Kitap Tefsir Tarihi
Yazar Dr. Muhammed Hüseyin ez Zehebi
Yayınevi Beka Yayınları
Tercüme Murat Yılmaz, Bünyamin Açıkalın, Dr. Aydın Temizer
Kağıt Cilt 2. HAMUR kağıt, 3 Cilt takım
Sayfa Ebat 1.756 sayfa , 16,5x23,5 cm.
Beka Yayınları İmam Zehebi Tefsir Tarihi kitabını incelemektesiniz.
3 Cilt Tefsir Tarihi kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
Çağdaş müellif Muhammed Hüseyin ez-Zehebî’nin (ö. 1977) İslâmî ilimlerin çeşitli alanlarında ve özellikle de tefsir tarihi alanında temel başvuru kaynağı olarak kullanılmakta olan et-Tefsîrve’l-Müfessirûn adlı bu eseri, tefsirin doğuşundan, gelişiminden, müfessirlerin Allah’ın Kitabı’nı açıklarken takip ettikleri yöntemlerden, Müslümanların en meşhur mezheplerine ve kendisini İslâm’a nispet edenlere göre tefsirin çeşitlerinden ve içinde bulunduğumuz asırda öne çıkmış tefsir türlerinden bahseden kapsamlı bir araştırmadır. Söz konusu bu kitapta uydurma rivayetlerin ve israiliyatın tefsire girmesi, Kur’ân’ı anlamaya çalışan veya tefsir yazmaya yönelen bir müfessirin hangi şartları taşıması gerektiği konuları ile tefsirle ilgisi bulunan daha pek çok mesele ele alınmıştır.
Eser üç ciltten meydana gelmektedir. Birinci ciltte, Hz. Peygamber, sahâbe ve tâbiûnun tefsirdeki yerleri ele alınarak bazı meşhur müfessirlerin hayatları anlatılmış ve bu müfessirlerin tefsirlerinden örnekler verilmiştir. Ayrıca bu ciltte tefsirin tedvin ve te’lif dönemine yer verilmek suretiyle rivayet ve dirayet tefsirlerinin özellikleri ele alınmış, bunların içerisinden seçilen bir kısım tefsirler geniş bir biçimde tanıtılmıştır.
İkinci ciltte ağırlıklı olarak Şia, İmâmiyye, Bâtıniyye, Bâbiyye, Bahâiyye, Zeydiyye ve Hâricîler gibi bir kısım mezheplerin kendi eğilimleri doğrultusunda yazmış oldukları tefsirleri üzerinde durulmuş, akabinde işârî/sûfî karakterli tefsirler için de bir bahis açılarak işarî/sûfî tefsir ekolü incelenmiştir. Ayrıca kimi İslam filozoflarının tefsirlerine de yer verilerek bu tefsirlerle ilgili olarak birtakım tespitlerde bulunulmuştur.
Üçüncü ve son ciltte ise fakihlerin tefsirleri üzerinde durulmuş, ardından bilimsel/ilmî tefsir hareketi ele alınmıştır. Üçüncü cildin son kısmını iseZehebî’nin “On İki İmam Şîası’na göre Tefsir ve Müfessirler” adlı çalışması için kaleme aldığı ancak vefatından sonra basılan “Şia ve Kur’ân Tefsirindeki Konumları” adlı bölüm oluşturmaktadır.
Çok zengin bir tefsir tarihi araştırması olan bu eserde Hz. Peygamber zamanından günümüze kadar tefsirin geçirdiği aşamalar ve farklı tefsir eğilimleri ele alınmış ve en temel tefsir çalışmaları hakkında geniş bilgiler verilmiştir. Eser bu hâliyle tefsir ilmi ve tarihiyle ilgilenen herkes için en temel başvuru kaynağı özelliğini taşımaktadır.
ÖNSÖZ
Hamd, hak ile bâtılı birbirinden ayırt eden kitabını âlemlere uyarıcı olması için kuluna indiren Allah'a mahsustur. Salât ve selam Allah'ın şahit, müjdeleyici, uyarıcı, davetçi ve etrafına ışık saçan kandil olarak gönderdiği Hz. Muhammed'in üzerine olsun.
