Camiul Usul, 19 cilt

Fiyat:
1.200,00 TL
İndirimli Fiyat (%37,5) :
750,00 TL
Kazancınız 450,00 TL
Geçici olarak temin edilememektedir. Temin edildiginde

Bu ürünün yerine tercih edebileceğiniz ürünler


  Kitap              Camiul Usul
  Yazar             İbnul Esir El Cezeri
  Tercüme         Prof. Dr. Kemal Sandıkçı Prof. Dr. Muhsin Koçak
  Yayınevi         Ensar Neşriyat
  Kağıt - Cilt      1.Hamur beyaz - 19 Lüks Bez Cilt
  Sayfa - Ebat   13.880 Sayfa - 16x24 cm
  Yayın Yılı        2008

 
 
Ensar Neşriyat, İbnul Esir El Cezeri tarafından yazılan Camiu’l - Usul adlı kitabı incelemektesiniz.
Camiul - Usul kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
 
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert  olandır.  Alak 1-2
 

 
                 ÖNSÖZ
 
Rahman ve Rahim olan Yüce Rabbimizin adıyla başlıyoruz.
 
Allah'a sonsuz hamd ü senalar olsun. Yalnız O'na kulluk eder, yalnız O'na hamdeder ve yalnız O'ndan yardım isteriz. Nefislerimizin kötülüklerinden O'na sığınırız. O kimi hidâyete erdirirse, kimse onu doğru yoldan saptıramaz. O'nun sapıklığa düşürdüklerini de kimse doğru yola getiremez.
 
Yegâne önderimiz ve hidâyet rehberimiz olan şanlı Rasûlü Hz. Muhammed'e (as.), âline, ashabına ve etbâına da salât ve selâm eyleriz.
 
Camiul Usulun tertibi ve özellikleri
 
1-Müellif, eserinin te'lîfinde, Rezîn b. Muâviye'nin et-Tecrîd adlı eserini esas almıştır. Buharî ve Müslim'in Sahihlerinden rivayet edilen hadîsler konusunda ise el-Humeydî'nin el-Cem' beyne's-Sahîhayn adlı eserine bağlı kalmıştır. Sahîhayn dışındaki diğer dört kitaptan yapılan rivayetler hakkında ise, bu kitapların bizzat okuyup dinlediği asıl nüshalarına başvurmuştur.
 
2-Rezin'in kitabında olduğu halde Kütüb-ü Sitte'de bulamadığı hadîsleri de, bulamadığını belirterek kaydetmiş, basma ise kaynağına delâlet eden bir kısaltma koymamıştır. Bu durumun, nüsha farklılığından kaynaklanmış olabileceğini düşünmüş, zamanla ele geçecek olan başka nüshalarla bu eksikliğin giderilebileceği ümidini izhar etmiştir. el-Humeydî'nin eserine almadığı, ama kendisinin Sahîhayn'da bulduğu bir hadîs olursa, onu da kaydetmiştir. Şüphesiz ki müellifin bu tavrı, onun dürüstlüğünü ve ilmî ciddiyetini gösterir.
 
3-Eserini; Mebâdî, Mekasıd ve Havâtim adıyla üç ana bölüme ayırmış, Mebâdî kısmında bir Mukaddime ile hadîs usûlüne dair konuların bir hülasasını yapmıştır. Mekasıd bölümünde kütüb-ü sitte'deki hadîsleri belli bir sisteme göre yerleştirmiş, Havâtim bölümünde de hadîslerde ismi geçen şahısların kısa biyografilerini vermiştir.
 
4-Sadece merfû ve mevkuf hadîsleri almış, tâbiûn ve sonrakilerin sözlerini nadiren zikretmiştir.
 
5-Hadîslerin senedlerini, ilk râvîsi dışında bütünüyle hazfetmiştir. Hadîs metninin basma, sadece onu rivayet eden sahabî veya tâbiî'nin adını zikretmiştir.
 
6-Her hadîsin başına, hadîsin kaynağına delâlet eden kısaltmalar koymuştur. Bu kısaltmalar zamanla silinir veya yıpranarak kaybolur endişesiyle, metnin sonuna hadîsi tahric eden müellifin ismini tekrar, ama bu sefer kısaltma şeklinde değil, açıkça yazmıştır. Hadîslerin lafzı konusunda daha çok Buharî ve Müslim'in elfâzını esas almıştır. Ancak Sahihayn dışındaki kaynaklarda bir izah veya ziyadelik varsa, onu da ayrıca zikretmiştir.

 
7-Konular, alfabetik bir sistemle tertip edilmiştir. "Kitâb" ismi verilen bu ana konu başlıkları, kelimenin sadece aslî harfine göre değil, aslî olsun zâid olsun görünen ilk harfine göre tanzim edilmiştir. Bunu da âlim-câhil, avâm-havâs herkesin kolayca istifâde edebilmesini sağlamak gayesiyle yapmıştır.
 
8-Buna karşılık ana konunun yan başlıkları, ilk harfleri itibariyle başka yerde olmalarını gerektirse dahi, konunun bütünlüğünü sağlamak için onları, ilgili ana bölümde zikretmiş, alfabetik sistem gereği bulunması gereken yerde de, o babın geçtiği yere atıfta bulunmuştur. Meselâ; Cihâd'ın talî konuları olan "Fey', Gulûl, Nefl, Humus, Şehâdet" gibi konuları "Cim" harfinde ve Kitabu'l-Cihâd'ın içinde vermiştir. Bu kelimelerin başındaki harf ile ilgili yere gelince de, bahsin sonunda, "Ğulûl ve Ganimetler, Kitabu'l-Cihâd'da geçti" şeklinde atıf yapmıştır.
 

9-Hadîsleri, konularına uygun bâblarda vermiş, aynı hadîsi tekrar etmemeye dikkat etmiş, konuları mümkün mertebe bir araya toplamak suretiyle tam bir bütünlük sağlamak için büyük titizlik göstermiştir. Yalnız burada şunu kaydetmek gerekir: Bilindiği üzere muhaddisler nazarında, bir hadîsin senedinde veya metninde tek kelimelik dahi olsa bir farklılık olursa, o ayrı bir hadîs sayılır. İbnu'l Esîr de hadîsleri daha çok râvîyi esas alarak kaydettiği için, aynı hadîs farklı râvîler tarafından rivayet edilmişse onu da peşpeşe kaydeder. Aynı râvîden nakledilen bir hadîs, farklı kaynaklarda değişik bir lafızla tahric edilmişse, bunları ayrı ayrı gösterir. Farklılık aynı anlama gelen bir kelimeden ibaret dahi olsa, büyük bir dikkatle onu da kaydeder. Hadîsin bütün farklı varyantlarını bir yerde toplamak suretiyle önemli bir hizmet ifa etmiş olur. Bir kaynakta eksik veya fazla bir lafızla rivayet edilmiş olması muhtemel olan bir hadîsin bütün rivayetlerini toplamak suretiyle, aradaki boşlukların doldurulmasına veya fazlalıkların atılmasına imkân hazırlamış oldu.


10-Tek bir manayı ihtiva eden her hadîsi, âit olduğu bâb'a koymuştur. Şayet hadîste birden çok hususa delâlet eden manalar varsa ve eğer bu manalardan biri daha ağır basıyorsa, onu, bu ağırlıklı manaya uygun olan bâb'a yazmıştır. Hadîs müşterek veya münferit manalı gözükmesine rağmen alfabetik sistemde herhangi bir bölüme yerleştirilmesi mümkün olmuyor, ama hadîsin şumûlü tek bir manada toplanabiliyorsa, onları kitabın en sonunda Kitâbu'l-Levâhık adlı özel bir bölüme kaydetmiştir.
 
