın en faziletlisi, peygamberlerin efendisi Muhammed (s.a.v.) in adaşı olan; efendimiz, senedimiz, sahibimiz, ezelî ve ebedî olan, tek ve kerîm olan Allah'a vesilemiz; şeyh Ahmed bin şeyh Abdülehad Serhendîdir.
Nesebi; (soyu); Fârûkî, meşrebi; Nakşibendî, mezhebi; Hanefî, uzaklarda ve yakınlarda Müceddid-i elf-i sânîdiye meşhur...
Allâhü Teâlâ kabrini pür-nur eyleyip ruhunu rahatlatsın, sırrını yüceltsin. Onun bereketlerinden üzerimize akıtsın. En şerefli kulu ve onun ailesi hürmetine, Onun bütün makamlarından bizleri de tam manasıyla nasipdar eylesin.
Bu cevherler yani mektubat; İmâm-ı Rabbânî nezdinde, ğayb âleminden zuhur etmesine göre ve her mektubun kendine gönderildiği kimsenin kâbiliyetince, kemâlinin başlangıcından, ölümüne kadar, hayâtı boyunca zamanın yavaş yavaş geçmesi üzerine kendunin ilim ve keşif deryalarının derinliklerinden sadır oldu. (k.s.) Bu mektupların bazısı; "Muhammed Mustafa (s.a.v.)nın şerîatının hükümlerini yüceltmede teşvik" hakkındadır. Bazısı; Değerli va'zlar ve kabulü şayan va'zlar ve nasihatlar hakkındadır.
Bazısı da; "Ahiretin yüksek mertebelerine ve âhirette faydalı olacak şeylere teşvik" hakkındadır. Bazısı da; "alçak dünyayı zem (kötüleme)" hakkındadır. Ekserisi de; şerîat-ı Muhammediyye'nin sırlarını açıklama ve hakîkatlerini tahkikle ilgilidir. Ve Tarîkat-ı Nakşibendîye-i Ahmediyyenin rumuzlarını çözme ve inceliklerini keşfetmekle ilgilidir.
Hepsi de, Rasülüllahın edebi ile edeplenme fâidesi bulunan sofralardan alınmış, Mustafa (s.a.v) ahlâkına uyma ağaçlarından toplanmış, Sünnet-i seniyyeye tam tabi olmaktan meydana gelen nurlardan alınmıştır.
Rasülüllah (s.a.v.) buyurdu;
-"İlimden bir kısım vardır ki; gizli hazine suretindedir. Bunu ancak, arifler veya âlimler bilir. Onlar bunu dediklerinde veya söylediklerinde veya bununla konuştuklarında; onu ancak Allâhü Teâlâ'dan gafil olanlar inkâr eder.1
MISRA: Aman ne kıssaymış ki, şerhi uzun.
İş bu mektuplar, çoğalıp, yayılıp, yer yüzünün değişik bucaklarında saçılınca, imâm-ı Rabbani (k.s.)nin önde geien müridlerinden üç kişi, bu konudaki emir ve işaret icabı, onları toplama işini üstlendi. Sonra bu mektupları 3 cilt olarak toplayıp zaman dolabının içine bıraktılar.
Bu mektuplar uzun bir müddet, fârisî ibare ile olduğu hal üzerine kaldı. Fars dilini bilenler, onun inci ellerinden, şerâb-ı selsebîli içiyorlardı. Onun incileriyle taçlarını süslüyorlardı. Onun mübarek ilaçlarıyla hasta düşen kimse tedavi olunuyordu. Dilleri farsça olmayan kimseler, onun yoluna ulaşamıyor, kendilerine mektupların ulaşmasında, bir rehber ve dayanak bulamıyorlardı.
Bu mübarek mektupların, âşıklar üzerine sırt çevirmesi ağır geldi. İsteklilerin boyun eğmesi uzadı. Bu mektuplar birer dövüşçü gibi olan farsça ibarelerin, ımızrak-larıyla perdelenmişti. Bu mektuplara yönelmek, Kadisiye savaşına katılmaktan daha şiddetli ve zor idi.
