Kitap Ali Ulvi Kurucu Hatıralar Cilt 5
Yazar M.Ertuğrul Düzdağ
Yayınevi Med Kitap
Kağıt Cilt 2.Hamur kağıt, Karton kapak cilt
Sayfa Ebat 408 sayfa, 13.5x21 cm
Med Yayınevi Ali Ulvi Kurucu Hatıralar 5. Cild kitabı nı incelemektesiniz.
Cilt 5 Ali Ulvi Kurucu Hatıralar kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
Beşinci cilt için
Aziz okuyucu, "Hatıralar" bu 5.cilt ile tamamlanıyor. Bu kitaba kadar gelmiş dostlara, eserin değeri hakkında bilgi sunmaya kalkışmak, haddi aşmak olacağı için sözü uzatmıyorum.
1993 yılı 4 Nisan Pazar günü, merhum Ali Ulvi Kurucu Beyefendi üstadımızla ilk mülâkatımızı yapmıştık. Medine'de Ebubekir caddesinin sonunda, Mefruşat semtinde bulunan kendilerine ait binanın giriş katında, küçük bir masanın etrafında konuştuk. Tek dinleyicimiz altı yaşındaki küçük oğlum Âsim idi. Bendeniz de o zamanlar elli iki yaşımda imişim...
Masa, Uhud Dağı'na bakan bir pencerenin önünde duruyordu. Mülâkatımız "sohbet" şeklinde cereyan etti. Çaylar, hurmalar eşliğinde, laf lafı açtı, söz sözü getirdi. İki ayda yetmiş beş saatlik kayıt kazandık. Şimdi son cilt için bu satırları yazarken, aradan yirmi altı yıldan fazla bir zamanın geçtiğini hesaplıyorum.
İstanbul'da bulunduğu daha önceki günlerde kendisine, "Medine'ye gelip hatıralarını kaydetme" teklifini yaptığım zaman, "Aman Ertuğrul Bey, benim kayda değer ne hatıram olacak ki..." demişti.
Söze yine öyle başladı ve işte "olmayan" o hatıralar, iki bin sayfaya ancak sığabildi. Diğer tafsilatı ve Hatıralar 'ın yazılış serüvenini, ilk iki cildin başında anlatmıştım. Kalanı oraya havale ederek sözü kesiyorum.
Beşinci cildi teşkil eden beşinci kitabımız, yedi bölümden oluştu: Hatıralar, Düşünceler, Benim Şiir Dünyam, Şiirlerim, Rubâî ve Güftelerim, Muallim Mahmud Cevdet Bey'in Şiirleri, Mektuplar ve ek olarak, böyle bir eser için "olmazsa olmaz": Dizin... Her bölümün başında o parçanın içerdiği konular hakkında yeterli bilgi verildiği için, burada isimlerini zikretmekle yetiniyorum. Üstad Ali Ulvi Kurucu Hatıralar – 5
Evet, hamdolsun, Hatıralar bitti. Bu arada, benim ağır aksak kağnı yürüyüşümle yılları aşmaya çabalar, hayatın tümseklerinde sarsılırken, arabadan dökülenler ve sığmayan bazı değerli parçalar oldu. "Dizin"in önemi dolayısıyla, fotoğraf koyacak yer de kalmadı. Bu sebeple zihnim ve gönlüm:
Bütün o "kalanlar"ı terketmek olmaz; acaba, dökülenleri toplayıp, kalanları derleyip, hepsini yeni bir arabaya yükleyip -Rabbim izin verirse- "Bu kitabı, bir belgeler ve fotoğraflar ek cildi ile takibe kalkışsam mı acaba" gibi fikir ve hayallerden kendini alamıyor. Bakalım âtî -görebilecek miyiz ve- ne gösterecek...
Cenâb-ı Hak, Merhum Üstad'ımıza, Hatıralar'ı okunup istifade olundukça, ecr u sevabını artırıp, lütf u keremiyle muamele buyursun ve hıfz u himâyesi, cemâl tecellisiyle üzerlerimizden eksik olmasın...
Hangi müşkildir ki himmet olsun âsân olmasın?
Hangi dehşettir ki insandan hirâsân olmasın?
İbret al erbâb-ı ikdamın bakıp asarına:
Dağ dayanmaz erlerin dağlar söken ısrarına. (M.A.)