İnsanlığın üzerinden bir zaman geçmiştir. Bu dönemde insanlar, dört bir tarafa yayılmış sapkınlığın arasında kendi misyonu konusunda savrulup duruyor, bir yığın vehim ve ahlâk kargaşası ile farklı nefsânî çekişmelerin meydana getirdiği kaostan kaynaklanan şiddetli çalkantılar arasında ilerlemeye çalışıyorlardı. Derken Allah Teâlâ fetret-i rüsulün yaşandığı bir sırada onlara bir elçi gönderdi. Bu elçiyi özel olarak yaratmış ve kendi vahyi konusunda onu güvenilir olarak tercih etmişti. Böylece o elçi insanlığın üzerine Allah'ın nuru ve hidayeti ile doğdu. Tıpkı zifiri karanlıkta yolunu kaybetmesinden sonra çöldeki bir yolcunun üzerine dolunayın doğması gibi...
İşte o, hakikatin üzerindeki perdeyi kaldıran, zulmü dağıtan ve rahmet peygamberi olan Abdullah'ın oğlu Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'di.,
Allah Teâlâ onu, bedbahtlığı sona ersin, omuzlarındaki yükler düşsün ve ayaklarındaki prangalar çözülsün diye acı çeken ve bedbaht olan bu insanlığa göndermiştir. Ona bir de kitap indirmiştir. Allah Teâlâ bu kitap ile kendi rızasına uygun işler yapanları selamet yollarına eriştirir, karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve dosdoğru yola iletir. Hak Teâlâ Kur'ân o Peygamber'in apaçık bir mucizesi kılmıştır. Bu mucize onun davetinin doğruluğuna şahitlik eder ve peygamberliğinin hak olduğunu destekler. O hâlde Kur'ân, hidayet kaynağı ve delildir; insanlar için hidayet kaynağı, Peygamber için delildir.
Bu Kur'ân hangi toplumun kulağına ulaştıysa onların kalplerine girmiş, hislerine ve duygularına hâkim olmuştur. Sadece çok az kısmı ondan yüz çevirmiştir. Onların da kalpleri kilitlidir. Sonra çok geçmeden insanlar grup grup Allah'ın dinine girmeye başlamışlardır. Hak Teâlâ İslâm'ın dalgalanan bayrağını inkârın hâkim olduğu bölgeler üzerinde yükseltmiştir. Müslümanlar bâtılın enkazı üzerine sapasağlam hak kalesini inşa etmişlerdir.
Müslümanlar Allah'ın içerisine hidayet ve nuru yerleştirdiği bu kitap ile mutlu olmuşlardır. İnsanlığın tedavisi ve gönüllerde bulunan hastalıkların şifası onda mevcuttur. Müslümanlar Kur'ân'ı şu şekilde niteleyen' Allah Teâlâ'nın doğru olduğuna kesin olarak iman etmişlerdir:
"Şüphesiz bu Kur'ân, en doğru yola iletir."1
Ayrıca onlar Kur'ân'ı şu şekilde tavsif eden Hz. Peygamber'in de doğru olduğuna inanmışlardır:
"Kur'ân'da sizden öncekilerin ve sizden sonrakilerin haberleri vardır ve aranızda olan meselelerin de hükmü bulunmaktadır. O, hakla bâtılı birbirinden ayıran bir sözdür. Asla bir şaka değildir. Onu terk eden zorba kim olursa olsun, Allah onun belini kırar. Doğruluğu onun dışında bir yerde arayan kimseyi Allah sapürır. O, Allah'ın ipidir. O, hikmet dolu zikirdir. O, dosdoğru yoldur. Onun sayesinde arzular sapıtmaz, diller dolaşmaz. Âlimler ona doyamaz. O, çok okunmakla eskimez. Onun beğeni ve hayret uyandıran yönleri hiç bitmez. Cinler onu dinleyince kendilerini şöyle demekten alı koyamamışlardır: 'Doğrusu biz etkileyici ve doğru yola ileten bir Kur'ân dinledik.'2 Her kim onunla hüküm verirse doğruyu yakalar. Kim onunla amel ederse sevap kazanır. Kim onunla hüküm verirse adil olur. Kim ona çağırırsa, doğru yolu göstermiş olur."3
İşte Müslümanlar bunu tasdik etmişlerdir. Yine onlar kesin olarak bilirler ki, şeref olarak ne varsa mutlaka Kur'ân ona giden bir yoldur, hayır namına ne varsa mutlaka âyetlerde onu gösteren bir delil vardır. İşte bundan dolayı Müslümanlar Kur'ân'daki öğütleri ve ibretleri öğrenmek için derinlemesine Kur'ân'ı araştırmaya yönelmişler, onun içeriğinden dünya mutluluğunu ve ahiret iyiliğini temin edecek ilkeleri almak için âyetlerini düşünmeye koyulmuşlardır.
