Kitap Hayatüs Sahabe
Yazar Muhammed Yusuf Kahdelevi
Tercüme Doç. Dr. Sıtkı GÜLLE
Yayınevi Divan Yayınları - Akçağ yayınları baskısı
Kağıt - Cilt 2.Hamur - Ciltli, 4 cilt, Özel Kutulu
Sayfa - Ebat 2.026 Sayfa - 17x24 cm
Divan Yayınları, Muhammed Yusuf Kahdelevi tarafından yazılan Hayatüs Sahabe adlı kitabı incelemektesiniz.
2. Hamur 4 Cilt Hayatüs Sahabe kitabı hakkında yorumları okuy up kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartlarıbilgiyi aşağıda geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
HAYATÜS SAHABE - HAYATÜ’S SAHABE
hayatüs sahabe - hayatü’s sahabe
TAKDİM
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla!
“İman edip de Allah yolunda, hicret ve cihâd edenler, barındıranlar, yardım edenler, iste gerçek mü'min olanlar bunlardır. Mağfiret ve uçsuz bucaksız rızık da onlarındır.” (el-Enfâl: 74)
Alemlerin Rabbi Allah'a hamd olsun. Salât ve selâm, Efendimiz, koruyucumuz Hz. Muhammed'e, onun yakınlarıyla bütün sahabilerine ve kıyamet gününe kadar güzellikle, doğruluk ve candan bağlılıkla onların izinden gidecek olanlara...
Peygamber (s.a.v.) ile Ashabının yaşayışları ve tarihleri, îmana has kuvvetin, dine özgü sevgi ve rabıtanın en güçlü kaynağını oluşturur. Ümmet-i İslâmiyye ve dîn davetçileri, îman meş'alesini müteselsilen onlardan alır, o meş'ale ile maddî kasırgalar ve fırtına esintileri içinde hızla küllenip sönmeğe yüz tutmuş gönül korlarım alevlendirirler. Ki bu közler söndüğünde İslâm milleti gücünü, mümeyyiz vasfını, te'sirini kaybeder, bir ceset halini alır da hayat onu omuzlayıp götürür.
Bu
kitap, islâm çağrısına icabet edip onu gönülden benimseyen erlerin tarihidir. O erler ki Allah ve Resulüne çağrıldıklarında: “Ey Rabbimiz, doğrusu biz, Rabbinize inanın diye (insanları) îmana çağıran bir davetçiyi işitip hemen îmana geldik,” (Âl-i İmrân: 193) diyen erkeklerdir. Onlar, ellerini Peygamber'in eline koyarak biatta bulununca canlarını, mallarını, yakınlarını görmez oldular, Allah'a davet yolunda çektikleri acıları ve sıkıntıları hoş karşıladılar. Allah'a çağrı inancı gönüllerine yerleşti, vicdanlarına, akıllarına hâkim oldu. Kendilerinden gayba inanmanın, Allah ve Resulünü sevmenin, mü'minlere merhametli, kâfirlere acımasız davranmanın, âhireti dünyaya, veresiyeyi peşine, görünmeyeni görünene, mânevi kazancı maddî menfaata tercih etmenin, insanları hakka çağırma tutkusunun, onları kullara prestişten kurtarıp bir olan Allah'a ibadete davetin, dinlerin zulmünden İslâm'ın adaletine sığınmanın, dünyanın dar çemberinden İslâm'ın enginliğine açılmanın, dünyanın alayiş ve varlığını horlamanın, Allah'a kavuşmak şevkinin, cennet özleminin, İslâm sancağının dalgalanıp tüm hayırlarının kâinatı kaplaması, yeryüzünün doğusuna batısına, dağlarına ovalarına, bataklıklarına ve çöllerine yayılması için ileri görüş ve yüce himmetin şaşırtıcı numunelerini sundular.
islâm uğrunda zevklerini unuttular, rahatlarını bıraktılar, vatanlarından uzaklaştılar, canlarını feda ettiler, en değerli mallarını harcadılar. Neticede din mecrasını buldu, gönüller Allah'a yöneldi, îmân rüzgârı bereketler, hayırlar saçarak mütemadiyen esti, tevhid, iman, ibadet devleti kuruldu, cennet pazarları açıldı, kâinata hidâyet saçıldı, insanlar fevc fevc Allah'ın dînine girdi.