M. Ertuğrul Düzdağ
Kasım 2019
ÜSTAD ALİ ULVİ KURUCU BEY VE HATIRALARI
Aziz okuyucuya, bu kitapla, okunduğu zaman insanın hayata bakışını değiştirecek olan bir eser sunulduğunu, ilk söz olarak arz etmek isterim. Önümüze açılmış olan sayfalarda, yokluğuna yandığımız ve son kırıntıları da kaybolurken üzülerek uzanmaya, tutup saklamaya davrandığımız güzelliklerden derlenmiş bir hazine bulunuyor. İlim, edep ve irfanın yanında bu sayfalarda, tarihimiz, dilimiz ve edebiyatımız da var.
Gelecek nesillerimizi güzel geçmişi ile tanıştırıp kaynaştıracak olan bu çok değerli hatıraların sahibi Üstad Ali Ulvi Kurucu Bey, 1922 yılında doğmuş, seksen yıllık hayatının ilk on sekiz senesini bir Konya çocuğu olarak geçirdikten sonra altı yıl tahsil için Kahire'de bulunmuş ve ömrünün kalan elli altı senesini Medine-i Münevvere'de yaşayarak, 3 Şubat 2002 tarihinde orada vefat etmiştir.
Cumhuriyet sonrasında, İslâmiyet'i yaşayan, öğretmek ve yaşatmak için çalışan ve Konya'daki İslâmî uyanışın öncüsü olan bir mücâhid âlimler ailesine mensuptur. Hacı Veyis Efendi'nin torunu ve İbrahim Efendi'nin oğludur. Bugün Konya'da adına bir külliye tesis edilmiş bulunan Hacıveyis-zade Mustafa Efendi, kendisinin amcasıdır.
Ali Ulvi Bey'in babası, üç oğluna dinî tahsil yaptırmak arzusu ile 1939 yılında Medine'ye göç ederek yerleşmişti. Kahire'de El-Ezher'de tahsilini tamamlayan Ali Ulvi Bey, 1946 yılında Medine'ye dönerek, burada bazı memuriyetlerde bulunduktan sonra, Ravza-i Nebevî'nin duvarına bitişik "Mahmudiye" ve hemen karşısında bulunan "Şeyhülislâm Arif Hikmet Bey" kütüphanelerine müdür olmuş ve 1985 yılında buradan emekliye ayrılmıştır.
Üstad'ın hayatı, İslâm dünyasının, o zamana kadar görülmemiş binbir inkılâp ile sarsıldığı bir zamana rastlamıştı. Böyle bir devirde, o dünyanın siyasî ve manevî iki büyük merkezinde bulunmuş olan Ali Ulvi Bey, bu değişmeleri çok yakından takip etmiştir. O günlerde, yurtlarından uzaklaşmak zorunda kalan Osmanlı ilim ve devlet adamları gibi, için için kaynayan ve istiklâlin yollarını arayan Müslüman milletlerin fikir ve siyaset önderleri de bu iki şehirde bulunmakta veya buralara sık sık uğramakta idiler.
İslâm dünyasının bütün meseleleriyle derinden ilgilenen, sahip olduğu ilim ve irfanla beraber hassas bir şairin gönlünü ve muzdarip bir mü'minin hassasiyetini de taşıyan Üstad Ali Ulvi Kurucu Bey, bahsi geçen bu ilim, irfan ve siyaset adamlarının birçoğu ile çok yakın ve samimî dostluklar kurmuştu.
Üstad'ın, Konya'da geçen ilk gençlik zamanına dair hatıraları, hem o günlerin Türkiye'sine bir ayna tutan, hem iman ağacımızın ne fedakârlıklar pahasına yaşatıldığını ve hem de o devrin mağdur ve mazlum, ancak bir o kadar samimî mü'minlerini gösteren, hüzün dolu sayfalar olarak okunmaya değer bulunacaktır.
Merhum Üstad, Kahire'deki talebelik yıllarında Şeyhülislâm Mustafa Sabri, Zâhid Kevserî ve İhsan Efendiler ile Ali Yakup, Mustafa Runyun ve Miralay Sadık Beyler gibi Türkiye'den gelmiş veya Filistin Müftüsü Şerif el-Hüseynî ve Arap dünyasında "İhvânül Müslimîn" hareketini başlatmış olan Hasanül Bennâ gibi birçok mühim zevatla birlikte yaşamış, çevrelerine katılmış ve onlarla yakın münasebetler kurmuştur.
