Delilleriyle Hanefi Fıkhı

Fiyat:
900,00 TL
İndirimli Fiyat (%52,2) :
430,00 TL
Kazancınız 470,00 TL
Geçici olarak temin edilememektedir. Temin edildiginde

Bu ürünün yerine tercih edebileceğiniz ürünler


Kitap             Delilleri ile Hanefi Fıkhı
Yazar            Esad Muhammed Said es Sağirci
Tercüme        Dr. Halil Aldemir, Dr. Savaş Kocabaş, Dr. Soner Duman
Yayınevi        Polen Karınca Yayınları
Kağıt  Cilt      Sarı Şamua  - Kalın Ciltli
Sayfa  Ebat   1.216 sayfa -  17x24 cm Büyük boy

 

Polen Karınca Yayınları tarafından yayınlanan Delilleriyle Hanefi Fıkhı adlı kitabı incelemektesiniz. 
Delilleri ile Hanefi Fıkhı kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusuözetifiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
 
Yaratan Rabbinin adıyla  oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
 

 
Halkımızın beklentilerine hitap eden, Hanefi fıkhını kolay, anlaşılır, Kitap ve sünnetten delillerle birlikte sunan “ Delilleriyle Hanefi Fıkhı ” çıktı!!!

    
        Eseri öne çıkaran bazı yönleri:


- Hükümlerin Kur’an ve sünnetten delillerini göstermek.
- Özlü ve anlaşılır bir üslup.
- Her seviyeden insana hitap etmek.
- Hanefî mezhebi içinde ittifakla benimsenen ve ihtilaf edilen konuları göstermek.
- İhtilaflı konularda mezhep içinde tercih edilen görüşleri belirtmek.
- Hem okuma gruplarına hitap etmek hem de bireysel çalışmalara elverişli olmak.
- Okuyucuyu ayrıntılarda boğmak yerine en önemli noktaları öne çıkarmak.
- Bir ilmihal kitabı kadar küçük hacimli olmak.
- Muhteva olarak bütün fıkhı içermek.

 
 
                  DELİLLERİYLE HANEFİ FIKHI – DELİLLERİ İLE HANEFİ FIKHI
                            Delilleriyle Hanefi Fıkhı  -  delilleri ile hanefi fıkhı
 
 
               TAKDİM

                           
Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adı ile,
Hamd, yalnızca Allah'a mahsustur. Salât ve selâm kendisinden sonra hiçbir peygamberin gönderilmeyeceği elçiye olsun!
 
Allah Teâlâ şu âyet-i kerîmede dini konularda fıkıh sahibi olmaya teşvik et­miştir: "On/ann her kesiminde bir grup dinde (dinî ilimlerde) geniş bilgi elde etmek ve kavimleri (savaştan) döndüklerinde onları ikaz etmek için geride kal­malıdır. Umulur ki sakınırlar."1 Hz. Peygamber sallallâhu aleyh! ve sellem de şu hadisi ile dinî konularda fıkıh sahibi olmayı özendirmiştir: "Allak Teâlâ kimin hakkında hayır dilerse onu dinî konularda fakih kılar."
 
Alimler şöyle demiştir: "Her müslümana akidesini, ibadetlerini ve muame­lelerini tashih edecek bilgileri öğrenmesi farzdır." Bunları tashih etmenin yolu ise fıkıhtan geçer. Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem ashabı, bilmedikleri ko­nuları birbirlerine sorarlardı. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur: "Eğer bilmiyorsanız bilenlerden sorunuz."2
 
Rivayete göre bir anneanne Hz. Ebu Bekir'e gelip mirastan pay almak istemiş. Hz. Ebu Bekir ise "Allah'ın kitabında senin hakkında bir hüküm bulamıyorum, Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi ve sellem de bu konuda bir hüküm işitmedim, bu konuyu ashabıma soruncaya veya bu konuda ictihad edinceye kadar geri dön!" şeklinde karşılık vermiş, sonra öğlen namazını kıldırıp ardından cemaate "Anneannenin mirastaki durumu hakkında Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi ve sellem herhangi bir şey duyan var mı?" diye sormuş. Bunun üzerine Muğîre b. Şu'be radıyallâhu anha ayağa kalkıp "Şahitlik ederim ki, Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem anneannenin mirastan 1/6 pay alacağına hükmettiğine tanık ol­dum." [Bir başka rivayette bu son cümle şu şekilde geçmektedir: "Hz. Peygam­ber sallallâhu aleyhi ve sellem anneanneye 1/6 pay verdi."] Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir "Seninle birlikte başka şahit var mı?" diye sordu. O an Muhammed b. Mesleme "Ben de Muğîre'nin tanık olduğu gibi Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem bu şekilde hüküm verdiğine şahit oldum" dedi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir anneannenin mirastan 1/6 pay almasına hükmetti.
 
1           et-Tevbe 9/122.
2           el-Enbiyâ 21/7.

                                         
Bu şekilde ashâb-ı kiram hem Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi ve sellem hem de birbirlerinden öğreniyorlardı.
Fıkhın ilk kaynağı Kur'ân-ı Kerîm'dir. Şu ayetler buna delildir: "Şüphesiz ki bu Kur an en doğru yola iletir"3; "Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) uyun."4
Fıkhın ikinci kaynağı sünnettir. Bunun delili şu ayettir: "Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının."5
Fıkhın üçüncü kaynağı icmâ'dır. Şu hadis bunun delilidir: "Ümmetim her­hangi bir dalâlet üzerine birleşmez!"
Fıkhın dördüncü kaynağı ise kıyastır. Bunun delili ise şu âyet-i kerîmedir: "Ey akıl sahipleri! İbret alın."6 İbret almak, bir şeyi benzerine göre değerlendir­mekle olur.
 
Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem Hz. Muâz'ı Yemen'e gönderdiği zaman ona "Ne ile hükmedeceksin?" diye sormuştu. O da şu şekilde cevap vermişti: "Allah'ın kitabı ile hükmedeceğim. Eğer onda bir hüküm bulamazsam, Allah'ın Elçisi'nin sallallâhu aleyhi ve sellem sünneti ile hükmedeceğim. Şayet onda da bir hüküm bulamazsam kendi görüşüme göre ictihad edeceğim." Hz. Muâz burada icmâ'dan söz etmemiştir. Çünkü Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem haya­tında icmâ söz konusu değildi. İşte dindeki fıkhın delilleri bundan ibarettir.
 
Günümüzde müsülümanlar, şer'î delilleri ile birlikte girift olmayan ve konu­ların genişçe ele alındığı bir fıkıh kitabına ne kadar da muhtaçlar!.. İşte bu ihtiyacı karşılayacak çalışmayı, değerli hoca Esad Muhammed b. Saîd es-Sâğırcî yapmış ve "Hidâye" ve "İhtiyar" müelliflerinin yaptığı gibi İmam Ebu Hanife'nin fıkhı konusunda delilleri ile birlikte geniş bir kitap telif etmiştir. Bu kitabın ibâdât ve muamelât kısımlarını inceledim ve son derece güzel olduğunu fark ettim. Müellif gerçekten bu kitaba emek vermiştir. Allah Teâlâ onu mükafatlandırsın, bizim de bu eserden istifade etmemizi nasip etsin. ( HANEFİ FIKHI kitap, oku, kitabı, online satın al, yayın, kitab, ucuz dini kitap, uygun fiyat, DELİLLERİYLE HANEFİ FIKHI kitabı,  islami kitap  satış, gonca kitabevi,  İslam, onlıne satış, delileri ile hanefi fıkhı, polen, karınca, ucuz Hanefi fıkhı )
 
Hamd âlemlerin Rabbine mahsustur.
 