Tarih
kitapları, bu zatların hayatlarını yazmış, İslâm kaynakları haberlerini zabtetmiştir. İlerleme, kendini yenileme ve her an yeniden diriliş mefhûmu, o müslümanların hayatlarında sürekli idi. Bu bakımdan İslâm davetçileri ile mürşidleri onların hayat hikâyelerini öğrenmeğe son derece önem vermişler, müslümanların gayret hislerini uyarmak, iman ateşi ve din hamasetîyle gönüllerini tutuşturmak için bu hikâyelerden yararlanmışlardır.
Ama zaman geldi müslümanlar bu tarihi önemsemedi, unuttular. Yazarları, müellifleri, vâizleri, propagandistleri o yüce kişilerin tarihlerinden yüz çevirip sonradan gelen zâhidlerle şeyhlerin, velîlerin haberlerine yöneldiler;
kitap ve mecmualar onların hikâye ve kerâmetleriyle doldu. İnsanlar bunlara karşı aşırı bir alâka gösterdi, va'z toplantılarını, ders halkalarını,
kitap sahîfelerini bunlar meşgul etti.
Bildiğimize göre bu çağda, Sahabe haberlerinin değerini, onların İslâm'a çağrı ve dinî terbiye hususundaki tutum ve davranışlarını - kâğıt tomarları içinde küflenmiş - bu ıslahatçı ve terbiyevî servetin kıymetini, onun gönüllere yaptığı etkisini anlayan, bu servete ilk yönelen, üzerinde titizlikle durup ona acıyan büyük ıslahatçı, ünlü davetçl ŞEYH MUHAMMED İLYÂS KÂNDEHLEVÎ'dir (rahmetullahi aleyh) (*). Müşârün-ileyh, mütalea, ders vermek, anlatmak ve hatırlatmak suretiyle bu servetin üzerine eğilmiştir. Peygamber Efendimiz'in hayatı ile Ashâb'ın haberlerine karşı kendisinde büyük bir aşk gördüm. Öğrenci ve dostlarıyla bu mevzuları müzakere ediyor, her gece bu haberler talebeleri tarafından kendisine okunuyor, o da okunanları merak, gıbta ve saygı ile dinliyor, bu servetin diriltilmesini, yayılmasını, müzakeresini istiyordu. (Evcezü'l-Mesâlik ilâ Muvattaa'l-İmâm Mâlik) adlı eserin yazan kardeşi oğlu, büyük Muhaddis
ZEKERİYYA KÂNDEHLEVÎ Ashâb'ın hayatına dâir “
HİKÂYETÜ'S-SAHÂBE” isminde Urduca orta halli bir
kitap yazınca, Şeyh Muhammed İlyâs Kândehlevî buna pek sevinmiş, İslâm'ı yayma vazifesini deruhte edenler ile tebliğ için seyahata çıkanlara bu kitabı okumalarını, mütalea etmelerini tavsiye etmişti. Öyle ki bu eser İslâm davetçilerinin ve süfilerinin dînî hususlarda baş vurduğu büyük kabul ve rağbet gören kitapların en önemlilerinden oldu. Hâlâ da öyle...
Şeyh Muhammed Yûsuf, babası büyük şeyh Muhammed İlyâs'a hayrü'l-halef oldu, İslâm'a davet yükünü ve emanetini yüklenmekte, Peygamber'in hayatı ile Ashâb'ının yaşayışlarına karşı duyduğu aşkta, bu aşka yönelmekte, onu tatmakta iyi bir vâris oldu. Babası, sağlığında kendisine Sahâbe'nin yaşayışlarına, tutum ve davranışlarına âid hikâyeler okur, dersler verirdi. Pederinin vefatından sonra, - İslâm'a davetle ilgili ciddi meşguliyeti yanında - siyer, tarih ve
Sahâbe'nin hayatıyla alâkalı eserleri mütaleaya koyuldu. Tanıdıklarımız arasında Sahâbe'nin haberlerini kavrama, yaşayışlarının inceliklerine vâkıf olma, konuşma ve konferanslarında bunları daha çok dile getirme, onlardan daha güzel delil çıkarma, daha hoş iktibas yapma bakımından ondan
(*) Vefat tarihi: 1363 h.
daha geniş malûmatı olanı bilmiyoruz. Bu tarihi hikâyeler ve gerçek kıssalar onun gönülleri etkileyen, büyüleyen, büyük kalabalıkları Allah yolunda ölmeğe, başkalarını kendi nefislerine tercih etmeğe, güçlükleri, sıkıntıları mühimsememeğe, Allah yolunda zorluklara katlanmağa sevkeden sözlerinin güç ve te'sir kaynağıydı.