11-Hangi konuya âit olursa olsun, faziletlerle ilgili bütün hadîsleri, Kitâbu'l-Fezâil ve'l-Menâkıb adıyla özel bir bölümde toplamıştır.
 
12-Hadîs metinlerinde geçen garîb kelimeleri kısaca açıklamıştır. Ancak aynı açıklamanın, o lafzın geçtiği her yerde tekrar edilmemesi ve atıflarla kitabın doldurulmaması için kelime açıklamalarını her harfin sonunda bir arada vermiştir. Kitabın orijinali böyle olmakla birlikte, muhakkikin da belirttiği üzere eserin baskısı esnasında buna uyulmamış, garîb kelime hangi hadîste geçiyorsa açıklaması da oraya konmuştur. Eserin orijinalliğini bozsa da, pratiklik ve kullanımda kolaylık sağlamak gayesiyle kitabın baskısında böyle bir usûl izlenmiştir.
 
13-Hadîs kitapları genellikle Kitâb ana başlığı altında Bâb'ların sıralanması şeklinde bir tertibe sahipken, İbnul-Esîr Kitâb ana başlığım önce Bâb'lara, Bâb'ları Fasıllara, Fasılları Furûlara, Furûları Nevi'lere ayırmak şeklinde çok daha ileri ve modern sayılacak bir anlayışla eserini telif etmiştir.
 
14-Gerek Mukaddime'de ele aldığı hadîs usûlüne dair konular hakkında ve gerek hadîs metinlerinin açıklanması esnasında yararlandığı garîbu'l-hadîse ve lügate dair kitaplardan kullandığı kaynakları, eserinin Mukaddime'sinde kaydetmiştir.
 
15-Eser, mukaddime, ana metin ve biyografi bölümü olmak üzere üç ana bölümden meydana gelmiştir. Ana metin alfabe harflerine göre 28 kısma ayrılmıştır. Kitabu'l-Levâhik ile birlikte toplam 131 Kitâb, 121 bâb, 503 fasıl, 329 furû', 367 nevi', 12 kısım, 10 hüküm, 518 tâli  başlık ve  9.524 hadîs  yer almaktadır. Bu rakama, hadîsin rivayet farklılığından kaynaklanan ve değişik metinleri ihtiva eden hadîsler dahil değildir.
 
16-Hadîslerin tamamı harekelenmemiş olmakla birlikte, gerekli ve önemli yerlerine hareke konmuştur. Harekesiz kalan kısımlar ise, biraz Arapça bilenler için zorluk yaratmayacak düzeydedir.

 
Câmiu'l-Usûlun üç matbu nüshası vardır. Biri, Muhammed Hâmid el-Fakî'nin tahkîkıyla, 1949'da 12 cilt halinde Mısır'da neşredilmiştir. Diğeri ise, Abdülkadir el-Arnavut'un tahkiki ile, 1969-1974 yılları arasında ve 11 cilt metin, iki cilt fihrist, dört cilt de Câmiul usul 'de ismi geçen muhaddisler ve râvîler olmak üzere toplam 17 cilt halinde Şam'da neşredilmiştir; bu neşrin iki ciltlik fihris kısmını Yusuf eş-Şeyh Muhammed el-Bikâî hazırlayıp 1405/1985 yılında Beyrut'ta neşretmiş, yine Abdülkadir el-Arnavut'un nezaretinde olmak üzere râvîlerle ilgili olan dört ciltlik bölümün ilk iki cildi Mahmud el-Arnavut'un tahkîkıyla, üçüncü cildi Riyâd Abdülhamid Murad'ın tahkîkıyla, dördüncü cildi de Muhammed Edîb el-Câdir'in tahkîkıyla 1412/1991 yılında Beyrut'ta neşredilmiştir. Eserin üçüncü baskısının da Eymen Salih Şaban'ın tahkîkıyla 1997'de 15 cilt olarak Şam'da yapıldığını bir indekste okuduk, ama bu neşri görmemiz mümkün olmamıştır. Biz tercümemizde, Abdülkadir el-Arnavut'un neşrini esas aldık.
 
Abdülkadir el-Arnavut'un39 neşri, yine kendi yönetiminde, ancak ciltleri tayrı ayrı olmak üzere Mahmud el-Arnavut, Riyâd Abdülhamîd Murad ve Muhammed Edîb el-Câdir tarafından tahkîk edilerek 1991 yılında Beyrut'ta yayınlanan dört ciltlik Rical bölümü ile eser tamamlanmıştır. Böylece Câmiul Usul, asıl metin on bir cilt, biyografik malumatın verildiği dört cilt ve fihristi de iki cilt olmak üzere toplam on yedi cilde ulaşmıştır.
 
On ikinci ciltte önce bazı kelimelerle tanınan hadîsler için 200 sayfalık bir indeks yapılmış, sonra Hz. Peygamber'le ilgili özlü bilgiler verilmiş, arkasından diğer Peygamberlerin ve aşere-i mübeşşerenin kısa biyografileri verilmiştir.
 
On üç, on dört ve on beşinci ciltlerde alfabetik bir tertiple Câmiu'l-Usûl 'de rivayeti bulunan şahısların kısa biyografileri verilmiştir. Her harf önce "Erkekler" ve "Kadınlar" -diye ikiye ayrılmış, "Erkekler" de; sahabîler, sahabî olmayanlar, künyesi ile bilinen sahabîler ve künyesiyle meşhur olan tabiîler ve diğerleri; "falancının oğlu" diye tanınanlar, lakabı ile meşhur olanlar ve nisbesi ile bilinenler olmak üzere yedi kısma ayrılmıştır. Kadınların biyografileri için de aym şekilde bir taksim yapılmıştır. Bu kısımların her biri de kendi içinde alfabetik tertip edilmiştir. Verilen biyografik malumat çok kısa olmakla birlikte, özellikle şahısların isim, künye, lakap ve nisbelerinin doğru tespiti için büyük gayret gösterilmiştir. Bu konuda gösterilen titizlik, biyografik malumatın en çok göze çarpan tarafı olmuştur.
  
Abdülkadir el-Arnavut, 1347/1927 yılında Kosova'da dünyaya geldi. Aslen Arnavuttur. Ülkesinde yaşanan dinî baskılar yüzünden 1931 yılında babası Kosova'dan Şam'a hicret etmek zorunda kaldı. Bu sırada Abdülkadir henüz dört yaşmda idi. Sekiz yaşmda Kur'ân'ı hıfzetti. Yaşadığı dönemin hocaslarından dinî ilimler tahsil etti. Özellikle fıkıh ve hadîs alanında uzmanlaştı. Balkanların yetiştirdiği en önemli üç âlimden biriydi; diğer ikisi Nâsıruddin el-Elbânî ve Şuayb el-Arnavut idi. Abdülkadir, on bin hadîs ezberlediğini söyler. Daha çok selefî akidesine ve Hanbelî mezhebine meyyaldi. 1951 yılından itibaren hem talebe okutmaya, hem de kitap yazmaya başladı. Telif ve tahkîk olarak 53 kitaba imza attı. Teliften daha çok tahkîke ağırlık verdi. Çünkü ona göre yazılmış olan çok kıymetli eserlerin gün yüzüne çıkarılması daha önemli bir hizmetti. Tahkîk ettiği eserler arasında Câmiu'l-Usûl, Zâdü'l-Mesîr, Zâdu'l-Meâd, Şezerâtu'z-Zeheb, es-Sünen ve'l-Mübtediât, er-Rhjâdu'n-Nadra, Muhtasaru Minhâci'l-Kâsidîn, Ravdatu't-Tâlibîn, Mişkâtu 'l-Mesâbîh gibi önemli kaynak eserler bulunmaktadır. Abdülkadir el-Arnavut, bu eserin tercümesi yapılırken, 1425/2004 yılında Şam'da vefat etti. Yüce Allah'tan kendisine rahmetle ve mağfiretle muamele buyurmasmı niyaz ederiz.
 