Abdurrezâk el-Halebî
22 Rebiuleuvel 1420
 
3           el-İsrâ 17/9.
4           el-A'râf 7/3.
5           el-Haşr59/7.
6           el-Haşr 59/2.
  
 
            MÜELLİFİN ÖNSÖZÜ

  
Hamd, âlemlerin Rabbine mahsustur. Salât ve selâm "Allah Teâlâ kimin hakkında hayır dilerse onu dinî konularda fakih kılar." buyuran efendimiz Hz. Muhammed'e sallallâhu aleyhi ve sellem olsun. Şahitlik ederim ki, Allah'tan başka ilâh yoktur ve Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem O'nun kulu, elçisi ve gönderdiği en üstün peygamberdir.
 
Okuyuculara, imam Ebu Hanife ve onun iki öğrencisi Ebu Yûsuf ve Mu­hammed ile özdeşleşen Hanefî fıkhının kısa bir özetini vereceğim. "el-Hayrâtu'l-hısân" adlı kitapta şöyle bir ifade geçmektedir: "İnsanların kendisi hakkında fark­lı görüşlere sahip olması, geçmişte yaşamış bir kişinin asaletini gösterir. İşte Hz. Ali... Onun hakkında iki grup helak olmuştur; biri onu aşırı sevenler, diğeri ise ona buğzedip haddi aşanlardır."
 
Bu hak söz, tamamen Ebu Hanîfe için de geçerlidir. İnsanlardan bir kıs­mı ona taassup ile bağlanmış ve onu peygamberlerin makamına yüceltmiş, Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem onu ismi ile andığını iddia etmiş, kendisini bulunduğu makamdan daha fazla yücelten, fakat gerçek olmayan birtakım sıfat ve menkıbeleri ona isnat etmiştir. İnsanların bir kısmı da ona karşı taassupla hakaret etmiş, onu zındıklıkla, sünneti terk etmekle, dini konularda delilsiz fetva vermekle suçlamışlar ve hadlerini aşmışlardır. Bazen de onun dinine, şahsına ve imanına söz söylemişlerdir.

Ebu Hanîfe'nin kendine özgü güçlü bir yönü vardı. Bu sayede o, fıkıh ilmine kendi yaşadığı bölgenin dışındaki diğer İslâm beldelerine yayılan yeni bir açılım kazandırmıştır. Netcede insanlar, İslam Ülkelerinin birçok bölgesinde onun gö­rüşlerini konuşmaya başlamışlardı. Ebu Hanîfe'nin görüşleri hem muhaliflerine hem de kendisini destekleyenlere ulaşmıştı. Muhalif olanlar onun görüşlerini red­dederken, muvafık olanlar ise onun görüşlerini destekliyordu.
 
Muhalifler, onun bazı görüşlerini dinî konularda ortaya atılmış bidat olarak görüp sert bir şekilde onu eleştirmişlerdi. Muhtemelen bu kimseler, ya onu hiç görmemişler ya da onun sahip olduğu verâ ve takvayı bilmiyorlardı. Bu yüzden de onun hakkında ileri geri konuşuyorlardı. Onu gördükleri veya görüşlerinin delilini öğrendikleri zaman ise ona karşı sivri dilli olmaktan vazgeçip, hatta saygı gösterip görüşlerine muvafakat etmişlerdir. Delileri ile Hanefi fıkhı

Bu konuda şöyle bir olay anlatılır: Şam diyarının fakîhi ve aynı zamanda Ebu Hanîfe'nin muasırı olan Evzâî, Abdullah b. Mübârek'e "Kûfe'de ortaya çıkan ve Ebu Hanîfe künyesi ile bilinen bu bidatçi kim?" diye sormuş, İbn Mübarek kendisine cevap vermek yerine derin meseleleri açmış, bu konuların nasıl an­laşılması gerektiğini ve bu hususlarda verilen fetvaları dile getirmiş. Evzâî "Bu fetvaları kim verdi?" diye sormuş. İbn Mübarek "Irak'ta karşılaştığım bir âlim" diye cevap vermiş. Bunun üzerine Evzâî "Bu kimse, gerçekten değerli bir âlim. Git ve ondan çok ilim öğren." demiş. İbn Mübarek de "İşte o, Ebu Hanîfe'dir." demiş.
 
Daha sonra Evzâî, Mekke'de Ebu Hanîfe ile karşılaşmış ve birlikte İbn Mübârek'in bahsettiği meseleleri müzâkere etmişler, sonunda Ebu Hanîfe o me­seleleri anlaşılır hale getirmiştir. Ayrıldıkları zaman Evzâî, İbn Mübârek'e "Bu adamın ilminin çokluğuna ve dehasına gıpta ettim ve Allah'tan bağışlanma di­liyorum. Gerçekten ben, apaçık bir hata işliyormuşum. Bu adamın yanından ayrılma. Çünkü o, bana anlattıklarının tam tersi çıktı."


Ebu Hanîfe güçlü şahsiyetinin, derin tesirinin ve güçlü etkisinin yanı sıra fetva, tahrîç, hadislerin anlaşılması ve hadislerden hüküm çıkarılması konusunda bir yöntem sahibi idi. Onun bu yöntemi öğrencileri ve onlarla bağlantı kuran kimseler arasında yaklaşık otuz sene, belki daha fazla zaman zarfında yayılmaya başladı. Böyle birinin de acımasız eleştirilere hedef olması, hatta şahsına yönelik sataşmalar, görüşlerinin asılsız olduğu yönünde yapılan suçlamalar ve kendisine karşı taassupkâr bir yaklaşım kaçınılmazdır.
 

                    MUKADDİME
 
        TEVHİD İLMİ VE FIKIH İLMİ ÜZERİNE
 
 
Tüm övgüler; şeriatları koyana, bize din olarak İslam'ı seçene, bizi bu dine bağlanmaya teşvik edene mahsustur.
Karşılıksız lütfettiği nimetlerden dolayı O'na (c.c) hamd ediyor, rızasını ara­ma ve bağışlanma sebeplerine ulaşma hususunda O'ndan yardım diliyorum. Şehadet ederim ki Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. Tektir, hiçbir ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve elçisidir. O'na, aile halkına, ashabına ve peygamber kardeşleri ile hepsinin arkadaşlarına salat ve selam edi­yorum.
 
İmdi...
İlim iki kısımdır; biri tevhid ve sıfatlar ilmi, diğeri şeriat ve ahkam ilmi.
 
Birinci kısım: Tevhid ve Sıfatlar ilmi
 
Bu ilimde esas olan Kur'ân'da ve Sünnet'te gelen bilgilere sımsıkı tutunmak, hevadan ve bid'attan uzak durmak, sahabe ve tabiinin üzerinde bulunup salih-lerin üzerinde yürüdükleri ehl-i sünnet ve cemaat yolundan ayrılmamaktır. Nite­kim hocalarımız ve salih selefimiz de; yani İmam Ebû Hanife, İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed b. Hasan ile onların öğrencilerinin büyük çoğunluğu da bu yol üzere idiler.