Kur'ânTn ilk muhatapları hâlis Araplardan meydana geliyordu. Onların hepsi Araplık selikaları ile Kur'ân'ı anlıyor, manalarını ve hedeflerini idrak ediyorlardı. Onların anlamalarına yabancılıktan kaynaklanan bir durum, bir bozukluk, sonradan icat edilen şeylerin iğretiliği, fasit ve temelsiz inancın hegemonyası zarar vermiyordu.
İlk muhatapların ince hedefler güden ve idraki güç manalar içeren bazı Kur'ân metinleri karşısında duraksadıkları olmuştur. Ancak bu duraksamalar uzun süre devam etmemiştir. Çünkü onlar bu durumlar karşısında Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e başvurmuşlardır. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem de onlara anlayamadıkları konuları açıklamış ve idrak edemedikleri meseleleri anlaşılır hâle getirmiştir. Zira onun tebliğ görevi olduğu gibi açıklama görevi de vardı. Nitekim Allah Teâlâ onun hakkında şöyle buyurmuştur:
"İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'ân'ı indirdik."[1]
Müslümanlar bu hâl üzere devam ettiler, olduğu gibi ve bütün berraklığı ile Kur'ân'ı anladılar ve onun hidayeti ve ışığından gelen bir delile dayanarak âyetlere göre yaşadılar. İşte bundan dolayı da zilleti kabul etmeyen onurlu kimseler oldular, güçsüzlük nedir bilmeyen kuvvetli kimseler hâline geldiler ve haksızlığa tahammül edemeyen asil insanlara dönüştüler. Sonunda diğer milletler onlara itaat etti ve bütün devletler onların karşısında boyun eğdi.
el-lsrâ 17/9.
Cin 72/1.
Tirmizî, Fezâilu'l-Kur'ân 14.
önsöz
Bu ilk nesilden sonra yeni bir nesil geldi. Onlar, din konusunda farklı gruplara ayrıldılar ve dinde bid'at üstüne bid'at çıkardılar. Zifiri karanlığı delip geçen bir şekilde fitneler meydana geldi. Bu tür fitnelerden tek kurtuluş yolu vardır; o da Allah'ın Kitabı'na ve Peygamberi'nin sünnetine başvurmaktır. Bu tür fitnelerin şerrinden ancak Kur'ân'a sarılarak kurtulmak mümkündür. Çünkü Kur'ân bir ucu Allah'ın elinde, diğer ucu insanların ellerinde bulunan bir iptir.
Müslümanlar arasında Kur'ân'ın hidayetini göz ardı edip sapkınlık yolunda ilerleyen başına buyruk bir grup türedi. Bu insanlar Kur'ân'ı anlama ve ona tutunma konusunda sâlih selefin tuttuğu sağlam ve anlaşılır yönteme uymadılar. Bu nedenle Kur'ân'ı olması gerektiği gibi te'vil etmediler ve onun metnini yorumlama konusunda eğri bir yola saptılar. Kuşkusuz bu yolda açıkta görülen bir sapma ve kabul edilemeyecek zorlamalar vardır. Kur'ân'ın hidayeti ile hiç ilgisi bulunmayan bu yanlış yola sapma konusunda hedeflenen, inancın, akla, gönüle, bakışa ve duyuşa hâkim olmasıdır. Bu nedenle bu yola sapanlar Kur'ân'da kendi bid'aderinin doğru olduğunu gösteren bir delil bulmaya çalıştılar. Kişi kendi akidesinin ve eğiliminin esaslarını üzerine inşa etmek için bir payanda olması amacıyla Kur'ân'ın açık metinlerine karşı hileli bir yol izledi. Bu şekilde Kur'ân'ı asıl anlamından saptırır, onun lafızlarını delalet etmedikleri manalara gelecek şekilde tefsir etti. Bunun sonucunda yeryüzünde büyük bir fime ve fesat ortaya çıktı.