On beşinci cildin sonunda da hadîs metinlerinde geçen mübhem kişilerin isimler verilmiş ve en sonuna da Câmiu'l-Usûl'deki Kitâb, Bâb, Fasıl, Fer' ve Nevilerin fihristi eklenmiştir.

Biz, irfanımızın noksanlığını, ilmimizin eksikliğini, aklımızın yetersizliğini ve idrâkimizin sınırlı olduğunu bilmemize rağmen bu büyük eseri tercüme ve şerh etmeye cür'et gösterdik. Bu husustaki tereddütlerimizin izâlesinde, Allah ve Rasûlünün rızâsmı kazanmak ümidi ile milletimize faydalı olabilmek arzusu etkili olmuştur.
 
Eser, hadîs usûlüne dair genişçe bir Mukaddime ile başlamaktadır. Biz, bu Mukaddime'yi sadece tercüme etmekle yetindik, bu arada muhakkikin zaman zaman düştüğü notları tercümeye gerek görmedik. Usûle dair, bizim memleketimizde de oldukça çok sayıda neşriyat yapıldığı için muhakkikin düştüğü notların münakaşası ile eseri uzatmak istemedik. Eserin orijinalliğini aksettirmeye mümkün olan ölçüde gayret gösterdik. Yeri geldikçe bazı biyografik malumat ilave etmeyi de faydalı bulduk.
 
  
Eserin tercüme ve şerhine gelince;
 
 Önce hadîsleri tercüme edip kaynaklarını ve rivayet farklılıklarını gösterdik. Sonra hadîsin şerh ve izahını yapmaya çalıştık. Bu esnada muteber ve maruf şerh kitapların tarayıp yaptığımız izah ve açıklamanın kaynaklarına işaret ettik. Mümkün mertebe   ifâdenin,   konuşulan   Türkçe'ye   uygun   olmasına   gayret gösterdik.      
 
Müellifin, esere ilave ettiği ve Şerhu'l-garîb adını verdiği, hadîslerde geçen garib lafızların şerh ve izahını ihtiva eden bölümü, aynen tercüme etmeye gerek görmedik. Çünkü Türk okuyucusuna gerekli olduğuna inandığımız geniş açıklamayı hadîsin izahı esnasında zaten verdik.
Hadîslerin tahrici, tahkîkı ve değerlendirilmesi konusunda muhakkıkm eklediği kısa notlardan yararlandık, ancak bunları aynen tercüme etmeye gerek görmedik.
 
Hadîs kritiği bakımından teknik konulara fazla girmedik. Yalnız senedle ilgili bazı hususları belirttik. Bu konuda muhakkıkın notlarından da yararlandık.
 
Aynı hadîsin farklı lafızlarla rivayeti varsa, bu durumda ilk rivayeti tercüme ettikten sonra "RİVAYETLER" diye bir başlık koyduk, hadîsin diğer rivayetlerini de bu başlık altında tercüme ettik. Bunu da okuyucuya kolaylık olsun ve gözler fazla yorulmasın diye yaptık. Hatta aynı hadîsin değişik rivayetleri kolayca fark edilsin diye de aralarını bir miktar açtık.
 
Kitap içinde yapılan atıflar konusunda hep hadîs rakamını kullandık. Bunun daha pratik olacağını, değişik baskılarda karışıklıkların da böylece önlenebileceğini düşündük. Hatta farklı hadîsler için 6149 rakamı hataen iki defa kullanılmış olduğu halde, atıflarda karışıklığa yol açmamak için bu hatayı da düzeltmeyip aynen koruduk.
 
Hadîsleri rivayet eden râvîlerin biyografilerini de ayrıca vermeye çalıştık. Bunu da râvî isminin ilk geçtiği yerde vermeyi, daha sonra bir daha da tekrar etmemeyi prensip edindik. Yukarıda da belirttiğimiz gibi onbeş ciltlik Câmiu'l Usûl'ün son dört cildi eserde ismi geçen râvîlerin biyografisine tahsis edilmiştir. Biyografik malumat için İbnu'l-Esîr'in, Câmiu'l-Usûl'e eklediği bu bilgilerden yararlandık, ancak orada verilen biyografik bilgiler son derece kısa olduğu için bununla yetinmeyip diğer biyografik kaynaklardan ilave bilgiler ekledik. Buna karşılık râvîlerin isimleri, nesebleri, kabileleri ve bunların doğru okunmaları hakkında İbnu'l-Esîr'in verdiği teknik mâhiyetteki bazı bilgileri, Türk okuyucusu için çok da gerekli olmadığını düşünerek aynen alıp tercüme etmeye ihtiyaç duymadık. Ayrıca İbnu'l-Esîr, hadîsin sadece ilk râvîsinin biyografisini kısaca vermiş olmasına mukabil, biz tercüme esnasında metin ve senedde geçen bütün şahısların biyografilerini çok daha geniş şekilde ilave ettik.
 
Muhakkik, zaman zaman kütüb-ü sitte kaynaklarının dışmda Dârimî, İbn Mâce ve Müsned gibi kaynaklara atıfta bulunmuştur, ama biz eserin orijinalinde bulunmayan bu ilaveleri tercümeye gerek görmedik.
 
Gerek tercümede ve gerek şerh kısmında mümkün mertebe ortalama bir Türk okuyucusunu göz önüne almaya çalıştık. Hadîsle ilgili teknik teferruata zorunlu olmadıkça fazla girmedik. Bu bakımdan muhakkikin teknik unsurlar içeren notlarım da tercüme etmedik.
 
Camiul Usul de sadece her konunun başında verilen Kitab, Bâb, Fasıl, Fer', ve Nevi başlıklarını, konunun bütününü bir arada görebilmek amacıyla asıl konunun başında topluca verdik.

Eserin müellifi İbnul-Esîr'i ve eserlerini tanıtıcı mâhiyette bir mukaddime yazdık. Bu arada ilim dünyasında önemli izler bırakmış, son derece ciddi ve kaynak olma niteliğini hâiz eserler te'lîf etmiş olan İbnu'l -Esîr ailesinin diğer üyelerinin biyografilerini de vermeyi uygun bulduk. Böylece aileyi bir bütün olarak tanıyabilmek mümkün olacaktır.
 
Eserin tercüme ve şerhine geçmeden önce, Câmiu'l-Usûl'i tahkîk eden Abdülkadir el-Arnavut'un yazdığı mukaddimeyi de tercüme ettik.
 
Câmiul-Usûl'de yer alan ve daha çok İslâm hukuku ile alâkalı olan bir kısım bölümlerin tercüme ve şerhi, konunun uzmanı Prof. Dr. Muhsin KOÇAK tarafından yapılmıştır. Bunlara, o bölümün yer aldığı ciltlerin başında işaret edilmiştir. Bu münasebetle bazı ciltlerin başında onun da ismi yer almaktadır.
 
Eserin indeks ve fihristi ise, Rize Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Araştırma Görevlisi Ümit ERKAN tarafından yapılmıştır.
 