İmam Ebû Hanife radıyallâhu anh bu konuda Fıkh-ı Ekber kitabını kaleme almıştır. Fıkhı, "ekber: en büyük" ile nitelemiştir; çünkü ilmin şerefi ve büyüklü­ğü, içerdiği bilgilerin şerefi kadardır. Allah'ın (c.c) zatından ve sıfatlarından daha şerefli bilgi ise yoktur. Onun için bu ilmi "en büyük" sıfatı ile nitelemiştir. İmam Ebû Hanife bu kitabında sıfatların varlığını ortaya koyarak "Allah, ezelden ebede sıfatları ve isimleriyle vardır. Onun hiçbir sıfatı, hiçbir ismi sonradan olmamıştır. Allah hep ilmiyle bilen olmuştur ve ilim (bilmek) O'nun ezeldeki sıfatıdır. Kudre­tiyle her şeye gücü yeten (kadir) olmuştur ve kudret onun ezeldeki sıfatıdır. Yaratışıyla yaratıcı (halik) olmuştur ve yaratma O'nun ezeldeki sıfatıdır. Yapması ile fail (yapıcı) olmuştur ve yapması O'nun ezeldeki sıfatıdır. Dolayısıyla fail (yapan)
                                         
Allah, yapması O'nun ezeldeki sıfatı, mef'ul (nesne, yapılan) ise mahlukudur. Allah'ın fiili yaratık değildir. Sıfatları da ezeli olup yaratılmış ve sonradan meyda­na gelmiş değillerdir. Dolayısıyla kim bunların yaratık olduğunu veya sonradan meydana geldiğini söyler yahut bu konuda hiçbir şey söylemezse veyahut şüphe ederse o, Allah'ı inkar etmiş olur. Ona Allah'ın (c.c) "İzzet yalnız Allah'a aittir"ayeti yeter. Zira Allah (c.c) burada kendisine İzzet (güç, yücelik, ulaşılamazlık) sıfatını isnad etmiştir.  Delileriyle Hanefi fıkhı
 
İmam Ebû Hanife bu kitabında ayrıca hayır (iyilik) ve şerrin (kötülük) Allah'tan olduğunu ortaya koyarak şöyle demiştir: "Mü'minin şöyle demesi gere­kir: Ben Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, hayır ve şerriyle kadere, bunların Allah'tan ve O'nun dilemesi ile olduğuna inandım." İmam ardından eklemiştir: Hareketleri ve durmalarıyla kulların tüm fiilleri ger­çekten kendi işlemeleridir, ancak bunları meydana getiren ve yaratan Allah'tır. Bunların hepsi Allah'ın dilemesi, bilmesi, kaza ve kaderiyledir. İbadet ve taatlerin tamamı, onları sevmesive hoşnut olması ile gerçekleşir. Masiyetlerin hepsi de Allah'ın (c.c) takdir etmesi, kazası ve dilemesiyle, ama onları sevmeksizin ve hoşnut olmaksızın gerçekleşir.
 
İmam Ebû Hanife bir de "Alim ve Öğrenci" adında bir kitap yazmış ve onda şöyle demiştir: Mü'min, tevhidi terk etmedikten sonra bütün günahları işlese de Allah'ın düşmanı olamaz. Çünkü o, büyük günahları işlerken bile Allah'ı (c.c) başka her şeyden daha çok sever. Çünkü ondan, ateşte yakılmak ile Allah'a (c.c) iftira atmaktan birini seçmesi istense, kendisine ateşte yakılmak diğerinden daha hoş gelir. O, yaptığı günahla imandan çıkmaz.
 
Ben derim ki: Bunu, Buhârî'nin Sahih'inde, "İçki içene lanet etmenin hoş olmadığı ve onun dinden çıkmadığı babı" adında bir başlık koyarak, kendi se­nediyle Ömer b. Hattab'dan radıyallâhu anh rivayet ettiği şu hadis desteklemekte­dir: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem zamanında adı Abdullah ve Himar (eşek) lakaplı bir adam vardı ve bu RasûluUah sallallâhu aleyhi ve sellem'i (komik şeyler yaparak) güldürürdü. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ona İçkiden dolayı sopa vurdurmuştu. Yine bir gün getirildi ve Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in emriy­le sopalandı. Orada bulunanlardan bir adam "Allahım! Ona lanet et! Ne çok ge­tiriliyor!" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem "Ona lanet etme. Çünkü vallahi sen onun Allah ve Rasulünü sevdiğini bilmiyorsun" buyurdu8.
 
Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'in "Ona lanet etme! Vallahi onun Allah ve Rasulünü sevdiğini bilmiyorsun" cümlesi; İsmaili'nin Ebû Zur'a er-Razi'den, onun da Buhârî'nin hocası Yahya b. Bekir Bekir'den rivayetinde şöyle gelmiştir: "Vallahi, sen bilmiyorsun; c gerçekten Allah ve Rasulünü seviyor". Yukarıdaki rivayette de "mâ" harfinin ziyade olmayıp zarfiyet edatı, mânâsının da "ben bildikçe" olması mümkündür.

 
7      Munafikun: 8.
8     Sahih-i Buhârî, 1432.


Muammer ile vakıdi'nin rivâyetlerindeki ifade de: "Çünkü o, Allah ve Rasulünü seviyor" şeklindedir. Muhammed b. Amr b. Hazm'ın rivayetinde de böyle geçmektedir. Bunda hiçbir problem yoktur. Çün­kü bu cümle, "yapma ey Ömer" sözünün gerekçesi olarak söylenmiştir. Allahu Alem. Bunu Hafız İbn Hacer, Fethu'l-Bârî'de zikretmiştir.
 
İmam Ebû Hanife, Fıkhu'l-Ekber'de yine şöyle demiştir: "Hiçbir Müslümanı, büyük de olsa işlediği bir günahtan dolayı, onu helal görmüyorsa tekfir etmez ve ondan iman adını atmayız. Ona gerçek mü'min deriz. Bu kimse için Allah'tan rahmet dilenir ve "Allah ona rahmet etsin" denir. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Hatim kızı Seffane'ye şöyle buyurmuştur: "Senin baban İslam'a mensup olsaydı, onun için rahmet okurduk. Kadına izin verin. Zira babası güzel ahlakları severdi"9. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in "Onun için rahmet okurduk" sözü­nün mânâsı şöyledir: Onun için "Allah ona rahmet etsin" derdik.
 
Ebû Hanife (rh.a): Kim Kur'an'ın mahluk/yaratılmış olduğunu söylerse o ka­firdir, derdi. Hanefi fukahasının tamamı mekruh da olsa fasık birinin imamlık yapmasını caiz görürlerdi. "Hakim, fasığın şehadetine göre bir hüküm verdiğin­de hükmü geçerlidir. Çünkü fasıklar Müslümandırlar" derlerdi. Yine: İki ayağın yıkanmasının farz olduğunu söylerdi.
 
İmamlarımız "Allahım! Arşının izzet koltuğunun hakkı için istiyorum" diye dua edilmesinin caiz olmadığı hususunda ittifak etmişlerdir. Çünkü bu, Allah'ın oraya yerleştiği mânâsına işaret etmektedir. İmamlarımız "Arşının izzet bağı hak­kı için istiyorum" diye dua edilmesi hususunda ise farklı görüşler söylemişlerdir. Ebû Yusuf, bu konuda varit olan hadisten10 dolayı caizdir, demiştir. Ebû Hanife ve Muhammed ise şöyle demişlerdir: Böyle demek caiz değildir. Çünkü bu, iz­zetin Arş'a bağlanmış olmasını gerektirmekte ve akıllara bu sıfatın sonradan ol­duğu düşüncesini getirmektedir. Allah (c.c) ise tüm sıfatlarıyla kadimdi, ezelidir. Bu hadis şaz olup böylesi bir meselede delil alınamaz. İmamların bu sözlerinde teşbihçilere reddiye vardır.
 
İmamlarımız ahiret yurdunda Allah'ı (c.c) benzersiz ve keyfiyetsiz, kullarla arasında hiçbir mesafe olmaksızın gözlerle görmenin hak olduğunu söylemişler­dir. Yine Allah'ın (c.c), dilediği kimselere kabir azabı vereceğinin hak olduğunu, kabirde ruhun kula geri döndürülmesinin ve kabir sıkmasının kesin bir hakikat olduğunu, kabir azabının tüm kafirlerle bazı Müslümanları kapsayacağını söyle­mişlerdir.
 
