Kitap Risale-i Kuşeyri
Yazar Abdülkerim Kuşeyri
Yayınevi Hikmet Neşriyat
Tercüme Prof. Dr. Ali Arslan
Kağıt Cilt 1.Hamur Beyaz - Lüks Kalın Ciltli
Sayfa Ebat 527 sayfa - 17x24 cm
Yayın Yılı 2006
Abdülkerim Kuşeyri nin Risale-i Kuşeyri kitabı nı incelemektesiniz.
Hikmet Neşriyat Kuşeyri Risalesi kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
İman neşesini kalbinde yaşayan Müslümanların yanında, İslam tasavvufunu öğrenmek isteyen gayri müslim milletler bile, ilk planda Kuşeyri'yi okumadan, tasavvuf sahasında kalem oynatmamıştır.
Kuşeyri'yi senet kabul etmişlerdir. Fransızca, Farsça, Urduca ve Almanca'ya tercüme edilen bu eserin Türkiye'mizde de bir kaç tercümesi mevcuttur.
MÜELLİFİN ÖNSÖZÜ
Rahman ve rahim olan Allah'ın ismiyle başlarız.
Mülkünün büyüklüğünde, büyüklüğünün güzelliğinde tek olan, birliğin yüceliğinde güçlülükle nitelenen, her ihtiyacın giderme kaynağı bulunan yücelikle beraber her türlü eksiklikten uzak, zatında her dengin benzerliğinden yüce ve sıfatlarında her türlü sonuçlanma ve kusurdan uzak bulunan Allah'a hamd mahsustur.
O, Allah (Celle Celaluh) ki, kendisini, yarattıklarından ayırt eden özel sıfat ve niteliklere, yarattıklarına benzemediğini bildiren ayetlere sahiptir. Öyleyse o, her türlü eksiklikten uzak ve münezzehtir. Onu kapsayan sınır, onu derleyen çokluk ve çemberi'ne sokan tasavvur (düşünce), iki yanının arasına alan herhangi bir hudut yoktur. Hiç bir kimse yoktur ki, ona yardım etsin. (Kimsenin yardımına muhtaç değildir.) Onu çiftleştirip tamamlayan herhangi bir evladı yoktur. Onu içinde tutan bir mekan, onu idrak edip kuşatan bir zaman, onu hakkıyla takdir edip künhüne vakıf olan bir anlayış ve onu layıkıyla tasavvur eden bir vehiırt[1]). mevcut değildir.
«NASILDIR O! NEREDEDİR O» demekten yüce ve münez zehtir.
Yine onun hakkında:
«- O, sanatıyla güzelliği kazanmış veya fiiliyle eksiklik ve çirkinliği nefsinden uzaklaştır iniştir.» denilmez.
Zira onun güzelliği zatîdir. Onun eksiklikten uzak bulunması uluhiyyetinin icabıdır.) Çünkü onun benzeri bir şey yoktur. Söylenenleri işiten ve yapanları gören O'dur. Hiçbir diri onu mağlup edemez. Mah-lukatın durumlarını bilen, istediğini yapmak veya yapmamakta serbest olup güç sahibi olan ancak odur.
Kuluna dünya ve ahiret hayrından vermesi ve onlar için bunu yapması karşılığında ona hamd ederim.
Verdiği ve hazinelerinde beklettiği nimetlerin karşılığı olarak ona şükrederim. Her emrimi ona havale eder, verdiğine ve vermediğine kanaat getirir ve razı olurum.
Allah'tan başka hak mabut olmadığına şahitlik ederim. O, biricik Allah'tır, O'nun ortağı ve şeriki yoktur. O'nun birliğine kesinlikle inanan ve güzel gücüne sığınan bir kimsenin şahitliğidir bu şahitliğim!
Şahitlik ederim ki, Hz. Muhammed, O'nun seçkin kulu, seçilmiş Emini (emniyetli kulu) ve bütün halk için gönderilmiş peygamberidir.
Cenab-ı Hak, Resûlullah'ın karanlık gecelerin lambaları mesabesinde bulunan âlinin ve hidayet anahtarları olan ashabının üzerine rahmet deryasını coştursun. Ya Rabbi! Onları, hoş olmayan her hadiseden de koru!.
