Kitap Sahabeyi Nasıl Anlamalıyız?
Yazar Muhammed Emin Yıldırım
Yayınevi Siyer Yayınları
Kağıt Cilt 2.Hamur - Kalın Ciltli
Sayfa Ebat 240 sayfa, 13.5x21 cm.
Yayın Yılı 2020
Muhammed Emin Yıldırım Ciltli Sahabeyi Nasıl Anlamalıyız kitabı nı incelemektesiniz.
Siyer kitap, Ciltli Sahabeyi Nasıl Anlamalıyız kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
SÖZBAŞI
"(Allah) Yeryüzünde, sarsılmayasınız diye sabit dağlar, nehirler, belki yolunuzu bulursunuz diye yollar ve işaretler meydana getirmiştir. (İşte yıldızlar da o işaretlerden biridir ki) Yıldızlarla da yönlerini bulurlar."
(Nahl Sûresi, 16/15-16)
Bu iki ayeti okuyunca hep zihin dünyama aslında ayetin asıl mesajı ile alakası olmamasına rağmen Ashâb-ı Kirâm efendilerimiz gelir. Siz isterseniz buna; "Dervişin fikri ne ise, zikri o olur." deyin; ama ayetlerde geçen üç nitelendirme her zaman bana böyle bir telkinde bulunur. Bu iki ayette geçen üç kelime, insanlığa kazandırdığı üç faydayı hatırlatmak için kullanılır.
Revâsiye: Sabit dağlar anlamına gelir. Yerküreye adeta kazıklar gibi çakılan bu dağlar, her türlü sarsıntıyı dengelemek gibi bir görev icra ederler. Arzın hareketliliğini ve üzerinde bulunan şeylerin dengelenmesini sağlarlar.
Enhâr: Nehirler anlamına gelir. Nehirlerin insanlara sağladığı faydalar sayılamayacak kadar çoktur. Ama burada özellikle nehirlerin yol bulma faydasına dikkat çekilmiştir.
Neon: Yıldız demektir. Yıldızlar semanın kandilleridir. Bu kandiller yolunu ve yönünü kaybedenlere rehberlik ederler. Bu yıldızlardan istifade etmeyi bilenler isterse ıssız ve karanlık çöllerde olsun; yine yolunu ve yönünü bulur, selametle varmak istedikleri menzile doğru giderler.
İşte ayetlerde ifade edilen bu üç kelime ve bu kelimelerin insanlığa sağladığı faydalar bana hep Sahabe neslini hatırlatır. O ilk ve örnek nesil gerçekten sonraki tüm Müslümanlar için sabit dağlardır, yol gösteren nehirlerdir ve yön bulduran yıldızlardır. Bugün yaşadığımız bu karanlık çağda her zamankinden daha fazla yersizlik, yolsuzluk ve yönsüzlük içerisinde yaşamak zorunda bırakılmışızdır. Etrafımıza bakmaya gerek yok, aslında nefislerimiz bu iddiamızı anlamamız için yeter de artar bile. Yüreklerimiz büyük bir sarsıntı içerisinde, neleri ne için, ne adına yaptığımızdan bihaber yaşıyor, ilkesiz tavırlarla hem kendimizi hem yanı başımızdaki insanları bitiriyor, hepsinden önemlisi kulluktan ve ibadetten zevk almama gibi çok ciddi bir sarsıntı geçiriyoruz. Böyle bir sarsıntıya maruz kaldığımız için yürüyecek yollarımızı ve varacak menzillerimizi, yani yönlerimizi kaybetmiş durumdayız. Dolayısı ile bu çağın insanları olarak çok acil olarak bizi sağlamlaştıracak, her türlü sarsıntılarımızı sükûnete erdirecek sağlam dağlara, bize yol olacak nehirlere ve bize karanlıklarda yön gösterecek yıldızlara ihtiyacımız vardır. İşte bu tespiti yaptığımız anda 1500 sene öncesinden bize seslenen: "Gelin, kurtuluş bizde, rehberlik bizde, örneklik bizde" diye haykıran bahtiyarlar ordusunun o gür sedasını duymaya başlayacağız.