Hiçbir kul, yaptığı işte hatâdan salim olduğunu iddia edemez. Bu, ancak meleklerin işidir. Binâenaleyh, hatâdan salim olmadığımızın şuûrundayız. Saygı değer okuyucunun, aydınlatıcı ve irşâd edici tenkidlerinden bizleri mahrum etmeyeceğini ümid ediyoruz. Böylelikle o, bize, hatâlarımızı düzeltme ve doğruya ulaşma imkânını lütfetmiş olacaktır.
 
Yüce Mevlâ'nın başarıya ulaştırmasını, kolaylaştırmasını, zorlaştırmamasını, en güzel şekilde tamamlamayı nasib etmesini ve yardımını üzerimizden eksik etmemesini, şanlı Peygamberinin rızasını ve şefaatini nasib etmesini, bütün mü'minlere mağfiret ve rahmetle muamele buyurmasını niyaz ederiz.
 
İnsan, Yüce Mevlâ'nın en mükerrem yaratığıdır. Bütün ihtişamıyla dünya da, onun yararlanması için yaratılmıştır. Yüce Allah, insana akıl vermiş, irâde ve güç vermiş, sınırlı da olsa dünyada bir yaşama süresi takdir etmiştir. Bu süre içinde dünyayı da onun emir ve hizmetine sunmuştur.
 
Yeryüzünde hayatın başladığı andan itibaren düzenin devamı, insanın huzur ve mutluluğu ve hayatın ahenkle sürmesi için de sürekli Peygamberler ve kitaplar göndermiştir. Böylece en mükerrem varlık olan insanın, yaratıcısı ile olan bağını hiç kesmemiş, verdiği bunca nimet ve lütfunun yanında hidâyet yolunu da göstermiştir. Dünyada ve âhirette mutluluğa giden yolu açmış, aydınlatmış, felâketten ve ebedî azaptan da îkaz edip sakındırmıştır.
 
İslâm dini, Hz. Âdem'den itibaren teselsül ede ede gelen ve nihayet en mütekâmil seviyesine Hz. Muhammed'in (as.) şahsında ulaşan dinlerin sonuncusu ve ekmelidir. Yüce Allah, son Peygamberinin şahsında bütün insanlığa lütfeylediği İslâm ile, hidâyet yolunu son olarak bir defa daha göstermiş, ebedî felâketten insanlığı bir defa daha îkaz etmiş, kıyamete kadar devam edecek ve hayatın her şubesini tanzim edecek olan mükemmel bir nizamın ana ilkelerini vaz' etmiştir.
 
Şüphe yok ki bu dinin en önemli kaynağı, lafzı ve manası ilâhî olan ve bu yönüyle yeryüzünde başka hiçbir eserde bulunmayan bir kudsiyete sahip olan, kendisinde en küçük bir hatanın bulunmadığı Allah tarafından garanti edilen Kur'ân-ı Kerîm'dir. O, sahip olduğu genel hüküm ve prensipleriyle kıyamete kadar sürecek olan hayatı bütün yönüyle kucaklar, her zaman ve mekânın problemlerine çözüm getirmeyi amaçlayan genel ilkeler koyar.
 
Kur'ân-ı Kerîm, şüphesiz ki her meseleyi tek tek ele almaz. Teferruatla uğraşmaz. O, daha çok genel prensipler koyar. İşte Kur'ân'ın ele almadığı konulara ışık tutacak, O'nun genel prensiplerini açıklayacak ve O'nda olmayan hususları vaz' edecek olan da Allah'ın Rasûlü'dür.
Öyleyse İslâm dininin ikinci kaynağı da Hz. Muhammed'dir, O'nun sünneti ve hadîsleridir. Rasûlullah'ın (as.) hadîsleri, Kur'ân'da bulunmayan bir çok konuları ihtiva etmesi yanında, bizzat Kur'ân'ı da tefsir eder; O'nun mücmelini tafsîl, mutlakmı takyîd, müşkilini tavzîh, âmmmı tahsîs eder.
 
Hz. Peygamber bir hadîslerinde şöyle buyururlar:  "Bana Kur'ân ve O'nunla birlikte O'nun benzeri verildi../'1
 
Buradaki "O'nunla birlikte O'nun benzeri" ifâdesinden maksat, şüphesiz ki Allah Rasûlünün hadîsleridir.
 
Meşhur muhaddislerden Yahya b. Ebî Kesîr2 de;
 
"Kur'ân sünnete muhtaçtır, ama sünnet Kur'ân'a muhtaç değildir"3 der.
 
Şüphesiz ki burada, Kur'ân'ın izaha muhtaç genel prensiplerinin hadîsler tarafından vuzuha kavuşturulması hususuna işaret edilmektedir. Hiçbir zaman Kur'ân hadîsi izah edip açıklamaz, aksine hadîs Kur'an'ı izah edip açıklar. Bu sözle, asla hadîsin Kur'ân'dan daha önemli olduğu kastedilmemiştir. Kur'ân genel prensipler koyar, hadîs ise bunları açıklar, izah eder, detayını ve pratiğini gösterir. Eğer hadîs olmasaydı, Kur'ân'ın doğru anlaşılmasında sıkıntı yaşanabilirdi. Hadîs olmasaydı, İslâm'ın en bariz göstergesi olan namazı nasıl kılacağımızı, zekâtı nasıl vereceğimizi, haccı nasıl yapacağımızı da bilemezdik. Kur'ân-ı Kerîm'de namazla ilgili yüzlerce âyet vardır. Ama hiçbir âyette namazı ne zaman, ne kadar, nasıl ve kaç rekât kılacağımıza dair bir bilgi yoktur. Hatta "salât" kelimesinin bugün kıldığımız namazı ifâde ettiğine dair bir bilgi de yoktur. Bütün bunları biz sünnetten öğreniyoruz. İşte yukarıdaki "muhtaçtır" sözcüğü, bu anlamda bir ihtiyacı ifade etmektedir. Aslında burada muhtaç olan Kur'ân değil, bizim aklımız ve idrâk kabiliyetimizdir. Aynı husus zekât için de bahis konusudur. Pek çok âyette verilmesi emredilen zekâtın ne olduğu, nasıl, ne zaman, ne miktarda ve hangi mallardan verilmesi gerektiğine dair Kur'ân'da
 
 
1Ebû Davud, Sünnet, 6.
2Ebû Nasr, Yahya b. Ebî Kesîr (Salih) b. el-Mütevekkil et-Tâî el-Yemâmî: ö. 129/746.
Aslen Basralıdır, ama Yemâme'de ikamet etmiştir. Bazı kaynaklarda tabiîlerden olduğu belirtilirken bazılarında sahabîlerden hiç kimseyi görmediği söylenir. Kendisinden Evzâî, Hişâm ed-Destüvâî ve Yahya'l-Ensârî rivayet etti. Zührî'den sonra Medine'nin en büyük muhaddisi gösterilir. Hadîsleri kütüb-ü sittede tahric edildi. Genelde sika kabul edilmekle birlikte tedlis yaptığı rivayet edilir. Yemâme'de vefat etti.
3Dârimî, Mukaddime, 49.
 
hiçbir bilgi yer almamaktadır. Bunları da sünnetten öğreniyoruz. Dolayısıyla "muhtaçtır" sözü, bu anlamda bir ihtiyacı dile getirmektedir.
 