Zamanında İslâm daveti tüm Arap ülkelerine, Amerika'ya. Avrupa'ya, Japonya'ya, Hind Okyanusu Adaları'na ulaştı. Neticede İslâm'ı tebliğ edenlerin, bu gaye ile yolculuğa çıkanların mütalea ve müzakere ederek gönüllerini ve akıllarını güçlendirecekleri, dînî sevgilerini takviye edecekleri büyük bir kitaba ihtiyaç duyuldu. Bu öyle bir eser olmalıydı ki kendilerini Ashâb'ı taklide, Allah'a davet yolunda canlarını ve en değerli varlıklarını fedaya, cihanı dolaşmağa, hicrete, yardıma, amellerin en üstünlerini yapmağa ve güzel huyları kendinde toplamağa teşvik etsin. Bu haberleri okuduklarında denizler yanında nehirlerin, yüce dağlar karşısında alçak tepelerin ufaldığı gibi, nefislerini küçük görsünler, inançlarını yetersiz bulsunlar, amellerini küçümseyerek hayatlarını beğenmesinler. Sa'y ü gayretleri yükselsin, ruhları coşsun, azimleri harekete geçsin...
Cenâb-ı Hak İslâm'a çağırma fazileti yanında
Şeyh Muhammed Yüsuf'a bu mühim mevzuda eser yazma üstünlüğünü de lütfetti. Gerçekte Şeyhin hayatı te'lif ve
kitap yazmağa son derece engel teşkil eden yolculuk, misafirler ile hey'etleri kabul ve dersler vermek gibi yoğun bir meşguliyet içinde idi. Ama Allah'ın yardımı, kendisinin üstün gayreti ve güçlü iradesi sayesinde kitap yazmağa da zaman ayırabiliyor, pek güç olmasına rağmen, davet ve yazmayı birlikte yürütüyordu. İmara Tahâvi'nin “Şerh-i Meâni'l-Âsâr’ını” şerh etti, büyük
cildler halinde “Emâniyyü'l-Ahbâr” isimli eserini kaleme aldı, üç büyük
cild hâlinde (
tercümesini sunduğumuz) “
Hayâtü's-Sahabe’yi yazdı. Bu
kitabında siyer, tarih ve tabakat
kitaplarında dağınık halde bulunan vak'aları bir araya getirdi. Eserine yüce Peygamber'den haberlerle başlıyor, sonra
Sahâbe'nin gerçek hikâyelerine geçiyor. Davet ve terbiyeyi ilgilendiren, İslâm teblîğcileri ve mürebbilerini alâkadar eden yönler üzerinde hususi şekilde İtina ile duruyor. Ki eseri İslâm davetçilerine rehber, bilfiil çalışanlara azık, tüm müslümanlara iman ve yakîn mektebi olsun.
Bu kitabı,
Sahâbe'nin hayatını, yaşayış tarzlarını, kıssa ve hikâyelerini bir araya getirmek suretiyle derlediği ender bir eserdir. Bu konuların hepsini ihtiva eden
kitap pek nâdirdir. O, bu eserini hadis, müsned, tarih ve tabakat
kitaplarından iktibas etmiştir. Bu sebeplerle bu eser, o kutlu çağı tasvir eder, Ashâb'ın hayatını, hususiyetlerini, ahlâk ve hâtıralarını canlandırır. Yazarın dikkati, derin araştırması, rivayet ve kıssalara çokça yer vermesi
kitabına - mücmel ve kısa yazılmış eserlerde rastlanmayan - bir te'sir mükemmeliyeti kazandırmıştır. Bu özelliklerinden ötürü eseri
okuyan, adetâ iman, davet, kahramanlık, fazîlet, ihlâs ve zühd okyanuslarında yaşar.
Şu bir gerçektir ki bir eser, yazarının nefis bir kopyası, gönlünün bir parçasıdır. Bir
kitabın te'siri
müellifin eserini kaleme alırken sahip bulunduğu inancı, itikadı, etkilenmesi, duygulanması, yazdığı konuyu madde ve mânâsında yasaması nisbetindedir. Bu hakikati tesbit ettikten sonra te'yîden söylerim ki elinizdeki bu eser, çok etkili ve başarılıdır. Çünkü yazarı onu inanarak, hamaset hisleriyle, zevk ve şevkle yazmıştır. Ashâb sevgisi onun etine ve kanına karışmış (iliklerine işlemiş), zihnini ve düşüncesini bu muhabbet istila etmiştir. Uzun zamanlar onların haberleri, sözleri arasında yaşamıştır. - Hâlâ da yaşıyor, o kaynaklardan su içiyor -. Allah ömrünü uzun etsin, hayatına bereket versin (*).