Elinizde bulunan bu kitap, Allah'ın rahmet ve yardımına muhtaç olan Kuşeyrîli Hevazin'in oğlu Abdulkerim'in İslâm dünyasında bulunan sofular[2]2) cemaatine Hicri 437 senesinde yazdığı bir risaledir.
AMMA BADU! (Besmele, hamd, selat-ü selâm getirdikten sonra, ey Sofular cemaati!) Allah sizden razı olsun! (Biliniz!) Allahü Teâlâ, şu Sofular cemaatini veli kullarının hayırlısı kılmıştır. Resûller ve peygamberlerinden (Allah'ın selatü selâmı onların üzerine olsun) sonra bütün kullarından onları üstün kılmıştır. Bu sofu kullarının kalblerini sırlarına sandık yapmıştır.[3]3) Ümmetin arasında dua nurlarıyla onları tahsis buyurmuştur. Binaenaleyh dinin veya dünyanın mühim meselelerinde halkın yardımına dualar ve irşatlarıyla koşanlar onlardır.
Allah nizamının desteğine mazhar olduklarından Hakkın yardımıyla halkın genel durumlarının ıslahı için koşanlar yine onlardır.
Cenab-ı Hak (CC) o, kullarını beşeri bulantılardan (nefsin meşru olmayan isteklerinden) arındırmıştır.
O, kullara tecelli edip görünen birlik hakikatleri sayesinde onları muşahedat (yakîn kuvvetiyle yapılması istenen ibadet vazifeleri) konaklarına yükseltmiştir.
Kulluğun edeplerini yerine getirmek hususunda onları muvaffak kılmıştır. Gerek kendilerinde gerekse başkalarında yapılan Rablik tasarruflarının kaynağına onları muttali kılıp haberdar etmiştir. Bu sayede onlar kendilerine yöneltilen ve teklif edilen vazifelerini tam manasıyla yerine getirmekle nitelendiler. Cenab-ı Hak tarafından kendileri için oluşturulan çevirmek ve bozmak sıfatına sahip oldular. Sonra fakirliklerinin doğruluğu sayesinde ve Allah'a karşı gösterdikleri zillet sıfatının bereketiyle Allah'a döndüler. Amellerine veya berrak durumlarına hiçbir zaman güvenmediler. Çünkü bilirlerdi ki, Cenab-ı Hak dilediğini yapar. Kullarından istediğini seçer. Hiçbir varlık ona hükmetmez. Hiçbir mahlûk ona bir hakkı yöneltmez. Onun mahlûklara verdiği sevap, faziletinin bir gereği, verdiği azab ise, adaletle yapılan bir hükümdür. Onun emri, ayırt edici bir emirdir.
Bunlardan sonra -ey Allah'ın Rahmetine mazhar olanlar!- Biliniz ki, bu (Sofu) taifesinin müdekkiklerinin çoğu ölüp dünyadan gitmişlerdir. Bizim şu zamanımızda Sofular taifesinin ancak kalıntısı ve eseri kalmıştır. Nitekim denilmiştir: (Şiir)
Çadırlara gelince, onları çadırlarına benziyor!