Sahâbe nesli, Müslümanlığımızın aynalarıdır. Vahyin oluşturmak istediği ideal insan modelinin hayal ve ütopya olmayan yaşanmış gerçekleridir. Allah Resulü'nün mübarek ellerinde yetişmiş yeryüzünün en nasipli insanlarıdır. Bir insan sarrafı olan Peygamberimizin oluşturduğu nübüvvet potasında işlenmiş, madenleri ortaya çıkarılmış, her biri hayatın farklı bir alanında zirveleştirilerek abide bir şahsiyet haline getirilmiş yiğitlerdir. Onlar tarihin belli bir zaman diliminde yaşamış, belli bir mekânda varlık göstermiş, ama zaman ve mekâna hapsolunmadan her çağdaki ve her zemindeki insanlara mesajlar verme saadetinde olan seçkin insanlardır. Onlar hakiki müminler, Allah'tan razı olmuş ve O'nu razı etmiş, takvayı hayatlarının eksenine yerleştirmiş örnek bir nesildirler. Onlar aklî olgunluğu yani rüşdü en güzel bir şekilde elde etmiş, birbirlerine karşı merhametli; inkârcılara karşı ise şiddetli, ibadete ve kulluğa ise sevdalı hayırlı bir toplulukturlar. Hepsinden öte, onlar; sarsıntı içerisinde olanlara sabit dağlar, yolunu kaybedenlere yol olan nehirler, yönlerini yitirenlere yön gösteren yıldızlardır.
Dolayısı ile karanlık bir çağda yaşamak zorunda olan biz Müslümanlar her zamankinden daha fazla bu yüce ruhları tanıma, onlarla hemhal olma; onları yolumuzun rehberleri, gecelerimizin hidayet meşaleleri ve gündüzlerimizin refikleri/ dostları edinmek zorundayız. Eğer bu ruhaniler ordusunu hakkı ile tanıyıp, aradaki zaman ve mekân farklılığına takılmadan bugünlerden o günlere köprüler kurup, pencereler açabilirsek başta muallimler muallimi ve bu ordunun başkomutanı olan Hz. Muhammed sav olmak üzere, sağının adamı olan Hz. Ebû Bekir'in, solunun adamı olan Hz. Ömer'in, iki nur sahibi Hz. Osman'ın, velayet tahtının tartışılmaz sultanı Hz. Ali'nin ve yüzlerce pak ve pakize simanın kokularını her an hissedecek, onlarla bir arada yaşamanın saadetine erme imkânım bulmak mümkün olacaktır.
Sahi; onlarla beraber olan şakî/isyankâr ve günahkar olmazdı değil mi? Onlarla beraber olmanın yolu da onları hakkı ile tanımaktan geçerdi. İşte elinizdeki bu kitap böyle bir sancının ürünüdür. O ilk ve öncü nesil; nasıl hakkı ile tanınır ve nasıl bu çağa taşıyarak onlarla yeniden bir bağ kurulabilinir? Onlarla yeniden nasıl dirilinir ve Sahâbe'nin iklimi nasıl bir daha solunabilinir? Bu nasıllara küçük bir katkı sağlamak için işte bu kitap yazıldı.
Nübüvvet medresesinin muallimi olan Allah Resulü (sav) ve o potada yetişen Sahâbe efendilerimizi anlatmaya başladığımız Hilal Televizyonundaki "Sahâbe İklimi" programımız büyük bir ilgi gördü. Bu ilgiyi hiçbir zaman biz şahsımıza yapılmış bir ilgi olarak anlamadık ve hep şunu söyledik: Bizim yerimizde kim olsaydı ve aynı havayı solumaya çalışsaydı; kesinlikle daha fazla ilgi görecekti. Çünkü değerli insanları anlatmak, değersiz sözlerin değer kazanmasına sebep olurlardı. Bu sofraya olan teveccüh asla hatipten kaynaklanmıyor, bilakis hitaptan/ anlatılan şeylerden kaynaklanıyordu.
Program başladığı ilk günden itibaren izleyicilerden birçok konu hakkında sorular gelmeye başladı. Bu soruların büyük bir kısmi; "Sahâbe'yi nasıl ve neden anlamalıyız?" başlığının altında cevaplanması gereken sorulardı. Yıllar önce zaten böyle bir çalışmayı düşünen, hatta bu konuda birçok yazı da yazan biri olarak, bu soruların çoğalmasıyla birlikte elimizdeki mevcut çalışmaları biraz erteleyerek bu önemli konuyu öncelledik.
İşin başında; "Sahabeyi nasıl ve neden anlayalım?" unvanı ile başladığımız bu çalışmada gördük ki, bu meselenin o kadar geniş bir alam var ki ne kadar kısa tutmaya çalışsak da yine de oldukça hacimli bir eser ortaya çıkacak. Hacimli eserler de ne yazık ki, okuyucuların büyük bir kısmının gözlerini korkutacak ve bu kadar önemli olan bir konu belki de büyüyen hacminden dolayı yeterli derecede ilgi görmeyecek... Bu hassasiyetten dolayı çalışmamızı şimdilik ikiye, belki ileride üçe, hatta dörde ayırmak zorunda kalacağımızı itiraf etmek zorundayım. Dolayısı ile elinizdeki bu eser aslında bir mukaddime özelliği taşıyor ve genelde Sahâbe'yi anlama noktasında bir usûl belirleme işlevi görüyor. Eğer Rabbimiz fırsat verirse bu çalışmanın devamı niteliğinde; "Sahâbe'yi neden anlayalım?" sorusuna cevap verecek başka çalışmalar da bunun arkasından gelecektir.