Bu
kitabın benim gibi birinin takdimine ihtiyacı yoktu. Çünkü
yazarı büyük bir insan, samimî, muhlis bir müslümandır. İnandığıma ve bildiğime göre bu eser ilâhî bir bağıştır, îmanı kuvvetlendirmek, daveti güçlendirmek, hakka râm etmek, bu uğurda can vermeği teşvik etmek hususlarında zamanın getirdiği hayırlardan biridir. Böyle eserlere ancak, uzun süren fetret dönemlerinden sonra rastlanır. O, hareketlerin en güçlüsünü, enginini, vicdanlarda en büyük te'siri icra eden dinî bir hareketin imamlığını yapıyordu. Fakat o takdim yazısı yazmamı teklif ederek bana ikramda bulundu. Ben de, bu büyük işte bir hissem olsun istedim, Allah'a yakın olmak dileğiyle şu kelimeleri yazdım. Rabbim bu kitabı kabul buyursun, onunla kullarını faydalandırsın. (
hayatüs sahabe kitap, sahabe hayatı , 4 cilt hayatüs sahabe kitabı, divan yayınları hayatüs sahabe, dört cilt, sıtkı gülle tercümesi )
Ebü'l-Hasen Ali el-Haseni en-Nedvî Sehârenbûr
2 Receb 1378
(*) Bu takdim yazısı yazıldığında müellif hayatta idi. 1965'de vefat etmiştir.
ŞEYH MUHAMMED YÛSUF el-KÂNDEHLEVÎ
Hindistan'ın kuzey eyâletinin batı kesiminde "Cehcihâne" ve "Kândehle" isimleriyle anılan iki köy vardır. Buralarda kendilerini ilme vermiş soylu ve dindar bir aile oturmaktadır. Bu büyük ailenin atası Şeyh Muhammed Eşref, Hindistan hükümdarı "Şahcihân" döneminde yaşamıştır. Çağdaşı bilginler onun dindarlığı, takvası ve sünnetlere uyma hususunda gösterdiği titizliğinde söz-birliği etmişlerdir.
Bu aile büyük bilginler ve şeyhler yetiştirmiştir. Meselâ fazileti ve zekâsıyla tanınan Şeyh ilâhi Bahş bunlardan biridir. Bu zat, Şeyh Abdu'l-Azîz b. Şeyh Veliyyullah Dehlevî'nin seçkin talebesi ve şehid muhterem İmam Ahmed el-Berîlevî'nin halifesidir. Arapça ve Farsça kırk kitap te'lif etmiş, ayrıca «Bânet Süâdü» diye başlayan ünlü kasideye kıymetli bir şerh yapmıştır. Hicrî 1215'de ölmüştür.
Yine Şeyh Ebü'l-Hasen, Şeyh Nûru'l-Hasen, Şeyh Muzaffer Hasen, Şeyh Muhammed İsmail ve son olarak Şeyh Muhammed İlyâs gibi asırlarındaki âlimlerin büyüklerinden olan ve hepsi de Allah'ın dinine çağıran zevat da bu ailedendir.
Doğumu: Şeyh Muhammed Yûsuf, bu soylu aileden Şeyh Muhammed İlyas'ın oğludur. 25 Cümade'l-Ulâ 1335 çarşamba günü Dehlî'de doğdu (20 Mayıs 1917). Babası adını Muhammed Yûsuf koydu.
Çocukluk devresi: Muhammed Yûsuf, büyük şeyhlere ve bilginlere yetişti, emekleme devresinden itibaren kendini ilim ve takva ile müchhez bir dilenin içinde buldu. Allah bu ailenin erkeklerine ilim ve takva nasib ettiği gibi kadınlarına da aynı meziyyetleri bahşeylemişti. Binâenaleyh Şeyh Muhammed ilim müntesibi dindar bir çevrede, sâliha anaların kucağında, şeyhlerin ve bilgelerin şefkatli kolları arasında büyüdü.