Medine'de bulunduğu elli altı sene zarfında ise, gerek Anadolu'dan ve gerek İslâm dünyasının her tarafından göç edip buraya yerleşmiş olan veya Hac ve Umre için burayı ziyarete gelen, ilim, irfan ve maneviyat sahasının tanınmış şahsiyetleriyle beraber bulunmuştur. Aralarında Şeyh Sami, Şeyh Mehmed Zâhid, Şeyh Abdülgafûr Abbasî, Ebul Hasen Nedvî, Saatçi Osman, Eğinli Hafız Hasan, Hafız Zekai, Mustafa Necati, Said Şamil, Lâdikli Ahmed gibi efendi ve beylerin bulunduğu bu muhterem insanların birçoğunu evinde misafir etmiş, birlikte umre ve hac yapıp onların yakınlık ve dostluklarını kazanmıştır.
Ali Ulvi Bey, isimleri bilinen bu önemli şahsiyetlerin yanında, adı duyulmamış ve onun tarafından bu hatıratta zikredilmemiş olsaydı, hiç duyulamayacak olan ilim ve irfan ehli pek çok önemli şahsiyetle de tanışmış ve onları da hatıralarında yaşatmıştır ki, anlattıklarının bu bölümünün ne kadar kıymetli olduğunu söylemek bile fazladır...
Taşıdığı özelliklerin birkaçına kısaca işaret olunan ve okuyucuyu her bakımdan tatmin edecek olan bu kitap seti, hem bir bilgi, ilim, irfan ve maneviyat kaynağı hem de yakın tarihimizi anlamada bir şifre çözücü olduğu gibi, okuyucuyu kendilerinden örnek alacağı yüzlerce ahlâk ve gönül insanı şahsiyetle tanıştırarak, aynı zamanda, pratik fayda sağlayan bir düşünce ve davranış rehberi, bir yol gösterici de olacaktır.
Emekli olduktan sonra Türkiye'ye gelişlerini sıklaştıran ve burada her yıl uzunca müddet kalan merhum Ali Ulvi Bey, 1950'li yıllardan beri şiirleri ve yazılarıyla tanındığı anayurdunda, bilhassa son senelerde, her taraftan gelen ısrarlı davetler üzerine, gerek geniş topluluklara yaptığı konuşmalar ve gerekse iki televizyon kanalında katıldığı sohbetler dolayısıyla, daha da büyük bir alâka ve sevgiye mazhar olmuştu.
Bu sohbetlerinde, Peygamberimiz Resûl-i Zîşân Efendimiz'in ahlâkından, davranış ve tavsiyelerinden, sahabenin yasayışından getirdiği misaller ve bunları sunuş tarzındaki samimiyet ve güzellik, dinleyicilerinin daima gönüllerini titretmiş ve gözlerini yaşartmıştı.
Yıllardan beri, her sohbetinden sonra ve umumi bir dilek hâlinde, kendisinden hatıralarını yazması isteniyordu. Fakat gerek Medine'de ve gerek burada, ziyaretçilerin çokluğundan buna vakit bulamamıştı. Eline arız olan bir rahatsızlık sebebiyle uzun boylu kalem de tutamıyordu.
Kendisinin 1987-1990 yıllarında Zaman gazetesinde "Nurlu Belde Medine'den" başlığı altında çıkmış olan yetmiş kadar yazısını, 1990 yılında, "Gecelerin Gündüzü" adıyla, neşre hazırlayarak, yayınlanmasına yardım etmiştim.
Bu çalışmanın da verdiği bir ilham ve gayretle 1992 yılında, Medine'ye gidip bir müddet kalarak, hatıralarını tesbit etme hizmetine talip oldum. Bu teklifimi memnuniyetle kabul etmesi üzerine, en küçük oğlumuzu yanımıza alarak, zevcemle birlikte Medine-i Münevvere'ye gittim. Burada, merhumun evinin bir dairesinde iki ay kadar kaldım. Kendisiyle uzun görüşmeler yaptım. Binlerce sual sorarak, bütün hatıralarını inceden inceye anlatmasını sağladım ve yetmiş beş saatlik kayıt ile bunları zaptettim.