İmamlarımız cennet ve cehennemin yaratıldığının hak olduğunu, şu anda var olup  hiçbir zaman yok olmayacaklarını,  hurilerin  hiç ölmeyeceklerini, Allah'ın (c.c) azabının son bulmayacağını ve mükafatının da ebediyete kadar devam edeceğini söylemişlerdir. 

9       Nevadiru'1-Usul s. 230.
10     Et-Tergîb ve't-Terhîb 1/ 527; Nasbu'r-Râye 4/ 272..


Hatta İmam Ebû Hanife, Cehm ile uzun süren tartışmasının sonunda, onun inatçılık ve kibriyle hakkı kabul etmek istemediği ortaya çıkınca: "Çık benden ey kafir!" demiştir. Söz konusu kişi, Cebriyye ekolü­nün lideri Cehm b. Safvan'dır. Onun -Allah onu kahretsin- görüşlerinden bazıları şunlardır: cennet ve cehennem şu anda yokturlar ve kıyamet günü yaratılacak­lardır. Cennet ile cehennem, içindeki halklarıyla birlikte yok olacaklardır. İman, ikrar ve kabul etmek değil, sadece bilmektir. Gerçekte Allah dışında hiçbir şeyin fiili yoktur. Kullar kendilerine nispet edilen fiillerde rüzgarın düşürdüğü yaprak gibidirler. İnsan yapmakta olduğu fiillere mecbur bırakılır. Onun hiçbir kudret, irade ve tercihi yoktur. Cebriyenin bu inançları, kulların mükellef tutulmaları ger­çeğini reddetme mânâsına gelmektedir.
 
Ey okuyucu! Cebriyenin görüş ve sözlerini onların görüşlerinden haberdar olman için aldım. Cebriyeciler fikir ve inançlarıyla kafirdirler. Onun için İmam Ebû Hanife, Cehm b. Safvan'a: "Çık yanımdan ey kafir!" demiştir. Bunu ya ne­vasına uymada aşırıya gitmesi açısından veya sövme şeklinde söylemiştir.

İmamlarımız, öldükten sonra diriltilme, amel defterlerinin okunması, amel­lerin tartılması, Sırat ve Şefaat gibi ahiretteki diğer olayların Kur'ân ve Sünnet'te zikredildiği şekilde hak olduğunu söylemişlerdir. Bunların tümü Fıkh-ı Ekber ki­tabında mevcuttur.

İkinci tür ilim: Furû (fer'i meseleler) ve fıkıh ilmidir. Bu ilme "fer'i meseleler ilmi" adı verilmesi, ondaki "Kur'ân'ın hüccet olması" gibi külli (genel) kuralların, Allah'ı ve sıfatlarını, tebliğcinin -ki o Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem'dir- doğ­ruluğunu bilmeye bağlı olmasından dolayıdır ki bunlar birinci tür ilimden öğre­nilir. Dolayısıyla furû ilmi bu açıdan diğer ilimden doğan ve neş'et eden, onun bir fer'i (dalı) olan bir ilimdir. Çünkü fer'; varlığında başkasına ihtiyaç duyan şeydir.
 
Fıkıh ilmini öğrenmek şu üç merhalede gerçekleşir.
 
Birincisi: Konulmuş ahkamı, yani helal ve haram, sahih ve fasit, vacip ve yasak, mendup ve mekruh gibi hükümleri bilmek.
İkincisi: Bu bilgileri sağlamlaştırmak. Yani nasları mânâlarıyla bilmek, -mânâlardan kasıt, lugavi mânâlar ile illet diye bilinen şer'i mânâlardır-, bunları bildikten sonra usulleri furûlarına bağlamaktır. Yani bu türe özgü esasları, furûları ile bilmektir.

Buna örnek verecek olursak; önce Allah'ın (c.c) "Veya sizden biri tuvalet yapılan yerden gelirse..."11 ayetinde ifade buyurduğu şeyin abdest bozmadan kinaye olduğu bilinir ki, bu onun sözlük mânâsıdır. Sonra hükümde etkili şer'î mânâ bilinir ki o da "necasetin canlı insan bedeninden çıkması"dır. Bu bilgi bu yolla sağlamlaştırılınca ön ve arka organlar dışındaki yerlerden gelen şeylerin hükmü de bilinmiş olur.

11     Mâide: 63.


Usulü fer'i meseleyle bağlamaya örnek; kişi evvela "şüphenin yakinle çeliş­meyeceği" kaidesini bilir. Bunu bilince abdestinden şüpheye düşüp abdestsizliğinden emin olursa abdest almasının vacip olduğunu, tersi durumda ise vacip olmadığını bilir.

Üçüncüsü: Bununla amel etmektir. Çünkü ilmin hedefi, ona ulaşmak değil, onunla amel etmektir. Çünkü imtihan bilme değil, onunla amel etmede gerçek­leşmektedir. Burada amel, ilim kategorisine sokulmuştur; çünkü buradaki ilim­den kasıt, kurtuluşa götüren ilimdir. Kurtuluşa ise ancak ilme amel eklemekle erilir.

Şayet; peki, birinci merhalede amel nerede? denirse; cevaben deriz ki: Birin­ci merhaledeki amel kalple olur ki o, inanmaktır. Burada ise azalarla olur.
Fıkhın bu üç kısımdan olduğunun delili Allah'ın (c.c) buna hikmet demesidir. Zira hikmet sözlükte; sağlam bilgiyi bilmek ve onunla amel etmektir. Hakîm (hikmet sahibi) ise nefsini boş heveslerinden ve çirkinliklerden alıkoyandır.

İşte kim bu üç kısmı da kuşatır ve kavrarsa tam/mutlak fakih, yoksa kısmi fakih olur.

Allah {c.c) Aziz Kitabı'nda fıkha "Müminlerin hepsinin toptan sefere çıkma­ları doğru değildir. Onların her kesiminde bir grup dinde (dinî ilimlerde) geniş bilgi elde etmek ve kavimleri (savaştan) döndüklerinde onları ikaz etmek için geride kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar"12 buyruğuyla teşvik etmiştir. Allah (c.c) bu kimselerin görevlerini "inzar: ikaz" ile nitelemiştir ki o "ilme ve öğrendiği ilim ile amele davef'tir.
 
Ferkad es-Sebhi, Hasan-ı Basri'ye bir şey sordu, o da cevap verdi. Ferkad: Ama fakihler senden farklı söylüyorlar, deyince Hasan-ı Basri şöyle dedi: Anne­sini kaybedesice Ferkatçık! Sen hiç gözlerinle fakih gördün mü ki? Fakih ancak dünyaya karşı zahid, ahirete düşkün, günahlarını gören, sürekli Rabbi'ne ibadet eden, günahlara karşı çok dikkatli ve Müslümanların şeref ve onurlarına zarar vermekten kaçınan kişidir.
Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Allah kim için hayır dilerse onu dinde fakih kılar"13. Yine: "İnsanlar gümüş ve altın madenleri gibi madendirler. Onların cahiliye dönemindeki en iyileri, dinde derin bilgi sahibi (fakih) olduklarında, İslam'da da en üstün kimselerdir." buyurmuştur14.
 