Fakat kabilenin kadınlarını görürüm ki,
onların hanımlarından başkadır
Sofular = mesleğinde tefrit ve eksiklik peyda olmuştur. Hayır! Yanlış söyledim. Zirâ hakikat noktasından bakılırsa bu meslek tamamen ortadan kalkmıştır.[4][5]) İnsanların hidayetine sebep olan meşayih göç edip gitmiştir. Yollarına ve ahlâklarına uyulan gençler pek azalmıştır. Takva ortadan kalkmış ve sergileri durulmuştur. Dünya hırsı oldukça gelişmiş, büyük yola dikkati çeken ve bu tarikatın edeplerini zayi, etmekten alıkoyan birisini gönderecektir. Fakat heyhat zamanın sıkıntıdan başkasını doğurmadığını ve şu memleketlerde yaşayan bu zamanki insanların çoğunun da adetlerinde pek ileri gittiklerini ve seçtikleri meslekleriyle fazlasıyla kandıklarını görürsün. Evet! Bunları görünce kalblere şefkat etmem tuttu. Onların şu tasavvuf mesleğinin bu tarzdaki uygunsuz hareketler üzerinde temelini kurduğunu sanmalarından korktum. «Tasavvufçuların seleflerinin de bugünkü zevat gibi hareket ettiğini sanacaklar!» diye endişe ettim ve buna binaen şu elinizdeki risalemi sizlere göndermek için derledim. Allah size ikram etsin. Bu risalemde şu tarikatın meşayihinden bazılarının gidişatını, edeb, ahlâk, muamele, kalbi inanç ve siyretlerini belirttim. Onların işaret ettikleri ilâhî ilhamlara, terakkilerinin keyfiyetine, başlangıçtan sonuca kadar olan nasıllığı-na yer verdim. Ta ki, bu risale, şu tarikatın müritlerine kuvvet olsun! Ve tarikatı tashih etmek hususunda benim için elinizde bir şahit ve delil bulunsun. Bu şikayeti neşretmekteki gayem; sahtekarlıkla tarikatçılık iddiasında bulunanlardan buğz etmekliğimi belirtmek suretiyle yüreğimi soğutmaktır. Kerim olan Allah'tan da fazilet ve sevabı istemektir. Söylediklerim hususunda Allah'ın yardımını ister, Allah'ın bana kafi olduğuna inanır, bu hususta hataya düşmekten beni korumasını diler, günahımın affını ve onun yardımını talep ederim. O, fazilet ve ikram etmeye layıktır. Ve dilediğini yapmaya kadirdir.
VEHİM, insanın dimağına yerleştirilen ve cüz'i manaları idrak eden bir kuvvettir. Veya hükmün zayıf tarafına denir. Nitekim, kuvvetli tarafına ZAN denildiği gibi.
[2]3 Onları sıhhatli ilhama mazhar kılmıştır. Nitekim Medine'de minberin üzerinde hutbe okurken, Hz. Ömer (R.A.), Nehavendde bulunan İslâm ordusunun kumandanına «Ey Sariye! Dağa çekil veya dağda gizlenenlerden sakın.» diye haykırdığı gibi. Cenab-ı Ömer (B.A.) bunu ilham yoluyla bilmiştir. Dikkat edilsin ilhama, ancak Allah'ın nizamını tam manasıyla tatbik edenler mazhar olurlar. Yoksa zamanımızda bol keseden ilham iddiasında bulunanlar çoktur. Bir de bilinsin ki, ilham şerî delil değildir.
[3]3 Onları sıhhatli ilhama mazhar kılmıştır. Nitekim Medine'de minberin üzerinde hutbe okurken, Hz. Ömer (R.A.), Nehavendde bulunan İslâm ordusunun kumandanına «Ey Sariye! Dağa çekil veya dağda gizlenenlerden sakın.» diye haykırdığı gibi. Cenab-ı Ömer (B.A.) bunu ilham yoluyla bilmiştir. Dikkat edilsin ilhama, ancak Allah'ın nizamını tam manasıyla tatbik edenler mazhar olurlar. Yoksa zamanımızda bol keseden ilham iddiasında bulunanlar çoktur. Bir de bilinsin ki, ilham şerî delil değildir.
[4]3> Onları sıhhatli ilhama mazhar kılmıştır. Nitekim Medine'de minberin üzerinde hutbe okurken, Hz. Ömer (R.A.), Nehavendde bulunan İslâm ordusunun kumandanına «Ey Sariye! Dağa çekil veya dağda gizlenenlerden sakın.» diye haykırdığı gibi. Cenab-ı Ömer (B.A.) bunu ilham yoluyla bilmiştir. Dikkat edilsin ilhama, ancak Allah'ın nizamını tam manasıyla tatbik edenler mazhar olurlar. Yoksa zamanımızda bol keseden ilham iddiasında bulunanlar çoktur. Bir de bilinsin ki, ilham şerî delil değildir.
[5] Pek azalmıştır demektir. (Arusî cilt 1, Sah. 36)