İstanbul'a dönünce, kasetlerdeki konuşmaları daktilo ettirdim. Bin üç yüz sayfa tuttu... Ve ondan sonra, bu sene on dördüncü yılını doldurduğumuz çetin hazırlık ve yazma safhaları başladı. Her yaz İstanbul'a geldiğinde Üstad, birkaç kere fakirhanemizi teşrif eder, geçen aylar zarfında kaleme aldığım bölümleri kendisine okurdum; mukabele ederdik... Aziz okuyucuyu hatıratın başında daha fazla oyalamamak için bu hazırlık ve yazılış serüveninin tafsilatını ikinci cilde bırakıyorum.
Bu faaliyetler sırasında yardımı dokunan bütün dostları ve bilhassa Üstad'ın daima hizmetine koşan, onun da kendilerini her zaman hayırla yâd ettiği, Türkiye'de Şükrü Argıt ve Medine'de İsmail Özcan ile Hüseyin Avni Güngören Beyleri, şahsî teşekkürlerimi de ekleyerek, zikretmek isterim. Medine'deki misafirliğimiz sırasında, o beldede mücavir Ahmed Ramazan Canbek ağabeyimiz ile Mekke'de mukim Necati Öztürk kardeşimizin çok yardımlarını gördüm. Hepsine teşekkür ederim.
Üstad'la yaptığımız konuşmanın yetmiş beş saatlik ilk kaydını, kasetlerden dikkatle kâğıda geçiren, aziz kardeşim Metin Karabaşoğlu idi. Benim, eski usul üzere -bin sayfadan fazla-elimle yazdığım müsvedde metnini bilgisayarda dizen, yaptığım ek ve tashihlerin işlenmesi hizmetini, aşk ve sabırla ifa eden ise Rahmi Deniz Özbay kardeşimiz oldu. Onlara ve ayrıca yardımları dokunan Mustafa Uzun ve İsmail Lûtfi Çakan Bey kardeşlerime teşekkür ederim.
Bu sene nihayet hatıralar yayınlanabilecek hâle geldi. Fakat ne yazık ki kitabı, dünya gözüyle, Üstad'ımıza takdim edemedik... İnşaallah yakın bir zamanda, dostlarımız büyük bir ilim, irfan, edep ve muhabbet hazinesi olan bu güzel eserin tamamına, ben de vazifemi itmam etmenin ve mensup olduğum ümmete böyle bir hizmette bulunmanın ecrine ve huzuruna kavuşacağız...
Cenâb-ı Hak, hatıraları mü'min kardeşleri arasında yâd olundukça, ta kıyamete kadar, sevgili Ali Ulvi Kurucu Bey üstadımıza ve hepimize rahmetiyle muamele buyursun, amin.
M.Ertuğrul Düzdağ
Ümraniye, Haziran 2006
HATIRALAR NASIL YAZILDI
İlk cildimizin başında, Üstad Ali Ulvi Kurucu Bey'i kısaca tanıtmış; hatıraların mahiyetini, nelerden ve kimlerden bahsettiğini ve çok değerli oluşunun sebeplerini kısaca arzetmiştik. Aşağıdaki satırlarda, birinci cildin önsözünde vaadettiğimiz gibi, eserin tespiti ve yazılması ile meydana çıkışının safhaları anlatılacaktır:
Üstadla konuşmalarımızı, 1992 yılının Nisan ve Mayıs aylarında, Medine-i Münevvere'de - Sultana yolu, Ebubekir Sıddık caddesi sonlarındaki - evlerinin giriş katında yaptık. Burası bir odadan ibaret ve boş duran küçük bir daire idi. Penceresi Uhud Dağı'na bakıyordu, iki ay kadar hemen her gün burada birkaç saat oturup konuştuk. Konuşmaları kasetlere kaydettim; yetmiş beş saat tuttu.
Türkiye'ye dönünce kasetlerdeki kaydı daktilo ettirdim. Bin üç yüz büyük sayfayı doldurdu. Kendi sorularımı yazdırmamıştım. Bu kadar sayfa sırf üstadın cevaplarından ibaret idi. Sayfaların üzerine, kaç numaralı kasetin dökümü olduğu yazılmıştı.
Bu bin üç yüz sayfanın fotokopisini çektirdim. Makineyle sıra numarası verdim. Sayfalan kestiğim zaman yeri kaybolmasın diye sayfaların yan kenarlarına da aynı numaraya birkaç kere bastım.