12    Tevbe: 122.
13    Sahih-i Müslim 2/718.
14    Sahih-i Müslim 4/2031.


Mezhep imamımız Ebû Hanife ile onun bu ilimde önde giden öğrencileri Kur'ân ve Sünnet ilimlerinde ve önderleri takipte rabbani kimselerdir. İmamul-haremeyn onlar hakkında şöyle der: Ebû Hanife'nin takipçilerine derin mânâlar kolaylaştırılmış, alimler genelde ve özelde onların üstünlüklerini teslim etmişler­dir. Genel teslimleri onları re'y (görüş) ehli diye isimlendirmeleridir. Zira Haneli­ler helal ve haramları bilmeleri, hükümleri bina etmek için naslardan mânâ çıkar­maları, bu naslara dikkatli ve ince bakışla bakmaları ve onlardan çok sayıda fer'i meseleler çıkarmaları konusunda hakim ve ustadırlar. Dönemlerindeki alimlerin çoğu bundan aciz kalınca kendilerini hadise, Ebû Hanife ve ashabını ise re'y'e nispet etmişlerdir. Re'y kalbin bakmasıdır. El-Muğrib isimli sözlük kitabında şöyle der: Re'y'; insanın sahip olduğu düşünceler ve benimsediği şeylerdir.
 
Diğer alimlerin onları kabulünü ifade eden hususi delile gelince; İmam Malik b. Enes'ten rivayet edildiğine göre o şöyle derdi: Ebû Hanife ile bir araya geldim. Bir süre oturduk ve ona birçok mesele sordum. Ondan daha fakih, mânâ ve delil açısından daha derin birini görmedim.
Ebû Hanife'nin arkadaşları hadisçilerden sayılmaya da hem genel hem özel­de daha layıktırlar. Özele örnek; Ebû Hanife'den yapılan rivayete göre o şöyle demiştir: insanlara hayret ederim; benim kendi görüşüme göre fetva verdiğimi söylüyorlar. Oysa ben ancak nakledilen rivayetlere göre fetva veriyorum.

Nadr b. Muhammed'den şöyle rivayet edilmiştir: Hadisleri Ebû Hanife'den daha çok alan birini görmedim.
 
Daha önce ibadetler Fıkhı'nda geçtiği üzere İmam Ebû Hanîfe şöyle de­miştir: Biz evvela Allah'ın Kitabını, sonra sünneti, sonra sahabelerin verdikle­ri hükümleri alırız. Sahabelerin ittifak ettikleriyle amel ederiz. İhtilaf etmişlerse hakikatin ortaya çıkması için iki hüküm arasındaki ortak illete bakarak birini diğerine kıyas ederiz.

Genelde ise; imamlarımız Sünnet ve hadise sıkı bağlılıklarından mürsel (se­nedi kopuk) rivayetleri kabul etmişler, mürsel (senedi kopuk) olmasına rağmen ona göre hüküm vermeyi kıyasa tercih etmişlerdir. Mürsel rivayetleri reddeden ise birçok sünneti terk etmiş, aslı bırakıp dal budak ile amel etmiş olur. Durumu meçhul kimsenin rivayetini bile kıyastan önde tutmuşlar, sahabi sözünü kıyasın önüne geçirmişlerdir.

Muhammed b. Hasan (rh.a) Edebu'1-Kadı isimli kitabında şöyle der: "Hadis ancak re'y ile isabetli olur." Yani; hadislerden ancak, üzerlerinde kafa yormak ve hükümlerin yuvası olan şer'î mânâlarını idrak etmekle isabetli sonuçlar elde edilir. "Re'y de ancak hadisle doğru hale gelir." Yani re'y ve kıyasa göre hüküm vermek, ancak ona hadisin eklenmesiyle isabetli ve doğru olur. Hatta hadisi iyi bilmeyen ve derin bakış açısına sahip olmayan kimse, yargıya da fetvaya da ehil olamaz.

Bu kitap ikinci kısım fıkhı, yani fer'i hükümlerin bir kısmını ele almaktadır.

 
ikinci kısım ilim: Şeriat ve hükümler ilmi:
 
Daha önce Hanefi Fıkhı ve Delilleri Kitabı'nın birinci cildinde fıkhın ve ahkâmın bir kısmını, İbadetler fıkhını ele aldık. Şimdi de bu ikinci ciltte fıkhın başka bir sahası olan muamelattan Alım satım, Faiz, Şirketler, Kefalet, Vekalet, Havale, Rehin, Şuf'a, Kiralama, Para bozdurma vs. ile Nikah, Talak, Yas tutma, İddet, Nafakalar, Hidane, Yeminler ve Adaklar, Had cezaları, Cihad vs. konula­rını ele alacağız.

"el-Lubab fi Şerhi'l-Kitab" isimli eseri kendime rehber yaptım. Çünkü yazdı­ğım konuların büyük çoğunluğunu "Şam fakihi", "küçük Ebû Hanife" ve "Hafız" lakaplarıyla meşhur hocam "Abdulvahhab Dibs ve Zeyt" hocaefendiden oku­dum (Allah'ın (c.c) geniş rahmeti üzerine olsun). Yine yazdığım fıkhi konuların çoğunu aynı zamanda İbrahim Ya'kubi (rh.a) hocaefendiden okudum.
 
Hanefi fıkhını değerli hocalarımdan sağlıklı şekilde aldığım için Allah'a şük­rediyorum. Bunda bana iyiliği dokunan özellikle iki kişiyi söylemek istiyorum. Biri derslerine katılmam için hocam Abdulvahhab (rh.a) hocaefendiden benim için izin alan ve beni ders halkasına sokan, kendisine çok şey borçlu olduğum efendimiz Abdulvahhab hocaefendinin kardeşinin oğlu seyyid Dr. Muhammed Muti' el-Hafız. Diğeri ise beni İbrahim Ya'kubi hocaefendi ile tanıştıran kardeşim ve ilim öğreniminde arkadaşım seyyid Adnan Mecd el-Haseni'dir.
 
Allah'a (c.c) hamd olsun, ben Hanefi fıkhını hocam Abdulvahhab Dibs ve Zeyt hocaefendiden aldım. O, Muhammed Atauliah el-Kesim hocaefendiden, o Kuduri metni üzerine şerh yazan Abdulğani el-Ğuneymi el-Meydani hocaefendi­ den, o muhakkiklerin sonuncusu Reddu'l-Muhtar haşiyesi yazarı seyyid Muham­med İbn Abidin'den, O rabbani imam Muhammed b. Hasan eş-Şeybani'den o bu mezhebin imamı İmam-ı Azam Numan b. Sabit Ebû Hanife'den, o Ham-mad b. Zeyd'den, o İbrahim en-Nehai'den, o Alkame'den, o da efendimiz Ab­dullah b. Mes'ud radıyallâhu anh'dan almıştır.
 
Sevgilisi, efendimiz Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem'i vesile edine­rek Allah'tan (c.c) bu kitabı sadece kendi rızası için yapılmış bir amel kılmasını, yazarına, okuyucusuna ve yayınlayıcısına faydalı eylemesini niyaz ediyorum. Meseleleri zihinlere yaklaştırmak ve anlaşılır kılmak için kolay kelimeleri özenle seçmede çabamı esirgemedim. Eğer isabet ettiysem Allah'ın (c.c) muvaffak kıl­ması, Muhammed Mustafa'nın (Allah'ın en üstün salat ve selamı üzerine olsun ) şehrinde bulunmamın bereketi ve hocalarımın bereketiyledir. Hata ettiysem de benden ve mizacımdandır. Zira insan çok aceleci yaratılmıştır. Büyük Allah'tan bağışlanma diler, O'na tevbe ederim. Verdiği ve lütfettiği tüm nimetler için başta ve sonda Allah'a hamd olsun. Maksud O'dur ve dönüş O'nadır.
 