Ahzâb süresindeki; "Allah ve melekleri Peygamber'e SALÂT etmektedirler; ey iman edenler, siz de O'na SALAT edin!" âyeti nazil olunca, Müslümanlar bu salât'ın nasıl yapılacağını bilemediler, çünkü âyet-i kerîmede bu konuda herhangi bir bilgi yoktu. Konuyu Hz. Peygamber'e sormuşlar ve O da kendilerine salli-bâri dualarını öğretmişti.4 İşte bu anlamda sünnete ihtiyaç vardır.
 
Dârimî'nin Sünen'inde; "Cibril, Rasûlullah'a (as.) Kur'ân'ı indirdiği gibi sünneti de indirdi"5 rivayeti yer alır.
 
Bu cümlenin mutlak olarak her şeyi kapsadığını iddia etmek elbetteki doğru olmaz. Yani Hz. Peygamber ne yaptı ve ne söyledi ise, istisnasız hepsi Cebrail'in öğrettikleridir, denemez elbette. Ama sünnet olarak bilinen şeylerin, onun tarafından kendisine bildirildiği söylenebilir. Hatta Hz. Peygamber'in herhangi bir konuda yanlış yapmaktan veya yanlış konuşmaktan korunduğu da herhalde inkâr edilemez.
 
Hz. Peygamber'in sözlerinin vahiyle irtibatlı olduğunu gösteren pek çok örnek vardır. O'nun pek çok sözünün, vakıaya uygun düştüğü halde Kur'ân'da o konuda herhangi bir bilginin bulunmaması, o sözün vahiyle irtibatım gösterir. Bu konuda bazı örnekler kaydedelim:
 
1-Hz.Peygamber, Hâtıb b. Ebî Beltea'nın Mekkelilere, müslümanların savaşa hazırlandıklarını bir mektupla ihbar ettiğini haber veriyor. Hemen Hz. Ali ile Zübeyr ve Mikdâd'ı yola çıkarıp; "Hâh havzasına gidin, orada mahfe içinde bir kadın   bulacaksınız,   onda   bir   mektup   var,   mektubu   alın
 
4Buharî, Daavât, 32; Enbiyâ, 8; Tefsir, 33/10; Müslim, Salât, 17/65-66; Muvatta, Kasnı' s-Salât, 22/67; Tirmizî, Tefsir, 34/3220; Salât, 351/483; Ebû Davud, Salât, 183/976, 980, 981, Nesaî, Sehv, 49, 51.
5Dârimî, Mukaddime, 49.
 
getirin!"   buyuruyor.   Onlar   da   hemen   gidip   aynı   yerde  gördükleri bir kadında söz konusu mektubu buluyorlar.6 Ehlince  malum olduğu üzere bu konuda Kur'ân-ı Kerîm'de herhangi bir işaret dahi yoktur. Hz. Peygamber de kâhin olmadığına ve falada bakmadığına göre, bu bilgiyi mutlaka bir yerden almıştı. Hiç şüphesiz ki bu bilginin kaynağı Cebrâîl idi. İşte bu olay, Hz. Peygamber'in  Kur'ân  dışında  da  vahiyle  irtibatlı  olduğunu göstermektedir.
 
2- Bilindiği üzere Cuma namazını Hz. Peygamber hicret sırasında Kuba’dan ayrılıp Ranuna  vadisinde Benû Salim yurduna ulaştığında kılmıştı. Ama bildiğimiz kadarıyla Cuma namazının farziyetiyle ilgili herhangi bir âyet yoktu. Bu âyet çok sonra nazil oldu; namaz sırasında bir ticaret kervanının geldiğini gören müslümanların, Hz. Peygamber'i minberde bırakıp dışarı çıkmaları üzerine Cuma âyetleri geldi. Hatta Süleyman Ateş; " Cuma namazı Mekke devrinden beri vardı ve Peygamber'in sünneti olarak devam etmekte idi. sonra hicretin dört veya beşinci yılında nazil olan âyetle farz kılındı"7 demektedir. Ama Hz. Peygamber böyle bir namazı nerden ve nasıl düşünmüş olabilir? Kanâatimizce Hz. Peygamber'in, öğle namazını bile ıskat eden bu kadar önemli bir namazı kendi kafasından koymuş olması mümkün değildir, bu mutlaka vahyin emri olmalıdır. Halbuki Cuma namazının farziyetini ifâde eden âyet, hicrî 4. veya 5. yılda nazil olmuştu. Ama Hz. Peygamber, Kur'ân'da yer almamasına rağmen Cuma namazını kılma emrini mutlaka vahiy yoluyla almış olmalıdır. Bu örnek de O'nun Kur'ân dışında da vahye muhatap olduğunu
gösterir.
 
3-Mûte savaşı cereyan ederken, kendisi Medine'de bulunan Hz. Peygamber'in savaşın cereyan tarzını ve komutanların birer birer şehîd edildiklerini ashâbına anlatırken görüyoruz: "Şimdi Zeyd
  
6Buharî, Megâzî, 9, 46; Cihâd, 141, 195; Tefsîr, 60/1; İsti'zân, 23; İstitâbe, 9; Müslim, Fedâilüs-Sahâbe, 108; Tirmizî, Tefsîr, 60/1.
7Süleyman Ateş, IX, 438.
 
sancağı aldı ve şehîd oldu. Sonra Cafer sancağı aldı, o da şehîd oldu. Şimdi sancağı Abdullah b. Revâha aldı ve o da şehîd oldu../''8 Bu bilgiler Kur'ân-ı Kerîm'de bulunmadığına göre, bunları kendisine birisinin haber vermiş olması gerekir, ki bu da hiç şüphesiz Cebrâîl idi. Bu da O'nun Kur'ân dışında vahiy aldığını gösteren bir örnektir.
 
4-Hz. Peygamber Bedir savaşı öncesinde eliyle tek tek gösterip; "burası falanın öldürüleceği yerdir..." diyerek müşriklerin öldürülecekleri yerleri gösteriyor. Enes b. Mâlik diyor ki: "Vallahi onlardan hiç biri, Allah Rasûlü'nün gösterdiği yerin dışında öldürülmedi" demektedir.9 Bu konuda Kur'ân'da herhangi bir âyet bulunmadığına göre, acaba Hz. Peygamber bu bilgiyi nereden almıştı?
 
5-Hayber'de bir Yahudi kadını Hz. Peygamber'e yemek ikram etti, ama O'nu öldürmek amacıyla yemeğe koyduğu eti zehirledi. Allah'ın Rasûlü ağzına ilk lokmayı aldığında; "yemekten elinizi çekin, çünkü et bana zehirli olduğunu söylüyor" diyerek arkadaşlarını ikaz ediyor. Sonunda gerçekten etin zehirli olduğu anlaşılıyor.10 Bu durumdan Hz. Peygamberin bilgilendirildiğini ifade eden herhangi bir âyet Kur'ân'da yoktur. Pişirilen etin konuşması mümkün olmadığına göre, onun zehirli olduğunu Hz. Peygamber'e Cebrail'den başka kim haber vermiş olabilir?
 
6-Hudeybiye sulhu yapılırken zaincirlere bağlı olarak gelen Ebû Cendel, Kureyş murahhası olan babası Süheyl b. Amr'a yaklaşıyor, Hz. Ömer de geliyor ve belindeki kılıcını alabilmesi için Ebû Cendel'e doğru iyice yaklaşıyor. Maksadı, belindeki kılıcım Ebû Cendel'in alması ve onunla babasını öldürmesi...
 