Sonra tamamını okudum. Bu birinci okuma esnasında, sayfaların yanlarına, hizasındaki paragraflarda neden bahsedildiğini kısaca not ettim. Bir sayfada bazen birkaç konu veya şahıstan bahis geçiyor; bazen birkaç sayfa boyunca aynı şey anlatılıyordu.
İlk okuma birince, sayfaları, kenarlarına koyduğum numara ve notlarla birlikte şeritler hâlinde kestim. Üç bine yakın kesik parça oluştu.
Kesikleri yere yayarak konularına göre tasnif ettim. Biriken parçaları ayrı dosyalara koydum. Dört yüz kadar dosya oldu. Her dosyadaki kesikleri, ait oldukları konunun gelişme sırasına göre alt alta yapıştırıp birbirlerine ekledim.
Bu dosyaları, konularına göre, önce Konya - Kahire - Medine ve Son Devir olarak dört büyük kısımda topladım.
Her kısımda bulunan dosyaları, üstadın hayat hikâyesinin seyri içindeki önemine ve tarih önceliğine göre sıraladım. Bu tasnif yapılırken, hatıratın, bilhassa belirli şahısların etrafinda döndüğü ortaya çıktı.
Bunun üzerine, anlatılanları, hangi şahıs veya bahis merkez alındıysa, onun adı alanda toplamayı uygun buldum. Bu çalışma, hatıratın yazılması boyunca devam etti. Netice olarak eser, öne çıkan şahıs ve bahis başlıkları altında toparlandı. Ancak her başlığın altında ayrıca değişik yüzlerce konuya da temas ediliyordu. Bu sırada metin bir defa daha okunmuş oldu.
Notlarıma bakınca, hazırlık safhasının altı sene sürdüğünü görüyorum. Tabii bu müddetin neden bu kadar uzadığı düşünülürken, o zaman içinde bir taraftan ailevi vazifeler ifa olunurken, bir taraftan da "siyasete, ticarete ve memuriyete" girmeden veya bir zümreye "tam intisap" etmeden ve "istikamet"ten ayrılmadan geçinmeye çabalayan "dindar bir yazar" olduğumuz unutulmamalıdır. Ciltlerin başına konulan hayat hikâyemdeki yayınlar listesine göz atılırsa, eskiden beri devam eden - merhum üstadın da takdirini kazanmış - önemli ve zahmetli kitap çalışmalarım olduğu görülecektir.
Hazırlığı bitirip yazmaya başladığım tarihi, ilk sayfanın üzerine 26 Ocak 1998 olarak kaydetmişim. Kaleme aldığım ilk bölümleri üstada okuduğum tarih de 5 Mayıs 1998 diye kayıtlı, O başlangıçtan sekiz sene sonra, 1200 sayfayı bulan üç cilt, bu satırları yazdığım sırada baskıya hazır; fakat dördüncü cilt yazılmaya devam ediyor. Demek on dört yıllık çalışma henüz sona ermiş değil...
1998-2006 arası sekiz yıllık yazma safhasında da diğer kitap çalışmalarımla beraber, hep birlikte bir deprem yaşadık; Yeşilköy'deki tehlikeli şekilde çatlayan evimizi satıp Florya'ya taşındık; vakti gelen çocukları evlendirmeye devam ettik; yani hayatın acı tatlı hadiseleri araya girdi durdu... Elli yılda derlediğim ve taşınmamız sırasında yedi yüz koli tutan "meşhur" kütüphanemi, maddî zaruret sevki ile satmaya mecbur kalışımın zihnî sarsıntısı da bunların tuzu biberi oldu... Fakat sık sık ara versek de, düşe kalka işimize devam ettik.
Besmele çekip kaleme davrandığım gün, önümde muazzam bir yığın vardı. Bunlar satır satır okunup değerlendirilecek, binlerce "soru-cevap" olmaktan kurtarılacak, Ali Ulvi Bey'in ağzından çıkanlara sadık kalınarak kaleme alınacaktı.