Medine-i Münevvere 10 Recep 1419 Cuma gecesi.
 
Bunu hamd ve salat ile yazan: Es'ad Muhammed Said es-Sağırci
 
 
         EBU HANİFE'NİN HAYATI
 
 
Doğumu ve Nesebi
 
Ebu Hanîfe, neredeyse icmâ' olacak şekilde çoğunluğun rivayetine göre hicrî 80 yılında Kûfe'de doğmuştur. Babası, Sabit b. Zûtâ el-Fârisî olup sika kimselerin icmâ' ettikleri meşhur biridir. Dedesi Kabil halkından olup Müslüman Arapların bu bölgeyi fethi esnasında esir düşmüş ve Teym b. Sa'labe kabilesinden birinin kölesi olmuştur. Daha sonra ise azat edilmiştir. Bu bakımdan bu kabile ile arasın­da velâ ilişkisi vardır. Bundan dolayı kendisine "Teymî" denir. Bu bilgiler, nesep konusunda Ebu Hanîfe'nin torunu Ömer b. Hammâd'dan nakledilmiştir. Ancak Ömer'in kardeşi İsmail şöyle demiştir: Ebu Hanîfe, Nu'mân b. Sabit b. Nu'mân b. el-Merzebân'dır ve Allah'a yemin olsun ki, asla bizim soyumuzda kölelik yok­tur!"
 
Ebu Hanîfe'nin dedesinin köle olması ile olmaması arasında bir fark yoktur. O ve babası hür olarak dünyaya gelmiştir. Dedesinin, babasının ya da kendisi­nin köle olması onun değerine, ilmine ve şerefine zarar vermez. Çünkü onun makamı, kabiliyetlerine, kendisine, aklına ve takvasına dayanır. Bu da şerefin kendisidir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır."15 Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem de Selmân el-Fârisî hakkında şöyle buyurmuştur: "Selmân bizden, yani ehl-i beyttendir."16 Allah Teâlâ Nuh peygamberin [inkar eden] çocuğunun kendisi ile alakası olmadığını bildirmiştir: "£y Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir."17 Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem de Bilâl-i Habeşî'yi kendisine yakın kabul etmiş, amcası Ebu Leheb'i ise kendisine uzak görmüştür.
 
İmam Ebu Hanîfe'nin radıyallâhu anh İran asıllı olması onun değerini düşür-mez, kemâl derecesine yükselmesine de engel olmaz. O, köle karakterli değildi. Aksine hür ve asil bir karaktere sahipti.

15       el-Hucurât 49/13.
16       et-Taberânî, el-Kebîr, VI, 261; el-Hâkim, III, 597.
17       Hûd 11/46.


İlim, Ebu Hanîfe'nin döneminde daha fazla mevâli arasında yayılmıştı. On­lar nesep bakımından üstünlükten yoksun olunca, Allah Teâlâ onlara daha temiz, daha üstün, daha kalıcı ve daha çok yâd edilen ilim üstünlüğünü nasip etmişti.
 
İbn Hacer el-Mekkî'nin "el-Hayrâtu'l-hısân" adlı eserinde şöyle geçmektedir: "Rasâfe'de Hişâm b. Abdilmelik'in huzuruna çıkan Atâ b. Abdillâh ile onun ara­sında şu şekilde bir konuşma geçmiştir:
 
Hi şâm - Ey Atâ! Değişik bölgelerdeki alimler hakkında bilgin var mı?
Atâ - Evet, ey müminlerin emiri.
Hişâm - Medine halkının fakîhi kim?
Atâ - İbn Ömer'in azatlı kölesi Nâfi'dir.
Hişâm - Mekke halkının fakîhi kim?
Atâ - Atâ b. Ebî Rebâh.
Hişâm - O mevâliden (yabancılardan) mı yoksa Arap mı?
Atâ - O Arap değil, mevâliden biri.
Hişâm - Yemen halkının fakîhi kim?
Atâ - Tavus b. Keysân.
Hişâm - O mevâliden mi yoksa Arap mı?
Atâ - O Arap değil, mevâliden biri.
Hişâm - Yemâme halkının fakîhi kim?
Atâ - Yahya b. Kesîr.
Hişâm - O mevâliden mi yoksa Arap mı?
Atâ - O Arap değil, mevâliden biri.
Hişâm - Şam halkının fakîhi kim?
Atâ - Makhûl.
Hişâm - O mevâliden mi yoksa Arap mı?
Atâ - O Arap değil, mevâliden biri.
Hişâm - Kuzeydoğu Mezopotamya'nın fakîhi kim?
Atâ - Meymûn b. Mehrân.
Hişâm - O mevâliden mi yoksa Arap mı?
Atâ - O Arap değil, mevâliden biri.
Hişâm - Horasan'ın fakîhi kim?
Atâ - Dahhâk b. Müzâhim.
Hi şâm — O mevâliden mi yoksa Arap mı?
Atâ - O Arap değil, mevâliden biri.
Hişâm - Basra halkının fakîhi kim?
Atâ - Hasan-ı Basrî ve İbn Şîrîn.
Hişâm - Onlar yabancı mı yoksa Arap mı?
Atâ - Onlar Arap değil, mevâliden.

 
Hişâm - Küfe halkının fakîhi kim? Atâ - İbrahim en-Nehâî. Hişâm - O mevâliden mi yoksa Arap mı? Atâ - O, Arap'tır.

Bunun üzerine Hişâm şöyle demiştir: "Arap birinin olduğunu söylemeyecek diye neredeyse üzüntüden canımdan olacaktım."
 
Sahabe döneminden sonra, ilmî çalışmalarda uzun bir süre boyunca Arap olmayanların hâkimiyeti bir gerçektir. Bu yüzden Ebû Hanîfe'nin mevâlîden olmasında şaşılacak bir durum yoktur. Mevâlî, İslâm Devieti'ndeki ilmi çevre­yi oluşturuyordu. İlmin İranlıların çocuklarında olacağını önceden haber veren Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem gerçekten doğru söylemiştir. İmam Buhari, İmam Müslim ve daha başka hadis imamları şu rivayeti nakletmişlerdir: "Şayet ilim Süreyya yıldızının yakınında bir yerlerde asılı olsaydı İranlıların neslinden bazı insanlar onu alırdı." Ahmed b. Hanbel'in rivayetinde bu hadisin baş tarafı şöyle geçmektedir: "İlim Süreyya yıldızında olsa da..." 18

 
Ebu Hanife'nin Yetişmesi
 
Ebu Hanîfe Kûfe'de doğdu ve burada yetişti. Hayatının çoğunu öğrenerek, mücadele ederek ve öğreterek burada geçirdi. Maddî imkanları geniş bir tacirdi. Babası Sabit, küçükken Hz. Ali ile karşılaşmış, dedesi ise Nirvez'de19 ona fâlûzec20 tatlısı ikram etmiştir. Ebu Hanîfe'nin ailesi zenginlik içinde yaşıyordu. Ailenin ha­lifeye tatlı ikram edecek kadar maddî imkânı vardı. Rivayete göre Hz. Ali, Sabit ve zürriyeti için hayır duasında bulunmuştur. Bu da Sabit'in Müslüman olduğu­nu göstermektedir. Ebu Hanîfe tertemiz İslâmî bir ailede yetişmiştir.
 
Bu anlatılanlar, bütün âlimlerin Ebu Hanîfe hakkında anlattıklarından iba­rettir. Bu konuda şâz kalmalarından dolayı kendilerine itibar edilmeyen kimsele­rin de farklı görüşleri vardır.
 