Öğrenimi: On yaşında Kur'ân-ı Kerîm'i ezberledi, ülûm-i ibtidâiyyeyi tahsil ettikten sonra "SAHARENPUR"daki «Mezâhirü'l-Ulûm» medresesinde Şeyh Abullatîf, Şeyh Mamur Ahmed ilân, Şeyh Abdurrahman el-Kâmil Fevzi ve en son olarak hayatına yön verip yetişmesinde üstün emeği bulunan amcasının büyük oğlu Şeyh Muhammed Zekeriyyâ el-Kândehlevi gibi büyük hadîs bilginleri huzurunda hadîs-i şerif öğrenimini tamamladı ve bu hadîs mektebinden (Hicri 1354'de) icazet alarak mezun oldu.
İlmî çalışmaları: Çocukluğundan beri ilimle yanıp tutuşan Şeyh Muhammed Yûsuf zamanının büyük kısmını kitaplar üzerinde araştırma yapmakla geçiriyordu. Hadis tahsili sırasında eser hazırlamaya karsı büyük bir arzu hissetti. Bu arzusu neticesinde Tahâvi'nin «Şerh-ü Meâniyi'l-Âsâr» adlı eseri üzerine "Emâniyyü'l-Ahbâr" ismiyle bir şerh yaparak bilfiil te'life başladı ve hayatının sonuna dek bu işi sürdürdü.
Biat edişi ve halifelik alışı: Muhammed Yûsuf'un doğup büyüdüğü muhitte. şeyhlerle irtibat kurma ve onlara bağlılık (biat) sunma çok önemliydi. Bu bakımdan bir ailenin tüm ferdleri şeyhlere intisap eder, onlardan bâtın ilmini alırlardı. Muhammed Yûsuf da "Tebliğ cemaat'ının" kurucusu ve çağının ileri gelen irşadcılarından babası büyük insan Şeyh Muhammed İlyâs'a biat etti. Muhammed İlyâs. 21 Receb 1362'de oğlu Muhammed Yûsuf'a hilâfet vererek İslâm'a davet ve İslâm'ı yayma emânetini ona havale etti ve bundan sonra Rabbinin çağrısına uyarak âhirete göçtü. Allah'ın rahmeti üzerine olsun.
İslâm'ı yayma konusundaki çalışmaları: Babasının vefatından sonra Şeyh Muhammed'in hayatında âni ve çok büyük değişiklikler oldu. İslâm'ı yayma, İslam'a davet mevzuunda içinde büyük bir arzu doğdu. Her işten yüz çevirerek kendini tebliğe ve davete verdi. Sürekli bu mevzuları düşünüyor, bunlar için yaşıyordu. Tebliğ biricik şiarı olmuştu. Bu yolda her çeşit zorluğu ve zahmeti göğüslüyor, muannitleri mütebessim çehre ile karşılıyordu. Hindistan ile Pakistan'ın şehirlerinde, köylerinde ve diğer yerleşim merkezlerinde pek çok toplantılar tertipliyor, buralarda saatlarca konuşmalar yapıyor, "Dehli'nin dışına arka arkaya tebliğ cemaatları gönderiyordu. Tebliğ cemaatının Dehli'deki merkezinde bulunduğu sürece gece-gündüz iki veya üç saat ancak uyuyor, geri kalan zamanlarını irşad meclisleriyle ilim halkalarında ve şûra toplantılarında geçiriyordu.
İslâm'a davetle alâkalı yolculukları:Yirmi seneyi aşkın davet hayatı sırasında büyük Hindistan'ın muhtelif şehirlerinde elli üç tane büyük toplantı akdetmiş, büyük Hindistan (Hindistan ve Pakistan diye) ikiye ayrıldıktan sonra Batı ve Doğu Pakistan'a on altı kez yolculuk yapmış, buralarda oluşturulan ve benzeri görülmeyen kalabalıklara önemli hitabelerde bulunmuştur.