Elinizdeki hatadan beri olmayan bu çalışma, yoğun bir araştırmanın mahsulüdür. Biz her ne kadar daha güzelini sizlere takdim etmek için çaba sarf etsek de yine de "beşer şaşar" ilkesi ile bazı eksik ve hatalara düşmüş olabiliriz. Bu noktada yapılacak tüm eleştiri ve tenkitlere açık olduğumuzu belirtir, sizlerden gelecek her türlü mesaja hasseten ihtiyaç duyduğumuzun altını çizmek isteriz.
Bu küçük çalışmamızı üç bölüme ayırmayı uygun gördük. Giriş bölümünde Sahâbe ile alakalı bilinmesi gereken bazı teknik bilgileri sizlerle paylaştık. Özellikle Sahâbî kavramının nasıl anlaşılması gerektiğini, hadis ve usûl âlimlerimizin bunu nasıl anladıklarını ve bizlerin bu iki ilim disiplininde yer alan tanımlar çerçevesinde nasıl bir Sahâbî tanımı oluşturabileceğimiz üzerinde durduk.
Kitabımızın birinci bölümünde ise; bu örnek neslin Kur an ve Hadislerde nasıl anlatıldığına değindik. Çok geniş açıklamalar gerektiren bu bölümü oldukça sınırlı tutmaya gayret ettik. Yine bu bölümde aslında her biri bağımsız bir çalışma gerektirecek kadar önemli olan; "Sahâbe ve Hadis Rivayeti" ve "Sahâbe'nin Adaleti Mevzusu" na da kısmen değinebildik. Biz genelde bu konularda teferruata girmek yerine; "Nasıl doğru bir Sahâbe anlayışı sağlayabiliriz?" hassasiyeti ile konumuzla yakından ilgili olan kısımlarına bazı vurgular yapmakla yetindik.
Kitabımızın ikinci ve son bölümünde ise Sahâbeyi nasıl anlayacağımızı sorgulamaya çalıştık. Bu konuda üç farklı tavrın olduğunu söyledik ve bu üç tavra da fazlaca olmasa da meselenin özünü kavrama adına örnekler vermeye çalıştık.
Ulaştırmak istediğimiz mesajı ne kadar kalemlerimize yansıtabildiğimiz, siz değerli okurların takdirine kalmıştır. Âcizane, biz elimizden geldiğince bunu yapmaya gayret gösterdik. Eğer bu çalışmanın, Sahâbe'nin anlaşılmasına küçük de olsa bir katkısı olursa, bu bizim için elde edeceğimiz en büyük kazançtır.
Geçmişten ilham alıp, bugünü ihya, yarını inşa etmek isteyen risalet davasının mensubu Müslümanların, o ilk nesli çok ciddi bir çaba ile anlamaya ihtiyaçları ve görevleri vardır. Biz de bu ihtiyaç ve görevden dolayı böyle bir çalışmaya giriştik ve bu çalışmanın ürünü olarak şu an okuyacağınız satırları sizlerle paylaşıyoruz.
Bu kitabın oluşumunda katkısı olan tüm dostlarıma özellikle de M.Ali Alioğlu kardeşime, redaksiyon, mizanpaj ve birçok noktada olumlu katkılarından dolayı gönülden teşekkür ediyorum. Sizleri kitap ile baş başa bırakıyor, sözün sonunda Rabbime şöyle dua ediyorum: "Ya Rabbi! Âlemlere Rahmet olarak gönderilen o kerim elçin insanlık tarihinin en büyük potasını kurmuştu. O potada nice madenleri işlemişti. O potaya giren nice kömürler, elmas olarak çıkmıştı. Onların her birine Peygamberden bir iz düşmüştü. İşte biz o ize talip olduk. O izleri izlemeye, o izleri doğru anlamaya, o izleri bugüne taşımaya ve o izlere kurban olmaya aday olduk. Ne olur bizi bu sevdadan ayırma. Ne olur bizi bu nebevi izlerin liyakat sahibi taliplileri eyle. Bu karanlık çağa yeniden Sahâbe iklimini soluyacak fırsatlar ver. Bizi de bu fırsatların oluşumuna katkı sağlayacak vesileler eyle." (Amin)
Gayret ve çaba bizden, netice ise zerre miktarı hayrı ve zerre miktarı şerri zayi etmeyen Âlemlerin Rabbindendir.
Muhammed Emin Yıldırım
25 Safer 1426 / 15 Mart 2007
Cerrahpaşa / İstanbul