Ebu Hanife çocuk yaşta Kur'an ezberlemeye yöneldi. Kur'ân'ı yedi kıraat imamından biri olan Âsım'dan öğrendi. O dönemde Küfe, Irak'ın büyük şehir­lerinden biri, hatta iki büyük şehrinden biri idi. Irak'ta farklı dinler, mezhepler, fırkalar ve akımlar mevcuttu. Ebu Hanîfe daha çocukluk günlerinde dosdoğru fıt­ratın gerektirdiği şekilde dinî meselelerde muhaliflerle tartışmaya, çeşitli fırkalara mensup bazı insanlarla mücadele etmeye başlamıştı. Ancak o ticarete yöneldi, sık sık çarşı pazara gider oldu, âlimlerin yanına ise pek az uğruyordu. De.Ken bir âlim, onun zekasını ve ilme yatkın aklını fark etti, bunu korumak istedi, onun zeka ve aklını tamamen ticarete vermesini istemedi. Bu yüzden ona, çarşı pazara gittiği kadar sık sık âlimlerin yanına gitmesini tavsiye etti.
 
18       Buhârî, 4897; Müslim, 2546. Bu hadis Ebu Hureyre'den nakledilmiştir.
19       Nirvez,
20       Fâlûzec, un, su ve bal ile yapılan bir tür tatlının adıdır. [Mütercim]


İbn Hacer el-Mekkî şöyle anlatmaktadır: Ebu Hanîfe şöyle dedi: "Bir gün Şâ'bî'nin yanından geçiyordum. Bu esnada o oturuyordu. Derken beni yanına çağırdı ve bana "Kimin yanına çok sık gidip geliyorsun?" diye sordu. Ben de "Ben çarşı pazara çok sık gidip geliyorum." diye cevap verdim. Şa'bî "Ben çar­şı pazara sık gidip gelmeni kastetmedim, âlimlere sık gidip gelmeni kastettim." dedi. Ben de ona; "Alimlerin yanına çok sık gidip gelmiyorum" şeklinde karşılık verdim. Bunun üzerine bana şöyle dedi: "Böyle yapma! Senin ilmî konularda düşünmen, âlimlerle birlikte vakit geçirmen gerek. Çünkü ben sende bir zindelik ve canlılık görüyorum."

Ebu Hanîfe sözünü şöyle tamamlamıştır: "Onun bu sözünden çok etkilen­dim. Bu yüzden çarşı pazara çok sık gitmeyi bıraktım ve ilim öğrenmeye başla­dım. Böylece Allah Teâlâ onun sözünden istifade etmemi sağladı."
 
Ebu Hanife hangi ilme yöneleceğini iyice düşünmüştü. Nihayet Allah Teâlâ onu fıkha yönelmeye muvaffak kılmış, o da her şeyi ile kendisini bu ilme ver­miştir. İnanç esaslarında, cedel konusunda ilerlemiş, hatta kelam ilmi konusunda parmakla gösterilecek bir konuma ulaşmıştı. Daha sonra bu alandan fıkha yö­nelmişti. Döneminin önde gelen âlimlerinden fetva dersleri almaya başlamıştı. O dönemde Küfe, Irak fekihlerinin bulunduğu bir mekândı. Ebu Hanîfe bu konuda şöyle demiştir: "Ben ilim ve fıkıh madeninde idim. İlim ve fıkıh ehli ile birlikte oldum. Fakihlerden de bir fakihin yanından hiç ayrılmadım." Ebu Hanîfe'nin sözünü ettiği fakih, Hammâd b. Ebî Süleyman'dır. Fıkhı ondan öğrenmiş ve ölünceye kadar ondan istifade etmiştir. Ebu Hanîfe'nin 18 yıl onun yanından ayrılmadığı bilinmektedir.
 
İmam Züfer, Ebu Hanîfe'nin, hocası Hammâd ile 10 yıl beraber olduğunu nakletmiştir. Ebu Hanîfe hocası ile ilişkisini şu şekilde anlatmıştır: "Nefsim, lider­lik talebi konusunda benimle mücadele etti. Bu yüzden Hammâd'dan ayrılıp kendime ait bir ilim halkasının başına geçmek istedim. Bu gaye ile bir akşam evden çıktım. Bunu yapmakta kararlı idim. Camiye girdiğim zaman ondan ay­rılmak hoşuma gitmedi. Bu nedenle gidip yanına oturdum. İşte o gece ona, bir yakınının Basra'da vefat ettiği haberi geldi. Bu yakını geride mal bırakmıştı. Hammâd'dan başka da vârisi yoktu. Bundan dolayı Hammâd, kendisinin yerine geçmemi emretti. Ben sorulara cevap veriyor ve verdiğim cevapları yazıyordum. Nihayet Hammâd dönmüştü. Verdiğim cevaplarla birlikte bana sorulan sorulan ona arz ettim. Yaklaşık altmış konu vardı. Bunların kırkında bana muvafakat; yir­misinde ise muhalefet etti. Bunun üzerine ölünceye kadar ondan ayrılmamaya yemin ettim ve vefat edene kadar ondan ayrılmadım."21

Ebu Hanîfe kırk yaşında iken Hammâd vefat etti ve onun vefatından sonra halkasının başına kendisi geçti.

21     Târîhu Bağdâd, XIII, 333.


Ebu Hanîfe Hammâd'dan fıkıh öğrenirken sadece ondan ilim almamış, ak­sine hac amacıyla birçok kez Beytullah'a yolculuk etmiş, bu vesileyle Mekke ve Medine'de aralarında çok sayıda tâbiûnun da bulunduğu birçok âlim ile ilmî top­lantılar yapmış, onlardan hadis öğrenip, fıkhı konuları onlarla müzâkere etmiş ve Zeyd b. Ali b. Hüseyin, Ca'fer es-Sâdık ve Abdullah b. Hasan Ebu Muhammed ile ilmî konularda görüş alışverişinde bulunmuştur. Ebu Hanîfe nerede olurlar­sa olsun, tâbiûnu araştırırdı. Hatta bu konuda o şöyle demiştir: "Hz. Ömer'in, Hz. Ali'nin, Abdullah b. Mes'ûd'un ve İbn Abbâs'ın fıkıhlarını öğrencilerinden/ tabiîlerinden öğrendim."
 
Ebu Hanîfe, Hammâd'dan sonra bağımsız olarak ders vermeye başlayınca kendisine sorulan fetvâlık konuları ve kendisine getirilen yargılık meseleleri öğ­rencileri ile birlikte değerlendirmeye ve dosdoğru işleyen bir akıl ve sağlam bir mantık ile olayları benzerlerine kıyas yapmaya başladı. Böylece fıkhî bir mezhep ortaya koydu.

Ebu Hanîfe bütün bunlara rağmen ticareti terk etmedi. Kendisinin güvenilir bir ortağı vardı. Onun sayesinde çarşı pazara gitme ihtiyacı hissetmiyordu. İlim ile ticareti birlikte yürüten âlimler böyle bir yol izlemişlerdir.

 
Tacir Ebu Hanîfe
 
Tacir Ebu Hanîfe'nin dört özelliği vardır. Bu özellikler âlimler arasında zirve­de olan Ebu Hanîfe'yi dürüst tacirler için örnek haline getirmiştir.
Tok gözlü idi. Nefisleri fakirleştiren tamahı yoktu. Son derece güvenilir biri idi.

Cömert biri idi. Allah Teâlâ onu, nefsinin kıskançlığından korumuştu. Son derece dindar, çok ibadet eden biri idi. Gündüzleri oruç tutup geceleri namaz kılardı.
 