Hicaz ve diğer Arap ülkelerindeki davet ve tebliği: Müellif Muhammed Yûsuf davet ve tebliğ vazifesinin İslâm'ın beşiği Mekke ve Medine'de yayılmasını, bu iki şehir halkı tarafından alâka ve yardım görmesini çok arzuluyordu. Bu mukaddes topraklarda kökleşecek bir davet vazifesinin hac farizasını ifâ etmek üzere her sene dünyanın dört bir bucağından gelip buralarda toplanan müslümanlar vasıtasıyla tüm âleme yayılmasının mümkün olacağına inanıyordu. Bu münasebetle işe önce Batı Pakistan'ın güneyinde bir liman şehri olan Kerâtesi ve Bombay'dan başladı, Mekke ve Medine'yi ziyarete hazırlanan hacı adaylarına tebliğ fikrini aşılamak için irşâd cemaatları oluşturuyor, bunun Arap kardeşleri arasında müessir olacağını, davet görevini onların arasında yaymanın en iyi yol olduğuııu bildiriyor, hatta bununla da yetinmiyor bizzat kendisi gemileri tek tek dolaşıyor, hacı namzetleriyle görüşüyor, davet konusunda onlara direktifler veriyordu. Bilâhare bizzat Hicaz'a vardı, Arapları kendi vatanlarında ziyaret etti, onlara bilginler göndererek eğitimleri hususunda büyük bir çaba gösterdi. Bu çalışmaları neticesinde tebliğ cemaatları oluşturuldu, Mekke ve Medine'de öğretim halkaları kuruldu.
Tebliğ cemaatlarının sık sık Hicaz'a yolculuk yapmaları neticesinde diğer Arap ülkelerinin hacıları da tebliğ görevine karşı ilgi duymaya başladılar, Seyh'ten kendi memleketlerine de bu tür cemaatlar göndermesini istediler. Muhammed Yûsuf bu seslere kulak verdi, basta Mısır, Sudan ve Irak olmak üzere şâir Arap ülkelerine de tebliğ cemaatları gönderdi. Artık bu yerlerde de davet vazifesi kökleşmiş, avam halkın yanında ulemâ zümresi tarafından da benimsenmişti. Avam ve havas tabakaları kendisiyle irtibat kurmak için tebliğ cemaatının «Dehli» deki merkezine hey'etler halinde geliyorlardı.
Şeyh Muhammed Yûsuf, bu ameliyyeyi Arabistan'dan başka Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarının muhtelif bölgelerine de teşmil etmiş, buralara da hey'etler göndermişti. Hey'et üyeleri onun samimi ve hasbî konuşmalarıyla etkilendiklerinden volkanlaşan ruhlarıyla yorucu yolculukların külfetlerine rahatça katlanıyorlardı.
Şeyh Muhammed Yûsuf, Hicrî 1356, 1374 ve 1383 senelerinde olmak üzere üç kere hac, iki kez de Umre yapma bahtiyarlığına mazhar olmuştu.
Fizik yapısı ve ahlâkı: Orta boylu, güzel çehreli, etine dolgun, sakalı siyah, saçları gür, güler yüzlü, keskin bakışlıydı. Hindistan'da müslumanlann giydikleri geleneksel basit kıyafetleri giyinir, başına Ahmediyye dolardı. Kendisini ilk gören derin düşünceli görür, hâlinden ürperir, sonra bu duyguların yerini sıcaklık ve dostluk alırdı. Yanında oturanlardan her biri şeyhin herkesten çok kendisini sevdiğini düşünürdü. Meclislerinde yalnız dînî mes'eleleri konuşur, din dışı konulara kulak vermezdi.
Zihni berrak, sinesi kesin inanç ve ihlâsla doluydu, ilmi engin, marifeti derindi. Bilhassa Peygamber Efendimizin zamanıyla Sahabe - radıyallahü anhüm - ve Tabiin'in - rahmetullahi aleyhim - devirlerine hakimane vâkıftı. Gönlü tasayla yanmasına rağmen sürekli mütebessim dururdu. Konuşma esnasında kollarını gah birbirine kavuşturur, gah açardı. Az sonra derinden nefes alır, bu soluğuyla ıstırabı katmerleşirdi.
Şeyh'i yakından tanımayanlar hâlini ve huylarını kavramakta güçlük çekerler. Ama kendisini yakînen görüp tanımış olanlar onun, yaşadığımız asırda Allah'ın mucizelerinden biri olduğuna kanaat getirirlerdi. İnsan onu gördükten ve sohbetini dinledikten sonra Peygamber Efendimiz'le sahabelerinin - radıyallahü anhüm - ahlâkını daha bir kolaylıkla idrâk ederdi.