Müslümanlar arasından çıkan bu grubun yanı sıra bir başka grup daha ortaya çıktı. Bu insanlar ise Arapların daha önce bilmediği ve sonradan toplumda görülen ilimlerde mesafe kat ettiler. Bu ilimler ile Kur'ân'ın bir bağını oluşturmaya; öğrendikleri kurallar ve teoriler ile Kur'ân'da anlatılan temel prensipler, hükümler ve inançlar arasında bir ilişki kurmaya çalıştılar. Onları bu işe yönlendiren ve teşvik eden unsurların farklılığına göre bu çabaları gerçekleşti. Bazıları bu ilimlere hizmet etmeyi ve bunları Kur'ân'ın alanının daralacağı şekilde terviç etmeyi amaçlamıştı. Diğer bazıları ise bununla dine hizmeti ve bu ilimler ışığında Kur'ân'ın anlaşılmasını hedeflemişti. Sonunda bu grup insanlara birçok tefsir sundu. Bu tefsirlerin iyisi ve kötüsü vardır. Bu tefsirler yöntem bakımından birbirinden farklıdır, açıklama metodu ve araçları bakımından birbirlerinden ayrılır.
Bu ve öteki grubun dışında bir başka grup daha ortaya çıktı. Bu insanlar Müslüman gibi görünüp inkârı içlerinde gizlediler. Onlar ağızlarında Müslüman bir dil, göğüslerinde karanlık ve kâfir bir kalp taşıyorlardı. İslâm nurunu söndürmek ve Müslümanların gücünü kırmak için hırslandıkça hırslandılar. Bu hain hedefi gerçekleştirmek için Kur'ân'ı herhangi bir dinî esasa ve dil kuralına dayanmadan ve aklî bir delil üzerinde yoğunlaşmadan fasit bir yorum, tahrif ve değiştirme ile ele almaktan daha çok kendilerine yardımcı olacak bir şey bulamadılar. Sonunda bu grup da insanlara birtakım te'viller sundu. Bu te'viller içinde saçmalık ve açıkça inkâr vardır. Bunlar cehalete batmış bazı kimseler tarafından fark edilemeyebilir. Ancak bu tür yorumlar akıl sahibi Müslümanların kalplerine bir yol bulup giremez, onların iç dünyalarında kabul görmez ve revaç bulmaz. Bazı Müslümanlar bu tür yorumları çürütmek için bütün gayretlerini seferber etmiş, dilini ve kalemini bunların bâtıl olduğunu ortaya koymak için çalıştırmıştır. Allah Teâlâ Müslümanları onların vesilesiyle kötülüklerden korumuş ve İslâm'ı zararlara karşı muhafaza etmiştir. Allah Teâlâ İslâm'a ve Müslümanlara en iyi karşılığı nasip etsin.
Müslümanlar, Müslüman gibi görünenler, bid'at ehli olan ve olmayan bu grupların tamamı, bize Kur'ân tefsiri konusunda çok sayıda kitap bırakmıştır. Her bir kitap, yazarının özelliklerini taşır, onun mezhebinden etkilenir, telif edildiği dönemde popüler olan ilimlerden belirli ölçüde beslenir ve yazarının taşıdığı ilmî hasletlere göre diğerlerine üstün gelir. Müslümanlar bu kitapların bir kısmını okumaya önem vermişler, bir kısmına ise daha az itina göstermişlerdir. Bu nedenle İslâm literatürüne, ilk telifim olarak değerlendirilecek ve et-Tefsîr ve'l-müfessirûn adlı bu eseri takdim etmeyi arzu ettim.
Bu kitap, tefsirin doğuşundan, gelişiminden, müfessirlerin Allah'ın Kitabı'nı açıklarken takip ettikleri yöntemlerden, Müslümanların en meşhur mezheplerine ve kendisini İslâm'a nispet edenlere göre tefsirin çeşitlerinden ve içinde bulunduğumuz asırda tefsir türlerinden bahseden bir araştırmadır. Uydurma rivayetlerin ve israiliyatın tefsire girmesi, Kur'ân'ı anlamaya çalışan veya tefsir yazmaya yönelen bir müfessirin hangi şartları taşıması gerektiği konusu ve burada sıralandığı zaman konunun uzamasına neden olacak diğer hususlar gibi tefsir ile ilgisi bulunan bazı araştırmaları
da bu kitabın kapsamında ele almayı uygun gördüm. Okuyucu bu kitapta bu tür konuların ayrıntılı biçimde ele alındığını görecektir.