 
8Buharî, Cenâiz, 4, 41, 46; Megâzî, 44, 45; Cihâd, 7, 193; Menâkıb, 19; Fedâilu'l- Ashâb, 25; Müslim, Cenâiz, 10/30; Ebû Davud, Cenâiz, 25/3122; Nesaî, Cenâiz, 14, 27.
9Müslim, Cihâd, 17/6; 30/83; Ebû Davud, Cihâd, 125/2681; Nesaî, Cenâiz, 117.
10Buharî, Cizye, 7; Hibe, 28; Tıp, 55; Megâzî, 42; Müslim, Selâm, 18/45; Ebû Davud, Diyât, 6/4508.
 
Bunu fark eden Hz. Peygamber; "ya Ömer! Belki bu adam yarın öyle bir hizmet yapacak ki, bunun için kendisine teşekkür edilecektir" buyuruyor. Aynı Süheyl Mekke fethinde İslâm'a giriyor. Sonra Hz. Peygamber'in vefatı sırasında Mekke'de görülen şaşkınlığı ve irtidat belirtilerini; "ey Kureyş! İslâm'a en son siz girdiniz; sakın ilk çıkan sizler olmayın!" diye çok müessir bir konuşma ile önlüyor.11 Süheyl'in ilerde böyle bir hizmet göreceğine dair Kur'ân'da herhangi bir âyet bulunmadığına göre bu bilgiyi Allah'ın Rasûlüne acaba kim vermiş olabilir?
 
7-Habeş kıralı Necâşî öldüğünde Hz. Peygamber bunu ashâbına haber vermiş ve onun gıyabî cenaze namazını kılmıştı.12
Necâşî'nin öldüğü zamana dair Kur'ân-ı Kerîm'de herhangi bir âyet bulunmadığına göre Allah'ın Rasûlü bunu vahiyden başka
hangi kaynaktan öğrenmiş olabilir?

8-Hz. Peygamber'in Ci'râne'de bulunduğu sırada, kendisine kokular süründükten sonra ihrama giren bir adam geliyor ve bu yaptığının ihram yasaklarına girip girmediğini soruyor. Rasûlullah (as.) cevap vermiyor. Aradan bir müddet geçtikten sonra adamı çağırıyor ve ona; "üzerindeki kokuları yıka ve umreni yap!" buyuruyor. Hz. Peygamber'in başlangıçta cevap vermemesinin sebebi, ne cevap vereceğini bilmemesidir. Daha sonra cevap verdi; çünkü Cibrîl kendisine sorunun cevabım getirmişti.13 Ama bu cevabı biz Kur'ân'da göremiyoruz. Çünkü Allah'ın Rasûlü'ne (as.) gelen vahiy, sadece Kur'ân âyetlerinden ibaret değildi.
 
9-Birgün Hz. Âişe, Rasûlullah'a (as.); "bana bir Yahudi kadını geldi ve; 'sizler kabirde imtihan edileceksiniz' dedi" diye anlattı.
 
 
Bkz., Câmiu'1-Usûl, hadîs no; 6108. Buharî, Cenâiz, 4, 53, 54, 55, 60, 64; Menâkıbu'l-Ensâr,38; Müslim, Cenâiz,
22/62-67; Muvatta, Cenâiz, 5/14; Ebû Davud,  Cenâiz, 62//3204; Tirmizî,
Cenâiz, 37/1022; 48/1039; Nesaî, 72, 76. Buharî, Hac, 17; Müslim, Hac, 1/6-10; Nesaî, Hac, 29.
 
Bunu duyan Hz. Peygamber irkildi ve; "ancak Yahudiler kabirde imtihana çekilir" dedi. Ama birkaç gün sonra; "bana sizin kabirde imtihana çekileceğiniz vahyedildi" buyurdu.14 Biz aradığımız halde Kur'ân'da bulamıyoruz, ama Allah'ın Rasûlü'ne (as.) böyle bir vahiy gelmiş.
 
10-Kureyş'in önde gelenlerinden azılı müşrik Umeyye b. Halef, sahabîlerden Sa'd b. Muâz ile ciddi bir tartışmaya giriyor. Bir ara Sa'd; "vallahi ben, Rasûlullah'm (as.) seni öldüreceğini söylediğini duydum" diyor. Büyük bir korkuya kapılan Ümeyye, karışma gidip olan biteni anlatıyor ve sonunda; "Muhammed asla yalan söylemez; O bir şey dediyse mutlaka olur. Binâenaleyh bundan böyle ben Mekke'den asla ayrılmayacağım" diyor. Bilâhare Bedir savaşma karar verilince, Ümeyye Kureyş ordusuna katılmak istemez. Ama Ebû Cehil'in; "sen eşraftan birisin, sen orduya katılmazsan diğer insanlar ne yapar? Hiç değilse birkaç gün bizimle Bedir e doğru gel; sonra döner gelirsin. En hızlı deveyi de sana veririz" şeklindeki ısrarlı tabine uyarak o da orduya katılıyor. Niyeti yarı yoldan geri dönmek olsa da, Bedir'e varıncaya kadar geri dönmesi mümkün olmuyor. Sonunda Ümeyye, Bedir'de öldürülüyor.15 Hz. Peygamber'in Ümeyye'yi öldüreceğine dair bir bilgi Kur'ân'da bulunmamaktadır. Ama yıllar önce söylemiş olduğu bu söz, Bedir'de gerçekleşiyor. Eğer kendisine Kur'ân dışında vahiy gelmiyor idiyse, acaba bu bilgi O'na nereden gelmiş olabilir?
 
11-Bilindiği üzere Hz. Peygamber, hicretten bir buçuk sene sonrasına kadar namazlarını hep Kudüs'e doğru kılmıştı. O'nun Mescid-i Aksâ'yı kıblegâh edinmesini emreden bir âyet Kur'ân-ı Kerîm'de yer almamaktadır. Acaba O, sadece kendi tercihi olarak mı Kudüs'e doğru namaz kılıyordu? Kendi tercihi olduğunu söyleyecek olsak, Bakara süresindeki; "yüzünü gökyüzüne doğru kaldırıp durduğunu şüphesiz görüyoruz; muhakkak seni razı
 
 
14Buharî, Cenâiz, 89; Müslim, Mesâcid, 24/123-126; Nesaî, Cenâiz, 115.
15Buharî, Megâzî, 2; Menâkıb, 25.
 
olduğun kıbleye doğru döndüreceğiz"16 âyeti boşlukta kalır. Eğer kendi iradesiyle hareket etmiş idiyse, neden razı olduğu kıbleye doğru başlangıçta dönmemişti de, vahiy gelsin diye gökyüzüne bakıyordu? Doğrusu, Hz. Peygamber Kabe'yi kıble edinmeyi arzu etmekte, buna rağmen Kudüs'e doğru dönmeyi sürdürmektedir. Çünkü Mesid-i Aksâ'ya dönmesi de, yine vahiy gereği idi. Anlaşılıyor ki Hz. Peygamber'e Kur'ân-ı Kerîm'de bulunmayan bazı vahiyler de geliyordu.
 
12-Namazların hangi zaman dilimleri arasında, kaç rekât ve nasıl kılınacağına dair Kur'ân-ı Kerîm'de hiçbir bilgi yer almadığına göre, acaba Hz. Peygamber bunu kendi arzusuna göre mi düzenlemiştir? Asla böyle bir şey bahis konusu değildir. Aksine Cebrâîl iki gün ardı ardına gelip kendisine imâm olmuş; ilk gün namazları ilk vakitlerinde nasıl ve kaç rekât kılınacağını, ikinci gün de son vakitlerinde nasıl kılınacağını göstermişti.17 Eğer Hz. Peygamber'e Kur'ân dışında vahyin gelmediğini kabul edecek olursak, bütün bunları tamamen kendisinin düzenlemiş olduğunu söylememiz gerekir; bu ise asla mümkün değildir.
 