Hususiyyetleri ve seçkin vasıfları: Allah, Şeyh
Muhammed Yûsuf'a üstün hususiyyetler ihsan eylemişti. Şübhe yok ki onun gayba iman etmeye çağırma hissinin kalbinin Özüne fazlasıyla işlemesi bu husustaki ciddi gayretleri onu muasır tarihte timsali kolay bulunamayacak bir lider şahsiyyet durumuna geçirmiştir. Onun sarsılmaz îmanı, Allah'a tevekkülü, yüce gayeleri, cesareti, üstün saygıyla kıldığı namazları, samimi duaları, yakarışları, sahâbe-i kiramın hayatına âit engin bilgisi, onların yaşayışlarına olan köklü bağlılığı, Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem'in sünnetlerine ittiba hususundaki üstün titizliği, Kur'ân'ı anlayışı, peygamberlerin - Allah'ın selâmı üzerlerine olsun -hayatlarıyla alâkalı kıssalardan büyük neticeler çıkarması, ihtilâfları halledip birbirine zıt mes'eleleri uzlaştırması, Allah'a dayanarak şahsına itimadı, kapsamlı propagandası, müessir hitabeleri, sabrı, ardı-arkası kesilmez gayretleri, azmi, tevazuu, Allah'a olan misüsiz bağlılığı; bütün bunlar onun hayatından parlak kesitler, yüce tezahürlerdir!
Bu anlattıklarımızın doğruluğuna onunla bir süre bir arada kalmış veya bir yolculukta yol arkadaşı olma bahtiyarlığına ermiş, gönülleri birbirine ısınmış binlerce insan şahitlik eder.
Müellif, kendine has büyüleyici konuşma üslubuyla Allah'ın sıfatları ve zatı, maddî sebeblerin hiçliği, Allah'ın va'dinin doğruluğu mevzularında konuştuğunda dinleyicileri bir süre için madde âleminden görünmez âlemlere (gayba), bir olan Allah'a îmana yöneltirdi. Halka, davet vazifesini iletip onları Allah'ın emirlerine çağırırken - davetteki büyük samimiyyeti ve eksiksiz inancıyla - onları hayretlere düşürürdü. Bunun içindir ki konuşma ve sohbetleri kendisiyle görüşen cemaat ve hey'etler üzerinde derin tefsirler icra eder, görüştükleri ilk günde yaşantılarında, kılık-kıyâfetlerinde, davranışlarında. âdâb-ı muaşeret anlayışlarında, düşünme ve konuşma tarzlarında değişiklikler husule gelirdi.
Dualarının ruhlar üzerinde ilginç te'sirleri vardı, duasında bulunanlar içtenlikle ağlar, zehirli hayvanlar tarafından sokulmuş kimseler gibi inler, kendilerinden geçerlerdi. Hava "Âmîn! Âmîn!" sesleriyle titreşirdi.
Şeyh Allah'ın kendisine lütuf buyurduğu muvaffakiyet, izzet ve güç yanında hareketçi ruhu, nâdir çevikliği sayesinde kısa sürede büyük isler başardı, yeni ülkelere, yeni beldelere tebliğ cemaatı gönderme çığırını açtı. Dünyanın her tarafı onun asıl vatanı gibi olmuştu.
Dikkat çekici bazı görüşleri:Şeyh
Muhammed Yûsuf, büyük toplantılar akdederek konuşmalar yapmanın, kitablar okumanın cemiyetlerin durumlarında bir değişiklik yapamayacaklarını, imanın itici gücünü harekete geçiremeyeceklerini, ruhlara itminan veremeyeceklerini, bu bakımdan kişilerin ruhî bünyelerini değiştirmek gerektiğini, ahlâk ve davranışları düzeltmenin, ilim ve ulemâya gereken hürmetin gösterilmesinin, dinî heyecanın, hak yolunda can feda etme ruhu sağlanmasının, Allah bağlılığı te'mininin, O'nun yolunda tüm zorluklara katlanmanın, dinî cemiyyetler ve cemaatlar oluşturmanın, halkla münasebet kurmanın, inananlardan canlarını ve mallarını hak yolunda bezletme-lerini istemenin, öğretim, danışmanlık ve propaganda (İslâm'ı yayma) kurumları te'sisinin icabettiğini savunuyor ve bu yolu izliyordu.
Eserleri:
Müellif Yûsuf Kândehlevi, yukarılarda açıklandığı şekilde onca meşgalesi arasında kitab hazırlamaktan da geri kalmamıştır. Te'lif ettiği eserlerinden ikisi oldukça önemlidir. Birisi «Emâniyyü'l-Ahbâr», diğeri ise «
Hayatü's-Sahabe »dir, Bu iki eseri okuyanlar onun hadîs-i şerifler ile selef-i sâlihîn'in sözlerine ne derece vâkıf olduğunu, fıkıh ilmindeki derin bilgisini kolaylıkla görebilirler.