Bu çalışma ile Müslümanların dikkatini bu tefsir mirasına çekmeyi umuyorum. İslâm kütüphaneleri uzun asırlara yayılmasına ve büyük hacimli olmalarına rağmen söz konusu tefsir mirası ile dolup taşmıştır. Bir de farklı mezhep ve eğilimlere göre telif edilen bu tefsir kitaplarının okunması ile Müslümanların hayatlarını tefsir alanında kayda değer izler bırakan, şükranla anılan veya şükranla anılma ihtiyacı duyulmayan gruplar arasında bir veya iki grubun tefsirlerine vakfetmemelerine dikkat çekmek isterim.
Bu araştırma sonrasında tefsir aşıkları için ansiklopedik bir eserin ortaya çıkmasını umarım. Bu eserin onlar için en meşhur müfessirlerin Allah'ın Kitabı'nı açıklarken takip ettikleri yöntemleri açıklayıcı olmasını ümit ederim. Böylece bu tefsir literatüründen herhangi birinin sayfalarını çevirmek isteyen kimsenin bâtıl bir görüşe aldanmaması veya bir seraba kanmaması için okuyacağı kitap hakkında basiret sahibi olmasını ve o eserin yöntemi ve türü hakkında bir bilgiye ulaşmasını hedefledim.
Kanaatimce bu konu oldukça yeni ve özgündür. Yenidir çünkü basit ve kuşatıcı olmayan çalışmalar hariç tutulursa benden önce başkaları bu alanda eser telif etmemiştir. Özgündür çünkü okuyucuya farklı asırlarda ortaya çıkan İslâm düşüncesi hakkında çeşitli tablolar sunmakta ve ona tefsire dair düşünceleri ve anlayışları ortaya çıkarmaktadır. Bu düşünce ve anlayışlar içinde tuhaf olanları, özgün olanları, hak olanları, bâtıl olanları, insaflı olanları olduğu gibi zorlama eseri olanlar, düzeyli diyaloglar ve şiddetli tartışmalar da vardır.
Bu kitabı bir giriş, üç bölüm ve bir sonuç şeklinde telif ettim.
Giriş kısmında üç konuyu ele aldım:
- Tefsir ve Te'vil Kavramlarının Anlamı ve Bu Kavramlar Arasındaki Fark
II. Arapça Dışında Bir Dil ile Kur'ân'ın Tercümesi
- Âlimlerin Tefsir Hakkındaki Farklı Görüşleri: Tefsir Tasavvurâttan mı, Tasdikâttan mı?
Birinci bölümde tefsirin birinci aşamasından, bir diğer ifade ile Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ve sahâbe döneminde tefsirden söz ettim. Bu bölümü dört ana başlıkla şekillendirdim.
I. Hz. Peygamber'in ve Sahâbenin Kur'ân Anlayışı
Müfessir Sahabiler
- Sahâbe Tefsirinin Değeri
- Bu Dönemin Tefsir Özellikleri
İkinci bölümde tefsirin ikinci aşamasından bir diğer deyişle tâbiûn döneminde tefsirden söz ettim. Bu bölümü de dört ana başlıkla şekillendirdim.
I. Tâbiûn Tefsirinin Kaynakları ve Ekolleri
- Tâbiûndan Gelen Tefsirin Değeri
- Bu Dönemdeki Tefsirin Özellikleri
- Tefsir Konusunda Selefin İhtilafı
Üçüncü bölümde tefsirin üçüncü merhalesinden, bir başka ifade ile tedvin döneminde tefsirden söz ettim. Tedvin dönemi Abbâsîler döneminden başlayıp günümüze kadar devam eder. Bu bölümü sekiz ana başlık halinde düzenledim.
I. Rivayet Tefsiri
- Rey (Dirayet) Tefsiri
- Önemli Dirayet Tefsirleri
- Mezmûm Rey ile Tefsir
- Tasavvufî Tefsir
- Felsefî Tefsir
- Fıkhî Tefsir
VIII. İlmî Tefsi
Sonuç bölümünü modern dönemde tefsir ve tefsir türlerine ayırdım. Bu bölümde sadece asrımızdaki önemli tefsir hareketlerinden söz ettim. Bunlar da ilmî, mezhebî, ilhâdî ve içtimaî tefsir faaliyetleridir.
Allah Teâlâ'dan bu amelimi kendi rızasına uygun kılmasını, bununla hatalarımı örtmesini ve niyazımı kabul etmesini dilerim. Kuşkusuz O, her şeyi işitir ve duaları kabul eder. O, bana yeter. O, ne güzel vekildir.
Hilvan Bahçeleri 18 Muharrem 1396 (Temmuz 1976)
Dr. Muhammed Hüseyin ez-Zehebî