13-Kur'ân-ı Kerîm'de Rasûlullah'ın (as.) hicret etmesini ve hicret edeceği yerin de Medine olduğunu âmir bir âyet de yoktur. Ama O, Medine'ye hicret etmiştir. Tamamen kendi tercihi ile hicret etmiş olabilir mi? Böyle bir şey mümkün değildir. Nitekim O, hicrete niyetlenen Hz. Ebû Bekir'e; "acele etme; ümit ediyorum bana da hicret izni verilecek" buyurmuştur. Hatta hicret edeceği yerin de kendisine gösterildiğini söylemiştir.18
 
14-Sahabîlerden Ebû Seleme vefat edince, karısı Ümmü Seleme ağlıyor ve kocası için dua ediyor. Hz. Peygamber ona; "ya Rabbi, beni de onu da bağışla ve bana ondan daha hayırlı bir gelecek
 
 
16 Bakara, 143.            ,
17 Tirmizî, Salât, 113/149; Ebû Davud, Salât, 1/393. Benzer rivayetler için bkz., Muvatta, Vukût, 1/9; Nesaî, Mevâkît, 6, 7,10,15,17.
18 Buharî, Menâkıbu'l-Ensâr, 45; Salât, 86; Buyu', 57; İcâre, 3, 4; Kefalet, 4; Megâzî, 29; Libâs, 16.
 
ihsan eyle!" diye dua etmesini söylüyor. Ebû Seleme çok iyi bir insan olduğu için Ümmü Seleme "ondan daha kim olabilir ki?" diye hayretini dile getiriyor. Bilahare Ümmü Seleme Hz. Peygamber'le evlenince, bu sözün hikmetini anlıyor ve; "gerçekten Allah bana, ondan daha hayırlı olan Muhammed'i ihsan etti" diyor.19 Acaba burada Hz. Peygamber'e önceden verilen bir bilgi yok muydu? Var idiyse, bu bilgi nereden gelmişti?
 
15-Abdullah b. Mes'ûd; "ilk zamanlarda bizler Hz. Peygamber'e namazda iken de selâm verirdik ve O da bizim
selâmımızı alıyordu. Ama Necâşî'nin yanından döndükten sonra selâmımızı almadı ve; "Yüce Allah arzu ettiği her hükmü yeniler; O'nun yenilediği hükümlerden biri de namazda konuşmamanızdır" buyurdu, diyor.20 Böyle bir hükmü Kur'an'da bulamıyoruz; acaba bu hüküm Hz. Peygamber'e nasıl gelmiş olabilir?
 
16-Hicretin dört veya beşinci yılında yapılan Zâtü'r-Rika savaşında şiddetli bir çarpışma meydana gelmişti. Namaz vakti
geldiğinde Hz. Peygamber, arkadaşlarına; "şu anda düşmanlarınız; 'az sonra Müslümanların evlatlarından daha çok sevdikleri namaz vakti gelecek; onlar namaza durduklarında saldırırız' diye konuşuyorlar" haberini veriyor.21 Böyle bir haberi Kur'an'da göremediğimize göre, acaba onu Allah'ın Rasûlü'ne (as.) kim haber vermiş olabilir? Bizzat Hz. Peygamber'in de belirttiği gibi, tabii ki, Cebrail haber vermişti.
 
17-Hendek savaşı dönüşünde Hz. Peygamber silahını çıkarıp yıkanıyor. Banyodan çıkar çıkmaz telaşla tekrar silah kuşanıyor
ve hemen arkadaşlarını toplayıp Benû Kureyza'nın üzerine yürüyor.   Arkadaşlarının   merakı   üzerine   de   şu   açıklamayı
 
 
19Müslim, Cenâiz, 2/5; 4/7-8; Muvatta, Cenâiz, 14/42; Ebû Davud, Cenâiz,
19/3115; 21/3118; Tirmizî, Cenâiz, 7/977; Nesaî, Cenâiz, 3.
20  Buharî, Amel fî's-Salât, 2, 15; Menâkıbu'l-Ensâr, 37; Müslim, Mesâcid, 7/34;
Ebû Davud, Salât, 170/923, 924; Nesaî, Sehv, 20.
21  Müslim, Müsafirîn, 57/307, 311.
 
yapıyor: "Cibril geldei, bana; 'sen silahı bıraktın ama bz henüz bırakmadık, hemen yola çık!' dedi. 'Ne tarafa?' diye sorduğumda, Benû Kureyza mahallesini işaret ederek; 'şu tarafa' dedi."22 Cebrail'in bu talimatı da hiçbir şekilde Kur'ân'da yer almamaktadır.
 
19-Hz. Peygamber Allah yolunda şehîd düşenlerin günahlarının mağfiret edileceğini söylediğinde, hemen Cibril gelip; "yalnız kul hakkı hariç" diye kendisini ikaz ve tashih etmiş, bunun üzerine O da hemen "kul hakkı hariç" diye ilave etmişti.23 Böyle bir tashihi de Kur'ân'da göremiyoruz.
 
19-Cibril hadîsi diye meşhur olan hadîs de, netice itibariyle Cebrail'in İslâm'ı öğretmek amacıyla yaptığı bir girişimin ifadesidir, dolayısıyla Kur'ân'da yer almayan vahiyler kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
20-Hz. Peygamber, Cebrail'in kendisine sürekli olarak komşuya iyi muameleyi tavsiye ettiğini söylemektedir, ama bu tavsiyeler de Kur'ân'da bulunmamaktadır.
 
21-Kur'ân'da yer almadığı halde Hz. Peygamber'in "bana şöyle vahyedildi... Allah bana şöyle vahyetti..." diyerek muhtelif konularda pek çok şey söylediği de bilinmektedir.24
 
22-Bazı âyetlerde Allah'ın Peygamber'ine vaad ettiği veya bildirdiği şeylerden bahsedilmekte,25 ama bunlar da Kur'ân'da yer almamaktadır.
 
22Buharî, Megâzî, 31; Cihâd, 18; Müslim, cihâd, 22/65-68; Ebû Davud, Cihâd,
8/3101; Nesaî, Mesâcid, 18.
23Müslim, İmaret, 32/117; Muvatta, Cihâd, 31.
24Bkz., Buharî, İlim, 24; Vudû', 37; Cuma, 29; İ'tisâm, 2? Menâkıbu'l-Ensâr, 45;
Kefalet, 4; Ta'bîr, 39; Müslim, Cennet, 16/63-64; Küsûf, 3/11; Rüya, 20; Muvatta, Küsûf, 4; Ebû Davud, Edeb, 48/4895; Tirmizî, Menâkıb, 68/3923; Nesaî, Cenâiz, 115; İbn Mâce, Zühd, 16/4179; 23/4214; Rüya, 10/3921.
25Tahrîm, 3; Enfâl, 7, 9.
 
 
Kur'ân-ı Kerîm'de Hz. Peygamber'i azarlar mahiyette bazı âyetler yer almaktadır. Meselâ Bedir esirlerine yapılan muamele hakkındaki âyetler,26 Tebük gazasına gitmemek için izin isteyenlere izin verdiği için "Allah seni affetsin, neden onlara izin verdin?" âyeti27, bir olaydan dolayı bal yememeye yemin ettiği için; "Allah'ın sana helâl kıldığı rızıkları neden kendine haram ediyorsun?" âyeti,28  İbn Ümmi Mektûm'a karşı olan tavrından dolayı nazil olan Abese sûresi, münafıkların reisi Abdullah b. Übeyy'in cenazesini kıldığından dolayı gelen âyetler29  örnek olarak gösterilebilir. Bütün bunlar, Hz. Peygamber'in sürekli vahyin kontrolünde olduğunu ve ilahî murada uygun düşmeyen her türlü tasarrufunun tashih edildiğini gösterir.
 