Hayatü's-Sahabe'nin elinizdeki bu
tercümesinde onun Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'in sîreti, sahabelerin yaşayış ve hareketleri üzerindeki derin bilgisini aksettiren yeterli deliller vardır. Hiç şüphesiz bu eser Resûlullah Efendimiz ile sahabelerinin İslâm'a yaptıkları hizmetleri, yaşantılarını, gidişatlarını yansıtan bir ayna, eşine az rastlanır ilmî bîr eserdir.
Aile ferdleri: Şeyh
Muhammed Yûsuf vefat ederken geride «Muhammed Harun» adında oğlu, hanımı ve kendisinden beş ay sonra ölen annesi kalmıştı. Oğlu babasının yolundan yürüyor, onun izini takip ediyordu. Allah rahmet etsin annesi, takva ve sâlihalıkta bu devirde eşi olmayan bir kadındı. ölümü: Şeyh
Muhammed Yûsuf son haccından döndükten bir sene sonra 10 Şevval 1384'de (12 Şubat 1965 M.) Pakistan'a müteveccihen uzan bir yolculuğa çıktı ve bu yolculuğu vefatıyla neticelendi (Nisan 1965).
Müellif bu yolculuğu esnasında doğu ve batı Pakistan'ın büyük şehirlerinin hepsine uğradı. Buralarda -yakın tarihlerde emsali görülmemiş- büyük toplantılar akd etti. Ayrıca bu seferi sırasında büyük şehirlere komşu küçük şehirlere de gidiyor, umûmi ve hususi toplantılara katılıyor, konuşmalar ve görüşmeler yapıyordu. Bu yoğun faaliyetleri kalbini ve zihnini yordu, sesini etkiledi, sesi kısıldı, öksürükle birlikte sıtmaya yakalandı. Ama o bunlara aldırmadı, yorgunluğuna ve hastalığına rağmen vazifesini sürdürdü. Hindistan'a dönüşünden bir gün önce - ağır hastalığına rağmen - Lâhor'da akdedilen bir toplantıda konuşma yaptı. Konuşmasından sonra hastalığı iyice arttı, alâkalılar sür'atle kendisini kaldığı yere götürdüler. Çok sürmedi kendinden geçti, ağrılarının şiddetinden sabaha kadar uyuyamadı. Ertesi gün - ki cuma idi -hastaneye götürülürken yolda Allah'ın rahmetine kavuştu. İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn (Hepimiz Allah'dan geldik ve yine O'na döneceğiz).
Merhum, vefat etmeden önce sürekli şöyle diyordu: "Allah'tan başka ilâh yoktur, verdiği sözü gerçekleştiren Allah'a hamdolsun, Allah'tan başka ma'bûd yoktur, Muhammed Allah'ın kulu ve peygamberidir, Allahü ekber, Allahü ekber! Sözünü yerine getiren, kuluna yardım eden, düşman fırkalarını tek başına bozguna uğratan Allah'a hamdolsun. O'ndan evvel ve O'ndan sonra hiç bir varlık yoktur. O'ndan evvel ve O'ndan sonra hiçbir varlık yoktur !"
Can verirken de kelime-i Tevhîd (lâ ilahe illallah) ile Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den nakledilen duaları okumuş, öldükten sonra yüzünde tebessüm dalgaları yükselmişti.
Merhumun ölüm haberi kısa sûrede her tarafta duyuldu, cenazesine büyük bir kalabalık iştirak etti. Bu sebebten cenaze namazı Lâhor'da iki defa kılındı. Na'şı gece bir uçakla Dehlî'ye götürüldü, burada güneşin doğusuyla birlikte yetmiş bin kişiye yakın bir cemaatla üçüncü kez namazı kılındı. Namazını muhterem üstad, hadîs âlimi Muhammed Zekeriyyâ kıldırdı. Cenazesi Dehlide Nizamüddin'de medfün pederi Şeyh Muhammed İlyâs'ın batı tarafına defnedildi. Rahmet üzerine olsun...
Divan Yayınları, Muhammed Yusuf Kahdelevi, 4 Cilt
Hayatüs Sahabe adlı
kitabı incele diniz.