Ne zaman ki, âşıkların onun çiftleri etrafında sık sık dolaşmasını, ona vurgun olanların, onun tepeleri arasında, baygın olarak düşmesini, isteklilerin ona olan arzularının çokluğunu gördüm; meydanı bu işin kahramanlarından hâli, zamanı geçmiş buldum; O olduğu gibi sırt çevirmek üzereydi. Arayı düzeltmek için, Onun farsça denizinin sahillerine demir atmak ve arab yarımadasında, onun zor konularını ve yüksek dağlarını, kat etmek (aşmak) fikri gönlümü kapladı.
Zira benimle onun arasında, küçük yaştan itibaren, ömrümün üçte ikisine erene kadar, bir tanışıklık ve ülfet vardı. Fakat ben; gücüm yetmediği için ve arabî ilimlerde sermayem az olduğu için ve edebî fen ilimlerinde ilmim az olduğu için ve zayıf olduğum için, bu işten kaçındım, kendimi şöyle söyleyerek şiddetle ayıpladım; Ne kervandasın, ne kafiledesin, sana ne bu işten. Farzet ki, seninle onun arasında bir tanışıklık vardır, fakat sende ifade güzelliği yoktur. Zira seni ne Ya'rub ne de E'yad doğurmuştur. Sen ne Bağdatta, ne de Küfede yetiştin. Bu işin adamlarına gelince, onlarla musibetlerin elleri oynamıştır, gurbetin sırtına binmişlerdir. Vatanlarının, üzerinde, baykuş ve Kargalar ötmüştür. Fânilik ve yokluk iklimine yönelmişlerdir. Kalıntılarının eteklerine zillet ve perişanlık çöktü, gizli ve kapalı köşelerden yüklerini yüklendiler. Onların çadırlarının etrafına gelip, gezen her kimseye; manastırlarının rahibi kalkar derki; Şiir;
Senin aramaya geldiğin çadırlar dün buradaydılar.
Şimdi ise buradan uzaklara göçtüler.
Pilini pırtısını boynuna bağlayarak, söylenip, ağlayarak döner. Hayır, Allaha yemin olsun ki, Kureyş, beytini, geniş vadilerden, rükne yönelerek haccetmiştir. Hiçbir kabîlenin çadırlarını gözüm görmemiştir. Görmüşse de yoklukları sebebiyle sevdiklerime ağlamıştır. Çadırlara gelince, tıpkı sevdiklerimin çadırları gibidir. Fakat köyün kadınlarını, köyün eski kadınlarından başka görüyorum. Aradan bir müddet geçtikten sonra; noksan kalbimde doğan fikir güçlendi, bu sırada işareti lütuf ve müjde nevilerini müştemil olan kimseden işaret vuku buldu. Bundan sonra Allâhü Teâlâ'ya istihare yaptım ve istihareyi tekrarladım.
Hedeflediğim işe karşı göğsüm açıldı ve bildim ki; Allâhü Teâlâ bir şeyi murâd ettiği zaman, dilediği şekilde o işin muhakkak vâki olması gerekir fakat, zamanın geçmesi, maksadın ortaya çıkmasının şartlarındandır. Ben yaya olduğum halde medyeni meâribe, Allâhü Teâlâ'dan, bu yolun kıtmiri olmayı umarak, zevk ve meşrebte onlara tâbi olarak yöneldim.
Mektûbâtı Farsçadan Arapçaya aktarırken, tercümenin iki yolundan, ikinci yolu ta'kip ettim; mânâ tarafına riâyeti kast ediyorum. Mümkün olduğu kadar lafız tarafım gözetmekle beraber bu yol daha güzeldir. Zira bu yol şüpheden daha uzak ve övgüye daha layıktır. Eğer bir kısım farsçada dengi olmayan (karşılığı olmayan) lafızlar getirirsem, misâl; zamirleri ismi zahir yapmak, mücmel ifadeleri açıklamak, çoğul ifadeleri, tekile çevirmek, tekil, ifadeleri, çoğula çevirmek, gâib sığasını, muhatap ve mütekellim sığasına çevirmek veya bunun tersi ve buna benzer tasarruflarda bulunmak gibi. Bunlar ikinci tercüme yolunun gereklerindendir. Zira iki dil arasındaki ..farklılık ve iki kullanım
Diğer Özellikler |
Stok Kodu | Gül Mekt 4CBB |
Marka | Gül Kitap |
Stok Durumu | Bu ürün geçici olarak temin edilememektedir. |