23-Kur'ân-ı Kerîm'de namazın farziyeti konusunda pek çok âyet bulunmaktadır. Ancak namazın ne kadar, ne zaman, kaç rekât ve nasıl kılınacağına dair bir detay yoktur. Ayrıca biz bugün alışmış olduğumuz için namazın ne olduğunu biliyoruz; fakat namazın mahiyetinden hiç haberdar olmayan biri için "salât" kelimesinin anlamı da açık değildir. Gerçek şudur ki, bugün kıldığımız şekliyle namazların mahiyetini biz Hz. Peygamber'den öğreniyoruz. Burada önemli bir soru cevap beklemektedir: Acaba Hz. Peygamber namazları bugünkü şekliyle bize gösterirken tamamen kendi kafasından mı hareket etmiştir, yoksa bu konuda kendisine birileri öğretmenlik yapmış mıdır? Her aklı başında insanın kabul edeceği üzere Hz. Peygamber bunları Cibril'den öğrenmiştir. Bunlar Kur'ân-ı Kerîm'de bulunmadığına göre, Allah'ın Rasûlü'ne Kur'ân dışında da vahiy geldiğini söylemek, herhalde yanlış olmasa gerektir. Namaz için söylediklerimizi zekât, oruç, hac vb. diğer ibadetler için de söylemek mümkündür.

 
26Enfâl, 67-68.
27Tevbe, 43.
28Tahrîm, 1.
29 Tevbe, 80, 84; Münâfikûn, 6.
 
Bu örnekleri şüphesiz daha da çoğaltmak mümkündür. Ama maksadı ifade için bu kadarının yeterli olacağını düşünüyoruz.
 
Şimdi de Hz. Peygamber'e ve emirlerine uyulması gerektiğini âmir pek çok âyetten bir kaçını hatırlatalım:
 
"Rasûl size neyi verdiyse alın, neyi men ettiyse ondan sakının!"^
 
"Sizler için, Allah'a ve âhiret gününe inananlar için Allah'ın Rasûlünde pek güzel bir örnek vardır."31
 
"Rasûle itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, biz seni onlara muhafız göndermedik."32
 
"Peygamber'in emrine aykırı hareket edenler, başlarına bir musibet gelmesinden veya elîm bir azaba uğramaktan sakınsınlar!"33
"Rabbin adına yemin olsun ki, onlar, ihtilaf ettikleri meselelerde seni hakem kılmadıkça, sonra da senin verdiğin hükme, içlerinde hiç bir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe, asla iman etmiş sayılmazlar."34
 
"Allah ve Rasûlü bir hüküm verdiği zaman, mü'min bir erkek ve kadının, o konuda asla tercih hakkı yoktur. Hatta kendi özel işleri bile olsa..."35
Rasûlullah'ın (as.) verdiği hükmün, kesinlik ifâde edeceğini belirten âyetler yanında, bizzat Hz. Peygamber de, bunu şu hadisiyle dile getirmişlerdir:
 
"...Allah Rasûlünün haram kıldığı şeyler, Allah'ın haram kıldıkları gibidir."36
 
30 Haşr, 7.
31 Ahzâb, 21.
32 Nisa, 80.
33 Nûr, 63.
34 Nisa, 65.
35 Ahzâb, 36.
 
Rasûlullah (as.) ayrıca, Kur'ân-ı Kerîm'in bulunduğu yerde, hadîse karşı ilgisiz kalınabileceğini, bunun ise doğru olmadığını şu hadîsleriyle ifâde ederler:
 
"Yakında koltuğuna kurulmuş olduğu halde, kendisine benim hadîsim rivayet edildiğinde; 'Bize Allah'ın kitabı yeter, O'nda bulduğumuz helâlleri helâl, haramları da haram sayarız' diyen adamlar çıkacaktır... Şunu iyi bilin ki, Allah Rasûlünün haram kıldıkları, bizzat Allah'ın haram kıldıkları gibidir/'37
 
Hadîsin başka bir rivayetinde; "Sizi böyle bir durumda görmiyeyim"38 ifâdesi yer almaktadır.

Birçok âyet ve hadîsin açık olarak belirttiği ve tarih boyunca da müslümanların çoğunluğunun ittifak ettiği üzere Kur'ân ve Hadîs, İslâm dininin iki temel kaynağıdır. Hiçbir müslümanın bu iki temel kaynağın herhangi birinden sarf-ı nazar etmesi asla düşünülemez.
 
Bilindiği üzere Kur'ân-ı Kerîm, Hz. Ebû Bekir döneminde cem' edilmiş, eksiksiz olarak tek bir kitapta toplanmış, sonra Hz. Osman döneminde bütün müslümanların yararlanması gayesiyle çoğaltılarak İslâm dünyasına dağıtılmıştı. ( camiul usul, ensar neşriyat, camiul usül kitap oku, kitabı, online satın al, tercümesi, camiul usul hadis kitabı, 19 cilt TAKIM, 19 kitap set  )
 
Buna mukabil hadîslerin bir araya getirilmesi o dönemde mümkün olmamış, bu hususta bazı düşünceler görülmüşse de bunlar kuvveden fiile çıkamamıştır. Ancak bununla birlikte sahabe döneminde ferdî planda dahi olsa hadîsler kaleme alınmış, hicrî ikinci asrın başında devletin de desteğiyle, hadîsleri yazma faaliyeti büyük merhale katetmiş, nihayet yine ikinci asırda başlayan te'lîf
 
Tirmizî, İlim, 10; İbn Mâce, Mukaddime, 2; Dârimî, Mukaddime, 49. Tirmizî, İlim, 10; Ebû Davud, Sünnet, 6; İbn Mâce, Mukaddime, 2. Ebû Davud, Sünnet, 6; İbn Mâce, Mukaddime ,2.
 
faaliyeti, üçüncü asırda verilen bu sahanın en mükemmel eserleriyle zirveye ulaşmıştır. Te'lîf edilen çeşitli hadîs kitapları arasında, ihtiva ettiği hadîslerin sıhhati açısından en güvenilir bulunan ve bütün tarih boyunca en çok şöhrete ulaşan, Kütüb-ü Sitte diye bilinen altı kitaptır. Bu altı kitabm ilk beşinde -Buharî, Müslim, Ebû Davud, Tirmzî, Nesaî ittifak edilmekle birlikte, altıncı kitap konusunda tam bir ittifak yoktur. Altıncı kitap konusunda; Muvatta, İbn Mâce, Dârimî ve Ahmed b. Hanbel'in Müsned'i şeklinde farklı görüşler vardır. ( camiul usul , ensar neşriyat , camiul usül kitap oku , tercümesi , camiul usul hadis kitabı , 19 cilt TAKIM , 19 kitap set, camiul usul hadis kitabı, ENSAR )



Ensar Neşriyat, İbnul Esir El Cezeri tarafından yazılan Camiul Usul adlı kitabı incele diniz.

Diğer Özellikler
Stok Kodu9789944704526
MarkaEnsar Neşriyat
Stok DurumuBu ürün geçici olarak temin edilememektedir.
9789944704526
En yeni ürünler
Güvenli teslimat
Kampanyalı ürünler
Piyasadaki en iyi fiyat

PlatinMarket® E-Ticaret Sistemi İle Hazırlanmıştır.