Dört yüz dosyanın her birini bu gözle okudum. Bir dosyayı önce tamamen okuyor; yazılırken gireceği sıraya göre sayfa kenarlarına hatırlatıcı notlar koyuyordum. Böylece birkaç sayfadan 50-60 sayfaya kadar çeşidi hacimlerde olan dosyaları, teker teker tamamen öğrenip hazmedip zihnimde sıraya koyduktan sonra yazmaya başlıyordum. Doğrusu büyük dikkat ve çok duru bir zihin isteyen dosyaların her biri, büyük bir cedelden çıkmış gibi beni yoruyordu.
Her şeye rağmen, meselenin önemi, hatıratın değeri, ayrıca söz vermiş olmanın sorumluluğu ile işe devam ettim. Elimle yazdığım müsveddeler bilgisayarda dizildi. Her yazılanı birkaç kere tashih ettim ve arabaşlıklar koydum. Böylece hatırat yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı.
Ali Ulvi Bey, yazları Türkiye'ye geliyordu. İstanbul'da kaldığı günlerde, onun yokluğunda yazdıklarımı kendisine okurdum. Büyük haz duyar; dualar ederdi. Üstad lütfeder, daha müsaid diyerek fakirhanemize gelirdi, iki seferinde, gelişinden önceki gecelerde, evimizi Resul-i Ekrem sallalahü aleyhi ve sellem efendimizin teşrif buyurduklarına dair, canlar değer nurlu rüyalar görüldüğünü, bugün de göz yaşlarıyla hatırlıyoruz.
Üstadı, hizmet ehli sevenleri getirip bırakıyor, sonra almaya geliyorlardı. Bunlardan bilhassa Şükrü Argıt Bey'in adını teşekkürle zikretmeliyim. Ömer ve Levent Özsandıkçı kardeşlerin de birkaç defa bu hizmette bulunduklarını hatırlıyorum... Şükrü Beyin bir fedakârlığı da ayrıca zikre değer: Kendisi, sağ olsun, üstadın 3 Şubat 2002'deki vefatından sonra, çalışmamı hızlandırmak için bana maddî destekte bulunmayı akleden ve gerçekten faydalı olan ilk ve tek şahıstır... Merhum üstad, ancak uçak paramızı ve daktilo ettirme ücretini verebilmişti. On yıldır tamamen hasbî çalışıyordum. Şükrü Bey'in o tarihten sonra aydan aya bir buçuk yıl boyunca lütfedip gönderdiği miktarı, daha sonra Yayınevinden aldığım telifi kendisine aynen devrederek, teşekkürlerimle ödeyebildim.
Üstada, hatıraların kaydını bitirdikten sonra, daha Medine'deyken: "Efendim, çok şükür hatıralarınızı kaybolup gitmekten kurtardık. Bu hizmet bana yeter. Meşguliyetimin çokluğu ve titizliğim sebebiyle, yazılması bana kalırsa, çok uzun sürer; kime isterseniz verelim, yazdıralım..." demiştim. Fakat merhum, benim yazmamı arzu etmişti. Tahminim beş sene kadar uzayacağı şeklinde idi. Ancak hesaplar tutmadı; çok uzadı. Ne yazık ki üstadımız da bitmiş hâlini göremedi. Rabbim bildirsin de, ruhu şad olsun.
Son olarak, eser kitap sayfası hâline getirilip, baskıya hazırlanırken de tashihine tekrar tekrar itina olunduğunu arz etmek isterim...
İnşaallah, aziz dostlarımız da bu eserin değerini takdir ederek dikkade okuyacak ve bilhassa çocuklarına da okutacaklardır... Medine-i Münevvere'deki ot hamalı velî zatın dediği gibi:
"Her şey O'ndan... Her şey O'ndan..." ve "Her şey Ona..." vesselam.
M. Ertuğrul Düzdağ
Ümraniye, Eylül 2006
Bu önsözü bitirip yayınevine göndereceğim sırada (7 Eylül), uzun zamandır rahatsız bulunan Şükrü Argıt Bey'in vefat haberi geldi. İnşaallah Nebiyy-i Zişan'ımızın meclisinde üstadına kavuşur. Allah rahmet eylesin.
M. Ertuğrul Düzdağ
Dem Yayınları 5. Cilt Ali Ulvi Kurucu Hatıralar kitabı nı incele diniz.
Diğer Özellikler |
Stok Kodu | 9786058016507 |
Marka | Med Kitap |
Stok Durumu | Bu ürün geçici olarak temin edilememektedir. |
9786058016507