Birçok kimse ticaret konusunda onu Hz. Ebu Bekir'e radıyallâhu anh benzet­miştir. O, bir malı salarken, alırken gösterdiği hassasiyeti gösterirdi. Gerçekten emin biri idi. Bir defasında kadının biri ona satmak için ipek bir elbise getirmişti. Ebu Hanîfe "Bunun değeri ne?" diye sormuş, kadın da "Yüz lira" cevabını ver­mişti. Ebu Hanîfe "Bu, yüz liradan daha fazla eder. Şimdi kaç para istiyorsun?" diye sormuş. Kadın da yüzer yüzer artırmış, en sonunda "dört yüz lira" demiş. Ebu Hanîfe yine "Bu daha fazla eder." deyince kadın: "Benimle alay mı ediyor­sun?" demiş. Bunun üzerine Ebu Hanîfe: "Buna değer biçmesi için bir adam getir" demiş. Kadın gidip birini getirmiş. Sonunda bunu beş yüz liraya almış.
 
Ebu Hanîfe kendisi için ihtiyatlı davranmadan önce, mal aldığı kimse için ihtiyatlı davranırdı. Kendisine mal satacak birinin dalgınlığını veya cahilliğini kaçırılmayacak fırsat görmezdi. Aksine bunu irşâd için bir vesile kabul eder ve irşada koyulurdu.

Ebu Hanîfe hali vakti yerinde olmayan veya dost olan alıcılar için kâr amacı gütmeyen bir satıcı idi. Bir defasında kendisine bir kadın müşteri gelip "Ben hali vakti yerinde olmayan biriyim. Benim gibi birini gözetmek emanettir. Şu elbiseyi sana mal olduğu fiyattan bana sat!" diye ricada bulunmuş, Ebu Hanîfe de "Onu dört dirheme al!" demişti. Bunun üzerine kadın: "Ben yaşlı biriyim, benimle alay etme!" diye karşılık vermişti. Ebu Hanîfe ise şöyle cevap vermişti: "Ben iki elbise aldım. Birini ikisine ödediğim paradan dört dirhem ucuza sattım. Dolayısıyla bu elbise bana dört dirheme mal oldu."
 
Bir defasında da bir dostu kendisine gelip daha önce özelliğini ve rengi­ni belirttiği ipek bir elbise istemiş, Ebu Hanîfe ona "Ben bunu temin edinceye kadar sabret, inşallah senin için bunu bulacağım." demişti. Aradan bir cuma geçince Ebu Hanîfe malı bulmuştu. Derken dostu tekrar onun yanına gelmişti. Ebu Hanîfe "İhtiyacını temin etim." deyip elbiseyi ona uzatmıştı. Adam "Peki bu kaç para?" diye sorunca Ebu Hanîfe "Bir dirhem" cevabını vermişti. Bu cevap karşısında adam: "Benimle alay edeceğini hiç düşünmemiştim" deyivermişti. Bunun üzerine Ebu Hanîfe: "Ben alay etmiyorum. Yirmi dinar bir dirheme iki elbise aldım. Birini yirmi dinara sattım, dolayısıyla bu, bir dirheme bana mal oldu." demişti.
 
Ebu Hanîfe günah şüphesi bulunan her şeyden son derece uzak dururdu. Haram olduğunu düşündüğü veya zannettiği gelirlerine el sürmez, onları fakirle­re ve muhtaçlara sadaka olarak dağıtırdı. Rivayete göre o, ortağını bir grup malı satmaya göndermiş, ona bu mallar içinde bulunan bir elbisenin kusuru olduğunu söylemiş ve bunu satarken mutlaka kusurunu belirtmesini şart koşmuştu. Ortağı malı satmış, ama kusurunu söylemeyi unutmuştu. Üstelik malı kimin aldığını da bilmiyordu. Bunu öğrenen Ebu Hanîfe, bu malların parasının tamamını sadaka olarak dağıtmıştır.

Bütün bunlara rağmen Ebu Hanîfe'nin ticareti çok kârlı idi. O, kazandık­larını kendi ihtiyaçları ile hocalarının ve muhaddislerin ihtiyaçlarını karşılamak için harcardı. Artan kârlarını ise hocalarına ve muhaddislerine verip "İhtiyacınıza göre harcayın ve yalnızca Allah'a hamd edin. Ben size kendi malımdan bir şey vermedim. Bun'ktr Allah'ın size verdiği nimetlerdendir." derdi.

Ebu Hanîfe giyim kuşamına çok önem verirdi, tanıdığı kimseleri giyim ku­şamlarına ve dış görünüşlerini güzelleştirmeye önem vermeye teşvik ederdi.
 
Ebu Hanîfe 52 yıl Emevîler; 18 yıl da Abbasîler Dönemi'nde yaşamıştır. Hicrî 130 yılında Mekke'ye kaçmak zorunda kalnrştı. Abbasîler Dönemi başla­yıncaya kadar da burada kalmıştı. Ebu Ca'fer el-Mansûr döneminde ise tekrar Kûfe'ye dönmüştü.

                                                              
   Kadılık Teklifi
 
Ebu Ca'fer el-Mansûr, Ebu Hanîfe'ye baş kadı olması yönünde teklifte bu­lunmuş, ama o, bunu kabul etmemişti. Halife, kadıların içinden çıkamadıkları konularda fetva almak üzere kendisine müracaat etmelerini isteyerek teklifini yenilemişti. Ebu Hanîfe bunu da reddetmişti. Bunun üzerine Ebu Ca'fer, ona işkence ve hapis ya da sadece hapis cezası vermişti.
 
Muvaffak el-Mekkî'nin "Menâkıb"ında şöyle anlatılmaktadır: Ebu Hanîfe'nin Bağdat'a gitme vakti gelince yüz ifadesi değişti. O, bu konuda şöyle demişti: Bu kişi, kadı olmam için beni davet etti. Ben de ona bu görev için uygun olma­dığımı, hiç şüphesiz delilin iddia edene; yeminin de inkar edene ait olduğunu bildiğimi, fakat kadılık makamına ancak kendisi, çocukları ve komutanları aley­hine hüküm verebilecek yapıya sahip birinin uygun olacağını, böyle bir yapının bende olmadığını, kendisi beni davet ettiği zaman ancak onun yanından ayrıl­dığım vakit kendime gelebildiğimi kendisine bildirdim. O da bana "Benim sana verdiklerimi neden kabul etmiyorsun?" diye sordu. Ben de "Mü'minlerin emiri bana kendi malından bir şey vermedi ki, onu reddedeyim. Şayet kendi malından bir şey vermiş olsaydı, elbette onu kabul ederdim. Gerçekte mü'minlerin emiri Müslümanların beytüimâlinden bana vermiştir. Halbuki onların beytülmâlinde benim bir hakkım yoktur. Çünkü ben, onlar için savaşan bir asker değilim ki, sa­vaşanların aldığı payı alayım; savaşanların çocuklarından da değilim ki, onların çocuklarının aldığı payı alayım, Müslümanların fakirlerinden de değilim ki, fakir fukaranın aldığı payı alayım..." dedim. O da "Öyleyse ihtiyaç duydukları konu­larda kadıların sana müracaat edebilecekleri bir makamı kabul et!" dedi.



Polen Karınca Yayınları tarafından yayınlanan Delilleriyle Hanefi Fıkhı adlı kitabı incele diniz. 
Diğer Özellikler
Stok Kodu9786054492541
MarkaKarınca Polen Yayınları
Stok DurumuBu ürün geçici olarak temin edilememektedir.
9786054492541

İlginizi Çekebilecek Diğer Ürünler

En yeni ürünler
Güvenli teslimat
Kampanyalı ürünler
Piyasadaki en iyi fiyat

PlatinMarket® E-Ticaret Sistemi İle Hazırlanmıştır.